Ülkemizi işgal etmiş emperyalist güçlere, iç ve dış düşmanlara, manda savunucularına, köhnemiş saltanatın eteklerine tutunanlara rağmen Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde tüm milletçe verilen bağımsızlık savaşının zafer günüdür. 'keşke yunan galip gelseydi' diyen akıl ve fikir yoksunlarına inat kutlu olsun.
30 ağustos zafer bayramı
“milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
30 ağustos zafer bayramımız kutlu olsun!
30 ağustos zafer bayramımız kutlu olsun!
30 Ağustos, milletimizin bağımsızlık uğruna yazdığı destansı bir kahramanlık zaferidir.
Büyük Taarruz Zaferi'nin 102. yıl dönümünde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İstiklal Mücadelemizin tüm kahramanlarını sonsuz saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz.
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.
Büyük Taarruz Zaferi'nin 102. yıl dönümünde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İstiklal Mücadelemizin tüm kahramanlarını sonsuz saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz.
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.
Zafer, "zafer benimdir" diyebilenindir. Başarı ise, "başaracağım" diye başlayarak sonunda "başardım" diyebilenindir."
Tarih işaretlendi ağustos 30
Hiç bir Türk diyemez o saflarda yokuz
“Azımsanan küçümsenen hor ve az görülen”
Yok öyle bir dünya aslında biz çokuz…!!!
-Zafer bayramımız nice zaferlere vesile olsun inşaallah!!!
Hiç bir Türk diyemez o saflarda yokuz
“Azımsanan küçümsenen hor ve az görülen”
Yok öyle bir dünya aslında biz çokuz…!!!
-Zafer bayramımız nice zaferlere vesile olsun inşaallah!!!
Belki de sonda sormamız gereken soruyu peşin peşin soralım: Peki bunca hengame içinde biz ne yaptık? Önemli olan, net bir cevaba ulaşmak değil, soru ve sorun üzerine düşünmek ve çözüm önerileri üretebilmek ya da bir bütün halinde üretebilmek.
Asırlar boyu süregelen savaşlar, hayatta kalma mücadeleleri, doğudan batıya, köyden kente göçler... Yüzyıllardır süregelen bir milletin inişli çıkışlı yaşam biçimi, zirveyi de görmüş, dibi de. Yıkılmış, tekrar kurulmuş tam 16 kere, en azından bilinen haliyle. Bunca emek, bunca değer, büyük tufanlardan çıkmışçasına yenilgiler ve zaferler. Her ikisine de alışmış, her ikisini de kanıksamış bir millet. Koca Osmanlı İmparatorluğu, yedi düvele kafa tutan, karanın ve denizin hakimi, gelmiş dayanmış uçurumun köşesine, ha düştü ha düşecek, bir küçük darbeyle. Ve bu yıkıntıların arasında yeni bir zaferle ayrılacak, tarih yeniden yazılacak.
Gelin görün ki geldiğimiz noktada, verdiğimiz şehitlere, dökülen kanlara, atamıza, ecdadımıza, dilimize, kültürümüze sahip çıkamayan bir ülke ve evlatları var. Kesim kesim ayrılmış, dağılmış; en azından ikiye bölünmüş, o'cu bu'cu kavgasına; olmayan öcülerle savaşan bulanık, aşağılık, hastalıklı zihinler. Ağıza alınmayacak küfürler karşılıklı; ve tarihimize, geçmişimize, atalarımıza ve ecdadımıza... Nasıl bir hayadır, ya Rab? "Sen yaratmış olamazsın bu insan demeye dilim varmıyor," yaratıkları, insan müsveddelerini, insan görünümlü şeytan müsveddelerini. Bölücülük, kin, nefret, öfke kol geziyor sokak sokak, semt semt, kent kent ve karış karış Anadolu yurdumuz. Ne işgal altında ne düşman kapıya dayanmışken, böyle topluma düşman ne gerek; bıraksan kendi haline birbirini yiyip bitirecek, ilk insandan daha beter haliyle. Hiçbir gelişmişlik emaresi yokken, bir de Orta Çağ'ın bile gerisine giden bir ahlak, bir zihin bulanıklığı, bir akıl hastalığı hali sarmış gitmiş bireyleri ki bu yangın böyle mi sürecek? Ne olacak büyük kitlelerin hali; ekonomi, politika, eğitim, sağlık, din, kültürü ve ahlak bilgisi... Neresinden tutsan elinde kalacak ki; sen tutmasan o sana sıçrayacak; ne kaçışın var ne kurtuluşun ki artık bu topraklarda kanıksanan bu zihniyet ne kendisi yeniden yeşerecek, ne de herhangi bir güzelliği yeşertecek. Zehirli sarmaşıklar gibi sarılmış etrafımız, çepeçevre kuşatılmış her bir yanımız. Tek bir düşman yok oysa ki ufukta; ne Yunan ne Anzak ne İngiliz ne Amerikan kuşatması; yalnızca zihnimize ekilen zehirli tohumlar, çürük çarık meyvelerini veriyor ve bizim elimiz kolumuz bağlı. Yok mu bu akıl hastalığımızın bir tedavisi? Ne bir yardıma gelen olur ne şefkatli kollarını açan. İmdat diye bağırsan, feryat figan çıldırsan, haykırsan... Ötelerden bir ses gelir mi, bu ülkenin talan edilen dağları, ormanları, denizleri, gölleri sesimizi duyar mı, bize gülümser mi artık? Bir gençlik böyle yitip gider mi? Bir ülkenin kaynakları böyle talan edilir, böyle peşkeş çekilir mi? Hem neden kucak açsın artık sana bu memleketin dağları, ovaları, akarsuları? Kolay mıydı bir filizi toprağa vermek, ekip biçmek? Bir ağaç, bir orman kaç bin yılda yeşerir? Beton yığınları arasında, toplu taşımalarda, terli ve mikrop yuvası ve hastalıklı ve çarpıtılmış zihinler ve bölünmüş insan yığınları... Var mı kaçacak yeriniz AVM'ler dışında? Şimdi ne yapacaksınız? Her yaz daha sıcak geçecek, bir tane ağaç bırakmadınız şehrin göbeğinde. İlk insanlar gibi avladınız ormanları ve ağaçları ve ağacı seven, savunan insanları. Şimdi bize reva görülen, milyonluk ihalelerden bu ülkenin topraklarının emeğini, değerini İsviçre bankalarında "Elhamdülillah Müslümanız" diye insanları sömürüp Euro cinsinden faizleriyle yalılarında, yatlarında keyif çatıp milletin amına koyanlar düştü bizim de payımıza, neylersin...
Şimdi dönüp bakıyorum da, Atam yaşasaydı ve görseydi halimizi... Hani kavgaya tutuşurlar arada, "Yaşasaydı bizim partimizi desteklerdi, yaşasaydı bizim kulübümüzü desteklerdi" diyenlerin vallahi de billahi de önce yüzüne tükürür, sonra da kendinden özür dilerdi; heba ettiği yıllarından, yaşayamadığı aşklarından, sevemediği çocuklarından, cenazesine katılamadığı annesinden, torpil yapmadığı için aralarının bozulduğu kız kardeşinden ve oraya giderdi Afet'le, bir orman kenarına, her şeyi bırakıp, giderdi buralardan. Şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda; hemen çekip giderdi ormanlara, hele biz bir iyi olalım da...
Asırlar boyu süregelen savaşlar, hayatta kalma mücadeleleri, doğudan batıya, köyden kente göçler... Yüzyıllardır süregelen bir milletin inişli çıkışlı yaşam biçimi, zirveyi de görmüş, dibi de. Yıkılmış, tekrar kurulmuş tam 16 kere, en azından bilinen haliyle. Bunca emek, bunca değer, büyük tufanlardan çıkmışçasına yenilgiler ve zaferler. Her ikisine de alışmış, her ikisini de kanıksamış bir millet. Koca Osmanlı İmparatorluğu, yedi düvele kafa tutan, karanın ve denizin hakimi, gelmiş dayanmış uçurumun köşesine, ha düştü ha düşecek, bir küçük darbeyle. Ve bu yıkıntıların arasında yeni bir zaferle ayrılacak, tarih yeniden yazılacak.
Gelin görün ki geldiğimiz noktada, verdiğimiz şehitlere, dökülen kanlara, atamıza, ecdadımıza, dilimize, kültürümüze sahip çıkamayan bir ülke ve evlatları var. Kesim kesim ayrılmış, dağılmış; en azından ikiye bölünmüş, o'cu bu'cu kavgasına; olmayan öcülerle savaşan bulanık, aşağılık, hastalıklı zihinler. Ağıza alınmayacak küfürler karşılıklı; ve tarihimize, geçmişimize, atalarımıza ve ecdadımıza... Nasıl bir hayadır, ya Rab? "Sen yaratmış olamazsın bu insan demeye dilim varmıyor," yaratıkları, insan müsveddelerini, insan görünümlü şeytan müsveddelerini. Bölücülük, kin, nefret, öfke kol geziyor sokak sokak, semt semt, kent kent ve karış karış Anadolu yurdumuz. Ne işgal altında ne düşman kapıya dayanmışken, böyle topluma düşman ne gerek; bıraksan kendi haline birbirini yiyip bitirecek, ilk insandan daha beter haliyle. Hiçbir gelişmişlik emaresi yokken, bir de Orta Çağ'ın bile gerisine giden bir ahlak, bir zihin bulanıklığı, bir akıl hastalığı hali sarmış gitmiş bireyleri ki bu yangın böyle mi sürecek? Ne olacak büyük kitlelerin hali; ekonomi, politika, eğitim, sağlık, din, kültürü ve ahlak bilgisi... Neresinden tutsan elinde kalacak ki; sen tutmasan o sana sıçrayacak; ne kaçışın var ne kurtuluşun ki artık bu topraklarda kanıksanan bu zihniyet ne kendisi yeniden yeşerecek, ne de herhangi bir güzelliği yeşertecek. Zehirli sarmaşıklar gibi sarılmış etrafımız, çepeçevre kuşatılmış her bir yanımız. Tek bir düşman yok oysa ki ufukta; ne Yunan ne Anzak ne İngiliz ne Amerikan kuşatması; yalnızca zihnimize ekilen zehirli tohumlar, çürük çarık meyvelerini veriyor ve bizim elimiz kolumuz bağlı. Yok mu bu akıl hastalığımızın bir tedavisi? Ne bir yardıma gelen olur ne şefkatli kollarını açan. İmdat diye bağırsan, feryat figan çıldırsan, haykırsan... Ötelerden bir ses gelir mi, bu ülkenin talan edilen dağları, ormanları, denizleri, gölleri sesimizi duyar mı, bize gülümser mi artık? Bir gençlik böyle yitip gider mi? Bir ülkenin kaynakları böyle talan edilir, böyle peşkeş çekilir mi? Hem neden kucak açsın artık sana bu memleketin dağları, ovaları, akarsuları? Kolay mıydı bir filizi toprağa vermek, ekip biçmek? Bir ağaç, bir orman kaç bin yılda yeşerir? Beton yığınları arasında, toplu taşımalarda, terli ve mikrop yuvası ve hastalıklı ve çarpıtılmış zihinler ve bölünmüş insan yığınları... Var mı kaçacak yeriniz AVM'ler dışında? Şimdi ne yapacaksınız? Her yaz daha sıcak geçecek, bir tane ağaç bırakmadınız şehrin göbeğinde. İlk insanlar gibi avladınız ormanları ve ağaçları ve ağacı seven, savunan insanları. Şimdi bize reva görülen, milyonluk ihalelerden bu ülkenin topraklarının emeğini, değerini İsviçre bankalarında "Elhamdülillah Müslümanız" diye insanları sömürüp Euro cinsinden faizleriyle yalılarında, yatlarında keyif çatıp milletin amına koyanlar düştü bizim de payımıza, neylersin...
Şimdi dönüp bakıyorum da, Atam yaşasaydı ve görseydi halimizi... Hani kavgaya tutuşurlar arada, "Yaşasaydı bizim partimizi desteklerdi, yaşasaydı bizim kulübümüzü desteklerdi" diyenlerin vallahi de billahi de önce yüzüne tükürür, sonra da kendinden özür dilerdi; heba ettiği yıllarından, yaşayamadığı aşklarından, sevemediği çocuklarından, cenazesine katılamadığı annesinden, torpil yapmadığı için aralarının bozulduğu kız kardeşinden ve oraya giderdi Afet'le, bir orman kenarına, her şeyi bırakıp, giderdi buralardan. Şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda; hemen çekip giderdi ormanlara, hele biz bir iyi olalım da...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?