cumartesi pazarım yok, her gün benim için potansiyel iş günü. Aynı şekilde pazartesi sendromum da yok. Sorun bence heyecan duyulan ve kendi işiniz olan bir şeyde çalışmamak. Birilerinin kararları doğrultusunda robot vari hareket edilen işlerde, insan kendini ortaya koyamadığı için, üzerine büyük yük olur, sıfır heyecanla bir şeyleri zoraki ve sırf birileri bekliyor diye yapmaya başlar. İşte böyle işler insanı yıpratır ve yavaş yavaş yok eder. Ben başkaları için çalıştığım zamanlarda da, işi sahiplenir, geliştirmek için önerilerde bulunur, kendi yaptığım işi kolaylaştıracak ve verimliliğimi arttıracak şekilde düzenlemelere girişirdim. Tabi bu çaba, diğer iş arkadaşları tarafından yalakalık, kendini gösterme çabası ya da aynı maaşı alıyoruz ama bu daha çok uğraşıyor, bizi kötü gösteriyor diye, içten içe bir ayak kaydırma uğraşı olarak görüldü. Ben ise, oyalandığım ve bir şeylere katkı sağladığım için kendimi değerli hissetmekle, işimi sevmeye çalışmakla meşguldüm.
Bu dediklerim beyaz yaka için de geçerli değil sadece, bundan birkaç yıl önce, ev tadilatında, parke yapan ustayla ayak üstü konuşuyorduk. Adam işim iyi hoş ama, diz üstünde çok durmak gerekiyor, belli bir yıldan sonra da ağrıtıyor tarzı bir şey söyledi. Pantolonunun diz kısmına sünger falan dikmiş, bir şeyler denemiş ama yine de pek faydası yokmuş. Ben de kaykay tarzı, dize takılan ürünler olduğundan bahsettim, ayakta da sorun çıkartmıyor pek, diz üstüne geçince de, tekerlekli yapısı, kolay hareket etmeyi ve ağırlığı dağıttığı için de faydalı olabilir dedim. Çok şaşırdı, kesin alırım onu bakayım falan dedi. mavi yaka yabancı çalışanlar, bu konularda çok profesyoneller, kullandıkları malzemeler ve işlerine yaklaşımları, o kadar iyi ki, kendilerine has bir "cool" havaları bile var. Bizim ustalar ise, anam babam kara düzen, o an ne elden geliyorsa girişen kişiler oluyor.
Örneğin askerdeyken, nizamiye sorumluluğu bana verildiğinde, dünya'nın en saçma sistemiyle karşılaşmıştım. üç kısımdan oluşan nizamiyede, ilk kısımdan bomba kontrolü yapılıp geçen araba, ikinci kısımda düğmeye basılıp, bariyer kaldırılarak, aracın geçişi sağlanıyordu. Sorun şurda ki, orta kısım bir kapalı bir mekan, arabanın gelişi görünmüyor, en üst kısımdan aracın beklediği görülünce, orta kısım aranıyor ve, "bariyeri kaldır araç gelmiş bekliyor" denilmek durumunda kalınıyordu. Benim bilmediğim akıllıca bir şey mi var acaba diye üstlerime sorduğumda ise, "zamanında öyle yapılmış, devam ediyor işte" cevabı verildi. Büyük bir sorun değil gibi dursa da, bazen rütbeli araçlar geliyor, 5 dakika falan bekleyip, sonra hepimizin ağzına sıçıyorlardı. Çok basitçe bir dokunuşla, o düğme tertibatını, asker olan bir ustayla konuşup, üst kısma aldırdım. tüm sorun çözüldü. bir uzman çavuş, "yaklaşık 10 yıldır buradayım, her gelen nizamiyeci bu konuda ağlar, ilk kez düzelteni gördüm" dedi. Aşırı zeki olduğum için değil, sorun bariz olmasına rağmen, sorumluluk alıp, kimsenin düzeltmek istemediği şeye burnumu soktuğum için bu gerçekleşti ve içsel bir tatmin yarattı. İşi sevmek, kendinizden bir şeyler katarak, onu daha iyi yaptıkça da, mutlu olarak gerçekleşen bir şey.
İnanın bana yığınla paranız olsa ve istediğiniz kadar tatil yapabileceksiniz dense, belki o heyecanla bir sene hiçbir şey yapmadan kafanıza göre yaşayabilirsiniz ama sonrasında, içinizde kapanmayacak bir boşluk büyümeye başlar. İşe yaramazlığınız içten içe sizi ele geçirir, bu da kendinize hoyratça davranmanıza ve değerinizi kaybetmenize sebep olur. Yapacak, tutunacak, uğraşacak bir şeyler arayışına girersiniz. Bir şeylerle meşgul olmak, bu şekilde boşluğa düşmekten her türlü iyidir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?