Shopify'da falan sadece bunu kaldırmaya dolarla para alıyorlar. Halbuki sitede developer tool kısmından, fare ile seçim aracıyla, o yazı üstüne gelip, css'de nereye tekabül ettiğine bakarak, sonrasında display:none da dahil farklı yollarla kolayca silebilirsiniz. Bir keresinde, !important yaptıkları için, display:none çalışmamış, ben de arka planla yazıyı aynı renk yapmıştım. Yazı duruyordu ama görünmüyordu. Bazen pratik düşünmek gerekir.
alaskan crab
1. nesil Yazar - 14. Seviye Hava Ruhbanı - Yazar -
- toplam entry 496
- takipçi 16
- puan 28246
Arkadaş kavramından insanların ne anladığı önemli bence. Her an mesajlaşılan, sürekli konuşulan, bir yere çıkarken onsuz çıkamayacak kadar bağ kurulan bir ilişkide, mutlaka ama mutlaka bir taraf arkadaş olarak görmüyordur. Bu kişi de genelde erkek olur, çünkü erkekler, cinsel anlamda birlikte olmayacakları bir kadınla pek de arkadaş olma isteği duymazlar. Bu bizlerin ırz düşmanı olmamızdan ziyade, çoğu zaman bilince bile gelmeyen bir seçim durumumuzdan kaynaklıdır. Ayrıca büyük bir gerçek var ki, en vasat kadın bile, iyi veya kötü bir ilişki yaşayacak bir grup erkek bulabilirken, erkeklerin büyük bir kısmı, adeta kadınlar için görünmezdir. Hal öyle olunca arkadaşlık kisvesi altında, ne koparabilirsem kafasındaki erkekler, sanılanın aksine çok daha fazladır. Zaten karikatürler de dahil , bu tarz erkeklerle sürekli dalga geçilir.
Öte yandan arkadaşlık, belli bir ortamda, bir şeyler paylaşma, ve bundan keyif alma durumuysa, buluşmalar oluyor ancak aşırı sık ve bunaltıcı, her an her şeyin paylaşıldığı konuşmalar yapılmıyorsa, gayet normaldir. Bu tarz durumlarda bile pek çok kez küçük flörtleşmelere denk gelmedim desem yalan olur.
Öte yandan arkadaşlık, belli bir ortamda, bir şeyler paylaşma, ve bundan keyif alma durumuysa, buluşmalar oluyor ancak aşırı sık ve bunaltıcı, her an her şeyin paylaşıldığı konuşmalar yapılmıyorsa, gayet normaldir. Bu tarz durumlarda bile pek çok kez küçük flörtleşmelere denk gelmedim desem yalan olur.
Ne zaman bu adamın adını duysam, bar çıkışında sevgilisinin kendisinden çok daha uzun olduğunu dile getirerek bir sorun olmuyor mu diye soran ucuz magazin işi kovalayan elemana, "yatakta basket oynamıyoruz" dediği lafı aklıma geliyor. İyidir hoştur ama öyle abartılacak bir birikimi olan birisi değil, anca hayatını kendi güzelliğine adamış, bu nedenle de kendini pek geliştirme fırsatı bulamamış mankenlerle dalga geçer o kadar.
Eskiden kadınlara has bir aksesuarken, savaşta taktik açısından zamanlamanın önemi dolayısıyla erkeklerde de yer edinmiştir. Beyaz Türkler dahil, pek çok üst sınıf için aşırı bir statü göstergesidir. Mantıken her an telefonlara bakan bizler için bir önemi kalmamış gibi görünse de, telefonlar aşırı derecede zaman tüketen, saçma sapan bir bildirimle, dikkat dağıtan eşyalar haline gelmelerinden dolayı, sadece saate bakmak istemek, zamana değer verenler açısından önem arz eder. Bazı saatlerde saat başı çalan mekanizmalar da vardır ki bu da geçen her saati kişiye hatırlattığı için, zaman yönetiminde çok daha etkili olur. Ayrıca airsoft oynayan benim için, saat vazgeçilmez bir aksesuardır ve güzel durduğunu da düşünüyorum.
Gerçekten de kriminal tiplere hasta olan bir kesim olduğunu yadsımamakla birlikte, bizde efendi erkek olarak görülen kişinin aşırı edilgen, prensipleri olmayan, çok omurgasız ve sinik bir tip olmasından ötürü, bunun dışında kalan herkes de badboy'a girdiği için gayet normal olan takıntıdır. Kimse yanında her şeye uyum sağlayan, ne yiyelim, nereye gidelim denildiğinde fikir sürmek yerine hep karşıdakinin söylemesini bekleyen birini istemez örneğin.
Herkese gitmese de, gidene çok iyi olan saç rengi.
Genelde klasik saatçiyimdir, hatta quartz olarak bile pek tercih etmem g-shock haricinde ama bir arkadaşım, senin bu kadar geri kafalı olmanı kaldıramıyorum diye bana akıllı saat hediye etti, 1 aydır falan spora giderken kullanıyorum, hoşuma gitmedi desem yalan olur. Ne kadar doğru bilmediğim bir adım sayar, kalp ölçer, kalori ölçeri falan var ancak aşağı yukarı bir değer verse dahi, motivasyon için oldukça kullanışlı. Saatten ziyade küçük bir telefon kullanıyormuş hissiyatı veriyor daha çok. Saat Kadranını da canınız sıkıldıkça değiştiriyorsunuz baya güzel, bazen inat etmeyip yeni şeyler de denemek gerekiyor.
Bu kadar fazla konuşulduğu ve neredeyse az veya çok herkes tarafından bilindiği halde, bu kadar yanlış anlaşılan başka bir filozof daha yoktur galiba. Tanrı öldü lafı, esasında ateist bir söylem değil, anlam arayışının sonuna gelindiği ve insanların henüz bu bilgiyi idrak edemedikleri için, onlara gelen büyük nihilizm dalgasından kendilerini koruyacak başka bir şey bulmaları gerekirken, hiçbir şey yapmadan hayatlarına devam ettikleriyle ilgili bir söylemdir. Tanrı gibi sarsılmaz bir referans noktası varken, insanlar iyi veya kötü, bir şekilde hayatlarını belli değerler oluşturarak ve bu oluşturulan değerleri en sonunda Tanrı'ya bağlayarak tarih boyunca epey ilerleyebilmişlerdir. Oysa darwinci söylem, bizlerin özenle yaratılmış çok değerli ve biricik birer Tanrı'nın yarattıkları olmadığımızı, alelade bir hayvandan, uzun yıllar boyunca bir şekilde bu hale geldiğimizi öne sürer ve oldukça güçlü argümanlara da sahiptir. Bu durum henüz daha yeni yeni peydah olduğu için, gelecekteki o sorun pek anlaşılmaz, Nietzsche'de bu soruna değinerek, Tanrınız öldü, artık ne yapacaksınız, minvalinde, insanları nihilizm yerine farklı bir arayışa gitmeleri yönünde uyarır.
Her ne olursa olsun adam Tanrı öldü diyor işte, bu söylem bir ateistin işine gelip de kullanamaz mı diye bir itiraz gelebilir. Eğer bir ateist, Esas amacı Tanrı'nın var olmadığını söylemek olan pek çok argüman dururken, Tanrı öldü diyor nietzsche tarzı bir söylemle savunmaya çalışıyorsa kendisini, o pek de sağlam temellendirilmiş bir ateist değildir. Düşünmeden iman etmiş biriyle aynı kulvardadır. Çünkü bu söylemin esas amacı bambaşkadır.
Son olarak Nietzsche nihilist bir filozof değildir, adamın kurduğu tüm felsefe, bundan kurtulmak üzerine kafa yormalar, hikayeler, temellendirmelerle doluykan, böyle nitelendirmek, çok ayıp. (Burada birisi böyle yazdığı için girilmedi bu entry yanlış anlaşılma olmasın, tamamen genel gördüğüm yanlışlar üzerinden yazdım.)
Her ne olursa olsun adam Tanrı öldü diyor işte, bu söylem bir ateistin işine gelip de kullanamaz mı diye bir itiraz gelebilir. Eğer bir ateist, Esas amacı Tanrı'nın var olmadığını söylemek olan pek çok argüman dururken, Tanrı öldü diyor nietzsche tarzı bir söylemle savunmaya çalışıyorsa kendisini, o pek de sağlam temellendirilmiş bir ateist değildir. Düşünmeden iman etmiş biriyle aynı kulvardadır. Çünkü bu söylemin esas amacı bambaşkadır.
Son olarak Nietzsche nihilist bir filozof değildir, adamın kurduğu tüm felsefe, bundan kurtulmak üzerine kafa yormalar, hikayeler, temellendirmelerle doluykan, böyle nitelendirmek, çok ayıp. (Burada birisi böyle yazdığı için girilmedi bu entry yanlış anlaşılma olmasın, tamamen genel gördüğüm yanlışlar üzerinden yazdım.)
Tartışma kültürü, çok fazla değer yargısının bir arada bulunmasıyla olabilecek bir şey olduğu için, görülmesi çok nadirdir. Üstelik tartışma esnasında, bu yargılara sürekli dikkat etmek gerekir, başta bu kültürle başlayıp sonradan dönen çok fazla tartışma gördüm ki bunları normal vatandaş değil, büyük büyük ünvanları olan insanlar yapıyorlardı.
Her şeyden önce tartışılan ortamda seyirci var mı? Bu çok önemli bir sorudur ve egonun ister istemez devreye girmesiyle sonuçlanır. Özellikle, karşıdaki kişi, her türlü safsataya ve tribünleri coşturacak şeylere değiniyor, sizin içtenlikle verdiğiniz cevapları anlayabilecekken, başka bir şey söylemişçesine olayı çarpıtıyorsa o tartışmadan hayır gelmez. Bu genelde tartışılan konuya hakim olmayan seyirci varken olur, çünkü teke tek bir konuşmada bu yöntem fazla uzun sürmez, iki tarafta içten içe bunu bilir.
Tartışmaya malzeme olan konu, sizi siz yapan temel bir değer üzerine mi? Eğer öyleyse, en ufak bir saldırı, o konuyu aşırı içselleştirmenizden dolayı, kendinize yapıldığını sanarak olayı kişiselleştirebilir ve istenilen tartışma düzleminden bir anda çıkabilirsiniz. Bu tarz konularda tartışırken, gelen her karşıt argümanı, sizin temellerinizi sınayan birer yardım eli olarak görün. Sağlam bir yapıda değilseniz, bunu bilmek istersiniz diye düşünüyorum. Birkaç söylemle yıkılacak bir temeldeyseniz zaten, bu işi kendinize bir saldırı olarak değil de, yıkıp daha iyi bir temel kurmak adına bir fırsat olarak değerlendirin.
İyilik ilkesi. En önemlisi bu, karşıdaki kişi bu ilkeye göre hareket ediyorsa, güzel bir tartışma dönebilir. Bu ilke, karşınızdakinin rasyonel bir insan olduğu, çok saçma ve çılgınca fikirler gibi görünse de, düşüncelerini dinlemeyi ve arka planında mantıklı bir silsise olduğu inancıyla, tartışmayı sulandırmayıp, anlamaya çalışmayı söyler.
Tartışma kültürü, karşınızdaki de buna uyuyorsa anlamlıdır. Deli saçması bir düz dünyacı adamla, internetin ücra bir köşesinde iyilik ilkesi güderek tartışmaya çalışırsanız, deli olur kendinizi yıpratırsınız. Zamanında bu kültürü oturtmak için yaptığım şeyler, ömrümden 20 yıl almıp götürmüştür. Siz siz olun bu hataya düşmeyin çünkü tartışma kültürü büyük bir tevazu ister ancak fazla tevazu cahilden nasihat dinletir.
Her şeyden önce tartışılan ortamda seyirci var mı? Bu çok önemli bir sorudur ve egonun ister istemez devreye girmesiyle sonuçlanır. Özellikle, karşıdaki kişi, her türlü safsataya ve tribünleri coşturacak şeylere değiniyor, sizin içtenlikle verdiğiniz cevapları anlayabilecekken, başka bir şey söylemişçesine olayı çarpıtıyorsa o tartışmadan hayır gelmez. Bu genelde tartışılan konuya hakim olmayan seyirci varken olur, çünkü teke tek bir konuşmada bu yöntem fazla uzun sürmez, iki tarafta içten içe bunu bilir.
Tartışmaya malzeme olan konu, sizi siz yapan temel bir değer üzerine mi? Eğer öyleyse, en ufak bir saldırı, o konuyu aşırı içselleştirmenizden dolayı, kendinize yapıldığını sanarak olayı kişiselleştirebilir ve istenilen tartışma düzleminden bir anda çıkabilirsiniz. Bu tarz konularda tartışırken, gelen her karşıt argümanı, sizin temellerinizi sınayan birer yardım eli olarak görün. Sağlam bir yapıda değilseniz, bunu bilmek istersiniz diye düşünüyorum. Birkaç söylemle yıkılacak bir temeldeyseniz zaten, bu işi kendinize bir saldırı olarak değil de, yıkıp daha iyi bir temel kurmak adına bir fırsat olarak değerlendirin.
İyilik ilkesi. En önemlisi bu, karşıdaki kişi bu ilkeye göre hareket ediyorsa, güzel bir tartışma dönebilir. Bu ilke, karşınızdakinin rasyonel bir insan olduğu, çok saçma ve çılgınca fikirler gibi görünse de, düşüncelerini dinlemeyi ve arka planında mantıklı bir silsise olduğu inancıyla, tartışmayı sulandırmayıp, anlamaya çalışmayı söyler.
Tartışma kültürü, karşınızdaki de buna uyuyorsa anlamlıdır. Deli saçması bir düz dünyacı adamla, internetin ücra bir köşesinde iyilik ilkesi güderek tartışmaya çalışırsanız, deli olur kendinizi yıpratırsınız. Zamanında bu kültürü oturtmak için yaptığım şeyler, ömrümden 20 yıl almıp götürmüştür. Siz siz olun bu hataya düşmeyin çünkü tartışma kültürü büyük bir tevazu ister ancak fazla tevazu cahilden nasihat dinletir.
Hayata dair oturan ve normal görülen pek çok şey aslında sanayileşmeyle şekillenen toplumsal değişimle meydana geldi. Kahvaltı da bunlardan birisidir, tamamen burjuva sınıfının, çalışanları maksimum verimlilikle kullanabilmek için zorunluymuş gibi gösterdiği öğün. Günün en önemli öğünü sözü örneğin çok büyük bir yalandır. Kahvaltıda bol bol şekerli şeyler tüketilmeye teşvik edilir çünkü kana hızlı karışan glikojen, verimliliği arttırır. Kahvaltı uğraştıran bir şey olarak görüldüğü için çoğu kültürde, ona da çözüm olarak kahvaltılık şekerli gevrekler falan getirildi. Örneğin Foucault da deliliğin tarihi kitabında, yine aynı mentaliteyle, eskiden deliler aramızda özgürce dolaşırlarken, günde 18 saat çalışma zorunluluğunda olan insanların, bu delilere bakarak, böyle de yaşanabiliyormuş dememesi için, burjuvanın istediği toplumsal düzene aykırı oldukları için, toplanıp, terapi adı altında ortadan kaldırılmışlardır. Uzun lafın kısası kahvaltı komple yoktur değil, elbette acıkırsan yersin, her bünye bir değil, kimisi yemeden başlayamaz, kimisi ikindi gibi ancak yiyecek duruma gelebilir. Mesele, kahvaltının çok doğal ve her insanın yapması gereken bir şeymiş gibi ortaya konulması ancak esas amacın gizlenmesidir. Kendi bünyenizi tanıyıp, yapıp yapmama konusunda kendiniz karar vermelisiniz.
Bir gün şöyle sormuş demir, mıknatısa:
"En çok kimden nefret edersin?"
"En çok senden nefret ederim" demiş mıknatıs, beni çekersin, fakat kendinde tutacak kadar güçlü değilsin."
Nietzsche
"En çok kimden nefret edersin?"
"En çok senden nefret ederim" demiş mıknatıs, beni çekersin, fakat kendinde tutacak kadar güçlü değilsin."
Nietzsche
Çoğu kişi paranın ne olduğundan bihaber. Paranın kazanılma yolunun sadece devlete kapak atmak olduğuna inanan milyonlar var. Öte yandan işsizliği az göstermek ve eğitim seviyesini, göz boyamak adına istatistiklerde arşa çıkarmak için fütursuzca açılan üniversiteler var. Tüm bunların yanında bir de teknoloji sayesinde rahat yaşayanların hayatlarını kolayca görüp, imrenen ve bulunduğu durumdan ne olursa olsun asla memnun olmayan aşırı materyalist gençler var. Aşırı çünkü din o kadar çok saçma sapan şeylere alet edilmiş ve yıpratılmış ki, hiçbir manevi değer taşımadıkları gibi, haklı olarak da nefret içerisindeler.
Okul, paraya, finansal okuryazarlığa, kapitalizmin işleyişi ve bu fare oyununda yukarılara çıkmak için gereken şeylere dair hiçbir şey öğretmiyor. Koca bir çark, sağa sola vasıfsız eleman yetiştirmek, az biraz kafası basanları da, yine aynı elemanların üstünde birazcık daha iyi bir konumda çalıştırmak üzere kurulu. Anaokulundan başlayarak, tamamen otoriteye uyum sağlayan, denileni sorgulamadan yapması istenen, var olan şeylerle, önüne konulan neyse onla uğraşılması istenen, farklı bir şey ortaya koyanları cezalandıran 24 yaşına kadar süren bir sistem. Böyle bir sistemden geçen birinden özgür olmasını beklemek çok zor. Mezun olur olmaz, yine öğretmen figürünü aramaya başlıyorlar. Ona ne yapması gerektiğini söyleyecek, parasını verecek öğretmenler. ivan illich okulla hapishane arasında pek farkın olmadığını, bunun insanlar tarafından nasıl görülemediğine çok şaşırdığını ifade eder. Hiç mi işe yaramıyor bu okul derseniz, elbette kampüsü güzel bir yerde okuduysanız, güzel anılar bırakıyor olabilir o da sadece üniversite için geçerli. Çocuklara verilmesi gereken tek şey, merak duygusu ve kendi kendine öğrenebilme yetisi. Gerisini o çocuk halleder çok güzel bir şekilde. ivan illich'in kitabı yazdığı dönemde internet gibi bir bilgi deryası yoktu, şimdilerde bu kitabın değeri çok daha arttı
Okul, paraya, finansal okuryazarlığa, kapitalizmin işleyişi ve bu fare oyununda yukarılara çıkmak için gereken şeylere dair hiçbir şey öğretmiyor. Koca bir çark, sağa sola vasıfsız eleman yetiştirmek, az biraz kafası basanları da, yine aynı elemanların üstünde birazcık daha iyi bir konumda çalıştırmak üzere kurulu. Anaokulundan başlayarak, tamamen otoriteye uyum sağlayan, denileni sorgulamadan yapması istenen, var olan şeylerle, önüne konulan neyse onla uğraşılması istenen, farklı bir şey ortaya koyanları cezalandıran 24 yaşına kadar süren bir sistem. Böyle bir sistemden geçen birinden özgür olmasını beklemek çok zor. Mezun olur olmaz, yine öğretmen figürünü aramaya başlıyorlar. Ona ne yapması gerektiğini söyleyecek, parasını verecek öğretmenler. ivan illich okulla hapishane arasında pek farkın olmadığını, bunun insanlar tarafından nasıl görülemediğine çok şaşırdığını ifade eder. Hiç mi işe yaramıyor bu okul derseniz, elbette kampüsü güzel bir yerde okuduysanız, güzel anılar bırakıyor olabilir o da sadece üniversite için geçerli. Çocuklara verilmesi gereken tek şey, merak duygusu ve kendi kendine öğrenebilme yetisi. Gerisini o çocuk halleder çok güzel bir şekilde. ivan illich'in kitabı yazdığı dönemde internet gibi bir bilgi deryası yoktu, şimdilerde bu kitabın değeri çok daha arttı
Hiç en sevdiğim iç giyim markam olmadı. Başkalarında sevdiğim markalar oldu ama benim kendi giydiğim çok sevdiğim markam olmadı.
Rusya-Ukrayna savaşında, birkaç ukrayna askeri bir rusu öldürmüş. Buraya kadar savaş etiği olarak sorun yok ancak ukrayna askerleri, ölen rus askerin üzerinden telefonunu alıp, annesini görüntülü arayıp, kadınla dalga geçiyorlar. Bu saf kötülükten başka bir şey değil. Savaş koşullarında pek çok şey mazur görülebilir ancak buna hiçbir anlam veremiyorum. Bu davranışla çok büyük bir kesimin nefretini kazanmaktan başka bir şey yapmadılar. Atatürk'ün anzaklar için verdiği mesajın değeri gözümde daha da büyüdü bu olayın dehşeti karşısında. "evlatlarını harbe gönderen analar, göz yaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır"
Hiçbir şey yapmadan izliyorum. İyi giderse ara ara yazabileceğim bir sözlüğüm olur, kötü giderse not defterim olur her türlü kardayım.
Hayat çok garip. Bazen düşünüyorum belki de yüzlerce yıl önce ölmüş ancak benim kitapları aracılığıyla çok sevdiğim birisi belki de böyle tertemiz sıyırmıştır ancak ben tanımadığım için saf bir şekilde sevmeye devam ediyorum. Bazen çok da tanımamak gerekiyor galiba, sevdiğin kısmıyla kal yeter.
Cidden kendime ne notlar yazdım diye merak edip telefonumun notlar bölümüne girdim, gördüğüm şeyi anlamadım ama yazıyorum.
"Sarı tekli uzun olana diğer ikisi kısa olana"
diğer notlarım alınacak yoğurt bilmem ne falan. Bu yazının gizemi bu geceki uykuma mal olacak gibi duruyor.
"Sarı tekli uzun olana diğer ikisi kısa olana"
diğer notlarım alınacak yoğurt bilmem ne falan. Bu yazının gizemi bu geceki uykuma mal olacak gibi duruyor.
Bir bunlar, ikincisi de bal porsukları. Bu hayvanlar nasıl olmuş da nesillerini devam ettirebilmişler anlam veremiyorum. Pandalar çok şapşal, bambu kabuğunu bile üşenip zorla yiyorlar, gitmek istedikleri yere yuvarlanarak gidiyorlar. Bal porsukları da buldukları her şeye kafa atıyorlar, kavgaya tutuşuyorlar. Ona rağmen nesli tükenmeye yüz tutan gariban kelaynak oluyor.
mizahın temeli punchline'dır. Buna vurucu yer diyelim. Vurucu yerin, adı gibi vurucu olabilmesi için, eğer anlatımla yapılıyorsa, uzatılabildiği kadar uzatılır. Çok fazlası tat kaçırır, esas ustalık bu aralığı bulabilmek. Sonrasında ise, bir beklenti oluşturulur ancak bu beklenti yerine, vurucu olan ve bir anda farklı bir şey çağrıştıran olay, kavram artık bağlanan şey her ne ise o öne sürülür. Bu aradaki uyumsuzluk ve aniden sonucun bağlanması, kişide fitili ateşler ve güler. Schopenhauer ise buna iki uyumsuz ucun, bir anda bağlanmasından oluşan anlama safhası der. Mizahın temelinin bu olduğunu düşünür.
İki matematikçi aralarında matematiğin önemi hakkında konuşuyorlarmış. Birisi demiş ki;
"efendim matematik o kadar önemlidir ki, bu ilimi bilmeyen herkesten vergi alınması gerekir!"
İkinci matematikçi hafif güler bir yüzle
"yahu onu zaten yapıyorlar, sayısal loto bunun için değil mi?"
İki matematikçi aralarında matematiğin önemi hakkında konuşuyorlarmış. Birisi demiş ki;
"efendim matematik o kadar önemlidir ki, bu ilimi bilmeyen herkesten vergi alınması gerekir!"
İkinci matematikçi hafif güler bir yüzle
"yahu onu zaten yapıyorlar, sayısal loto bunun için değil mi?"
her komedyen biraz haşlar (roast) seyircisini ama tüm mekanizmayı bunun üzerine kurmak ve bir de hiçbir sınır tanımadan, hakarete varacak derecelere çıkarmak biraz sinir bozucu oluyor. Empati yeteneğim gelişmiş olduğundan mı bilmiyorum ama, aşırı aşağılayıcı şeyler söylediğinde bir seyircisi için, rahatsızlık duyuyorum gülmekten ziyade. Aynı şekilde düşene de gülerler ama aynı mentaliteyle ona da anlam veremiyorum. Oğuzhan uğur da bu şekilde komedi yapıyordu bir ara. Şu an aklıma örnek gelmiyor ama aşırı iğrenç şeyler olduğunu hatırlıyorum. Hiç mi gülmedin be adam derseniz de elbette güldürüyor ama rahatsız ettiği noktalar, izlemememe sebebiyet verdi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?