İlgilerini çekecek bir başlık görememiş olabilirler, öyle ise kendiniz başlık açabilirsiniz, ben de pek sevmem başlık açmayı, hali hazırda olana yazmak daha cazip gelir ama denemekte fayda var tabi.
alaskan crab
1. nesil Yazar - 14. Seviye Hava Ruhbanı - Yazar -
- toplam entry 496
- takipçi 16
- puan 28196
Tutarsızlığa tahammülüm yok. Bir şey hakkında konuşup, kendi prensiplerini de öne sürerek hemfikir olduğumuz bir konuyu sonrasında, konuştuğumuz zaman zaten açıklaması yapılmış bir karşıt söylemi, sanki böyle bir şey yaşanmamış gibi getirip önüme tekrar koyması, anında soğumama sebep oluyor. İki saat neyin nasıl olduğunun açıklanması ardından, iş yerindeki muhasebeci ablanın dediği iki cümleyle, bana o iki saatlik açıklama içerisinde, pek çok şeye cevap varken gelip tekrar sorması, sonsuza kadar yalnız kalma isteğimi perçinliyor. Bu tarz olaylar tekrarlandıkça, geri dönüşü olmayan soğukluklar büyüyor da büyüyor.
Genelde beklentileri yüksek olan insanlar için çok büyük oluyor. Benim gibi karamsar ve en kötüyü hesaba katarak hareket edenler de elbet ara sıra hayal kırıklığı yaşıyor ama boyutu, hayalperestlere kıyasla çok düşük.
Başlığı sürekli görüyorum yazsam çok uzun sürecek diye vazgeçiyorum ama artık dayanamadım yazıyorum.
1-) Her şeyden önce, kimsenin pek de bir şey bilmediği gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor. Bilmek durumu çok fazla dayanak gerektiriyor. Platon'a göre bilgi, gerekçelendirilmiş doğru inançtır ve evet onca yıl geçti hala epistemolojide aşağı yukarı bu tanım kullanılır. Yakın zamanda Gettier bu tanıma birkaç örnek olayla karşı çıksa da, bu karşı çıkışları da karşılayacak şekilde tanım yamanmış ve hala bu şekilde kullanılıyor. Demeye çalıştığım şey, bilgi denilen şeyin bile tam olarak içeriğinin doldurulamadığı, havada kavramlarla yapılar kurmaya çalıştığımız şu evrende, birilerinin çıkıp da sanki hayatın anlamını çözmüş gibi size akıl verip, neyin nasıl olması gerektiği hakkında ahkam kesmesine izin vermeyin. Tamamen bir asi olup, başkalarının tecrübelerini hiçe sayın anlamında değil, daha çok, radikal bir şekilde söylediklerinin doğru olduğu sanrısında olan birini görüp, bu kadar eminse kesin bildiği vardır diye peşinden gitmemektir.
2-) Mutluluk kavramını anlamak. Antik yunanda mükemmelliğe ulaşmış tanrıların daire biçiminde ve hareketsiz olduğuna inanılırdı. Ay üstü evren ve ay altı evren diye ayrılan ontolojik görüşleri, gezegenleri durağan ve tanrısal olarak tanımlamaya itti onları. Neden Tanrısal çünkü Tanrı hiçbir şekilde bir şeye ihtiyacı olmayan tamamlanmış bir varlıktır. Tamamlanmış olan bir şey, harekete de ihtiyaç duymaz. Çünkü hareket erekseldir, yani bir nedene bağlı, bir ihtiyacı gidermeye yöneliktir. Tanrı bunlardan yoksun olduğu için ve geometrik olarak en yüce şeklin daire olduğuna inandıkları için Tanrı dairesel ve hareketsizdir diye düşünürler. Bunu anlatmamın sebebi, canlı tanımımızda hareketin önemli bir yeri vardır. Eksik varlıklar olarak sürekli hareket etmemiz gerekir. Bu nedenle de hep bir şeyleri tamamlamak için yolda olmamız, bu çilenin ölene kadar bitmeyeceği anlamına gelir. Mutluluk, bizler için tamamen her şeyi tamamlamış olmaya işarettir. Bu nedenle de hiçbir zaman o istediğimiz kesintisiz mutluluğa ulaşamayız. Ulaştığımız zaman hareketin bir anlamı kalmayacaktır. Mutluluğu tamamlanmış olmak değil de, bu süreç içerisine yayılmış, huzur veren küçük anlar olarak görmeye başlarsak eğer, bu anların da kıymetini bilerek, mutlu bir hayat yaşadım diye gönül rahatlığıyla diyebiliriz. Çoğumuzun mutluluk anlayışı tamamlanmış olmaktır ve bunun asla gerçekleşmeyeceğini bilmez.
3-) Pişmanlık kaçınılmazdır. Öyle ya da böyle hepimiz bir şekilde hayatımızda şunu şöyle yapsaydım ya da hiç bulaşmasaydım diye düşünüp bir pişmanlığımızı dile getirmiş oluruz. Bir çok seçimin içerisinde, çoğu zaman düşünme payı dahi olmadan ilerlediğimiz şu hayatta, mutlaka pişman olacağımızın ve bunun çok doğal bir şey olduğunu anlamamız gerekiyor. Bunun erkenden farkına varılması ve yaşamın doğal bir getirisi olduğuna ikna olmak, kendinize yükleneceğiniz uzun gecelerden sizi kurtaracaktır. Bir de bunların üstüne sorumluluk almayı ve eylemlerin sonucuna katlanabilme yetisini eklerseniz, en azından kendi seçimlerinizin sonucunu yaşayacağınız için, başkalarının sürüklediği yollarda çektiğiniz çileler ve yaşacağınız pişmanlıklara kıyasla çok daha hafif olacaktır.
4-) Ölüm bilgisine sahibiz ancak onun idrakinden uzağız. Hayatımın uzun bir bölümünde o idrak aşamasını zorladım. Zorladım diyorum çünkü kimse ölümün kendisine geleceğini düşünmez, ne kadar bu apaçık bir gerçek olsa da, inanmayız. Çok nadir zamanlarda bir ürpertiyle beraber bu idrak etme gerçekleşir ancak kısa sürer. Bu elde tutulması zor kaygan bilgiye sürekli sahip olmaya çalışmak, bu uğurda normal hayatı aksatmak ve hayatın anlamını burada aramak size bir şeyler katacak olsa da, uzun vadede götürüsü çok fazla oluyor. Bu nedenle beyninize güvenin ve ölümün idrakinden uzaklaşın. Ölümün varlığını, hayatı değerli yapan bir durum olarak görün. Ölümsüz olsaydınız aşırı canınızın sıkılacağı ve asıl gerçek işkencenin bu olacağına emin olun. Unutmayın Ölüm varken siz yoksunuz, siz varken ölüm yok. Son olarak hayattan alacaklı olanlar ölümden korkar, hayattayken alacağınız ne varsa koparmaya bakın.
5-) İz bırakma isteği. Hepimizde bu az veya çok vardır, hayatın bir anlamı olması, bu anlamın da yapıp ettiklerimiz üzerinden değerlendirilmesi isteği. Bunu yapabilmek için de pek çok yol var ancak kesinlikle yapamamanızı sağlayan bir durum var ki şu aralar pek çok kişide bunu görüyorum. Apolitik olun, etliye sütlüye karışmayın anlamında değil şu an diyeceklerim ancak her gün, hatta saat başı değişen haberler üzerinden, kimseye faydası olmayan söylemleri papağan gibi tekrar tekrar yazıp çizmek, arkadaşlar arasında konuşmak, sürekli bunlardan yakınmanın bir getirisi yok. elli yıl sonra kimsenin hatırlamayacağı tipleri, hayatının merkezine koyup, o şöyle yapmış ama böyle olmuş tarzı aktüel ve bir anlam dahi çıkarılamayacak muhabbetlerle kendi zamanınızı bitirmeyin. Küçük kafalar anlık olayları, orta kafalar kişileri, büyük kafalar da fikirleri konuşur. Fikirlerimin arasında bundan ikibin yıl önce yaşamış insanlar mevcut, bir şey bilmeyen adama ikibin yıl önce yaşamış birini tarif et desen, elinde sopayla karısının saçını çekerek mağaraya götüren bir ayı tasvir eder ancak bu böyle değil. O kişi döneminin zeytin fiyatlarını konuşsaydı, fikirleri bana kadar gelmezdi.
6-) Kendinizle zaman geçirin. Böyle yazınca aptalca tavsiyeler veren içerik üreticisi gibi göründüm ancak bu çok önemli bir madde. Pek çok insan kendi kendine kalamadığı için, kendisiyle herhangi bir konu üzerine derin bir düşünceye giremiyor. Bu da şu anlama geliyor ki, bu insanın tüm değerleri, bilgileri, kavramsal bağlamları, hep dışarıdan ve temellerinden yoksun bir şekilde verilmiş. Böyle bir insandan derinlik beklenemez çünkü çok iyi bildiği sloganvari fikirlerinin arkası bomboştur, biraz konuştuğunuzda bunu kendisi de farkeder ve bu durum onu daha da sinirli bir şekilde size saldırmaya sevkeder. Bu fikirler beyinde işleme girecek zamanın ayrılmamasından dolayı dümdüz yer ederler. Sürekli televizyondan, eldeki telefondan, sokaktaki amcadan, az politika bilgisiyle ona buna küfür saydıran babadan gelen fikir kırıntıları o kişinin gerçekleri olmaya başlar. Tarkovski, "Kendinizi, kendinizle zaman geçirmeyi yalnızlık saymayacağınız şekilde yetiştirin" der. Aynı şekilde Nietzsche "benim dost dediğim kişi, kendimle hararetli bir tartışmadayken bana eşlik eden kişidir" der. Kendi kendinize konuşmak delilik değildir, düşünce dediğimiz şey zaten bir iç monologdur. Eğer sizin de tartışmalarınız, Nietzsche kadar hararetliyse, sadece düşünce olmaktan çıkıp, sesli olarak da dışarıya vurabilir, gayet normaldir.
7-) Değiştirme imkanınızın olmadığı şeylere takılıp kendinizi üzmeyin. Bu esasında stoacı ahlakın söylemlerinden biridir. Oldukça basittir, başınıza gelen bir olaya karşı, sizin yapabileceğiniz bir şey yoksa, yapabileceğiniz tek şey, ona üzülüp, kendinize eziyet etmemektir. Elinizde olan yegane şey budur. Sonrasında bu olayın başınıza bir daha gelmemesi için yapabileceğiniz bir şey varsa, onu tespit edip, artık onu yapmaya başlamak gerekir. Ben normalde başımıza gelen her şeyden az veya çok bizlerin sorumlu olduğu varoluşçu ekole daha yakınım ancak hayat çoğu zaman bizlere kolay takip edilebilir bir neden sonuç ilişkisi sunmaz. Hiçbir şekilde suçumuzun olmadığı çok kötü olaylar başımıza gelebilir. Böyle şeylerin varlığını kabullenmek ve elden de bir şey gelmediğini idrak etmenin rahatlatıcı bir yanı da vardır. Bir video var, Vedat Milör teknede yemek yerken telefonunu denize düşürüyor. Herkes bir anda kalkıp telefona bakarken, Vedat Milör, "o telefondan hayır gelmez şimdi, numaralarda vardı tüh" diye ufaktan bir gerçekle yüzleşme konuşması yapıyor kendi kendine ve ayağa dahi kalkmayıp, yemeğini yemeye devam ediyor. Bu işte tam bir stoacı tutumdur. Bu olay yüzünden kendine o haftayı zehir edip, etrafındakilere de kan kusturacak pek çok tanıdığım var.
8-) Kendini keşfetmek. Bu kendinize zaman ayırmakla mümkündür. İnsan benim düşünceme göre kendini yolda oluşturur, tabi buna zahmet etmeyen kişi, yine bir şekilde oluşur ancak etraftan hiç sorgulamadan aldığı şeylerle. Öyle ya da böyle doğuştan gelen bazı yapılarımız da mevcut, bunları anlamak, mutlu bir hayat yaşamak için oldukça elzemdir. Örneğin içe dönük ve kandan korkan birisisiniz, sırf puanınız tutuyor diye hemşire olmaya kalkarsanız, hayat size zulüm olur. Risk almayı seven biriyseniz, daha en baştan ne olacağınız ve nasıl öleceğiniz belli olan bir yol sizi bunaltıyorsa gidip de memur olmayın. Basit örnekler veriyorum ancak bunu sizin kendinizde keşfetmeniz gerekir. Bir kere keşfetmeniz de yetmez, insan zamanla bazen huyu da değişiyor, ara ara kendinize bakıp yeni bir şeyler gelmiş mi anlamanız gerek.
9-) Overthink. Düşünmek her ne kadar tasvip ettiğim bir şey olsa da, yıkıcı ve yorucu bir eylemdir. Bunu gerektiği yerde, gerektiği kadar kullanmak gerekir. Fazlası artık olmayacak senaryoları dahi size düşündürtüp, ne kadar saçma olursa olsun, sanki gerçekleşecek bir şeymiş, gayet olabilirmiş gibi size görünmeye başlar. Düşünmek, sağlam bir yapıyı parçalamak anlamına gelir, fazla parçalamak ise onu tekrar toparlanamayacak kadar ufaltabilir. Örneğin bir iş görüşmesine gideceksiniz, direkt kafanız tertemiz gidin demiyorum, elbette başvuracağınız iş, firma, her neyse onun hakkında bilgi edinip, bu işi niye istiyorsunuz ne gibi şeyler katabilirsiniz tarzı soruları kafanızda çevirip, cevaplar arayabilirsiniz ancak bu düşünme serüveni uzadıkça, olmayacak senaryolarla sizi çok korkutan bir eşiğe gelebilirsiniz. Düşünemye çok değer versem de, fazlasının, kişiyi alıkoyduğuna pek çok kez şahit oldum. Mükemmelliyetçilik de bu düşünme başlığı altında değerlendirilebilir, bazen eksik yola çıkmak gerekir, hiç yola çıkmamaktansa.
Daha yazılabilecek şeyler var ancak çok yazı oldu, bu kadar yazmayı sevmiyorum genelde.
1-) Her şeyden önce, kimsenin pek de bir şey bilmediği gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor. Bilmek durumu çok fazla dayanak gerektiriyor. Platon'a göre bilgi, gerekçelendirilmiş doğru inançtır ve evet onca yıl geçti hala epistemolojide aşağı yukarı bu tanım kullanılır. Yakın zamanda Gettier bu tanıma birkaç örnek olayla karşı çıksa da, bu karşı çıkışları da karşılayacak şekilde tanım yamanmış ve hala bu şekilde kullanılıyor. Demeye çalıştığım şey, bilgi denilen şeyin bile tam olarak içeriğinin doldurulamadığı, havada kavramlarla yapılar kurmaya çalıştığımız şu evrende, birilerinin çıkıp da sanki hayatın anlamını çözmüş gibi size akıl verip, neyin nasıl olması gerektiği hakkında ahkam kesmesine izin vermeyin. Tamamen bir asi olup, başkalarının tecrübelerini hiçe sayın anlamında değil, daha çok, radikal bir şekilde söylediklerinin doğru olduğu sanrısında olan birini görüp, bu kadar eminse kesin bildiği vardır diye peşinden gitmemektir.
2-) Mutluluk kavramını anlamak. Antik yunanda mükemmelliğe ulaşmış tanrıların daire biçiminde ve hareketsiz olduğuna inanılırdı. Ay üstü evren ve ay altı evren diye ayrılan ontolojik görüşleri, gezegenleri durağan ve tanrısal olarak tanımlamaya itti onları. Neden Tanrısal çünkü Tanrı hiçbir şekilde bir şeye ihtiyacı olmayan tamamlanmış bir varlıktır. Tamamlanmış olan bir şey, harekete de ihtiyaç duymaz. Çünkü hareket erekseldir, yani bir nedene bağlı, bir ihtiyacı gidermeye yöneliktir. Tanrı bunlardan yoksun olduğu için ve geometrik olarak en yüce şeklin daire olduğuna inandıkları için Tanrı dairesel ve hareketsizdir diye düşünürler. Bunu anlatmamın sebebi, canlı tanımımızda hareketin önemli bir yeri vardır. Eksik varlıklar olarak sürekli hareket etmemiz gerekir. Bu nedenle de hep bir şeyleri tamamlamak için yolda olmamız, bu çilenin ölene kadar bitmeyeceği anlamına gelir. Mutluluk, bizler için tamamen her şeyi tamamlamış olmaya işarettir. Bu nedenle de hiçbir zaman o istediğimiz kesintisiz mutluluğa ulaşamayız. Ulaştığımız zaman hareketin bir anlamı kalmayacaktır. Mutluluğu tamamlanmış olmak değil de, bu süreç içerisine yayılmış, huzur veren küçük anlar olarak görmeye başlarsak eğer, bu anların da kıymetini bilerek, mutlu bir hayat yaşadım diye gönül rahatlığıyla diyebiliriz. Çoğumuzun mutluluk anlayışı tamamlanmış olmaktır ve bunun asla gerçekleşmeyeceğini bilmez.
3-) Pişmanlık kaçınılmazdır. Öyle ya da böyle hepimiz bir şekilde hayatımızda şunu şöyle yapsaydım ya da hiç bulaşmasaydım diye düşünüp bir pişmanlığımızı dile getirmiş oluruz. Bir çok seçimin içerisinde, çoğu zaman düşünme payı dahi olmadan ilerlediğimiz şu hayatta, mutlaka pişman olacağımızın ve bunun çok doğal bir şey olduğunu anlamamız gerekiyor. Bunun erkenden farkına varılması ve yaşamın doğal bir getirisi olduğuna ikna olmak, kendinize yükleneceğiniz uzun gecelerden sizi kurtaracaktır. Bir de bunların üstüne sorumluluk almayı ve eylemlerin sonucuna katlanabilme yetisini eklerseniz, en azından kendi seçimlerinizin sonucunu yaşayacağınız için, başkalarının sürüklediği yollarda çektiğiniz çileler ve yaşacağınız pişmanlıklara kıyasla çok daha hafif olacaktır.
4-) Ölüm bilgisine sahibiz ancak onun idrakinden uzağız. Hayatımın uzun bir bölümünde o idrak aşamasını zorladım. Zorladım diyorum çünkü kimse ölümün kendisine geleceğini düşünmez, ne kadar bu apaçık bir gerçek olsa da, inanmayız. Çok nadir zamanlarda bir ürpertiyle beraber bu idrak etme gerçekleşir ancak kısa sürer. Bu elde tutulması zor kaygan bilgiye sürekli sahip olmaya çalışmak, bu uğurda normal hayatı aksatmak ve hayatın anlamını burada aramak size bir şeyler katacak olsa da, uzun vadede götürüsü çok fazla oluyor. Bu nedenle beyninize güvenin ve ölümün idrakinden uzaklaşın. Ölümün varlığını, hayatı değerli yapan bir durum olarak görün. Ölümsüz olsaydınız aşırı canınızın sıkılacağı ve asıl gerçek işkencenin bu olacağına emin olun. Unutmayın Ölüm varken siz yoksunuz, siz varken ölüm yok. Son olarak hayattan alacaklı olanlar ölümden korkar, hayattayken alacağınız ne varsa koparmaya bakın.
5-) İz bırakma isteği. Hepimizde bu az veya çok vardır, hayatın bir anlamı olması, bu anlamın da yapıp ettiklerimiz üzerinden değerlendirilmesi isteği. Bunu yapabilmek için de pek çok yol var ancak kesinlikle yapamamanızı sağlayan bir durum var ki şu aralar pek çok kişide bunu görüyorum. Apolitik olun, etliye sütlüye karışmayın anlamında değil şu an diyeceklerim ancak her gün, hatta saat başı değişen haberler üzerinden, kimseye faydası olmayan söylemleri papağan gibi tekrar tekrar yazıp çizmek, arkadaşlar arasında konuşmak, sürekli bunlardan yakınmanın bir getirisi yok. elli yıl sonra kimsenin hatırlamayacağı tipleri, hayatının merkezine koyup, o şöyle yapmış ama böyle olmuş tarzı aktüel ve bir anlam dahi çıkarılamayacak muhabbetlerle kendi zamanınızı bitirmeyin. Küçük kafalar anlık olayları, orta kafalar kişileri, büyük kafalar da fikirleri konuşur. Fikirlerimin arasında bundan ikibin yıl önce yaşamış insanlar mevcut, bir şey bilmeyen adama ikibin yıl önce yaşamış birini tarif et desen, elinde sopayla karısının saçını çekerek mağaraya götüren bir ayı tasvir eder ancak bu böyle değil. O kişi döneminin zeytin fiyatlarını konuşsaydı, fikirleri bana kadar gelmezdi.
6-) Kendinizle zaman geçirin. Böyle yazınca aptalca tavsiyeler veren içerik üreticisi gibi göründüm ancak bu çok önemli bir madde. Pek çok insan kendi kendine kalamadığı için, kendisiyle herhangi bir konu üzerine derin bir düşünceye giremiyor. Bu da şu anlama geliyor ki, bu insanın tüm değerleri, bilgileri, kavramsal bağlamları, hep dışarıdan ve temellerinden yoksun bir şekilde verilmiş. Böyle bir insandan derinlik beklenemez çünkü çok iyi bildiği sloganvari fikirlerinin arkası bomboştur, biraz konuştuğunuzda bunu kendisi de farkeder ve bu durum onu daha da sinirli bir şekilde size saldırmaya sevkeder. Bu fikirler beyinde işleme girecek zamanın ayrılmamasından dolayı dümdüz yer ederler. Sürekli televizyondan, eldeki telefondan, sokaktaki amcadan, az politika bilgisiyle ona buna küfür saydıran babadan gelen fikir kırıntıları o kişinin gerçekleri olmaya başlar. Tarkovski, "Kendinizi, kendinizle zaman geçirmeyi yalnızlık saymayacağınız şekilde yetiştirin" der. Aynı şekilde Nietzsche "benim dost dediğim kişi, kendimle hararetli bir tartışmadayken bana eşlik eden kişidir" der. Kendi kendinize konuşmak delilik değildir, düşünce dediğimiz şey zaten bir iç monologdur. Eğer sizin de tartışmalarınız, Nietzsche kadar hararetliyse, sadece düşünce olmaktan çıkıp, sesli olarak da dışarıya vurabilir, gayet normaldir.
7-) Değiştirme imkanınızın olmadığı şeylere takılıp kendinizi üzmeyin. Bu esasında stoacı ahlakın söylemlerinden biridir. Oldukça basittir, başınıza gelen bir olaya karşı, sizin yapabileceğiniz bir şey yoksa, yapabileceğiniz tek şey, ona üzülüp, kendinize eziyet etmemektir. Elinizde olan yegane şey budur. Sonrasında bu olayın başınıza bir daha gelmemesi için yapabileceğiniz bir şey varsa, onu tespit edip, artık onu yapmaya başlamak gerekir. Ben normalde başımıza gelen her şeyden az veya çok bizlerin sorumlu olduğu varoluşçu ekole daha yakınım ancak hayat çoğu zaman bizlere kolay takip edilebilir bir neden sonuç ilişkisi sunmaz. Hiçbir şekilde suçumuzun olmadığı çok kötü olaylar başımıza gelebilir. Böyle şeylerin varlığını kabullenmek ve elden de bir şey gelmediğini idrak etmenin rahatlatıcı bir yanı da vardır. Bir video var, Vedat Milör teknede yemek yerken telefonunu denize düşürüyor. Herkes bir anda kalkıp telefona bakarken, Vedat Milör, "o telefondan hayır gelmez şimdi, numaralarda vardı tüh" diye ufaktan bir gerçekle yüzleşme konuşması yapıyor kendi kendine ve ayağa dahi kalkmayıp, yemeğini yemeye devam ediyor. Bu işte tam bir stoacı tutumdur. Bu olay yüzünden kendine o haftayı zehir edip, etrafındakilere de kan kusturacak pek çok tanıdığım var.
8-) Kendini keşfetmek. Bu kendinize zaman ayırmakla mümkündür. İnsan benim düşünceme göre kendini yolda oluşturur, tabi buna zahmet etmeyen kişi, yine bir şekilde oluşur ancak etraftan hiç sorgulamadan aldığı şeylerle. Öyle ya da böyle doğuştan gelen bazı yapılarımız da mevcut, bunları anlamak, mutlu bir hayat yaşamak için oldukça elzemdir. Örneğin içe dönük ve kandan korkan birisisiniz, sırf puanınız tutuyor diye hemşire olmaya kalkarsanız, hayat size zulüm olur. Risk almayı seven biriyseniz, daha en baştan ne olacağınız ve nasıl öleceğiniz belli olan bir yol sizi bunaltıyorsa gidip de memur olmayın. Basit örnekler veriyorum ancak bunu sizin kendinizde keşfetmeniz gerekir. Bir kere keşfetmeniz de yetmez, insan zamanla bazen huyu da değişiyor, ara ara kendinize bakıp yeni bir şeyler gelmiş mi anlamanız gerek.
9-) Overthink. Düşünmek her ne kadar tasvip ettiğim bir şey olsa da, yıkıcı ve yorucu bir eylemdir. Bunu gerektiği yerde, gerektiği kadar kullanmak gerekir. Fazlası artık olmayacak senaryoları dahi size düşündürtüp, ne kadar saçma olursa olsun, sanki gerçekleşecek bir şeymiş, gayet olabilirmiş gibi size görünmeye başlar. Düşünmek, sağlam bir yapıyı parçalamak anlamına gelir, fazla parçalamak ise onu tekrar toparlanamayacak kadar ufaltabilir. Örneğin bir iş görüşmesine gideceksiniz, direkt kafanız tertemiz gidin demiyorum, elbette başvuracağınız iş, firma, her neyse onun hakkında bilgi edinip, bu işi niye istiyorsunuz ne gibi şeyler katabilirsiniz tarzı soruları kafanızda çevirip, cevaplar arayabilirsiniz ancak bu düşünme serüveni uzadıkça, olmayacak senaryolarla sizi çok korkutan bir eşiğe gelebilirsiniz. Düşünemye çok değer versem de, fazlasının, kişiyi alıkoyduğuna pek çok kez şahit oldum. Mükemmelliyetçilik de bu düşünme başlığı altında değerlendirilebilir, bazen eksik yola çıkmak gerekir, hiç yola çıkmamaktansa.
Daha yazılabilecek şeyler var ancak çok yazı oldu, bu kadar yazmayı sevmiyorum genelde.
Sonrasında dayanamayıp patlayarak, dışarıdakiler tarafından fazla reaksiyon veriyorsun diye suçlanacağınız eylemdir. En güzeli bu kadar içe atıp biriktirmek yerine, yavaş yavaş bile olsa, paylaşmak, rahatlayacak limanlar bulmak, hiçbir şey bulamıyorsan, gelip burada yazmak gerekir.
Kimsenin kimseyi sevdiği falan yok. En sevdiklerinizi düşünün der nietzsche, esas sevdiğiniz şey, onların sizde oluşturduğu duygulardır. En bencilce sevme biçimi de platonik olandır. O kişiden bağımsız, kendi kafanızda kurduğunuz yeni bir kişiye aşık olup, bir de o kişiyle olma şansı bulduğunuzda, söz konusu kişiyi, kendi kafanızda kurduğunuz kişi olmamakla suçlarsınız.
Bu kadar çok kapitalizm dillere pelesenk olmuşken, en temel finansal okur yazarlığın bile bulunmaması çok komik. Arz talep meselesi bunlar, eğer denilen gibi ikibin liralık bir hizmet değilse müşteri bulamaz, eğer buluyorsa demek ki doğru yoldadır.
içe dönük insanların sevinçle karşılayacağı durum.
"Mutlaka evlenin, karınız iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz." Sokrates
Ölüm var olmasaydı onu icat etmek zorunda kalırdık der Voltaire. Ölümün varlığı, yaşamın kutsallığına hizmet ediyor, kendinizi öldürmenize gerek yok zaten bu işi zaman sizin için yapıyor, tek yapmanız gereken sınırlı hayatınızda kendinize amaçlar edinip, bu uğurda çabalamanız. Ölüm fikrinin kendisi, en kötü hayata siktir'i çekerim düşüncesi çok rahatlatıcı bir düşünce, bunu sadece bu şekilde kullanırsanız daha güçlü olursunuz.
komple hafızadan silmem mümkün değil elbette ama unutulurdan kasıt, eskiden güzel anlar yaşandı ve artık bitti, bundan sonra böyle bir şey olmasına imkan yok, ne o eski o, ne de ben eski benim mentalitesine girilince, unutmuş sayabilirsiniz kendinizi. Ufak şeylerde akla düşer bazen onlara takılıp da unutamadım ben galiba demenin bir anlamı yok. Geçen mesela ben çikolatayı açıp direkt gömer sonra hayatıma devam ederdim, eski sevgilim anın tadını çıkarmayı, o çikolatayı yemeden önce biraz izlememi, sonra koklayıp, tüm aklımı oraya vererek ısırmamı falan söylemişti. Aşırı saçma gelse de, dediğini yapınca sanki bir çikolatadan alabileceğim hazzı maksimum şekilde almış gibi hissettim. Ne zaman yesem o an aklıma gelir. Böyle küçük anımsatmalar normal yani.
hayattan alacaklı olanlar ölümden korkar.
İş bitirici olmak, bir sorun varsa sızlanmak yerine çözüm yolları bulup, onu hemen ortadan kaldırmak. Herkesin hem fikir olduğu bir ortamda şeytanın avukatlığını yapıp, ters argüman ortaya sunmak. Aynı şekilde ne kadar akıllıca bir fikir olsa dahi, saçma bir karşı çıkış olunca onu itin götüne sokmak yerine, cesaretini kırmadan neden saçma bir karşı çıkış olduğunu açıklamak. Cesaret bir kere kırılınca etrafınızda sizi onaylayan dalkavuklar oluyor ve bariz bir yanlış yapsanız dahi kimse karşı çıkmadığı için felakete gidebiliyorsunuz.
Bir de sırf tanıdık diye iyi bir çalışma arkadaşı olacağı sanrısında olmamak.
Bir de sırf tanıdık diye iyi bir çalışma arkadaşı olacağı sanrısında olmamak.
sürü insanı olduğunuz sürece hiçbir sorun yaşamazsınız çevrenizdekilerle. Özgür insan olduğunuzda da sorun olmaz çünkü başkalarının düşünceleri, sizi zerre etkilemez. Zaten yapıp ettiklerinizi enine boyuna düşünmüş, gelebilecek her türlü karşı argümanı bizzat kendiniz değerlendirmiş ve öyle hareket etmiş olduğunuz için, çok önceden gözden geçirdiğiniz karşı koymaları tekrar tekrar dillerde duyup güler geçersiniz. Esas başkalarının söylemlerinden yara alan insanlar kendi yapıp etmelerine, kendilerini ikna edecek kadar zaman ayırmamış ve sonuçlarında doğabilecek her şeye göğüs germe cesaretinde olmayan kişiler oluyor. Kısaca sorumluluk alacak kadar gözü karartırsanız, kimin ne dediği önemli değil.
kadınlarda yüksek olduğu söylenir hep.
Doğum sancısı eşiği vs diyorlar ama testise alınan bir darbe kat ve kar daha fazla acı demek :,(
O kat ve kat hissedilme sebebi de belki bizde acı eşiğinin düşük olmasından dolayı aşırı hassas oluşumuz olabilir.
Merak ettiğim başlıklar atıyor arada izliyorum ama bir türlü alışamadım o şen şakrak haline. Hayatın sırrını biliyorum gel anlatıcam dese, ciddiye alıp dinyelemem o derece alışamadım.
Yaptığınız işin ölçeklenebilir olup olmamasıyla alakalı bir durum. Eğer saatinizi satarak para kazanıyorsanız, bir günde verebileceğiniz saat sayısı sınırlı olduğu için zengin olmayı hayal dahi etmeyin. Zenginlik kapısı en kolay fakire hizmet satarak sağlanır. Fakir kişi zaten bu sistemin çarkını çeviren ve tüketici olmaya hali hazırda programlı insanlardır. Büyük işi onu borçlandırmaya itecek kredi kartları, sürekli harcamasını sağlayan reklamlar, etrafında gördüğü sahte statü oluşturan materyaller hali hazırda yapıyor. Satın almaya hazır, zaten sürekli pazar yerlerinde geziyor, kendini mutlu edecek bir şey arayışında. Senin yapman gereken tek şey hazırda bir şeyler alıp borçlanmayı bekleyen bu kitleye ulaşmak. Kolay gelsin.
İnsanın sanılanın aksine öyle çok da rasyonel olmadığının en büyük kanıtı. Bizler başkalarının kırıntılarını içimizde taşıyan, bize empoze edilmiş duygulara ulaşmak için çok önceden belirlenmiş kulvarlarda koşturan fareleriz. Büyük çoğunluğumuz maalesef böyle, ben de dahil. Hatta ben çok daha kötü konumdayım, bunun farkındalığıyla hala o kulvarda koşuyorum. Hafıza ve dolayısıyla da onunla beraber gelen tarih, insanın en büyük düşmanı.
Öldürmeyen şey güçlendirir düsturuyla ilerleyip, her acıya göğüs gere gere artık acıdan zevk alır olduk. Ne güzel düzenli hayatım varken gelip beni depresyona sokan yazma isteğimi kamçılayan bu yere yine düştüm. Schopenhauer'in dediği gibi o çok kaygan ve elde tutulması güç bilgiyi elde tutmaya çalışmayı bırakıp, bayağılığa gömülmüşken, tekrar bu bilgiye ulaşmak ve yine elde tutmaya çabalamak da neyin nesi? acıyı seviyorum bu nedenle de yazmaya ne kadar ara veririsem vereyim yine dönüp dolaşıp yazmaya başlıyorum galiba. Cioran " Yazma işini bir tedavi usulü gibi görüyordum, (İntihara karşı) hâlâ da öyle görüyorum."
Acı insanı besliyor olabilir mi?
Okuduğum ve çok büyük haz aldığım büyük yazarlar, büyük acılarla beslenmiş insanlar. Acı ve yalnızlık birbiriyle oldukça ilintili ve büyük şeyler başarmak için uzun süre yalnız kalmak gerekiyor. En azından benim gözlemim bu yönde.
Acı diye duyduğumuz tüm hislerin insanı perçinlediği konusunda seninle hem fikirdeyim.
Acıdan kastım hayata dair bazı şeylerin farkındalığına ulaşmak ancak bunu paylaşacak etrafında bir kişi bile bulamamak. Değer verdiğin ve kaygı duyduğun şeyler hakkında konuşmak istediğinde, tek bulabildiğin kişilerin yüzlerce yıl önce ölmüş ve kitapları kalmış insanlar olması. Zamanla daha da yalnızlaşıp, sonrasında artık kabullenmek ve fragmanlar halinde o kaygılarını tıpkı şu an yazdığım şekilde dağıtmak. Benim acım bunlar, öyle kanser, kaza, uzuv kaybı vb şeyler yaşamadım, o tarz acıları bilmiyorum.
Sana bir sır vereyim. Bir dönem sanki seni kimse anlamayacak gibi hissediyorsun. Farkındalığın sana derin düşüncelere mal oluyor. Yalnızlık çok hoş ama bir süre sonra kendin gibi insanlar buluyorsun oturup saatlerce konuşup ah evet çok şükür benim gibi düşünen insanlar varmış diyorsun. Bunu ancak o derinleştiğin yalnızlık kuyusunun dibine indiğinde tekrar yukarı çıkmaya karar verdiğinde buluyorsun. Birileri sana bir ip atıyor ve yeniden anlaşılmanın verdiği o güzel duyguya kavuşuyorsun.
artık kitap da okumadığım için o duyguyu hissetmeyeli epey zaman oldu.
En yakın zamanda yaşarsın umarım. İyi hissettiriyor
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?