Geçen yılın 99 puan ve 99 gollü takımı Fenerbahçe, oynadığı ilk ön eleme maçında Lugano karşısında zaman zaman zorlansa da doğru oyun ve kalitesiyle rakibini geride bırakıyordu. Henüz sene başı hazırlıkları tam olarak tamamlanamamışken ve transferler netlik kazanmamışken, buraların daha gediklisi Lille, Fenerbahçe'nin bir sonraki rakibi oluyordu. Her iki maçta da, özellikle ikinci maçta, hem saha içi hem de kenar yönetimi elinden geleni yapmasına rağmen Fenerbahçe eleniyor ve yoluna Lig 2'de devam ediyordu.
Geçen yılın şampiyonu Galatasaray ise Young Boys ile eşleşiyor ve yorumlar tabii ki harika bir kura çektiğimiz yönünde oluyordu; fakat işler farklı bir gidişata gebe gibi duruyordu. Her iki maçta da rakibini yenemeyen, geçtiğimiz iki senenin şampiyonu, İsviçre'nin bu mütevazı takımına eleniyor ve yoluna Lig 2'de devam ediyordu. Geçen yılı kâbus gibi geçirip 2 kupayla kapatan Beşiktaş, sezona fırtına gibi başlıyor. Önce, geçen yılın şampiyonuna karşı 5 gollü galibiyet ile kupaya uzanıyor, sonra da Lugano eşleşmesinde gözümüze, gönlümüze hitap eden muhteşem iki maç oynayıp, geçen yıl içeride oynadığı Lugano maçında 2-0 öne geçip 2-3'lük maçın ardından başlayan tepetaklak gidişata nihayet ve kesin bir dille dur diyordu.
Trabzonspor ise çok erken açtığı sezonu kötü oyun ve sonuçsuzluklarla devam ettiriyor ve nihayetinde Avrupa Kupalarını "sırtında küfe" gördüğünü bir zamanlar itiraf etmiş Abdullah Avcı ile yollar ayrılıyor. Şenol Güneş mi, Fatih Tekke mi, Sergen Yalçın mı tartışmaları daha sezon başında erkenden başlıyordu. Tablo bu; bu sezon yolumuza, yeniden formatlanmış Avrupa kupalarında 3 takım ile devam edeceğiz. Rakipler zorlu, işimiz zor. Biz içeride birbirimizle didişirken, atı alan Viyana'yı geçmiş, biz ise kısır tartışmaların gölgesinde her yeni sezona yeni kayıplarla devam etmeyi kendimize görev edinmişiz gibi görünüyor.
Ülke her koldan geriye giderken, kitlelerin tutunacak tek dalı futbolun da bu gidişe paralellik göstermesi çok da şaşılacak bir durum olmasa da, geniş tutkulu kitleleri kahretmeye devam ediyordu. Giderler havada uçuşan milyon Eurolar iken, gelirlerin birkaç Türk Lirasına mahkum olması işleri daha da arap saçına çeviriyor, yine kaynaklarımız talan edilip har vurulup harman savuruluyordu. 99 ve 102 puanlı iki takımdan en az birinin Şampiyonlar Ligi'nde devam edip hem ülke futboluna hem de ekonomiye katkı sağlaması bekleniyor, ancak sırtımızdaki küfeler gün geçtikçe ağırlaşıyordu. Dünya yıldızı futbolcular, dünya yıldızı hocalar, magazinel yöneticiler, başkanlar kötü gidişata çare olamıyor, kimse başarısızlığa bir dur diyemiyordu. Hem nasıl mümkün olabilsin ki bu, karman çorman bir ortam; deplasmanlar savaş alanı, siyaset futbolun en ortasında bir yerlere konuşlanmış, at izleri it izleri yeşil sahayı kirletmişken, ayrıştırıcı söylemler ülkenin her alanına sirayet etmişken, ötekileştirme politikaları futbolun üzerine de çökmüşken, hangi doğu, hangi batı, hangi kupa, hangi başarı beklenebilir ki kulüplerden.
Bayıldığımız anamızın ligi gün be gün eriyor, bu erime Edirne'nin ötesindeki müsabakalarımıza da sirayet ediyor, bizi Kupa 3 seviyelerinden öteye götüremiyor. Ülkenin protein yoksunu, cılız ve hayatın her alanında gelişimi sınırlı kalan geniş kitleleri gibi futbolumuz da günden güne her anlamda zayıflıyor; para babalarının milyonları kapanmaz yaraya çare olmuyor, göz göre göre yıllar yanıp ziyan oluyor, tıpkı gençliğimiz gibi...