Çocukluğum küçük güzel bir Karadeniz ilçesinde geçti, sakin ve huzurlu bir hayatımız oldu orada, şu dönemin popüler söylemiyle “eski Türkiye”de. Kavga gürültü bilmeden, büyük ve sarsıcı gelişmeler olmadan büyüdük gittik ya da büyüdüğümüzü zannettik. Hafta sonları anneannem ve dedeme gidip kalmak, torun sevgisinin şımarıklığını yaşamak hep güzel hissettirdi. Küçüklüğümüzden bazı enstantaneler ise ömrümüz boyunca bir gölge gibi takip eder bizleri. Yine dedemlerde kaldığım bir hafta sonu televizyonda izlediğim saçma sapan ve çocuk aklımla bana aşırı korkunç gelen bir Berna Laçin programı sonrası uykuya dalmıştım. Hava, Karadeniz'e yaraşır şekilde gümbür gümbür gökgürültülü ve sağanak yağışlıydı, şimşek ve gökgürültüleri birbirini kovalamaktaydı. Gece bir ara uyandığımı hatırlıyorum, yine çakan bir şimşek ve gökgürültüsü anında. İçeriden gelen dedemin yürüme seslerini duyuyordum, fakat seslenemiyordum. Yatağın içinde öylece kalakalmıştım; ne sesim çıkabiliyor ne de korkum geçmek biliyordu. Ne kadar olduğunu hatırlamadığım saniyeler dakikaları kovalıyor, bilincim açık, düşünebiliyorum, korkabiliyorum; dedeme seslenmek istiyorum, fakat nafile. Nihayet biraz sonra kocaman haykırabildim, “Dede” diye, nihayet kendime geldim. Üzerinden seneler geçti ve ne zaman gök gürüldese, şimşekler çaksa, bu enstantaneyi zihnim getirir koyar önüme. Yıl olmuş 2024, Eylül'ün sekizinci günü, günlerden pazar. Telefonlara bildirimler, televizyona son dakikalar düşüyor: Narin'in cansız bedenine ulaşıldı… Dışarıda bir sağanak yağış var ki sormayın, seller olacak sanki tüm pislikleri temizleyecek belki yeryüzündeki. Zihnimizde en büyük afetler, beynimiz, yüreğimiz paramparça. Benim yine elim kolum bağlı sanki, ne konuşabiliyorum ne de kafamı kaldırıp ekrana bakabiliyorum, insanlığımdan utanıyorum, ne halim var ne de yüzüm, yalnızca şahitlik edebiliyorum dünyanın pisliğine ve kötülüğüne. Oysa ki günlerce bağırdık, yazdık, çizdik ve o son dakika gelişmesi ve bir bütün olarak çöküşümüz, dağıldık, paramparçayız, sanki atom bombası atıldı evlerimize, sanki tarihin en büyük depremi nihayet gerçekleşti ve bizler enkazın altında kaldık, her yer toz duman, herkes suspus ve nakavt olmuş. Küçücük bir kız çocuğu günlerce arandı ve bulundu nihayet, cansız bedeni bir çuvalın içinde. İsa'yı çarmıha gerenler, Nesimi'nin derisini yüzenler, Hüseyin'i diri diri yakanlar, Madımak'ı ateşe verip keyif sigarası yakanlar; yine iş başındalar ve yine kazandılar. Bizler, biz kısık sesler, yine yenildik, yine yanıldık, yine parçalandık, yine darmadağın olduk. Bir ülke her türlü tehdite karşı kendini savunma refleks ve mekanizmalarını geliştirmek zorundadır, terör bir beka sorunudur, şehirlerde ve sınırlarda patlayan bombalar beka sorunudur, devletin içerisine sızma girişimi beka sorunudur; ancak beka sorunu ve bu sorunla mücadele alanı bunlarla sınırlı değildir. Çünkü haksızlık da beka sorunudur, hukuksuzluk da beka sorunudur, adaletsizlik de beka sorunudur, çocuk cinayetleri beka sorunudur, kadına şiddet beka sorunudur, faili meçhul cinayetler beka sorunudur, tacizler ve tecavüzler beka sorunudur, suçlular ve güçlüler beka sorunudur; Narin Güran, Çağla Tuğaltay, Münevver Karabulut, Özgecan Aslan, Aybüke Yalçın, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Turan Dursun ve saydıklarımız ve sayamadıklarımız ve daha niceleri ve suçluların ve güçlülerin ve hırsızların ve dolandırıcıların ve katillerin ve tecavüzcülerin ellerini kollarını sallayarak serbest kalmaları aramızda geziniyor olması beka sorunudur, listenin uzaması beka sorunudur! Siz kısır tartışmalarınızla ülkeyi uçurumun kıyısında yönettiğinizi düşünmeye devam edin, biz bugün yalnızca küçücük bir kız çocuğunun cansız bedenine değil, aynı zamanda koskoca bir devletin, koskoca bir milletin cansız bedenine ulaştık bugün; çok üzgünüm, bugün Narin kadar cansız, bugün Narin kadar yorgunum …
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?