felsefe ile kelâm arasındaki fark

alaskan crab
felsefe, insanın anlama çabasını mantık temeliyle birleştirip, kavramlara eğilerek ve onları açımlayarak gösterilen bir faaliyetken, kelam ise, kapalı sistemleri içerisinde olmayan insanlara da erişebilmek ve onların söylemlerine cevap verebilmek adına felsefenin işlerine gelen kadarını kullanan, tek amaçları hali hazırda zaten sahip olduklarını düşündükleri hakikati korumak olan bir çabadır. Birinde hakikat arayışı sürerken, ötekinde hakikat zaten önceden bellidir, tek önemli olan retorik, safsata farketmeksizin, o hakikati savunma girişimidir.

Gazali de zamanında felsefecilere, felsefe bilmeden karşı çıkma gafletinde bulunmuş, ardından ciddiye alınmayınca, felsefe öğrenip, bu öğrenmişliğini tescillemek için de kitap yazarak sahalara tekrar gelmiştir. Gazali felsefeyi sadece inandığı şeyi daha oturaklı ve mantık zemininde tartışabilmek için öğrenmiş, felsefenin temelinde olan o hakikati arama arzusundan uzak, onu koruma amaçlı yönelmiştir. Esas meselesi felsefi söylemlerin bu tarz meselelere pek kafası basmayan insanlarda büyük etkileri olduğunu görmüş ve islami taraftan da karşı çıkan birilerinin olması gerektiğini düşünmüştür ki haklıdır da. Halk öyle uzun araştırmalarla, büyük çabalarla iman etmezler, onlar sürüdür, ne denirse onun eşinden giderler, öyle çok da düşünmeye zamanları yoktur. Akıllarını bulandıracak birkaç söylem (ki felsefecilerin en iyi yaptığı şeydir bu, akıl bulandırma) onların imanını bir anda şüpheye düşürmeye yeterdi. Gazali, kelamcıların da öyle çok fazla olmaması gerektiğini her köyde en fazla bir tane olması, onun da öyle çok sohbetlere dahil olup, gereksizce bilgilerini aktarmaması gerektiğini düşünür.

uzun lafın kısası, sistem dışında birine, bak bu kur'anda yazıyor diyemezsin, herkesin az çok konsensus içinde olduğu alanlardan örnekler ve dayanaklarla hareket etmek zorundasın bunu da islam ilmi için kelamcılar yapar. Bana kalırsa Gazali kendi dönemi için doğru olanı söylemiştir ancak günümüzde, herkes anında her şeye maruz kaldığı için, İslam dünyasında en çok kelamcıya ihtiyaç vardır. Son olarak, felsefenin dayandığı mantık, öyle zamanla değişen, dönüşen bir şey değildir, En temel mantıki kurallar, çelişmezlik,özdeşlik, üçüncü halin imkansızlığı ve yeterli neden ilkesidir. Bunlar öyle temel ilkelerdir ki, islam filozofları Tanrı'nın dahi bu mantıki ilkeleri aşamayacağına kanaat getirmiş, pek çok teoriyle, bu mantıki ilkeleri Tanrıyla özdeşleştirme çabalarına girmişlerdir.

Son olarakİslam filozofları denildiğinde de İmanlı filozoflar anlaşılmasın, İslam coğrafyasında kendini yetiştirmiş, o kültür içerisinde felsefe yapan insanlar için kullanılan bir söylemdir.
sura
Felsefe; yalnız akla dayanarak akli münakaşalar yaparak zamanın teessüs etmiş mantık kaidelerine bakar bir tek dayanağı vardır.
İlmi kelâm ise; akılla beraber haberi sadık'a dayanır. haberi sadık'ı akıldan üstün tutar, çünkü aklı beşerin vazıdır, düsturlarında yanılabilir. Fakat ( haberi sadık) asla yanılmaz onun yalan olmasına ihtimal yoktur.
Haberi sadık; Allahın kelâmile Allah tarafından gönderilen ve yalan söylemesine imkan olmayan Resulullahın hadisleridir.
Zeman saadette ve Hulefa-yı Raşidin zamanında nur-u İslâm ile nurlanan kitle o kadar kuvvetli imana malik idiler ki herhangi bir iman meselesini münakaşa etmeye ihtiyaç yoktu.
Fakat İslâmiyet bütün beşeriyet afakını tuttuktan sonra muhtelif din ve mezhepler felsefe ve meşreplerle karşılaştı bu din, mezheplerin, felsefe ve mantıklarına düstürları ile İslâmiyeti karşılaştırarak dini islâmın hakikat ve faikiyetini isbat etmek vaz'fesile mükellef İslam âlimleri bu vazifeyi üzerlerine aldılar, Abbasi halifelerinden Memun ve Harun zamanında dünyanın her tarafından felsefe, hikmet kitapları getirilerek tercüme edildi. Yunan felsefesi ile Kur'an Kerimin hakikatları karşılaştı. Yunan felsefesinde Kur'ana muariz olan pek mahdut meseleler vardı, bu meseleler tetkik ve tahkik edildi efkârı İslâmiyede :
1- Felasefe (İslâm feylesofları)
2- Mütekellimin
Bu iki fikir zümreleri vücuda geldi
1 Felâsife yalnız akıl, mantık ve felsefeyi esas i'ttihaz etti. Bunlara muarız kalan nakiller karşısında sükût etti..
Mütekellimin dahi iki zümreye ayrıldı:
1- Mutezile fırkası ki: felâsefe gibi yalnız felsefeyi esas ittihaz etti, muarız kalan nakilleri tevile kalkıştı.
2- Ehli Sünnet, zümresi Kur'an ve hadisi esas ittihaz eder. İnsanların kendi mantık ve düsturlarını günün birinde değiştirebilir. Zaman değişmekle mantıklar ve düşüncelerde değişebilir bu gün hakikat addedilen felsefi bir mesele bir asır sonra iflas eder. Gayri makul bir hale gelebilir.
Şu halde mantık ve felsefe katiyet ifade etmez, zamanla tahavvül edebilir. Fakat kelâm ilahi ile muhbiri sadık olan Fahriâlem Efendimizin sözlerinde yalan olmaz, onlar hiç bir vakit değişmezler ve hakikatin tam kendisidir. Bunun için münakaşalarda nakil asıldır akıl onun tenviri için vasıtadır diyerek münakaşa etmişlerdir.

Bu üç zümreden başka bir de (tasavvuf) zümresi vardır ki bu zümre Ehli Sünnet mütekellimlerinin yolundadırlar. Ancak ibadet ve riyazetle ruhlarını tasfiye ederken birtakım manevi zevklerini izhar etmişlerdir.
Bunlar ilimden fazla zevki maneviye dayandığı için kendilerine düstur olabilir fakat başkasına esas olamaz.
Zaman değişdikçe felsefi nazariyeler de değişebilir, fakat islám imanı sabittir. Hiç bir surette değişemez bunun için de halen değişmiş bulunan felsefi nazariyeleri de nazarı itibara alarak yalnız Yunan felsefesile değil halihazır felsefesile de islam dininin esasatını tetkike çalışacağız.
Bizim her ne kadar ilmimiz buna kafi

ehli sünnet / 27. sayı / 1 Ocak 1948

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol