insanoğlunu uzun vadede asla aşamayacağı problemlerle karşı karşıya bırakacak, işler tıkırında yürüyor gibi görünmesine rağmen her şeyi bir anda alt üst ederek arapsaçına çevirecek trajik hikaye.
evlatlarını harçlığa, oyuncağa, şımarıklığa boğup onlardan sevgiyi, saygıyı, şefkati, empatiyi esirgeyen ebeveynlerin ilerleyen süreçte kendilerini bir açmazın pençesinde bulmaları kaçınılmazdır. özbenliğini tanımadan yetişkin bir fert olarak toplum içine karışan kişi günün birinde belki çok yüksek mertebelere erişip herkesin hayalini kurduğu güzel paralar bile kazanabilir ancak tüm bunlar en nihayetinde onun vicdansız bir emniyet müdürü, haktan hukuktan nasibini almamış hakkaniyetsiz bir hakim veya aşağılık, şirret bir başhekim olacağı gerçeğini değiştirmez.
hercule poirot
1. nesil Moderatör - 14. Seviye Hava Ruhbanı - Moderatör
- toplam entry 321
- takipçi 10
- puan 27923
iskitlerden bu yana varlığını sürdüren demirbaş gelenek. bilgeliği ve kudreti temsil eder.
https://encrypted-tbn0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRec2ewE-iyT0tg9x8_Jj_Enn0BdMU0Z86ZenvuXpgHBIXcPpHd8_3H1CFF&s=10
https://encrypted-tbn0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRec2ewE-iyT0tg9x8_Jj_Enn0BdMU0Z86ZenvuXpgHBIXcPpHd8_3H1CFF&s=10
ömrü uzatır.
mahalle kasabına şaşaalı kıyafetlerle uğradım bugün. her daim medine fukaraları gibi gezinen müşterisi yerine karşısında bir adet James Bond görünce yüzü aydınlandı yaşlı adamın. omzuma sevgiyle birkaç şaplak atıp:
-ulen garı olsam ilk sana verirdim ehehe dedi.
garı olsan ilk sana atlardım da diyebilirdi. şansa yaşıyoruz.
mahalle kasabına şaşaalı kıyafetlerle uğradım bugün. her daim medine fukaraları gibi gezinen müşterisi yerine karşısında bir adet James Bond görünce yüzü aydınlandı yaşlı adamın. omzuma sevgiyle birkaç şaplak atıp:
-ulen garı olsam ilk sana verirdim ehehe dedi.
garı olsan ilk sana atlardım da diyebilirdi. şansa yaşıyoruz.
bilmem kaçıncı gün. yiyip içtiklerimden hiç zevk alamamak dışında pek sıkıntı çekmiyorum. ara ara başımı taşlara vurasım, duvarları yumruklayasım geliyor o kadar. bütün duyularımı ele geçiren süreğen ağlama hissini saymazsak oldukça iyi sayılırım. boşu boşuna yaşıyorum zannı elbet bir yerde son bulacak. halüsinasyonlar falan görmeye başladım ama herkes olur öyle diyor, korkacak bir şey yokmuş.
lütfen deneyin, siz de bırakabilirsiniz.
lütfen deneyin, siz de bırakabilirsiniz.
bağıra çağıra buradayım diye feryat eden iş fırsatlarını ya beceremezsem ya batarsam endişesiyle sürekli görmezden ve duymazdan gelerek; çok beğenilmiş, benimsenmiş ve belki de hep beklenen kişi olduğuna inanılmış kimsenin bir şans bile vermeden direkt reddedeceğine kesin gözüyle bakıp her zaman geri adım atarak; velhasıl çuvallamaktan, başarısız olmaktan, hayal kırıklığına uğramaktan endişe edip mutlak gerçekler ve doğrularla yüzleşmeyi ısrarla rafa kaldırarak sütliman bir hayat sürmeyi tercih etme, hayatın sürprizlerle dolu tarafında hiç gezinmeme, yabancı bir kimlikle yalancı umutlar peşine düşüp sancılı mutluluklar içinde kendi kendini kandırma gafleti.
daima özlemle ve gülümseyerek anımsanan, ergenlik ile orta yaş arasındaki özel dönem.
hıncahınç dolu tramvayda gürültü kirliliğinin hakkını verme çabasındaki birkaç lise talebesiyle sözlü başlayan dalaş, dakikalar ilerledikçe yerini önce itiş kakışa ardından ufak çaplı da olsa bi arbedeye bıraktı. yolculuk boyunca tatlı tatlı kesiştiğimiz güzel ve zarif hanımefendi, öğrencilerden bana karşı en cevval olanına hiddetle dönerek:
-ayıp ayıp! baban yaşındaki adama terbiyesizlik yapmaya utanmıyor musun?
diye feryadı bastı. sonraki durakta tramvaydan indim. gençliğim tıpkı bir film şeridi gibi gözlerimin önünden ağır ağır süzülüp gitti.
hıncahınç dolu tramvayda gürültü kirliliğinin hakkını verme çabasındaki birkaç lise talebesiyle sözlü başlayan dalaş, dakikalar ilerledikçe yerini önce itiş kakışa ardından ufak çaplı da olsa bi arbedeye bıraktı. yolculuk boyunca tatlı tatlı kesiştiğimiz güzel ve zarif hanımefendi, öğrencilerden bana karşı en cevval olanına hiddetle dönerek:
-ayıp ayıp! baban yaşındaki adama terbiyesizlik yapmaya utanmıyor musun?
diye feryadı bastı. sonraki durakta tramvaydan indim. gençliğim tıpkı bir film şeridi gibi gözlerimin önünden ağır ağır süzülüp gitti.
gani Müjde'nin şöyle bir pencereden ele aldığı husus:
"yapılan uluslararası bir araştırmaya göre amerikalılar ingilizlerden, ingilizler almanlardan, almanlar fransızlardan, fransızlar italyanlardan, italyanlar bulgarlardan, bulgarlar yunanlardan, yunanlar türklerden, türkler kürtlerden, kürtler araplardan, araplar habeşilerden, habeşiler pigmelerden, pigmeler de maymunlardan üstün olduğuna inanır. maymunlar ise amerikalılardan üstün olduğunu iddia edip bu döngüyü tamamlar."
"yapılan uluslararası bir araştırmaya göre amerikalılar ingilizlerden, ingilizler almanlardan, almanlar fransızlardan, fransızlar italyanlardan, italyanlar bulgarlardan, bulgarlar yunanlardan, yunanlar türklerden, türkler kürtlerden, kürtler araplardan, araplar habeşilerden, habeşiler pigmelerden, pigmeler de maymunlardan üstün olduğuna inanır. maymunlar ise amerikalılardan üstün olduğunu iddia edip bu döngüyü tamamlar."
seneler senesi hiçbir yılbaşında bilet almayıp büyük ikramiyenin yine de kendisine çıkacağı hayaliyle yaşayan peder bey din meseleleriyle hiçbir alakası olmadığı halde herhangi bir işe başlamadan önce hep besmele çeker.
tabakasına sarılıp yine bismillah diyerek cuğara sarmaya koyulmuştu bir akşam. bu devinimini garip bulan arkadaşı, "tütün sararken de besmele mi çekilirmiş yahu" diyecek oldu. koca kafasını bir bilgiç edasıyla iki yana salladı babam:
-elbette, ne yaparsan yap evvela besmele çekeceksin. hatta çocuklarının güzel/yakışıklı olmasını istiyorsan malum uğraşa girişmeden önce bile bismillah diyeceksin!!
sonra bana takıldı gözleri. uzun uzun, tepeden tırnağa süzdü ilk oğlunu.
-bakma dedi, biz o heyecanla unutmuşuz.
t: fark yaratan eylem.
tabakasına sarılıp yine bismillah diyerek cuğara sarmaya koyulmuştu bir akşam. bu devinimini garip bulan arkadaşı, "tütün sararken de besmele mi çekilirmiş yahu" diyecek oldu. koca kafasını bir bilgiç edasıyla iki yana salladı babam:
-elbette, ne yaparsan yap evvela besmele çekeceksin. hatta çocuklarının güzel/yakışıklı olmasını istiyorsan malum uğraşa girişmeden önce bile bismillah diyeceksin!!
sonra bana takıldı gözleri. uzun uzun, tepeden tırnağa süzdü ilk oğlunu.
-bakma dedi, biz o heyecanla unutmuşuz.
t: fark yaratan eylem.
fbi ajanı misali takılan tiplemeye özel güvenlik görevlisi denir. zira hepsi, şüpheli kimselere tıpkı onlar gibi yaklaşıp gizemli olayların üzerindeki sır perdelerini aynı kararlılıkla kaldırırlar.
-mavi tuş mu yoksa kırmızı mı nevzat, tamam.
+lan alt tarafı maviye basınca soğuk, kırmızıya basınca sıcak su akacak. ne bu havalar?
-anlaşıldı, tamam.
+ebene atliyim, tamam.
-mavi tuş mu yoksa kırmızı mı nevzat, tamam.
+lan alt tarafı maviye basınca soğuk, kırmızıya basınca sıcak su akacak. ne bu havalar?
-anlaşıldı, tamam.
+ebene atliyim, tamam.
lise ikiye geçince yeni bir sıra arkadaşı edinmiştim. rizeli mümtaz. babasını, o henüz kundakta bebekken kaybeden minyon çocuk. arada sırada "ne olurdu sanki biraz hatırlasaydım, resimlerine bakınca bir şey hissetmiyorum" diye dertlenen kocaman yürekli, ufak tefek insan evladı.
mümtaz'a kanım çabuk kaynamıştı. bu hassas ve özel durumundan dolayı sınıftaki herkes ulu orta yanlış bir şey dememek için elinden geleni yapar, ağzından çıkan her cümleye dikkat kesilirdi.
bizi hiç rahatsız etmese de kafasına taktığı, kendine göre tek kusuru vardı bu yakışıklı genç herifin. 't' ile başı beladaydı. daha önce t yerine s diyen biriyle hiç karşılaşmamıştım. çok tatlıydı. bazen sırf üstüme düşüp beni darp etsin diye içinde bolca t geçen sözcükleri bir kağıda yazıp önüne koyar, okumasını isterdim.
bir sabah, edebiyat dersinde parmağını kaldırıp söz istedi mümtaz. hocalar da onu pek severdi. bakalım bizimki yine ne yumurtlayacak deyip gözlerimi kıstım.
-izin verirseniz bir şarkı söylemek istiyorum.
+aa ne kadar güzel olur. öyle değil mi arkadaşlar?
bir alkış tufanı koptu. yerinden kalkarak tahtaya ilerledi sıra arkadaşım. ulan ilkokul bebesi misin kalsana yerinde manyak herif. bir anda yüzünü bize dönüp birkaç kere boğazını temizledikten sonra allah günahlarını affetsin, şarkıya direkt nakarattan girdi:
-ah babam sağ olsaydı,
köşede otursaydı...
t: konuşurken dili dişlerinin arasında gezindiği için kimi sessiz harflerle problemler yaşayan kişi.
mümtaz'a kanım çabuk kaynamıştı. bu hassas ve özel durumundan dolayı sınıftaki herkes ulu orta yanlış bir şey dememek için elinden geleni yapar, ağzından çıkan her cümleye dikkat kesilirdi.
bizi hiç rahatsız etmese de kafasına taktığı, kendine göre tek kusuru vardı bu yakışıklı genç herifin. 't' ile başı beladaydı. daha önce t yerine s diyen biriyle hiç karşılaşmamıştım. çok tatlıydı. bazen sırf üstüme düşüp beni darp etsin diye içinde bolca t geçen sözcükleri bir kağıda yazıp önüne koyar, okumasını isterdim.
bir sabah, edebiyat dersinde parmağını kaldırıp söz istedi mümtaz. hocalar da onu pek severdi. bakalım bizimki yine ne yumurtlayacak deyip gözlerimi kıstım.
-izin verirseniz bir şarkı söylemek istiyorum.
+aa ne kadar güzel olur. öyle değil mi arkadaşlar?
bir alkış tufanı koptu. yerinden kalkarak tahtaya ilerledi sıra arkadaşım. ulan ilkokul bebesi misin kalsana yerinde manyak herif. bir anda yüzünü bize dönüp birkaç kere boğazını temizledikten sonra allah günahlarını affetsin, şarkıya direkt nakarattan girdi:
-ah babam sağ olsaydı,
köşede otursaydı...
t: konuşurken dili dişlerinin arasında gezindiği için kimi sessiz harflerle problemler yaşayan kişi.
bir dönem boksa merak sardım. işinde gayet başarılı hocaların hiçbir etüdünü kaçırmayan öğrencilerinden biri oldum. kısa zamanda bayağı ilerleme kaydetmiş olmama rağmen çabuk sıkıldım ve boksu hayatımdan çıkardım. iyi halt yedim.
aradan seneler geçti. popüler spor kick bokstu artık. bir anlık gazla en yakın salona kaydımı yaptırıp yeni bir maceraya yelken açtım.
dersleri kızlı erkekli gören oldukça kalabalık bir mekana düşmüştüm. ilk güne tanışma faslıyla başladık. boks geçmişimi öğrendiklerinde ilgilendiler. kick boksa çok kısa sürede adapte olacağımı, hiç sıkıntı yaşamayacağımı söylediler, sırıttım. burada güzel zaman geçireceğime olan inancım arttı.
kırk dakika kadar kum torbası yumrukladım. herkes hayranlıkla beni izliyor sanıyordum. halbuki kimsenin umrunda dahi değildim. bu biraz moralimi bozdu. koşar adım hocanın yanına gidip hemen yan bölümdeki ringde talebelerden biriyle ısınma amaçlı kısa bir maç yapmak istediğimi söyledim. hay hay dedi.
üstümü değiştirip ringe çıktım. hiç gereği yok desem de bana bi başlık taktılar. etraf insandan geçilmiyordu. birazdan onları oldukça eğlendirecektim. eldivenli ellerimi birbirine vurarak rakibimi beklemeye koyuldum.
benimle hemen hemen aynı boyda, zayıf, tatlı, genç, mankenlere taş çıkaracak denli güzel bir kız iplerden atlayıp ringe girdi. yok artık dedim. bir hanımefendiye el kaldırmamı umuyor olamazlardı.
fakat müsabakanın görsel bir şölenden farksız olacağını hesaba katınca manzarayı çok da yadırgamadım. hepi topu meraklı kalabalığa bir iki numara gösterecek, onları coşturacaktık.
kızda başlık yoktu. nedense sebebini hiç merak etmedim. at kuyruğu saçları yeterince sevimli ve etkileyiciyken gerisi zerre kadar önemli değildi. birbirimize yaklaştık. kız gülümsedi.
derken bu benim uyluk bölgeme bi tekme attı. adı low kickmiş sonradan öğrendim. uyluğa tekme yiyince insanın gözleri önünde yıldızlar uçuşur mu? uçuşurmuş. bacağım kırıldı zannettim. vurduğu yeri ovalayıp anam diye bütün gücümle bağırınca kız yine gülümsedi.
can havliyle bari ben de bi low kick sallayayım dedim. kız en son baktığımda tekme için uygun bir mesafedeydi. ama ben hamleyi planlayıp harekete geçene dek burnumun dibinde bitti ve alttan bi aparkat çıkardı. çenem beynimden fırlayıp atmosfere karışmadıysa bunu o sefil, kahrolası başlığa borçluyum.
yere düştüm. izleyiciler delirmiş gibi tezahürat ediyordu. son nefesini vermek üzere olan bir gladyatörden farksızdım ve muhtemelen bu cici kız birazdan beni öldürecekti. güç bela ayaklanma girişimimi gözümün tam üstüne indirdiği bir sol kroşeyle püskürttü. sevdiceğe sarılır gibi yeri kucakladım. bir daha da kalkmadım. bereket o da önce insafa sonra yanıma gelip beni doğrulttu ve gerçek bir şampiyon edasıyla yumruğumu tutup göğe doğru yükselterek birlikte seyircileri selamlamamızı sağladı.
ilk günüm son günüm olmuştu. takip eden süreçte salonun yakınlarından bile geçmedim. çünkü onlarca insanı hercule poirot adına utandırmış olma kesinliğinden kafi miktarda emindim.
t: utançların en başına buyruk olanıdır.
aradan seneler geçti. popüler spor kick bokstu artık. bir anlık gazla en yakın salona kaydımı yaptırıp yeni bir maceraya yelken açtım.
dersleri kızlı erkekli gören oldukça kalabalık bir mekana düşmüştüm. ilk güne tanışma faslıyla başladık. boks geçmişimi öğrendiklerinde ilgilendiler. kick boksa çok kısa sürede adapte olacağımı, hiç sıkıntı yaşamayacağımı söylediler, sırıttım. burada güzel zaman geçireceğime olan inancım arttı.
kırk dakika kadar kum torbası yumrukladım. herkes hayranlıkla beni izliyor sanıyordum. halbuki kimsenin umrunda dahi değildim. bu biraz moralimi bozdu. koşar adım hocanın yanına gidip hemen yan bölümdeki ringde talebelerden biriyle ısınma amaçlı kısa bir maç yapmak istediğimi söyledim. hay hay dedi.
üstümü değiştirip ringe çıktım. hiç gereği yok desem de bana bi başlık taktılar. etraf insandan geçilmiyordu. birazdan onları oldukça eğlendirecektim. eldivenli ellerimi birbirine vurarak rakibimi beklemeye koyuldum.
benimle hemen hemen aynı boyda, zayıf, tatlı, genç, mankenlere taş çıkaracak denli güzel bir kız iplerden atlayıp ringe girdi. yok artık dedim. bir hanımefendiye el kaldırmamı umuyor olamazlardı.
fakat müsabakanın görsel bir şölenden farksız olacağını hesaba katınca manzarayı çok da yadırgamadım. hepi topu meraklı kalabalığa bir iki numara gösterecek, onları coşturacaktık.
kızda başlık yoktu. nedense sebebini hiç merak etmedim. at kuyruğu saçları yeterince sevimli ve etkileyiciyken gerisi zerre kadar önemli değildi. birbirimize yaklaştık. kız gülümsedi.
derken bu benim uyluk bölgeme bi tekme attı. adı low kickmiş sonradan öğrendim. uyluğa tekme yiyince insanın gözleri önünde yıldızlar uçuşur mu? uçuşurmuş. bacağım kırıldı zannettim. vurduğu yeri ovalayıp anam diye bütün gücümle bağırınca kız yine gülümsedi.
can havliyle bari ben de bi low kick sallayayım dedim. kız en son baktığımda tekme için uygun bir mesafedeydi. ama ben hamleyi planlayıp harekete geçene dek burnumun dibinde bitti ve alttan bi aparkat çıkardı. çenem beynimden fırlayıp atmosfere karışmadıysa bunu o sefil, kahrolası başlığa borçluyum.
yere düştüm. izleyiciler delirmiş gibi tezahürat ediyordu. son nefesini vermek üzere olan bir gladyatörden farksızdım ve muhtemelen bu cici kız birazdan beni öldürecekti. güç bela ayaklanma girişimimi gözümün tam üstüne indirdiği bir sol kroşeyle püskürttü. sevdiceğe sarılır gibi yeri kucakladım. bir daha da kalkmadım. bereket o da önce insafa sonra yanıma gelip beni doğrulttu ve gerçek bir şampiyon edasıyla yumruğumu tutup göğe doğru yükselterek birlikte seyircileri selamlamamızı sağladı.
ilk günüm son günüm olmuştu. takip eden süreçte salonun yakınlarından bile geçmedim. çünkü onlarca insanı hercule poirot adına utandırmış olma kesinliğinden kafi miktarda emindim.
t: utançların en başına buyruk olanıdır.
bir kimsenin, herkesten köşe bucak kaçarak hatta kendisinden dahi sakınarak sayfalara karaladığı en mahrem duygu ve düşüncelerinin kabak gibi ortaya dökülmesiyle başlayan, bu denli büyük bir hata işledikleri için özür dileyecekleri yerde yazılanlardan pek hoşnut kalmamış aile fertlerinin zeytinyağı misali üste çıkmaya çalışması ve trip atmasıyla gelişen, günlük sahibinin sonsuz bir keder yumağı içinde debelenmeye terk edilmesiyle sona eren zincirleme hüsran tamlaması.
okuma yazmam var evet. gözlerim hiç de fena görmüyor üstelik. fakat ne hikmetse bu yanılgıya hep düşüyorum. bıyık altından sırıtsalar da üzülüyorlar halime, fark etmemek mümkün değil.
kıyamadılar, dayanamadılar bir gün, gelip ardına kadar açtılar kapıyı. öylesine mahcup oldum, şöylesine kızardım bozardım ki ne alacağımı da unutup ortalıkta uzaylı gibi biraz gezindikten sonra marketten bu kez giriş kapısından çıkmaya çalıştım.
t: kişinin kendisini maymun gibi hissetmesine yol açan girişim.
kıyamadılar, dayanamadılar bir gün, gelip ardına kadar açtılar kapıyı. öylesine mahcup oldum, şöylesine kızardım bozardım ki ne alacağımı da unutup ortalıkta uzaylı gibi biraz gezindikten sonra marketten bu kez giriş kapısından çıkmaya çalıştım.
t: kişinin kendisini maymun gibi hissetmesine yol açan girişim.
gerçeği yansıtsın ya da yansıtmasın, tanımadık bir kimse tarafından yakışıklı diye çağrılınca hayata daha olumlu açılardan yaklaşmaya başlayıp çirkin ördek ördek yavrusu tribinden kurtulan ve el kadar veletler gibi sevindirik olan sevimli cins.
ömrü elverdiğince aylak aylak gezinerek serserilik de yapsa, tanrı misafiri gibi müthiş bir kimlikle ayak bastığı konduda rahat tavırları ile birkaç ay sonra ev sahibi rolüne de bürünse, ebeveynden daha çok azarlasa veya tartaklasa, velhasıl ciğeri beş para etmese de dayı kişisini; dedikodu delisi, laubali, iki yüzlü, kolay ağlayabilme özelliğinin yanı sıra kahkahası bol, hin, kindar, arsız teyze kimsesiyle birlikte, yeğenlerine mesafeli veya ciddi yaklaşmak dışında hiçbir günahı kabahati olmayan aristokrat amca/hala ikilisine yeğleme edimi, ayıbı.
egzotik bir kullanıcı adı olan yazar, hoş gelmiş.
sınırları kesin çizgilerle belirlenmiş gibi ifade edilse de içerisinde çokça inisiyatif barındıran, tok satıcı kisvesindeki çoğu şirketin keyfine ve insafına terk edilmiş, alıcı kişisine dair farazi tatmin.
evlerden ırak bir tecrübe.
iki arkadaş işletme dersini bir türlü veremiyor, nerdeyse her gün tüm sınıfın alaylı bakışlarına ve imalı dokundurmalarına maruz kalıyorduk. ben bir yerden sonra iyice folloş olduğumdan dolayı kimseye aldırmıyor ve hiçbir lafa gocunmuyordum fakat olayı artık izzet-i nefis meselesi haline getirmiş olan arkadaşım için durum bambaşka boyutlarda seyrediyordu.
odasına gidip hocayla konuşalım abi dedi bir gün. vizeden yine komik notlar almışız. final haftası yaklaşıyor. iyi hoş da elin herifiyle ne konuşacağız? yapamıyoruz, elimizden anca bu kadarı geliyor diye salya sümük ağlayacak mıyız yani? yahu boşver, başladık mı gerisi gelir diye beni ikna edince kendimizi vicdansız adamın kapısında buluyorduk.
hoca da tam hoca hani. burnundan kıl aldırmayan sevimsiz bir tip. sınavı her sene daha bi zorlaşıyor kitapsızın. hıyarağası bu gidişle bizi mezun falan etmeyecek. mazallah odalarımızın duvarları çerçeveli diplomalardan mahrum neyim kalacak. tanrım! düşüncesi bile dayanılmaz.
tıkladık girdik içeri. oturan boğa her zamanki yerinde. acele edin, sizinle mi uğraşacağım gerizekalılar anlamında bir "evet?" lutfetti. elimiz ayağımıza dolaştı tabi. önce adamakıllı bi biçimde eveledik geveledik, sonra konuya girdi bizimki:
-hocam son sınıfız.
+eee?
-ailelerimiz bu yıl okulun biteceğine kesin gözüyle bakıyor.
+eee?
-geçen sene bir iki puanla kaçırdık geçmeyi zaten.
+kaçırmasaydınız!
-yardım edin hocam.
+çalışın.
-çalışıyoruz.
+daha çok çalışın.
-ama hocam...
+size kaç kere bana bunlarla gelmeyin dedim. vaktimi boşa harcıyorsunuz.
şimdi ne olacak diye merakla beklemeye başladım. arkadaşımın suratı çaresizlikten ve öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. nedense pes etmeyeceğini sezinledim. herhalde son kozunu henüz oynamamıştı.
bakışları bulanıklaştı, sesi titredi. gürültüyle yutkunup:
-hocam, babam öldü benim.
dedi.
kulaklarıma inanamadım. yok öyle bir şey halbuki. ulan insan evvelden bi ayıktırmaz mı, neye uğradığımı şaşırdım. gülsem mi ağlasam mı bilemedim. tavanı izlemeye koyuldum.
koskoca adam öyle afalladı ki, ne "ne zaman" diye sormayı, ne de "başın sağolsun ama bu dersten geçmeni sağlamam için sence geçerli bir sebep mi" demeyi akıl edebildi. ve "hadi seni geçirdim, ya şu yanındaki zebani kılıklı hilkat garibesi oğlan hangi yüzle torpil istiyor?" diye haklı olarak sert çıkmayı. hepsini unuttu. p-p-peki deyip uğurladı bizi.
sonra finalde bize lazım olan puanı fazlasıyla verdi. geçmiştik. boyumuz falan da uzamış olmalıydı.
iki arkadaş işletme dersini bir türlü veremiyor, nerdeyse her gün tüm sınıfın alaylı bakışlarına ve imalı dokundurmalarına maruz kalıyorduk. ben bir yerden sonra iyice folloş olduğumdan dolayı kimseye aldırmıyor ve hiçbir lafa gocunmuyordum fakat olayı artık izzet-i nefis meselesi haline getirmiş olan arkadaşım için durum bambaşka boyutlarda seyrediyordu.
odasına gidip hocayla konuşalım abi dedi bir gün. vizeden yine komik notlar almışız. final haftası yaklaşıyor. iyi hoş da elin herifiyle ne konuşacağız? yapamıyoruz, elimizden anca bu kadarı geliyor diye salya sümük ağlayacak mıyız yani? yahu boşver, başladık mı gerisi gelir diye beni ikna edince kendimizi vicdansız adamın kapısında buluyorduk.
hoca da tam hoca hani. burnundan kıl aldırmayan sevimsiz bir tip. sınavı her sene daha bi zorlaşıyor kitapsızın. hıyarağası bu gidişle bizi mezun falan etmeyecek. mazallah odalarımızın duvarları çerçeveli diplomalardan mahrum neyim kalacak. tanrım! düşüncesi bile dayanılmaz.
tıkladık girdik içeri. oturan boğa her zamanki yerinde. acele edin, sizinle mi uğraşacağım gerizekalılar anlamında bir "evet?" lutfetti. elimiz ayağımıza dolaştı tabi. önce adamakıllı bi biçimde eveledik geveledik, sonra konuya girdi bizimki:
-hocam son sınıfız.
+eee?
-ailelerimiz bu yıl okulun biteceğine kesin gözüyle bakıyor.
+eee?
-geçen sene bir iki puanla kaçırdık geçmeyi zaten.
+kaçırmasaydınız!
-yardım edin hocam.
+çalışın.
-çalışıyoruz.
+daha çok çalışın.
-ama hocam...
+size kaç kere bana bunlarla gelmeyin dedim. vaktimi boşa harcıyorsunuz.
şimdi ne olacak diye merakla beklemeye başladım. arkadaşımın suratı çaresizlikten ve öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. nedense pes etmeyeceğini sezinledim. herhalde son kozunu henüz oynamamıştı.
bakışları bulanıklaştı, sesi titredi. gürültüyle yutkunup:
-hocam, babam öldü benim.
dedi.
kulaklarıma inanamadım. yok öyle bir şey halbuki. ulan insan evvelden bi ayıktırmaz mı, neye uğradığımı şaşırdım. gülsem mi ağlasam mı bilemedim. tavanı izlemeye koyuldum.
koskoca adam öyle afalladı ki, ne "ne zaman" diye sormayı, ne de "başın sağolsun ama bu dersten geçmeni sağlamam için sence geçerli bir sebep mi" demeyi akıl edebildi. ve "hadi seni geçirdim, ya şu yanındaki zebani kılıklı hilkat garibesi oğlan hangi yüzle torpil istiyor?" diye haklı olarak sert çıkmayı. hepsini unuttu. p-p-peki deyip uğurladı bizi.
sonra finalde bize lazım olan puanı fazlasıyla verdi. geçmiştik. boyumuz falan da uzamış olmalıydı.
kimisinin mayasına doğuştan eklenmiş nitelik.
sivilceli bir ergenken bayramlık üst baş için semt pazarına gitmiştim. alacaklarımı aldım, sıra ödeme yapmaya geldi. halden anlar suratlı satıcı adama gülümseyerek elimdekilerin ne kadar tuttuğunu sordum. yüzüme bile bakmadı:
-yüz lira!
+biraz indirim yap be abi. öğrenciyim ben. okuyorum hehe.
-ohuyon da bağa mı ohuyon amua goim!
sivilceli bir ergenken bayramlık üst baş için semt pazarına gitmiştim. alacaklarımı aldım, sıra ödeme yapmaya geldi. halden anlar suratlı satıcı adama gülümseyerek elimdekilerin ne kadar tuttuğunu sordum. yüzüme bile bakmadı:
-yüz lira!
+biraz indirim yap be abi. öğrenciyim ben. okuyorum hehe.
-ohuyon da bağa mı ohuyon amua goim!
fantastik karakterler/olaylarla dolu, amaçsız ve umarsız döngülerden ibaret olan rüyaları ne dediğini kendisi de pek anlamayan heyecanlı bir ağızdan sonuna kadar dinleme, dinlerken yerine göre hayıflanıp kaygılanma, hatta anlatılanlara bir anlam yüklemeye çalışarak olayı esaslı bir çıkarımla taçlandırmaya kadar giden sanat, sanatkârlık.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?