13 yaşında ilk sevgilim olmuştu. Aşk sanmıştım ama 15 yaşında ilk aşkımla tanışınca işler karıştı. İlk dunaktan ve sonrasında dudaktan öptüğüm kız 2 numaraydı ve ölüyordum sandım! Elim ayağım ne biçim titredi. Aşkın yanına on numara da arkadaştık, birbirimiz üstünde duygularımızı ve bedenlerimizi tanıyorduk bir nevi. Çirkin gelecek şimdi, ama ilk tuttuğum meme ona aitken, o da ilk memesini bana tutturuyordu işte ve acayip güvenli bir ortamda neyin ne hissettirdiğini test ediyorduk.
Lise ve aşkımız eş zamanlı bittiğinde ben onun kokusunu, öpücüğünü, dokunuşunu 10 sene boyunca başka bedenlerde aradım. Aynı duyguyu bir daha yaşar mıyım diye. Olmadı tabi. İlklerim ve ten uyumum aynı kişiye denk gelmişti. Şimdi dünyanın bir ucunda iki çocuk anası. Çocukları benden olsa renkli gözlü olurlardı bence, büyük fırsat kaçırdı sanki, di mi lan sözlük?
Boş ver kanki. Kendi kaybetmiş, bu arada uzun yıllar onu özlediğine göre sen de kaybetmiş oluyorsun. Almanya yenilince biz de yenik sayıldık mevzusu gibi :)) sanırım ilk aşkındaki o saflığı ve masumluğu özlüyor insan. İkinizin de ilk aşkınız olması daha özel yapan şey.
Bir çocukluk oyunu. Şöyle düşün, ben ortada, solumda yazar cizer, sağımda hesapsahibi, eller omuzlara atılmış! Ağzımızda bu tekerleme, “önümüze gelene bir tekme!”. Tabi tekerleme söylenirken mümkün olduğunca önümüze birlerini alıp tekmeliyoruz! Ağlayanlar, kaçanlar, bize katılmaya çalışanlar falan! Ha biz kimseye acımıyoruz, “önümüze gelene bir tekme!”.
Ani gelen durumdur. Birden olur ve asla üstüne çay içilmemelidir. Durumu daha beter etmeye gerek yok! Daha bir saat bar kahvaltı yapmama yaaa, bu pis his nasıl geçecek allahım!
nereye kaybolduğu merak edilen şapşik. neredesin sen yaaa, hpv falan mı oldun, ne oldu? baktım çaylak da olmamışsın, gerçi çaylak olmaman da şaşırtıcı kanki...
milliyetçilik kendi milletinle gurur duyma durumu ya, tam milliyetçi olacakken bir bakıyorum milletin haline, bana gülme geliyor. yani alman olsam belki iki dünya savaşı mağlubu ama yine de dünya devi ülkem olsa olabilirdi.
kanki edebi bir eser bırakırken başlık entry uyumu aranmaz. mesela "dün gece rüyama gelen atatürk" diye muhteşem bir eser yazmış yazarın başlığı, yazarların rüyaları gibi haybeden başlıklara taşınmaz. beni admin yapsana sen yaaa, ben daha iyi yaparım o işi kanki!
Öleceğiz ya ha ne olacak? 2 metre küp mezara gömecekler değilmi? Ve musallada hoca efendi admin niyetine demiyecek er kişi niyetine diyecek değilmi? Ondan sonra nasıl bilirsiniz diyecek.
Bizim için baki'nin dediği baki kalan bu kubbede hoş bir sedaymış meğer diyor ya?
İşte şu yaptıklarımız elhamdülüllah bunun nesidir? Bunun vesilesidir.
İste bu eserler görüldükçe bu sözlükten bir admin geldi geçti arkadaşlarıyla beraber güzel çalışmalar yaptı bu başlıkları onlar açtı, bu entryleri onlar girdi desinler yeter...
çok garipti canım sözlük, fonda ra ra raputin, russia's greatest lova machine çalıyor, arada sözleri tam bilmediğim için ayna'nın her acı geçer, dünü unutulur koca dünyada herkes yolunu bulur çalıyordu. ayna'nın o şarkısını da tam bilmediğim için, şarkı geri ra ra raputin'e dönüyordu.
bir masa ve diğer tarafında oturan putin vardı. ayna'dan da cemil ve erhan aynalı polis gözlükleri, takım elbiseleriyle arkasında korumaları gibi dikiliyordu.
"ben istesem nato'nun *mına korum, ama türkiye çok güçlü, tek çekincem türkiye" dedi putin. abi ne anlatıyorsun *mına koyayım diyecek oldum, ayna'dan cemil ve erhan votka şişesini ağzıma dayadı. putin de dibini görmeyen ebesinin hımını görsün dedi ve dadada da dadada diye güldü. sanırım rus olduğu için da-da-da diye gülüyordu bilinç altımda.
koca şişeyi saniyeler içerisinde içtim, ayna'nın cemil ve erhan'ı kayboldu. alkolün de verdiği yetkiyle ve putin'in artık yanlız olmasıyla, öfkeyle ayağa fırladım ve "senin yaptığın insanlık suçu, ukranya'da insanlar ölüyor!" dedim. nedense rüyamda ukrayna'ya köylü gibi ukranya demiştim.
o sırada arkamdan iki kuvvetli kol beni kavradı ve kendine çevirdi...
bu kişi lenin'di, "ben" dedi, "bolşevik ihtilali sırasında çanakkale'ye silah gönderilmesine izin vermiştim! istesen o silahları y*rraaamı alırdınız!" dedi. bana bir tiksinti geldi, koskoca devrimci lenin'in ağzından dökülen sinkaflı laflar midemi bulandırmıştı.
uzaktan stalin'in sesi duyuldu, "devrime inanmayan y*rramı yesin!" diye slogan atıyordu. ne oluyor yahu derken kan ter içinde uyandım... sanırım milliyetçi olucam çocuklar, ne nihal atsız, ne alparslan türkeş bu kadar pis insanlar değil!
"babama da bir kadeh doldur." dedi... koskoca james hetfield karşımdaydı, metallica'nın solisti mr. hetfield kanlı canlı karşımda duruyordu!
nedense ben barmendim, o da barda içiyordu ve belli ki çılgınlar gibi içmişti. sonuçta koskoca mr. hetfield alkol de alıyorsa zaten galonla falan almalıydı. "abi çok içmedin mi?" dedim. ne ara o kadar samimi olmuştuk da, abi diye hitap eder olmuştum bilmiyorum. "sen bana karışma ahbap!" dedi, ve tam o sırada haluk levent geldi. haluk'a "abi senlik bir şey yok, hitaben ahbap dedi o." dedim, haluk anlayış gösterirce kafa selamı verdi ve gitti.
"abi neden bu kadar içiyorsun, yazık değil mi, çoluğun çocuğun var, seni seven milyonlarca hayranın var, lütfen daha fazla içme." dedim. "içiyorsak dertten oğlum, yengenle limoniyiz. tadım yok." dedi ve ben de yapıştırdım hemen, "abi özel değilse anlatabilirsin, barmenim sonuçta, barmen psikolog yarsıdır." dedim. sonuçta metal aleminin magazinini duyma şansın her zaman olmuyordu, heyecanlanmıştım.
"içmeme karışıyor, çok darlıyor beni..." dedi, afedersiniz malladım. "abi içmene karışıyor diye daha çok mu içiyorsun?" dedim, "evet." dedi. bana bir sinir geldi, "lan y*rak, kadın seni ve ailesini düşünüyor, içip içip çocuklarını dövme diye uğraşıyor, zaten redneck tiplisin amk, adam ol içme!" dedim. james şaşırdı, nedense mr. hetfield'dan abiye, oradan da james'e kadar düştü gözümdü. şaşkınlığı kısa sürdü, bir ıslık çaldı ve elinde bagetlerle lars ulrich geldi.
james'in bir kafa hareketleriyle lars barın üzerinden uzanıp beni yakamdan çekti, elinde bagetleri yüzümün önünde sallayarak, "yedireyim mi lan bu bagetleri sana, yedireyim mi dedi!". abi dur dedim, ben kötü bir şey yapmamıştım. lars'a durumu açıkladım, hem st. anger belgeselini de izlediğimi, orada da james'in alkol problemi yüzünden grubun neredeyse dağılacağını falan da anlattım.
lars bana hak verdi, o arada james dibini görmeyen tarzı tadsız bir laf ederek bir şişe tekila'yı kafaya dikti...
sonra bir anda artık james barın ardındaydı, ben bar taburesinde içiyordum, "babama da bir kadeh doldur..." dedim...
çocuktum ve arkadaşlarımla boş bir arsada nereden bulduğumuz belli olmayan havai fişekleri göğe ateşliyorduk.
uzaklardan komple keten kıyafetlerle kaplı çocuk elon musk geldi. bedeni bizim gibi çocuktu, ancak kafası yetişkin elon musk kafasıydı. "nabıyorsunuz lan kerhaneciler!" dedi. sesi helyum solumuş bir yetişkin sesi gibiydi. tam çocuk sesi değil ama biy biy biy bir ses işte.
uzaya roket atıyoruz dedik. bir süre düşündü, "atıyorsunuz gidiyor, aslında geri gelse, yine atarsınız." dedi. biz güldük. tipi de komikti, ciddiye alamadık. bu uzattı da uzattı, fizyon dedi, füzyon dedi, eurovizyon dedi, sertap erener falan dedi, çok da anlamadık ve en sonunda ben dayanamayıp yerden bulduğum bir dal parçasıyla yetişkin kafalı çocuk elon musk'ı kovalamaya başladım.
koşarken koşarken zaman ileri hızla akmaya başladı ve şimdi spacex'in genel merkezindeydik ve elon'un bedeni de büyümüştü, artık kafası da, bedeni de yetişkindi.
gökten yere inen bir spacex roketini eliyle göstererek, "ne oldu p*ç!" dedi...
"yakışıyor mu, p*ç falan, bunlar ağır laflar!" dedim ki, yerden bulduğu bir dal parçasıyla beni kovalamaya başladı...
ona doğru aceleci adımlarla hızla yaklaşıyordum. kafenin kış bahçesinde oturmuş, fincandan kahvesini yudumluyor, güneş gibi de parlıyordu. iyice yaklaştığımda "karakış köyümüze gelence, dombıramı alarman, yürek sazım çalarman..." şeklinde dombıra mırıldandığını duydum.
"yahu" dedim, "trum başkan, sen de mi akpli oldun!", "ne alakası var, şarkı dilime takıldı." dedi. karşısına geçip oturdum. konuşma sıcak ve ılıman ortamda gelişsin diye şakayla girmek istedim ve, "sana şimdi de kulaksız reis diyorlarmış, seçimi de garantiledin köfte dudaklım, meh meh meh." dedim. şakamdan hiç hoşlanmadı, altın sarısı kaşları kalktı ve, "sululuk yapma lütfen, buraya önemli bir husus için geldim." dedi.
hiç bir muhattaplığımız yokken beni cepten aramış, gocu'cum lütfen şuradaki, şu kafeye gelir misin demişti. şaşırsam da amerika ile olan ilişkilerimiz bozulmasın diye tabi başkan deyip, davetini kabul etmiştim. gerçekten ne konuşacağımız hakkında hiç fikrim yoktu.
söze girmekte zorlanıyordu, "başkan rahat ol, benle her şeyi konuşabilirsin, söz aramızda kalacak anlattıkların." dedim. dolma dudaklarını bir güven göstergesi olarak büzdü, ve anlatmaya başladı;
"konu melanie yengen, yengeni kapalı çarşıda dolandırmışlar. şimdi benden türkiye'ye yaptırım uygulamamı, hatta belki türkiye'nin natodan dahi çıkarılmasını gündeme getirmemi istiyor. evde huzurum kalmadı. seksen milyon türk vatandaşını ahlaksız bir kapalı çarşı esnafı yüzünden yargılamak ve karşıma almak istemiyorum ama buraya gelirken beni de taksici dolandırdı. beylikdüzü'nden avcılara nasıl olduysa boğazı geçerek geldik. neyse bana yapılan önemli değil ama yengen çok kızgın. bu konuyu çözmek için yardımına ihtiyacım var. sen yılların turizmcisisin, şu esnafla birlikte konuşsak da, yengenin dolandırıldığı meblağı geri alsak. yoksa iki ülkenin zaten gergin olan ilişkileri komple bir çıkmaza girecek." dedi.
"kimmiş lan benim melanie yengemi dolandıran şerefsiz, kalk başkan gidiyoruz mekan basmaya!" diye bir gaz ayaklandım. trump arkadamda ben önde, koskoca amerika arkamda daldık dükkana! çok uzun süren tartışmalar yaşandı, esnafla kah kavga ettik, kah gülüştük, bir ara tavla attık ve günün sonunda trump ve ben hiç ihtiyacımız olmayan çakma ipek iki halı koltuk altlarımızda dükkandan çıktık.
uzun süre sessizce yürükten sonra trump başkan, "adam bizi iyi s*kti." dedi. sadece onaylar şekilde baş salladım. başkan havalimanına gidecekti, taksi çevirdim, taksici 1200 liralık yola, 4500 lira fiyat çekti, tamam dedi trump, lanet olsun dedi. öyle ayrıldık.
çok acayipti. geldi, naber delikanlı dedi, sigarasından kocaman bir nefes çekti ve üfledi. ortamı bir anda duman kapladı ve duman çekildiğinde rakı masasındaydık. atam dedim, neler oluyor... karizmatik bir şekilde gülümsedi ve, bak delikanlı dedi, sana yüce bir görev vermeye geldim, ancak anlatmadan önce bir avuç leblebiyle bir şişe rakı içelim dedi. içtik... rüya bu ya, rakı etkilemedi. etkilemedi dedim de, hafif çakır keyif de oldum yani, atam ama sapa sağlamdı! alkolün verdiği yetkiyle öpücem atam dedim, tam yerimden kalkıp atam'a gidecektim ki, bir el beni omzumdan olduğum yere bastırdı...
elin sahibi ismet inönü'ydü. güldü ve şımarma kerata dedi. ismet beyin de ayrı bir karizması vardı ve tepemde sessizce dikiler atam'ı izlemeye başladı. ben de atam'a döndüm...
"bak oğul sözlük yobaz, seksçi, ve araplara kalmış. sen oğul, türk millerinin istikbalini savunmakla görevlendirildin. bunların hepsini sözlükten ege'ye dökeceksin." dedi, ben şok, "ay atam olur mu öyle yhaaa, ben tek hepsi felan yanii..." derken ismet arkadan enseme vurdu, "şımarma lan" dedi.
uyandım... çok acayip rüyaydı çocuklar, hala etkisinden çıkamadım...