Herkes herkesi istediği gibi anlıyor. O yüzden anlatmanın da konuşmanın da bazen faydasız olduğunu düşünüyorum. Neden bir cümle içinden 100 tane anlam çıkarılır. Dümdüz anlatıyoruz halbuki
insanları anlamak
hepimiz anlamaya çalışırız ki bizi de birileri anlasın ama bazen çok zor, gerçekten zor.
bazen de inanılmaz kolay ve tatmin edici.
bazen de inanılmaz kolay ve tatmin edici.
insanlara kendini anlatmaya çalışmaktan daha sonuçsuzdur.
kuzenim doğum yapmıştı. bir an önce bebeğini görme heyecanıyla hastaneye koşturdum.
önündeki ekranı aval aval, etrafını ise melül melül seyreden danışmana yeni doğan servisinin nerede olduğunu sordum.
-yeni doğan ne, çocuk mu? dedi.
kısa bir süre allahınızı severseniz, kurbanınız olayım bana bir şey danışmayın der gibi bakan herifi inceleyip:
+deve abi, dedim. yeni doğan deve servisi.
kuzenim doğum yapmıştı. bir an önce bebeğini görme heyecanıyla hastaneye koşturdum.
önündeki ekranı aval aval, etrafını ise melül melül seyreden danışmana yeni doğan servisinin nerede olduğunu sordum.
-yeni doğan ne, çocuk mu? dedi.
kısa bir süre allahınızı severseniz, kurbanınız olayım bana bir şey danışmayın der gibi bakan herifi inceleyip:
+deve abi, dedim. yeni doğan deve servisi.
Sudoku çözmek gibi bir şey. İlk başta kolay görünür, ama bir yerden sonra nerede hata yaptığını anlamazsın. Üstelik, insanları anlamaya çalışırken “kuralların” sürekli değiştiği bir oyun oynuyorsun. Yani, çözmeye ve anlamaya çalışırken daha da karışıyor.
kimse kimseyi tam anlamıyla anlayamaz.. her insan kendine özgü yaşar hayatı. geçtiği yollar farklıdır, hissettikleri farklıdır, anlamlandırdıkları farklıdır, açtığı yaralar farklıdır..
kaldı ki daha insanoğlu daha kendini bile anlamayı öğrenemedi..
kaldı ki daha insanoğlu daha kendini bile anlamayı öğrenemedi..
işe yeni girmiş genç bir kızı sürekli "seni oğluma alacağım kaçarın yok, bana himmet bey deme baba de, duydunuz mu şule artık benim gelinim ona göre ha" falan diyerek darlıyordu müdür olacak herif. küçük de olsa olumlu bir reaksiyon alsa adamın bu tavırlarına belki gülüp geçerdim fakat genç kızın, adamı her seferinde ciddi bir ifadeyle kim bilir kaç kez "lütfen yapmayın, burası bir iş yeri, insanlar yanlış anlayacak, ne olursunuz hiç sırası değil" gibi gayet nazikçe uyarmasına rağmen şebeklik kaldığı yerden devam edince insanın tepesi atıyordu.
ciddi bir iş yapıyorduk. en ufak bir hatada veya dikkatsizlikte başımıza inanılmaz belalar açılabilirdi. böylesine riskli bir ortamda neredeyse her gün mecbur bırakıldığımız "az evvel oğlumu aradım, hazır ol birazdan seninle tanışmak için gelecek hehe" laubaliliğine daha ne kadar dayanabileceğimi düşünürken aklıma bir fikir geldi.
kızı köşeye çekerek "bir daha o şekilde sırnaşırsa bir sevgilin olduğunu söyle" dedim. kâr etmedi. ne var yani ayrılırsınız, inan bana oğlum için değer dedi müdür. durmuyor, gittikçe çirkinleşiyordu.
bir gün öğle yemeği molasında ikisini diğerleriyle birlikte yemekhanede buldum. kızcağızı masada adeta zorla tutuyor, telefonundan muhtemelen oğlunun fotoğraflarını gösteriyordu. kız benden tarafa bakıp boyun bükünce yanlarına gidip bir sandalye çektim. ekranda yakışıklı genç bir adamla oldukça güzel bir dişi vardı. fırsatı geri tepemezdim.
-şu hoş hanımefendi de kim himmet bey?
normalde soruyu kayıtsız bir sana ne ile geçiştirebilirdi lakin keyfini bozmadı.
+o mu, bir tanecik kızım.
-ne kadar tatlı maşallah.
+sağol Poirot.
-nişanlısı sözlüsü falan var mı?
afalladığını hissettim.
+yok. neden sordun?
-çünkü beğendim. allah'ın emriyle kızınızı bana verir misiniz?
-sen neler saçmalıyorsun?
+sakin olun. inanın çok ciddiyim. derhal evlenebiliriz.
öfkelenmeye başladı. amma eğleniyordum.
-bu ne terbiyesizlik ne hadsizliktir. hangi cüretle bana bunları söylüyorsun?
+sadece onu mutlu etmek istiyorum efendim.
-yeter kes!
gürleye gürleye arkasına bile bakmadan masayı terk etti. peşi sıra seslendim:
+saadetimize asla engel olamayacaksınız...
oysa tartışmanın büyümesini, üzerime yürümesini dilerdim. ağzıyla burnunun yer değiştirdiğini düşlerken görev yerimin değiştirildiğini öğrendim. sağlık olsundu.
ciddi bir iş yapıyorduk. en ufak bir hatada veya dikkatsizlikte başımıza inanılmaz belalar açılabilirdi. böylesine riskli bir ortamda neredeyse her gün mecbur bırakıldığımız "az evvel oğlumu aradım, hazır ol birazdan seninle tanışmak için gelecek hehe" laubaliliğine daha ne kadar dayanabileceğimi düşünürken aklıma bir fikir geldi.
kızı köşeye çekerek "bir daha o şekilde sırnaşırsa bir sevgilin olduğunu söyle" dedim. kâr etmedi. ne var yani ayrılırsınız, inan bana oğlum için değer dedi müdür. durmuyor, gittikçe çirkinleşiyordu.
bir gün öğle yemeği molasında ikisini diğerleriyle birlikte yemekhanede buldum. kızcağızı masada adeta zorla tutuyor, telefonundan muhtemelen oğlunun fotoğraflarını gösteriyordu. kız benden tarafa bakıp boyun bükünce yanlarına gidip bir sandalye çektim. ekranda yakışıklı genç bir adamla oldukça güzel bir dişi vardı. fırsatı geri tepemezdim.
-şu hoş hanımefendi de kim himmet bey?
normalde soruyu kayıtsız bir sana ne ile geçiştirebilirdi lakin keyfini bozmadı.
+o mu, bir tanecik kızım.
-ne kadar tatlı maşallah.
+sağol Poirot.
-nişanlısı sözlüsü falan var mı?
afalladığını hissettim.
+yok. neden sordun?
-çünkü beğendim. allah'ın emriyle kızınızı bana verir misiniz?
-sen neler saçmalıyorsun?
+sakin olun. inanın çok ciddiyim. derhal evlenebiliriz.
öfkelenmeye başladı. amma eğleniyordum.
-bu ne terbiyesizlik ne hadsizliktir. hangi cüretle bana bunları söylüyorsun?
+sadece onu mutlu etmek istiyorum efendim.
-yeter kes!
gürleye gürleye arkasına bile bakmadan masayı terk etti. peşi sıra seslendim:
+saadetimize asla engel olamayacaksınız...
oysa tartışmanın büyümesini, üzerime yürümesini dilerdim. ağzıyla burnunun yer değiştirdiğini düşlerken görev yerimin değiştirildiğini öğrendim. sağlık olsundu.
Böyle hadsizler her yerde var. Kendi kızı için katlanamadığı bir şeyi başkasının kızı için nasıl da rahatça dile getirebiliyor. Böyle insanlardan nefret ediyorum.
trajikomikler. Tam Güler misin ağlar mısınlık.
Başıma çok geldiği oldu bu tarz durumların. O yüzden tam bir trajikomik olay.
yazın okuyalım, anlatın dinleyelim 🙂
ilk evlendiğim zamanlarda hastanede çalışıyorum bir hastam var her kocamı (eski) gördüğünde ben yiğenime alacaktım sukulenti deyip mevzuyu açması
hastanede sürekli görücü çıkması
yolda arabasına bindiğim teyze ve amcanın beni amerikada yaşayan oğullarına yakıştırması gibi gibi uzar gşder
hastanede sürekli görücü çıkması
yolda arabasına bindiğim teyze ve amcanın beni amerikada yaşayan oğullarına yakıştırması gibi gibi uzar gşder
ne diyeceğini bilemiyor insan :d
güzel kız görünce dayanamayan yurdum insanı
tevazunuz göz kamaştırıyor 😎
Hahahaha benim değil onların tercihlerinden
Zor Aziz'im zor. İnsanı anlamak da, kendini anlatmak da zor. Çok bilinmeyenli bir mekanizma. Onun için fazla kasmamak lazım. Belli bir noktadan sonra kasmıyorsun zaten. ne mutlu o belli son noktaya gelmeden önce konuyu kavrayabilene…
İnsan farklıdır bu sebeple anlayışta çok farklıdır. Başka başka farklılıkları buna bağlayabiliriz. Bir ağızdan çıkan sesi sen başka ben başka anlarım. Biri çıkar hayra yorumlar bir diğeri şerre. Bunun örneği saymakla bitmez. Sana kötüdür bana iyi ya da sana güzeldir bana çirkin. Biraz uzun yazabilirim bu konuda. Şimdi bir psikolog çıkıyor bir seminer verecek başlık alkolün zararları. Düşünüyor düşünüyor bu anlatıyı en faydalı nasıl yapabilirim. Sonra bir bardak suya bir kurtcuk atıyor. Kurtcuk suyun içinde çırpına çırpına bardağın dışına çıkıyor. Sonra aynı kurtcuğu alkol dolu bir bardağa atıyor. Kurtcuk bardağın içinde parçalanarak ölüyor. Dinleyenlerden birisi kalkıyor alkışlayarak sizi tebrik ederim. Daha iyi anlatılamazdı. Artık içimde kurt yaşayamayacağına eminim ve alkolün bu denli sonuçlarını bilerek içmek daha zevkli olacak diyor. Nitekim başlıkla ilgili buradan çıkan sonuç anlam değişebilir. Anlayışlar farklıdır.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?