klasik döngü. önce ana babamızın çocuğu oluruz, sonra çocuğumuzun ana babası. sonra ana babamızın ana babası ve en sonunda çocuğumuzun çocuğu. bir üst nesilde de gözlemledim. şaşmaz.
kızıma iyi gözlemle lazım olacak diyorum. yalnız ben o yaşı görürsem deden gibi pamuk şeker kıvamında bir çocuk olmam, nasıl başa çıkarsın şimdiden düşün diyorum. gülerek ona ne şüphe deyip arkasından bakarız diye ekliyor. bakarız ne! ahlaksız, benim lafımı bana satıyor. daha şimdiden bakarızlar falan…
dip not: iki gün önce görüntülü görüşüyoruz. annem, oğlum baban seni sayıklıyor bu ara, özledi, ne zaman geleceksin dedi. çevir kamerayı babama dedim, cemalini görünce yatçaz kalkçaz, yatçaz kalkcaz gelcem dedim :)) tabi kulaklar uzun süredir duymadığından anam bağırarak aktardı. o gülümsemesi dünyalara bedeldi. neyse alandayım. uçağın kalkışını bekliyorum. önce eve varıp, yarın akşam da giderim baba evine. kocaman sarılacam ihtiyar çocuğuma :)
aslında gayet doğru bir serzeniş. baya bir aile ortamı oldu burası. aslında huzurludur aile ortamı, rahattır. ama bir noktadan sonra alışkanlığa dönüşür. alışkanlıklar da gereksiz bir konfor alanı yaratır insana. önemli olan bu konfor alanından çıkabilmektir.
bu noktada yeni yazarlara ya da daha ziyade okuma modunda olup aktif olmayan yazarlara iş düşüyor. kırın bu 10-15 kişinin hegemonyasını ve yazın. farklı fikirler ve gerekiyorsa saygı çerçevesinde yapılan tartışmalar insanı diri tutar ve değişik bakış açıları kazandırır. bekliyoruz…
sözlük haricinde hiç bir sosyal medya platformu kullanmamak ve reelde de zorunluluk haricinde isanlarla olan iletişimi en aza indirmek. sosyofobim yok. hatta gerektiğinde gayet güzel sosyalleşebilirim. ama kota doldu. yeter bu kadar.
tuvaletten çıkmışsındır, o eller ameliyata girecek doktor edasıyla yıkanmıştır, ancak karbon ayak izi hassasiyetiyle tek yaprak kağıt havluyla kurulandığından hala oldukça nemlidir.
tam odana girmek üzereyken asistanın ve yanındaki yabancı firmadan gelen ağır misafirle burun buruna gelirsin. işte o an zurnanın zırt dediği andır. o el sıkılmalıdır ama sıkılmamalıdır da, zira bilemez karşındaki o an evrendeki en temiz eli sıkmakta olduğunu. kaçış olmadığından lanet olsun diyerek tokalaşılır. ama misafirin an itibarı ile algıladığı tek şey, ne idüğü belirsiz ıslak bir eli sıkmakta olduğudur.
o gün bu gündür, karbon ayak izinin canı cehenneme denip, o eller kaç yaprak gerekiyorsa o kadar yaprak kağıt havluyla her hücresine kadar kurulanmaktadır. üç günlük dünyada çekemem bu sıkıntıyı. ben daralacağıma torunlarım daralsın.
önemli önemsiz her isteğe “bakarız” deyip, hafif umut vermeleri ama bir yandan da hüsrana hazırlamaları. hayırsa hayır, evetse evet! net ol. ne bu gizemli haller!
(yanlış anlama olmasın. babam değil ben! babam bir dediğimi iki etmezdi, o benim bir tanem).
o bir level üstü. büyüyünce ben de öyle olacam. yok yok düşündüm de fıtratıma ters. bir söz verdiysem ölsem de yapmam lazım. onun için en ufak bir şüphem bile varsa elinden geleni yaparım der geçerim.
ama yaz yaz bir yere varamıyorum. baktım şimdi kaçım ki diye, daha 10.muş. 8 fırın ekmek yemem lazım. motivasyonum kayboldu. bırakayım artık yazmayı. boşa kürek çekmeyeyim :)
kız için babası önemlidir. Ama baba için kızı önemli değildir. zira Baba için kızı önemlidir demek çok hafif bir tabir olur. her ne kadar pek belli etme kabiliyetine sahip olmasalar da, babalar için kızları her şeydir.
genelleme yapmadan, benim kızla olan ilişkimden çıkarım yapacak olursam, bizimki bambaşka bir boyut. Daha gelişinden anlarım ne söyleyeceğini, derdinin ne olduğunu. Frekanslarımız dehşet tutar. geç evlenmeme, ve evlendikten baya bir sene sonra çocuk yapmamıza, yani onunla aramızda sağlam bir kuşak farkı olmasına rağmen iyi anlaşırız. anlaşırız derken, her konuda aynı fikirde olmamızdan bahsetmiyorum. Anlaşıp anlaşamadığımız konuların farkında olup bir şekilde limitleri zorlayarak ortak paydada buluşabildiğimizden bahsediyorum.
Çocuklar önemlidir. Ama, kimse kusura bakmasın, kız çocukları daha önemlidir. Babanın en temel vazifesi, o kız çocuğunu tek başına ayakta durabilecek şekilde yetiştirmektir. Özellikle bizim gibi ataerkil bir toplumda bu çok daha önemlidir. O kız çocuğu bilmelidir ki, ister bekar ister evli olsun, her ne yaşamış olursa olsun, ömrünün her anında, hak vaki olana kadar gelip sırtını yaslayabileceği dağ gibi bir babası vardır.
benimki buralarda cirit atıp, hakkımızda bunları yazdığımı görse şaşırırdı herhalde. gerçi vazgeçtim, şaşırmazdı. benim sürprizlerle dolu olduğumu biliyor zira.
alarm kurulur ve yatılır. ne hikmetse alarmla asla uyanılmaz ve alarmla uyananlara özenilir. çünkü ne kadar geç yatılırsa yatılsın, ne kadar yorgun olunursa olunsun alarmdan mutlaka bir kaç dakika önce uyanılır ve alarm kapatılır. ben mi onu, yoksa o mu beni kuruyor bir anlam verilemez.
o zaten fiks menü. özeniyorum hafta sonları geç kalkayım diye ama nafile. en geç yedide ayaktayım. geçen pazar 6:30'da çayı koydum diyeyim olayın vahametini oradan hesap et.
rüya görmeyi geçtim, bir zamanlar rüyadayken rüyada olduğumun bilincine varıyor ve rüyamı istediğim gibi yönlendirebiliyordum. rüya devam ederken bir şekilde uyanırsam, yine uyuyor ve kaldığım yerden devam ediyordum. garip gelebilir ama tam olarak böyleydi. uzun süredir yok bu özellik. iyiydi aslında.
#1899 no.lu girdide üşenmemiş uzun uzun tarif etmiş bir çocuk. benim demleme şeklime çok uyuyor. suyu üstüne boca etmeyin, yandan usuletle ve suhuletle ekleyin dediğine göre demleme çay sınıfına giriyor. dolayısıyla oyum demleme çaydan yanadır.
yazarların eserlerini kronolojik sırada okumak gibi bir takıntım var. mesela orhan pamuk'la tanışmam çok prim yaptı diye masumiyet müzesi ya da benim adım kırmızı'yla olmadı. önce ilk çalışması olan cevdet bey ve oğullarını okudum.
dostoyevsky'de de durum değişmedi. direkt karamazov kardeşler'e dalmadım. romanlarını sırasıyla okumak, yazarların gelişimini görmek açısından önemlidir benim için. dolayısıyla bunda da ilk çalışması olan insancıklar'ı okuyarak başladım. gayet sade ve akıcı bir dili var. tabii bunda çevirmenin rolü büyük. rus klasikleri için bilinen bir kaç iyi çevirmen var, ki çevirilerin pek çoğu onların elinden çıkmış zaten, işte onlardan okumak lazım. ilk başta rus klasiklerinin tümünde karşılaşılan isim karmaşası biraz yoruyor ama sonra alışılıyor.
anton çehov, tolstoy, turganyev, gorki, gogol gibi nice usta kalemler çıkaran rus edebiyatının yapı taşlarındandır dostoyesky. insanın iç dünyasına hakimiyeti açısından psikanalizin babası freud'la bile kıyaslanır. hani ömrünün sonuna kadar tek yazar okuyacaksın hangisi olsun deseler, hiç düşünmeden dostoyevsky derim. neyse, özetle okuyunuz, okutturunuz efendim.
benim kontroller devam. bir ara tekerrür eder gibi oldu ama şimdilik sıkıntı yok. bomba gibiyim. başka kim var bilmem. her kimse umarım iyidir. allah şifasını versin.
40'ı çıktığı gün odasını ayıran bir baba olarak bunu anca ayaklandıktan sonra yaşayabildim. sabaha karşı kalkıp gelirdi. ona sarılarak uyuduğum bir kaç saat, hiç bir mutlulukla karşılaştırılamazdı, ve hayatımın en muhteşem anlarıydı.
limiti 100k üstü kredi kartlarından 750 tl savunma payı alınacak diye millet kk limitini 99.999 tl'ye indirecem diye sıraya üç girdi. yakında nakit sıkıntısı çözülür merak etme.
bir ara kk limiti, baz maaşın 3 katından fazla olamaz diye bir kural vardı. sonra bankalar sormadan etmeden limit artırımı mobilinde açık olan mudilerin limitlerini ipe sapa gelmez rakamlara yükselttiler (bende kapalı tabii ki). emekli olup kk limiti 400-500k lara çıkan arkadaşlar biliyorum. yahu siz mal mısınız, aldığınız maaş belli, bu limit sizin neyinize diyorum. ve uyandırmaya çalışıyorum.
neyse üç kuruşluk emekli maaşlarına kilitlenen 750'şer liraları görünce uyanırlar elbet, ama geç bir uyanış olur.
pek çok eserini okuduğum yazar. her ne kadar kürk mantolu madonna'sı pek göz önünde olsa da, içimizdeki şeytan adlı eseri, madonna'yı ikiyle çarpar beşe böler.
ele aldıkları konular çok tutmasa da, tarz olarak zweig'la çok özdeşleştiririm. her ikisinin de nahif üslubu, merakla okuduğum hayat öykülerinden geliyor kanaatine varmıştım. çok çekmişler. umarım yaşarken bulamadıkları huzuru gittikleri yerde bulurlar.
ingiliz yapımı “yes minister” (emret bakanım), yayınlandığı dönemde soluksuz izlediğim bir diziydi. ingiliz siyaseti ve bürokrasisini ustaca hicvederdi. kurt bürokrat sir humphrey ve bakan arasında geçen enfes diyaloglar kara mizahın nirvanasıydı.