Cetvelin ölçü birimi dışında ne işe yaradığını öğrenilen dönemlerdir.
öğretmeninden dayak yiyen nesil
Şimdi aynı dayağı yesem altı ay yoğun bakımda yatarım. Ne can varmış ve.
Geçmişte harbi psikopat öğretmen tipleri vardı sınıfı susturamıyor diye sınıf başkanını çöpe sokan müdür yardımcıları gördüm be o yüzden z kuşağından önceki nesil okumamayı seçmiş olabilir.
Ortaokulda kadın bir türkçe öğretmenimiz vardı. Psikolojisi biraz bozuktu, sigara kullanırdı. Bu kadın bana niyeyse kafayı takmıştı, sınıftaki en sessiz öğrenci de bendim. Tüm sınıf konuşurken örneğin biri benden silgi mi ne istemişti onu vermiştim, gelip çok sert bir tokat vurmuştu. Sınıf bile şaşırmıştı. Sebep şuydu tabii, ben en mazlum en saf öğrenciydim. Sinirini benden çıkarıyordu. Bu olaylar git gide artmaya başlayınca hemen aileme söyledim. Babam aşırı psikopat ve sert bir tiptir. Hemen okulu bastılar, müdür de tanıdıktı, müdürü tehdit ettiler. Bir daha tokat olursa o kadın bu şehre gelemez sizi de yakarız tarzında. Müdür tutuşmuş hemen kadını uyarmış. Kadın da bir derste ben tehditlere boyun eğmem falan filan konuşmuştu lakin korktuğu belliydi. Sonra şükür bir olay olmadı. Olay olsa gerçekten sakat bile kalabilirdi. O zamanlar ailemiz çok güçlüydü, tüm şehirce tanınırdık. Babam hiç acımadan her türlü felaketi yaşatabilirdi ona. Prime dönemlerimiz yani. Sonra göçlerle tahtımız sarsıldı ve bittik, o da ayrı bir konu...
Vesselam sonrasında, ortaokulun sonlarına doğru bu kadının dersinde bir performans ödevi sunumu yaptım. Benden başka yapan olmazdı böyle şeyleri, cahil cühela veletlerdi çünkü çoğu. Bense derin düşünen bir beyefendi idim. Gravatımı hep olması gerektiği gibi sımsıkı takardım, diğerleri takmazken. Bu kadın bana "aferim, sen gravatını bile nasıl güzel takıyorsun. İleride büyük bir insan olacaksın." tarzı övgüler söylemişti. Haklı da çıktı. Hala o kalitedeyim ve insanlara örnek olmaya devam ediyorum. Kadının hatasını anlayıp beni kollaması güzeldi.
Kıssadan hisse, hakkınızı sert yollarla savunmazsanız tepenize binerler. Haklıysanız işi kendi yöntemlerinizce çözün, kimseden bir şey beklemeyin. Hele hele türkiye şartlarında hukuka güven olmaz. Güçlenin ve güçlenin. Tek yolu güçlenmek.
Vesselam sonrasında, ortaokulun sonlarına doğru bu kadının dersinde bir performans ödevi sunumu yaptım. Benden başka yapan olmazdı böyle şeyleri, cahil cühela veletlerdi çünkü çoğu. Bense derin düşünen bir beyefendi idim. Gravatımı hep olması gerektiği gibi sımsıkı takardım, diğerleri takmazken. Bu kadın bana "aferim, sen gravatını bile nasıl güzel takıyorsun. İleride büyük bir insan olacaksın." tarzı övgüler söylemişti. Haklı da çıktı. Hala o kalitedeyim ve insanlara örnek olmaya devam ediyorum. Kadının hatasını anlayıp beni kollaması güzeldi.
Kıssadan hisse, hakkınızı sert yollarla savunmazsanız tepenize binerler. Haklıysanız işi kendi yöntemlerinizce çözün, kimseden bir şey beklemeyin. Hele hele türkiye şartlarında hukuka güven olmaz. Güçlenin ve güçlenin. Tek yolu güçlenmek.
Kafamı anlık pencereye vurmam ve canımın yanması sebepli minik bi çığlık yüzünden sınıfın ortasında edebiyat hocasından tokat yemiştim lisede.
Sosyal anksiyetem varsa bu adam yüzündendir. Gerçi bunu bi çok öğrenciye yaptığı için okuldan atılmış ben mezun olduktan sonra öğrendim.
Sosyal anksiyetem varsa bu adam yüzündendir. Gerçi bunu bi çok öğrenciye yaptığı için okuldan atılmış ben mezun olduktan sonra öğrendim.
kafma kıtap kosesı yemıslıgım var
liseye kadar çok yedim,lisede bi hoca döverek intikamımı aldım.
(bkz: buyrun benim)
Yeri geldi tahta cetvelle yedik yeri geldi farklı yöntemlerle yedik hiç unutmam tarih hocamız saçları eliyle ovuştura ovuştura bildiğin kafamızı yakardı. Kulak çekenler mi dersin kulak yakanlar mı dersin? Ne ararsan vardı. Hatta kulağım belki de o dönem fazla çekildiğinden büyüktür
En pis dayağımı 8. Sınıfta yemiştim ders din dersiydi son der ve cuma günüydü yine bir haytalık yapmış o kara tahta'nın önüne çıkmıştım. Hoca ben söyleyene kadar kimse kıpırdamasın tarzı bir şey demişti. Bende zil çalar çalmaz dışarı fırlamaya kalkınca kıyafetin arkasından tutmasıyla yüz üstü yere çakılıp dudağımı patlatmıştım.
Biz dayakla yetişen bir nesiliz :(
Yeri geldi tahta cetvelle yedik yeri geldi farklı yöntemlerle yedik hiç unutmam tarih hocamız saçları eliyle ovuştura ovuştura bildiğin kafamızı yakardı. Kulak çekenler mi dersin kulak yakanlar mı dersin? Ne ararsan vardı. Hatta kulağım belki de o dönem fazla çekildiğinden büyüktür
En pis dayağımı 8. Sınıfta yemiştim ders din dersiydi son der ve cuma günüydü yine bir haytalık yapmış o kara tahta'nın önüne çıkmıştım. Hoca ben söyleyene kadar kimse kıpırdamasın tarzı bir şey demişti. Bende zil çalar çalmaz dışarı fırlamaya kalkınca kıyafetin arkasından tutmasıyla yüz üstü yere çakılıp dudağımı patlatmıştım.
Biz dayakla yetişen bir nesiliz :(
Birinci sinifimin 3.gunu falan ve kimj annesini istiyor geliyor kimisi kendisi çocuğunu yalnız bırakmak istemiyor. Ben de olgun bir çocuk olduğum için 3 gün falan hiç sorun çıkarmadım ve hiç arkadaş da edinemedigim için annemi istedim haliyle. Ve bu sırada en sevdiğim yemeği annem özenle hazırlamıştı. Onu yiyecektim ama yediğim tokatla bir hincla hoca yakamdan tutup kaldırarak beni ayağa kaldırıp eşyalarımı topladı. Sonra annem geldi gittim. O kadar çok onu yemek istemiştim ki lokmam boğazımda kaldı onun yüzüne. Tek bu sebeple değil ona hiçbir zaman hakkımı helal etmeyeceğim. Bugün istediğim yerde değilsem onunda payı büyük. Hala hayatta mi bilmiyorum ama umarım hala ben maaşımı alıyorum gerisi beni ilgilendirmez diyebiliyorsundur... öğrenci kayirirdi... Her okul dönüşü saatlerce ağlar yatağa sinirle vururdum. Salak, mal diye sınıftaki kötü öğrencilere saydirirdim. Bir erkek bir kız grup başkanı olurdu... canımın yanmaması için okul harcliklarimla ona hediye alırdım... çok ciddi şeylerdi okula meyve bıçağı getiriyorlardı.
Önsöz: durumu olmayan hiç başlamasın zira yazı biraz uzun oldu. Yaşanmışlıklar severim diyenler önden buyursun lütfen.
Muhtelif biçimlerde dayağımızı yedik çok şükür. Yeri geldi toplulukta özellikle seçilerek dayak yedim yeri geldi sıra dayağında sıramı savuşturdum.
Ama biri var ki istesem de unutamıyorum. Sene 97, 7. Sınıfa başlamışız. okullar açılalı bir kaç hafta olmuş ama biz 7 kişilik arkadaş gurubu hala okula adapte olamamışız.
Kenar mahallede yoksul çocuklarız hepimiz. Bu yüzden yaz tatili boyunca sanayide çıraklık yapmış ve saçları başları boş vermişiz. Abartısız hepimizin saçları kulaklarımızı örtecek kadar uzun.
O dönem okulda, saç ve tırnak kontrolü acayip bi şekilde sıkı. Bizde de bi murat hoca var. Asıl mesleği beden eğitimi öğretmenliği ama müdür yardımcılığı yapıyor. Herif insan azmanı gibi bişey. Boyu kesinlikle 195 üstü ve kilosu da 100 ün üzeri. Biz de daha yeni yeni bıyıkları terlemiş ergenleriz.
Sabah içtiması gibi dizilmişiz andımız öncesi. Murat hoca bir general edasıyla sıra olan öğrencilerin etrafında dolanıyor. Bizi farketmesi zaman almadı tabii. Şıp diye damladı yanımıza.
Bizi önce sıradan çıkarıp kenara çekti. Paranız var mı yok mu diye sormadan o saçları kesmeden okula gelmeyin diyip kovdu. Biz yedi kafadar, okuldan uzaklaşırken çözüm bulmaya çalıştık. Hiç birimizde para namına metelik yok.
Ne yapalım, ne edelim derken bir arkadaşımız “bizde saç kesme makinası var” dedi. Öyle elektronik falan değil ha. Bilmeyenler için; https://www.hepsiburada.com/zaza-klasik-el-sac-kesme-makinasi-pm-HB00000332TC Şöyle bişi). Kafamıza yattı tabii. Saçlarımız iki numara olacak ve hepimiz aynı model kestirmiş olacağız.
Arkadaş bi koşu evden alıp getirdi makinayı. Mahallemize yakın yerdeki dere kenarına gittik hep beraber. Birbirimizi zor bela traş ettik. Hepimiz birer dazlağa döndük tabii. Güya iki numara olacaktı. Basbaya kel olmuştuk.
İçimizden biri; “ben bu modeli beğenmedim. Keşke jilet olsaydı, kazıtsaydık. En azından murat hocayı protesto etmiş olurduk.” Diyince hepimiz bi anda rönesans benzeri bir aydınlanma yaşadık. Kafamıza yattı ama jilet alacak paramız da yoktu.
Derken diğer bir arkadaş; “bizim bakkalda açık hesabımız var. Oradan alıp yazdırayım, babam öder nasılsa” diyince sorun bi anda çözülüvermişti. Bi koşu jiletler de alındı bir kalıp sabunla beraber.
Derede yıkanarak kafalarımızı kanata kanata kazıttık. Bi anda sik kafalı japon askeri gibi olduk. Artık sıra en önemli kısma gelmişti. Okula dönmek.
Okula öğleden sonra için döndük tabi. İkinci kez sıraya girdik. Bu sefer andımız okunmadan doğrudan içeri alınacaktık. Tabii murat hoca güneşte parlayan kellerimizi anında farketti. Koşar adım yanımıza gelip bizi laboratuvara gönderdi.
Başımıza ne geleceğinin farkındaydık. Temiz bir dayak bizi bekliyordu. Laboratuvar dediysem aklınıza gerçeği gelmesin. Boş bi sınıf. Bi tarafında mutfak tezgahı gibi bir yapı var. Üzerinde, boydan boya 7 eviye (mutfak lavabosu) var. Bide salonda düzenli sıralanmış 30 kadar tekli sandalye.
Neyse, çok detaya girip başınızı ağrıtmayım. Beklerken şakalaşıyoruz falan. Birbirimize Hocanın yüzünün şeklini hatırlatıp gülüyoruz. Derken bizim insan azmanı daldı içeri. “Oğlum siz laftan anlamadığınız için sizin dilinizden konuşacağım” diyince esaslı bir dayağın bizi beklediğini anladık.
Aramızda sıraya girin diyince biz hemen ip gibi dizildik. Ben adam yorulur diye umarak en sona geçtim tabii. Bizi sırayla çağırıp dövmeye başladı. Adam arkadaşımızı döverken bile biz işin dalgasındayız. Birazdan bizi döveceğini bile bile gülüşüyoruz. iki üç derken adam dövdükçe açılıyor.
Herif yorulmak nedir bilmeden hepimizi öldüresiye dövdü. Günlerden çarşambaydı. Dayak sonrası Hepimize birer izin kağıdı düzenleyip pazartesi geri dönmek üzere eve gönderdi.
Azmandı mazmandı ama ince ruhluydu adam. Bi defa psikolojimizi düşünüp bizi rencide etmeden güzelce evire çevire dövmüş ve izin verip göndermişti.
Şakası bi tarafa o dayağı ve sonrasında hocanın her fırsatta bizi sınıftan aldırıp angarya işlere koşturmasını unutamıyorum. Ağaç mı dikilecek çağırın mazlumu. Pota mı boyanacak çağırın mazlumu. Futbol sahası mı düzeltilecek çağırın mazlumu. Ot mu yolunacak, voleybol sahası mı çizilecek, çiçekliklere toprak mı dağıtılacak hep bizi çağırttı.
O dayak ve sonrasındaki angarya işler yüzünden 7. Sınıf benim hayatımın dönüm noktası oldu. O yıldan sonra derslere öyle bir sarıldım ki! O günler sayesinde okulu hiç bırakmadım taa ki meslek sahibi olana dek.
Buradan murat hocama teşekkür eder ellerinden öperim. Umarım okur.
Sonsöz: bu kadar zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Selamlar, sevgiler.
Muhtelif biçimlerde dayağımızı yedik çok şükür. Yeri geldi toplulukta özellikle seçilerek dayak yedim yeri geldi sıra dayağında sıramı savuşturdum.
Ama biri var ki istesem de unutamıyorum. Sene 97, 7. Sınıfa başlamışız. okullar açılalı bir kaç hafta olmuş ama biz 7 kişilik arkadaş gurubu hala okula adapte olamamışız.
Kenar mahallede yoksul çocuklarız hepimiz. Bu yüzden yaz tatili boyunca sanayide çıraklık yapmış ve saçları başları boş vermişiz. Abartısız hepimizin saçları kulaklarımızı örtecek kadar uzun.
O dönem okulda, saç ve tırnak kontrolü acayip bi şekilde sıkı. Bizde de bi murat hoca var. Asıl mesleği beden eğitimi öğretmenliği ama müdür yardımcılığı yapıyor. Herif insan azmanı gibi bişey. Boyu kesinlikle 195 üstü ve kilosu da 100 ün üzeri. Biz de daha yeni yeni bıyıkları terlemiş ergenleriz.
Sabah içtiması gibi dizilmişiz andımız öncesi. Murat hoca bir general edasıyla sıra olan öğrencilerin etrafında dolanıyor. Bizi farketmesi zaman almadı tabii. Şıp diye damladı yanımıza.
Bizi önce sıradan çıkarıp kenara çekti. Paranız var mı yok mu diye sormadan o saçları kesmeden okula gelmeyin diyip kovdu. Biz yedi kafadar, okuldan uzaklaşırken çözüm bulmaya çalıştık. Hiç birimizde para namına metelik yok.
Ne yapalım, ne edelim derken bir arkadaşımız “bizde saç kesme makinası var” dedi. Öyle elektronik falan değil ha. Bilmeyenler için; https://www.hepsiburada.com/zaza-klasik-el-sac-kesme-makinasi-pm-HB00000332TC Şöyle bişi). Kafamıza yattı tabii. Saçlarımız iki numara olacak ve hepimiz aynı model kestirmiş olacağız.
Arkadaş bi koşu evden alıp getirdi makinayı. Mahallemize yakın yerdeki dere kenarına gittik hep beraber. Birbirimizi zor bela traş ettik. Hepimiz birer dazlağa döndük tabii. Güya iki numara olacaktı. Basbaya kel olmuştuk.
İçimizden biri; “ben bu modeli beğenmedim. Keşke jilet olsaydı, kazıtsaydık. En azından murat hocayı protesto etmiş olurduk.” Diyince hepimiz bi anda rönesans benzeri bir aydınlanma yaşadık. Kafamıza yattı ama jilet alacak paramız da yoktu.
Derken diğer bir arkadaş; “bizim bakkalda açık hesabımız var. Oradan alıp yazdırayım, babam öder nasılsa” diyince sorun bi anda çözülüvermişti. Bi koşu jiletler de alındı bir kalıp sabunla beraber.
Derede yıkanarak kafalarımızı kanata kanata kazıttık. Bi anda sik kafalı japon askeri gibi olduk. Artık sıra en önemli kısma gelmişti. Okula dönmek.
Okula öğleden sonra için döndük tabi. İkinci kez sıraya girdik. Bu sefer andımız okunmadan doğrudan içeri alınacaktık. Tabii murat hoca güneşte parlayan kellerimizi anında farketti. Koşar adım yanımıza gelip bizi laboratuvara gönderdi.
Başımıza ne geleceğinin farkındaydık. Temiz bir dayak bizi bekliyordu. Laboratuvar dediysem aklınıza gerçeği gelmesin. Boş bi sınıf. Bi tarafında mutfak tezgahı gibi bir yapı var. Üzerinde, boydan boya 7 eviye (mutfak lavabosu) var. Bide salonda düzenli sıralanmış 30 kadar tekli sandalye.
Neyse, çok detaya girip başınızı ağrıtmayım. Beklerken şakalaşıyoruz falan. Birbirimize Hocanın yüzünün şeklini hatırlatıp gülüyoruz. Derken bizim insan azmanı daldı içeri. “Oğlum siz laftan anlamadığınız için sizin dilinizden konuşacağım” diyince esaslı bir dayağın bizi beklediğini anladık.
Aramızda sıraya girin diyince biz hemen ip gibi dizildik. Ben adam yorulur diye umarak en sona geçtim tabii. Bizi sırayla çağırıp dövmeye başladı. Adam arkadaşımızı döverken bile biz işin dalgasındayız. Birazdan bizi döveceğini bile bile gülüşüyoruz. iki üç derken adam dövdükçe açılıyor.
Herif yorulmak nedir bilmeden hepimizi öldüresiye dövdü. Günlerden çarşambaydı. Dayak sonrası Hepimize birer izin kağıdı düzenleyip pazartesi geri dönmek üzere eve gönderdi.
Azmandı mazmandı ama ince ruhluydu adam. Bi defa psikolojimizi düşünüp bizi rencide etmeden güzelce evire çevire dövmüş ve izin verip göndermişti.
Şakası bi tarafa o dayağı ve sonrasında hocanın her fırsatta bizi sınıftan aldırıp angarya işlere koşturmasını unutamıyorum. Ağaç mı dikilecek çağırın mazlumu. Pota mı boyanacak çağırın mazlumu. Futbol sahası mı düzeltilecek çağırın mazlumu. Ot mu yolunacak, voleybol sahası mı çizilecek, çiçekliklere toprak mı dağıtılacak hep bizi çağırttı.
O dayak ve sonrasındaki angarya işler yüzünden 7. Sınıf benim hayatımın dönüm noktası oldu. O yıldan sonra derslere öyle bir sarıldım ki! O günler sayesinde okulu hiç bırakmadım taa ki meslek sahibi olana dek.
Buradan murat hocama teşekkür eder ellerinden öperim. Umarım okur.
Sonsöz: bu kadar zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Selamlar, sevgiler.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?