confessions

jean renoir

1. nesil Yazar - 3. Seviye Kalfa - Yazar -

  1. toplam entry 17
  2. takipçi 3
  3. puan 5512

mehmet emin toprak

jean renoir
Nuri Bilge Ceylan'ın hem yeğeni hem de Türk sinemasına en güzel armağanlarından biri olan yetenekli oyuncudur.

Yüzündeki tarif edilemez hüznü Antoine Doinel ile hayatımıza giren Jean Pierre Leaud ile bağdaştırabiliriz, yönetmenlerinin benzer otobiyografik hikayeleri ile mükemmel performanslar göstermeleri her şeyi açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Mehmet Emin Toprak kısa yaşantısına önemli olan 3 eser sığdırmış ve bu eserlerde gösterdiği performanslar ile unutulmazlar arasına girmiştir.
Kasaba , Mayıs Sıkıntısı ve de Uzak; Mehmet Emin Toprak bu filmlerde gösterdiği performanslar ile yönetmeni ve akrabası Nuri Bilge Ceylan'ın kariyerine de oldukça önemli katkılarda bulunmuştur.

Son filmi uzak ile Antalya altın portakal film festivalinde en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü alan aktör Ankara film festivali dönüşünde doğduğu topraklarda bir trafik kazası geçirip hayata gözlerini yummuştur.

look back in anger

jean renoir
Edebiyatta ve sinema da olduğu gibi tiyatro içerisinde de oldukça belirleyici ve etkileyici eserler mevcuttur. Bu eserler hem sahnelenme hem de diğer sanat dallarını etkileyen eserler oldukları için toplum ve sanat dünyasında oldukça önemli yer edinirler. İşte bu eserlerin en önemlilerinden biri olarak görülen ve ülkemizde de öfke adıyla sahnelenen look back in anger tiyatronun klasikleri arasında yer alan oldukça değerli bir oyundur.

Emperyalizmin baba ocaklarından olan İngiltere'de geçen hikayeyi yaratan John Osborne'u çıkarttığı bu harika iş için tebrik etmek gerekiyor.

İşçi sınıfının ne denli ayaklar altına alındığının en temel örneği olan bu oyunda Jimmy Porter ve alison porter'ın dramatik yaşantı üzerinden emperyalist toplumda işçi sınıfı nasıl hayatta kalıyor tablosu resmedilmiştir.

Bu oyun öyle başarılı olmuştur ki yalnızca tiyatro ile kalmamış sinema edebiyat resim heykel gibi alanlarda da sanatçıları etkilemiştir.

O dönem Fransız sinemasında ve İtalyan sinemasında da gördüğümüz yeni gerçekçilik bu oyundan esinlenilen filmlerle İngiliz sinemasında görülmeye başlanmıştır.

fernandel

jean renoir
tartışmasız fransız sinemasının en önemli komedyeni olarak gösterebileceğimiz büyük isim, usta tiyatro sanatçısı, komedyen ve aktör.

1903-1971 yılları arasında yaşamıştır.

daha çocukluğundan itibaren tiyatro ile iç içe bir yaşamı olmuştur. doğuştan şanslı tabirini onun için çok rahat bir şekilde kullanabiliriz.

zira onun hayatı bu tabirle çok uyumludur; çünkü babası o dönem amatör tiyatrolarda komedyenlik yapan usta bir sanatçı ve öğreticidir.

çocuklarına da tiyatro aşkını aşılaması fransız sineması ve tiyatrosu açısından oldukça önemlidir.

tam adı fernand joseph desire constantin'dir. fakat kendisi daha çok sahne adı olan fernandel ile bilinmektedir.

henüz 5 yaşındayken babasının teşvikiyle tiyatroya adım atmış, çocuk tiyatrolarının gelişiminde ve çocukların tiyatro sanatına olan ilgilerinin artmasında çok önemli bir rol oynamıştır. sayısız tiyatro oyununda unutulmaz rollere imza atmış ve 100'ü aşkın sinema filminde de rol almıştır.

fransız sinemasının ve tiyatrosunun simge isimlerinden biri haline gelmiştir. yüzyıllar geçse de o charlie chaplin, buster keaton gibi ustaların yanında kalacaktır, gerçek bir efsane.

lenny bruce

jean renoir
kara mizahın unutulmaz şövalyesi olarak lanse edilen, 1925-1966 tarihleri arasında yaşamış olan usta komedyendir.

onu üne kavuşturan komedyenliğinin yanı sıra protest kimliğiyle de dikkat çekti. afro-amerikanların yaşadığı sorunlara dikkat çeken gösterilere katıldı ve yaptığı show'larda da bunu her zaman dile getirdi.

iyi bir aktivist ve iyi bir komedyen olan lenny bruce, hayatını bir şeyleri değiştirebilme inancıyla sürdürenlerdi, tam bir çöplük olan new york'ta bunu başarmak için de elinden gelenin fazlasını yapan lenny bruce bir şeyleri değiştirebileceğine olan inancını yitirme aşamasında yaşamını sonlandırma kararı almıştır.

dönemin ünlü olmasa da etkili seslerinden olan phil ochs gibi o da bir gün ansızın dünyadan gidivermiştir.. iki sanatçının ortak noktalarından biri bob dylan'ın ikisine de duyduğu büyük hayranlıktır. ve bob dylan gibi nice sanatçılar lenny bruce'dan çok fazla etkilenmişlerdir.

hayatı filmlere ve dizilere konu olan lenny bruce'un hayatını anlatan bob fosse yönetiminde lenny adında oldukça başarılı bir filmde bulunmaktadır.

bunun yanı sıra amazon prime'da yayınlanan the marvelous mrs. maisel dizisinde de bazı sekanslarda da anılmıştır.

robert flaherty

jean renoir
tam adı robert joseph flaherty olan, 1900-1950 amerikan sinemasının kültürel ve sanatsal gelişiminde inanılmaz bir katkısı olan belgesel film türünün ustası ve babası olarak yad edilen ustaların ustası yönetmendir.

sinemada anlatıyı üstün bir beceri ile kullanıp hikâyeyi filmin de üstünde gösterdiği birden çok örnekle aslında sadece belgesel film türünde değil genel olarak sinemanın her alanında bunu başarıyla yaptığını gösterse de belgesel türüne tüm öğeleri başarıyla yükleyip kullanma açısından bu alanda oldukça önemli bir isim olarak dikkat çekmektedir.

bir eskimo ailesinin yaşantısına dair izler taşıyan nanook of the north hem dönemin hem de yönetmenin en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir.

bu filmin yanısıra moana ve white shadows in the south seas filmleri kendisinin en dikkat çekici eserleri arasında yer almaktadır.

alfred kubin

jean renoir
sembolizm ve ekspresyonizm denildiğinde akla gelen en önemli isimlerden biri olan illüstratör ve yazar. resmetme konusunda mı yoksa yazma konusunda mı yetenekli sorusuna ikilimde bırakmayacak şekilde resmetme konusunda muazzam bir yeteneği olduğunu söyleyebiliriz.

resimlerindeki karmaşa, vahşet ve karanlık öğeler onun derinindeki sanrıların dışa vurulmuş temasından başka bir şey değildir. daha çok küçükken annesini kaybetmiş, ardından savaş zamanı sanatına ara vermek zorunda kalmıştır bunlar da haliyle sanatçının iç dünyasını oldukça etkilemiştir.

hiçliğin içinde kaybolacak iken hiçliği bu denli resmettiği düşünülünce gerçekten takdire şayan işler ortaya çıkardığını söylemeden edemeyeceğim.

les quatre cents coups

jean renoir
andre bazin ile birlikte cahiers du cinema'da eleştiride bulunan kendi halinde bir yazarken jean luc godard'ın da desteği ile birlikte fransız ve dünya sinemasının en önemli figürlerinden biri olan françois truffaut'nun kariyer zirvesini yaşadığı eseridir.

eleştirmenler, izleyiciler, sanatçılar ve dahası;herkes tarafından çok sevilen bu film yönetmenin çocukluğunun bir nevi aynasıdır.

zira antoine doinel'ın çocukluk ile ergenlik döneminde yaşadığı tüm olaylar yönetmenin çocukluğunun ta kendisidir.

annesinden sevgi hususunda hiçbir şey alamayan heyecanlı bir çocuğun anlam arayışını bu denli başarılı ve ustalıkla anlatmak gerçekten takdire şayan.

tabii yıllar geçtikçe fransız sinemasına damga vuracak olan jean pierre leaud'nun antoine doinel performansını da es geçmeyelim. gerçekten inanılmaz bir performans sergilemiştir.

erişkinlik döneminden yetişkinlik dönemine doğru giden yolda çoğu insan muhakkak benzer sorunları yaşamıştır. ilgisiz ebeveynler, maddi ve sosyal koşullar.. bunları kullanıp üzerine kendi hikâyesini de ekleyip harika bir eser ortaya çıkaran yönetmen bu eserde yarattığı antoine doinel'ı kendi sineması adına bir öncül olarak kabul etmiş, karakteri daha sonra çekeceği eserlerde de kullanmıştır.

uykusuzluk

jean renoir
Yıllardır benimle beraber olması büyük sıkıntılar doğursa da bir yerden sonra beraber yaşamaya alıştığım yol arkadaşıdır. Süründürür, oldukça kötü hissetmemizin yegane sebeplerindendir.

kenji mizoguchi

jean renoir
japon sinemasının babalarından olan, avrupa sinemasında çok büyük bir etki bırakmış olan başarılı senarist ve yönetmendir.

kendileri tamı tamına 90 film yönetmiş; yönettiği filmlerin genelinde kullandığı alegorik temalar ile sinemada büyüleyici bir iz bırakmıştır.

1930 sonrasında japon ve dünya sinemasında bıraktığı izi, kendisinin sanatçı kimliğine ve zihnindeki gelgitlere bağlayabiliriz.


sinemanın en büyüleyici örneği kesinlikle ugetsu monogatari'dir, bu filmin en önemli odak noktası yukarıda da bahsedildiği üzere kadının hikayenin ana teması olması, bunun yanında karakterler üzerinden anlatılmaya çalışılan japon toplumunun o dönemki ruh halidir.

renk kullanımı konusunda bayağı yetenekli olan bela tart, özellikle siyah ve beyaz konusunda ustalaşmış olduğu muhakkak.. kendisi mizoguchi'den bir hayli etkilenmiştir, onun yanında bergman, rosselini ve antonioni gibi yönetmenlerin de ondan etkilendiğini söyleyebiliriz.

filmlerinin hepsi toplumsal sanrıları bir şekilde işleyen filmler olması bakımından; stil olacak yönetmene kendine has bir tarz yaratma konusunda büyük destek olmuştur.

ugetsu dışında chikamatsu monogatari ve akasen chitai isimli eserler yönetmenin en dikkat çekici eserleri arasında yer almaktadır.

luis bunuel

jean renoir
ispanyol sineması ile birlikte avrupa ve dünya sinemasının en en en yetenekli isimlerinden biri olarak kabul edilen sürrealizmi sinemaya muazzam bir şekilde sokan başarılı senarist ve yönetmendir.

1900 ve 1983 yılları arasında yaşayan başarılı yönetmen yakın dostu ve sanat dünyasının en yetenekli isimlerinden olan pablo picasso ile olan iletişimini sinemaya un chien andalou ile muazzam bir şekilde aktarmıştır.

sinema için her şey harika giderken ispanya'da başlayan iç savaş hem luis bunuel'e hem de nicesine büyük bir sekteye uğramalarına neden olmuş hatta federico garcia lorca gibi muazzam bir sanatçının hayatına dahi mâl olmuştur.

bu süreçten sonra başarılı yönetmen meksika'da yaşamına devam eder; orada da belgeseller ve filmler çeker. bunlar tabi sinemasının belirgin özelliklerini taşımazlar, sürrealizmi temsil etmeyen, klişe diye tabir edeceğimiz olay örgütlerinden ibaret olan eserlerdir.

bu dönem yönetmenin paris'e taşınması ile son bulacaktır. burada sinemasının zirvesini yaşayacak ve birbirinden başarılı eserlere de imzasını atacaktır.

tabi bu dönemde fransız yeni dalga sineması da fransa'da fırtınalar koparacaktır. bu fırtınalar koparken bunuel'in sarsıcı sineması da fransız ve avrupa sinemasında oldukça keyifli eserler bırakacaktır.

el angel exterminador, tristana , phantom de la liberte ve discreet charm of the bourgeoisie gibi eserler yönetmenin ikinci döneminin en etkileyici eserleridir.

yönetmen bu filmlerin genelinde toplumsal normları ve ahlak felsefesi ile belirginleşmeye başlayan birçok maddeyi usta bir şekilde hicveder.

yılanların öcü

jean renoir
fakir baykurt'un türk edebiyatına en büyük mirası olan ırazca üçlemesinin ilk ve en dikkat çeken eseridir. eserin bu kadar dikkat çekmesinin en önemli nedeni hem köy ağzıyla yazılmış olması hem de köy hayatını anlatan en önemli eserlerden biri olarak dikkat çekmesidir.

burdur'un karataş köyü; zihnimizde canlandırdığımız zaman sessiz sakin her şeyin akışında gittiği bir yer gibi düşünülmektedir. annesi ırazca ile birlikte hayatta kalmaya çalışan kara bayram'ın hem haceli hem de düzene karşı olan mücadelesidir bu mücadele, mücadelenin kahramanı kara bayram gibi gözükse de ırazca'nın yarattığı duygu kasırgasıyla ne güçlü bir kadın olduğunu açık bir şekilde görebiliriz.

evet günümüz de bile benzer sorunlar bu kadar cesur bir şekilde anlatılmamıştır; hem anlatım tarzı, hem yarattığı karakterler o kadar güçlüdür ki, bu eser yıllardır ilk günkü sıcaklığını korumaktadır.

eser genelinde gördüğümüz rejim; güçlünün paranın yanında olan rejim, insanlara buna göre yaklaşan insanlar, sergilenen davranışlar ve dahası; işte bu ortamda yaşanan bir özgürlük mücadelesidir yılanların öcü...

eserin iki ayrı tarihte birbirinden güzel iki tane de sinema uyarlaması bulunmaktadır; ilk uyarlama 1962'de sinemamızın baba yönetmenlerinden büyük usta metin erksan tarafından yapılmıştır, ikincisi de 1985'de şerif gören tarafından çekilmiştir.

filmlerin ikisi de birbirinden güzeldir; tabi benim için hem oyuncu performasları hem de kurgusuyla 1962 yapımı olan eser daha dikkat çekicidir.

all quiet on the western front

jean renoir
yazmanın insan hayatındaki önemi muhakkak önemlidir; yazmayı kendisiyle bütünleştirip asırlar boyunca yazdıklarının unutulmamasını sağlayan yazarlar da vardır, işte bu yazarlara örnek teşkil eden erich maria remarque 1927 ve 1928 yılları arasında all quiet on the western front'a imzasını atmıştır. kitap o dönem ilgi çekse de en büyük patlamayı 1930'da kendisinden sinemaya uyarlanan aynı adlı film sayesinde yapmıştır.

kitabın popülaritesi 1930'da çekilen bu film ve 2022 senesinde tekrar çekilen film sayesinde büyük sükse yapmıştır.

1930 ve 2022'de çekilen filmlerin her ikisi de kitaba sadık bir senaryo ile hikayeyi oldukça güzel bir şekilde yansıtmıştır. 16 17 yaşlarında bir çocuğun gözünden savaşın bütün acımasızlığı adeta bir tablo gibi resmedilmiştir.

her iki filmde eleştirmenler ve izleyiciler nazarında epik film kategorisinde baz alındığında en tepelerde olmayı kesinlikle hak etmektedirler.

milli duyguları içinden taşan genç bir askerin savaşın karanlık yüzüyle tanışması ile beraber, kendi hırsları için milyonları dahi kurban eden yöneticileri de çok açık bir şekilde eleştirmesi en dikkat çeken detaydır.

bir izleyici ve sinemasever olarak 1930'da çekilen efsane filmin benzerleriyle kıyaslanmayacak derecede olduğu muhakkak amma ve lakin 2022 yapımı eser hem oyuncu performansları hem de sinematografik açıdan oldukça başarılı bir eser olmuştur.

the fisher king

jean renoir
sinema tarihinde bazı filmler vardır; eşsizdir, oyuncu performanslarıyla, senaryosuyla ve dahi sinematografisiyle, the fisher king bunların hepsini içeren eşsiz yapımlardan biri olarak dikkat çeken, oldukça başarılı bir terry gilliam filmidir.

filmin bu denli başarılı olmasında en büyük pay yönetmenindir; oyunculara etkisi, hikayenin bu denli güçlü olmasındaki çabası ve dahası, bir yönetmen bir filmi ne kadar güzelleştirebilirse kendisi bu filmde onu başarmıştır.

film metaforlarıyla, absürt diyebileceğimiz zihinsel gitgelleriyle bizi kendine çekmektedir; tabi bunlar izleyiciyi kendine çekerken oyuncuların bize verdikleri hissiyatları asla unutmamalıyız; zira mercedes ruehl ve jeff bridges öyle büyüleyici performanslar sergilemişlerdir ki belki de en iyi oyunculuk deneyimlerini bizlere sunmuşlardır. bu dev isimlerin yanında ölümünü hala atlatamadığımız dünya sinemasının bir tanesi robin williams'ın olağanüstü performansı eklenince film bambaşka boyuta çıkmıştır.

geriilim ve dramın bambaşka boyutta hissedildiği; suçluluk psikolojisiyle her şeyini kaybetmeye mahkum olmuş bir adam ile karısını gözlerinin önünde kaybedip içine girdiği psikoz'da boğulmaya çalışan eski bir profesörün bu değişik ilişkisini kesinlikle deneyimleyip izlemeniz gerekiyor.

jean pierre melville

jean renoir
kara film amerikan sinemasının şekillenmesinde oldukça önemli bir rol üstlenmiştir. bu bağlamda birden fazla yönetmen amerikan sinemasında ön plana çıkmıştır. özellikle carol reed bu türün öncüsü ve en önemli temsilcilerinden biri olarak sayılmaktadır; carol reed'den ve amerikan sinemasının film noir örneklerinden etkilenen , unutulmayacak bir yönetmen daha vardır; jean-pierre grumbach.

grumbach soyismi olmasına rağmen çok sevdiği yazar herman merville'e olan ilgisinden dolayı onun soyadını kullanan bu usta yönetmen ikinci dünya savaşından oldukça etkilenen fransa'da fransız sinemasının kurtarıcılarından biri olarak gösterilmektedir. zira çektiği filmler her zaman kendinden sonra çekilen filmler tarafından ilham kaynağı olarak gösterilmiştir.

le samourai onun kasvetli sinemasının en iyi ve en özel örneklerinden birisidir. bunun dışında magnet of doom gibi çok etkileyici bir eseri de bulunmaktadır. bunlar zirvedeki yerini her zaman koruyan sinema dünyası için miras niteliğindeki eserlerdir.

film noir'in avrupa'daki en baba ismi sayılan başarılı yönetmen bu türde özellikle siyah beyaz dengesini çok iyi yakalamasıyla ve yarattığı unutulmaz karakterler hatırlatmaktadır.

bu filmlerin dışında le cercle rouge( burada alain delon'in unutulmaz performansını unutmamak gerekir. ), le deuxieme souffle gibi unutulmaz suç filmlerine de atmıştır.

andrey zvyagintsev

jean renoir
sinemanın büyüleyici gücünü sonuna kadar kullanan, oldukça başarılı ve çarpıcı eserlerle dikkat çeken 2000 sonrasının zannımca en başarılı rus film yönetmenlerinden birisidir.

andrey zvyagintsev'i bu denli başarılı yapan filmlerinde yakaladığı muazzam dokudur; peki bu doku nedir diyecek olursak:bu doku anlattığı hikayelerin günümüz toplumuyla ve gerçekçiliği ile olan uyuşmasıdır. bu uyuşmanın yanında sinematografi ve kurgunun filmlerinde çok üst seviyede olduğunu söylememiz gerekiyor.

1964 doğumlu başarılı yönetmen, gençlik dönemlerinden itibaren sinema ile kusursuz bir ilişki yakalamıştır. filmlerinde ünlü rus yönetmenlerden andrey tarkovski'nin belirgin bir etkisi olsa da ben hikayeleri anlatma biçiminden tamamen kendine has ve bağımsız bir tarzı olduğunu düşünmekteyim.

ilk filmi oturmuş sinemasının en temel örneklerinden biri olarak gösterilen vozvrashcheniye'dir. bu film avrupa toplumundaki aile sorunlarını ustalıkla anlatan bir eser olarak hafızalara kazınmıştır.

bu eser aynı zamanda yönetmenin en kuvvetli eserlerinden biri olarak da gösterilmektedir. yönetmenin ikinci filmi ve hikaye olarak en sarsıcı filmi olarak gördüğüm izgnanie toplumsal gerçekçi sinemasının en kuvvetli örneğidir. ilk filminde değindiği aile ve toplum temelindeki iletişim sorunlarını bu filmde farklı bir bakış açısı ile anlatmıştır.

bu iki eser dışında 2011'de çektiği elena ilk iki eseri kadar ses getirmese de sinemasının güzel örnekleri arasına girmiştir. son iki eseri leviathan ve nelyubov bana göre 2010-2020 arası çekilmiş en başarılı filmler arasındadır.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol