confessions

8 yasindaki sevisbey

1. nesil Yazar - 3. Seviye Kalfa - Yazar -

  1. toplam entry 36
  2. takipçi 3
  3. puan 5745

kanal tedavisi

8 yasindaki sevisbey
Sık sık uygulanan yaygın bir tedavi olsa da aslında biraz sıkıntılı iş; yüzde yüz başarılı olma garantisi yok.

Bazen tüm sinirleri temizleyemiyorlar, ağrılar artarak çoğalıyor yahut diş eti sağlığı çok iyi değilse oynamaya başlıyor, kırılma ihtimali artıyor vs.

Her yerde yaptırmamak lazım.

perva sözlük yorum özelliği

8 yasindaki sevisbey
Forumsallaştırıyor elbet; iyi yönü de var kötü yönüde ve fakat uzun vadede pek işlevsel değil.

4
drdonlasevisen drdonlasevisen
Bu yorum ile azizim buna katılmadığımı belirtmek istiyorum bence güzel bir özellik
8 yasindaki sevisbey 8 yasindaki sevisbey
Yorum olunca özele geçemiyosun, özele geçileydi iyiydi jdkslsl
marla marla
Ben sadece nicklerinizin uyumuna dair yorumumu katmak için yorum yazıyorum.
drdonlasevisen drdonlasevisen
Ahahshdjdjffj bu saatte cevap atıyorum kş saat de uygun olsun

yaz aşkı

8 yasindaki sevisbey
Hazır millet yaz tatilini bitirmiş, güneyden dönmüş, tatilde çektikleri fotoları karıştırıp karıştırıp sağdan soldan deniz havuz fotoğrafları yolluyorken ben de ambiyansa uygun bir anımı, ilk yaz aşkımı anlatmak isterim.

Henüz 8 yaşındayım.

Mevsimlerden yaz, aylardan Ağustos sonu. Hava da ülke de çok sıcak.

Ama tabi ne hava, ne ülke umurumda değil, ağzımda purom, elimde viski şişesi, Yeşilköy'de bizim yalının iskelesinde şezlonga uzanmış, güneş gözlüğümü takmış, 8 yaşında olmanın bilinçsel ağırlığını üstümden atmaya, hafiflemeye çalışıyorum.

İşte böyle bir ruh hali içinde günlerimi deniz kenarında, yakıcı bir güneşin acımasız sıcağı ile arama ince bir bez parçasından ibaret küçük bir şemsiye koymuş, güneş gözlüklerim gözümde, purom ağzımda, yaşamın ızdırabına dayanmak için tek tutanağım olan viskim yanımda, şezlonguma uzanmış şekilde geçiriyordum.

Tam da bu varoluş ızdırabı ile dolu günlerimden birinde, bir akşam üstü, güneşin ufukta batışını izlediğim bir anda, yağmur, su, güneş altında yıllarca ayakta kalabilmesi için pahalı gemi ahşabından yapılmış önümdeki geniş iskeleyi yalayıp geçen dalgaların arasından bir kız sıçrayıp, iskleye oturuverdi.

Biliyorum, şimdi çoğunuz inanamayacaksanız ama bu bildiğimiz deniz kızıydı. Belden üstü insan, belden aşağısı ise balık olan, 8 yaşında bir deniz kızı. Elinde bir viski şişesi, gözlerine hayatın ağırlığını taşımanın yorgunluğu çökmüş, dünya ile savaşmaktan yorulmuş, huzurun değerli mutluluğunu arayan bir deniz kızı.

8 yaşında da olsam, asla bir kızın ayağına gitmemem gerektiğini iyi bilen bir piç olarak, yerimden hiç kımıldamadan, başımı bile oynatmadan, gözlüklerimi bile çıkarmadan, oturdğm yerde puromdan derin bir nefes çekip verdim ve kesme kristal viski bardağımı ağzıma götürken bardağı hafifçe ona doğru uzatıp hoş geldin demek ister gibi selam vererek, viskimden bir yudum aldım. O da viski şişesini ağzına dikip bir yudum aldı ve batan güneşi seyretmeye daldı.

Yaklaşık bir saat kadar, yerimden hiç kıpırdamadan, bu garip davetsiz misafiri seyrettim.

Yüze yüze kas yapmış atletik bedeninde ilk dikkat çeken detay uzun, biçimli güzel boynu ve geniş omuzlarıydı. Uzun sarı saçları o omuzların altından dökülüp beline kadar iniyordu. İncecik belinden aşağısı ise balık pullarıyla bezenmiş bir kuyruğa dönüşüyordu.

Deniz kızı iskelenin üzerinde bir saat oturduktan sonra bana doğru döndü... Uzun uzun baktıktan sonra, "Yanıma gelmeyecek misin?" diye sordu.

"Ben kadınların yanına gitmem," dedim duyabileceği kadar hafifçe mırıldanarak. Sonra puromdan bir nefes daha çektim.
Kız bir kaç saniye kadar durdu. Sonra balık kuyruğunu vurgulamak ister gibi havaya kaldırıp aynı sakin, düşük ses tonuyla "Ya sen mal mısın? Bunlarla nasıl yürüyüp yanına gelebilirim?" diye sordu.

Haklıydı.

Yavaşça yerimden kalktım. Puromu dudaklarımın arasına sıkıştırdım. Viski şişesinn ağzını iki parmağımın arasına sokup, birer elime de bahçedeki iki sandalyeyi alıp, yavaşça kızın yanına gittim. Sandalyelerden birini kıza uzattım, diğerini de yanına koyup ben oturdum.

Kız bir zıplamayla sandalyeye yerleşti. Artık ikimiz de güneş batışına doğru yanyana oturuyoduk.

"Senin tavan güzel olur, espirisi yapmayacak mısın?" diye sordu umutsuzca, sonra viskisinden bir yudum daha aldı.

"Hayır," dedim.

Biraz şaşırmıştı. Yüzünü benden yana hafifçe çevirip, "sen çok farklı bir çocuksun sevişbey," diye ekledi.

"İsmimi biliyorsun?" diye sordum, ben de biraz şaşırmıştım.
"Bir süredir seni izliyorum," diye yanıt verdi. "Sen de benim gibi yalnızlığın ve yenilmişliğin çaresizliği ile savrulan yorgun bir ruhsn, farkındayım."

"Yaşam bir ızdırapsa, yaşamak da bir savaştır," diye mırıldandım. "Ve bu savaş yenilip teslim olmakla bitmeyen tarifsiz acılarla vurur insanı."

"Doğru söyledin," dedi acı acı gülümseyerek.

"Senin öykün nedir?" diye sordum puromdan bir nefes daha alıp dumanını ağır ağır üfledikten sonra.

Fakat tam o sırada, annem yalının bahçesine çıkıverdi. "Sevişbeey! Oğlum yemek hazır, sevişbey!" diye bağıra bağıra yanımıza geldi. Lakin tam yanımıza varıp da misafirimin balık kuyruğunu görünce, dili tutuluverdi. Bu moron yetişkinlerin zihinleri alışık olmadıkları her farklılığa o kadar kapalı ki, önceki yıllarda ben de bunların her şeye şaşırmalarına şaşırıyordum ama bir süre sonra alıştım.

Şimdi şu kafa yapısına bakın... Bunların yaşadıkları dünyada, alıştıkları, inandıkları dünya düzeninde balık kuyruğuna sahip bir kız yok diye, deniz kızı diye bir şeyin olmadığına inanıyorlar ve fakat gördükleri zaman da götleri düşüyor, dilleri tutuluyor.

Ne kadar sığ, ne kadar ufku kapalı, ne kadar embesil bir yaşam sürdüklerinin farkında mısınız?

Neyse, bu moron annem şaşkınlıktan donmuş şekilde deniz kızına baka kalmışken, "Ne var?" diye sordum.

Kekeleye kekeleye "yemek haz..." diyordu ki, bütün cümleyi bitirmesini bekleyemeyeceğimi fark edip, "Tamam anladım," dedim sakince. "Sen geç içeri, ben bu akşam yemicem."

Fakat itiraz edecek oldu. "Ama oğlum senin en sev..."

Bir lafı iki kere söylemekten nefret ediyordum ve bunu da çok iyi biliyordu. Gözlüğümün üzerinden gözleriyle temas kurarak, kaşlarımı çatmış halde bu morona sertçe bir baktım. Cümlesini tamamlamadan sesini kesip, hemen içeri kaçtı.
Annem gidince, kız viskisinden bir yudum daha aldı ve sonra deniz mavisi güzel gözleri güneş batışına doğru dalıp gitmişken anlatmaya başladı.

"Benim dünyam da senin dünyadan çok farklı değil, sevişbey," dedi ve derin bir nefes çekip dışarı verdikten sonra anlatmaya devam etti. "Benim dünyamda büyük balık küçük balığı yutyor, senin dünyanda da güçlü olan güçsüzü yok ediyor. Benim dünyamda da saf, masum, aç, çaresiz balıklar ucuna yem takılmış acımasız kancalarla kandırılıp yok ediliyor, senin dünyanda da türlü numaralarla, gösterişli ambalajlarla kandırılan insanların emeklerini, birikimlerini hatta hayatlarını çalıp yaşamlarını mahvediyorlar. Benim dünyamda da sevenler, aşık olanlar iki saniye sonra tüm duygularını unutuveriyor, senin dünyanda da dün aşık olduğun, koynuna aldığın, hayatım diyerek sevdiğin insan sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi seni unutuveriyor."

"Öyle," diye mırıldandım çaresizliğin acı dolu ızıdrabını yüreğimde hissederek. "Öyle..."

"Seni uzun zamandır takip ediyordum sevişbey" diye devam etti deniz kızı. "Sen de benim gibi bir isyankarsın. Sen de benim gibi kuralları, kodları bize sorulmadan yazılmış bu dünyaya ait olmak istemiyorsun. Kendi dünyanda, aklın, mantığın, zekanın, aşkın izlerini taşıyan bir yaşam arzuluyorsun. Sen de benim gibisin."

Ve sonra uzanıp, dudaklarımdan bir öpücük aldı.

Hayatımın ilk öpücüğüydü. İlk defa öpüşüyordum, ilk defa bir kızın tenine böyle erkekçe dokunyordum. 8 yaşında biçimsiz bir velet olmanın tüm çaresizliği ile hoşlandığım ama bedenimde henüz yeterince erkeklik hormonu bulunmadığı için beni tahrik edemeyen onca güzel kızın arkasından çaresizce bakıp beğendiğim kadınalrı arzulamak için on yıl daha beklemek zorunda olmamın kabullenilmiş yenilgisiyle yaşamayı öğrenmeye çalışıyordum.

Ama bu kız, bu küçük deniz kızı, dudaklarındaki büyüyle aklımı başımdan almıştı. Yüreğim dhaa önce hiç hissetmediğim gibi hızla atmaya başlamış, dünya çevremde dönmeye başlamıştı. Şişelerce viski içmiş gibi dengem bozulmuş, bedenimin tüm ağırlığı uçup gitmişti.
Yaz aşkı denilen bir şey varsa, tam olarak bu olmalıydı. İnsanı aniden çarpan, ne olduğunu bile anlamadan kapılıverdiğiniz bir heyecan ve tutku dalgası ile yüreğinize yerleşiveren tatlı bir heyecan. Bir öpücükle varoluşun tüm ağırlığının uçup gitmesi...

Dudaklarını dudaklarımdan çekip gözlerimin içine baktı.

"Teşekkür ederim," dedi. "Bu gezegende beni anlayan birinin olduğunu biliyorum artık."

"Hizmetindeyim," diye mırıldandım sakince.

"Seni ömrüm boyunca unutmayacağım sevişbey," dedi ve sandalyeden zıpladığı gibi suya dalıp gözden kayboldu.
Arkasından "dur," bile demeye fırsatım olmadı. Ki zaten demezdim. Giden bir kadının arkasından dur demek, hiçbir erkeğe yakışmazdı. Hayatımın ilk yaz aşkını ve ilk terk edilişini aynı anda tatmıştım.

Ama o yaz çok önemi bir hayat dersi de edinmiştim. Çünkü kız efil efil balık kokuyordu ve o kokuya uzun süre dayanamazdım. Bazı macerların bir son kullanma tarihi vardı o macera daha fazla uzamamalıydı. Bir deniz kızıyla bir insanın macerası da en fazla bir öpücük kadar sürebilirdi.
Somon fileto da hızlıca çiğneyip yuttuğunuzda güzeldir ama onunla yatağa girmeye kalkışmazsınız, di mi?

Fakat bahaneler biner biner zihnimden geçse de yüreğimdeki sızının acısı o bahaneleri dinlemiyordu.

Viskimden bir yudum daha aldım. Sandalyenin sırtını yatırdım. Batan güneşle beraber üzerime çöken karanlık gözkyüzünün altında daha 8 yaşımda hayatımın ilk terk edilişini yaşamanın burukluğunu atlatabilmek için gözlerimi yumup uykunun hafifliğine teslim ettim kendimi.

8 yaş

8 yasindaki sevisbey
Çoğunuz 8 yaşınızı zar zor hatırlıyor olabilir ancak size anlatayım, belki hatırlarsınız.

8 yaşında olmak insanın minicik, çelimsiz bir bir bedena hapsolup yetişkinlerin dev dünyasındaki tüm o ağırlığın altında ezilmesi demektir.

8 yaşında olmak, aşık olup da aşkınızın ciddiye alınmadığı yaşta olmaktır. Sanki yüreğiniz, duygularınız yokmuş gibi, bir maymunla eşdeğer görüldüğünüz bir hayat yaşamaktır.

8 yaşında olmak, düşüncelerinizin değer görmediği, herkesin başınızı okşadığı ama sözlerinizi kimsenin dinlemediği bir şaklaban olarak yaşamayı kabullenmektir.

8 yaşında olmak, yaşama binlerce, milyonlarca soru sormak ama cevap alamamaktır. "Sen daha küçüksün," önyargısıyla tüm sorularınızın cevapsız bırakılmasıdır.

8 yaşında olmak, rezil bir duygudur. Dünyanın gerçek ezilen, hor görülen, dışlanan, itilen, ötelenen insanları, 8 yaşındakilerdir.

Dolayısıyla 8 yaşında olmak, savaşçı bir ruha sahip olmayı gerektirir. En çetin, en acımasız, en sert savaşlar 8 yaşında verilir. En ağır yenilgiler 8 yaşında yaşanır, en iyileşmez, en iz bırakan büyük yaralar hep 8 yaşında alınır.

8 yaşında olmak küçücük kırılgan bir bedene mahkum edilmiş dev bir ruhun acımasız yetişkinler için dizayn edilmiş vicdansız dünyasıyla hayatta kalma, var olma savaşı vermesi demektir.
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol