Kafama şapkadan başka bişey takmamak şu aralar ki onuda takmam.
Rahat bir kafada olmak genel amacım ve isteğim ben kafam rahat olsun diye sap gezen adamım.
yazarların hayat felsefesi
bazı şeyleri yeni yeni oturtmaya başlıyorum. bi ayağım çukurda. hatta ayaktan daha fazlası.
eğer bazıları yüzünden bazı zamanlar ciğerlerinize hüzün dolduruyorsanız ve bunlar 1 saniyenin altında bile sürse önemseyin kardeşim. önemseyin cünkü bir yerden sonra o 1 saniyelik hüzünler sizi mahvediyor.
ana konuya gelirsek
göte göt deyin. ama zamanında
eğer bazıları yüzünden bazı zamanlar ciğerlerinize hüzün dolduruyorsanız ve bunlar 1 saniyenin altında bile sürse önemseyin kardeşim. önemseyin cünkü bir yerden sonra o 1 saniyelik hüzünler sizi mahvediyor.
ana konuya gelirsek
göte göt deyin. ama zamanında
Yaşamak için yaşıyorum.
Sürekli gelişmek, güçlenmek, ilerlemek, iyi bir insan olmak, dine uymak, çevreye yararlı olmak, iyi anılmak, mutlu ve huzurlu olmak, sakin kalmak. Genelde huzurlu bir insanımdır.
Ebe tokadı nereye atarsa, imam pamuğu oraya tıkar.
şu sıralar “köfteye gidelim, pompaya koşalım, çarçur ediyoruz zamanımızı burada” felsefesini benimsemiş durumdayım
Denize benzer hayat, yüzme bilsen de sorun vardır bilmesen de.
kral da olsan garipte olsan bu hayat bitecek. Şu anda nasıl öleceğimiz ne zaman öleceğimiz her şey yazılı. Bize düşen bu vadede iyiliği kötülükten ayırmak mühleti doldurmak. Ölümden sonra esas hayat başlıyor
Hayatta kafana tokadan başka birşey takmayacaksın.
Hayat boş eğlen çoş.
Hayat boş eğlen çoş.
Kendi sınırlarını çizmiş, ufak bir yaşam kurmuş bir durumdayım. Bu sınırların ötesine geçemiyor veya içine birini sokamıyorum. Tıpkı besin alerjisi gibi fazlalıklar alerji yapıyor. Sahip olduklarıma şükredip olanlarla mutlu oluyorum. Yabancı bir cisimin beni üzmesine veya gardımı düşürmesine izin vermiyorum.
tam olarak anlatamam ama şöyle bir replikle anlaşılabilirim.
"her şeyi kontrol etmeye çalışma, bırak ne olacaksa olsun, sadece olsun."
"her şeyi kontrol etmeye çalışma, bırak ne olacaksa olsun, sadece olsun."
ye iç yat.
Başlığı sürekli görüyorum yazsam çok uzun sürecek diye vazgeçiyorum ama artık dayanamadım yazıyorum.
1-) Her şeyden önce, kimsenin pek de bir şey bilmediği gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor. Bilmek durumu çok fazla dayanak gerektiriyor. Platon'a göre bilgi, gerekçelendirilmiş doğru inançtır ve evet onca yıl geçti hala epistemolojide aşağı yukarı bu tanım kullanılır. Yakın zamanda Gettier bu tanıma birkaç örnek olayla karşı çıksa da, bu karşı çıkışları da karşılayacak şekilde tanım yamanmış ve hala bu şekilde kullanılıyor. Demeye çalıştığım şey, bilgi denilen şeyin bile tam olarak içeriğinin doldurulamadığı, havada kavramlarla yapılar kurmaya çalıştığımız şu evrende, birilerinin çıkıp da sanki hayatın anlamını çözmüş gibi size akıl verip, neyin nasıl olması gerektiği hakkında ahkam kesmesine izin vermeyin. Tamamen bir asi olup, başkalarının tecrübelerini hiçe sayın anlamında değil, daha çok, radikal bir şekilde söylediklerinin doğru olduğu sanrısında olan birini görüp, bu kadar eminse kesin bildiği vardır diye peşinden gitmemektir.
2-) Mutluluk kavramını anlamak. Antik yunanda mükemmelliğe ulaşmış tanrıların daire biçiminde ve hareketsiz olduğuna inanılırdı. Ay üstü evren ve ay altı evren diye ayrılan ontolojik görüşleri, gezegenleri durağan ve tanrısal olarak tanımlamaya itti onları. Neden Tanrısal çünkü Tanrı hiçbir şekilde bir şeye ihtiyacı olmayan tamamlanmış bir varlıktır. Tamamlanmış olan bir şey, harekete de ihtiyaç duymaz. Çünkü hareket erekseldir, yani bir nedene bağlı, bir ihtiyacı gidermeye yöneliktir. Tanrı bunlardan yoksun olduğu için ve geometrik olarak en yüce şeklin daire olduğuna inandıkları için Tanrı dairesel ve hareketsizdir diye düşünürler. Bunu anlatmamın sebebi, canlı tanımımızda hareketin önemli bir yeri vardır. Eksik varlıklar olarak sürekli hareket etmemiz gerekir. Bu nedenle de hep bir şeyleri tamamlamak için yolda olmamız, bu çilenin ölene kadar bitmeyeceği anlamına gelir. Mutluluk, bizler için tamamen her şeyi tamamlamış olmaya işarettir. Bu nedenle de hiçbir zaman o istediğimiz kesintisiz mutluluğa ulaşamayız. Ulaştığımız zaman hareketin bir anlamı kalmayacaktır. Mutluluğu tamamlanmış olmak değil de, bu süreç içerisine yayılmış, huzur veren küçük anlar olarak görmeye başlarsak eğer, bu anların da kıymetini bilerek, mutlu bir hayat yaşadım diye gönül rahatlığıyla diyebiliriz. Çoğumuzun mutluluk anlayışı tamamlanmış olmaktır ve bunun asla gerçekleşmeyeceğini bilmez.
3-) Pişmanlık kaçınılmazdır. Öyle ya da böyle hepimiz bir şekilde hayatımızda şunu şöyle yapsaydım ya da hiç bulaşmasaydım diye düşünüp bir pişmanlığımızı dile getirmiş oluruz. Bir çok seçimin içerisinde, çoğu zaman düşünme payı dahi olmadan ilerlediğimiz şu hayatta, mutlaka pişman olacağımızın ve bunun çok doğal bir şey olduğunu anlamamız gerekiyor. Bunun erkenden farkına varılması ve yaşamın doğal bir getirisi olduğuna ikna olmak, kendinize yükleneceğiniz uzun gecelerden sizi kurtaracaktır. Bir de bunların üstüne sorumluluk almayı ve eylemlerin sonucuna katlanabilme yetisini eklerseniz, en azından kendi seçimlerinizin sonucunu yaşayacağınız için, başkalarının sürüklediği yollarda çektiğiniz çileler ve yaşacağınız pişmanlıklara kıyasla çok daha hafif olacaktır.
4-) Ölüm bilgisine sahibiz ancak onun idrakinden uzağız. Hayatımın uzun bir bölümünde o idrak aşamasını zorladım. Zorladım diyorum çünkü kimse ölümün kendisine geleceğini düşünmez, ne kadar bu apaçık bir gerçek olsa da, inanmayız. Çok nadir zamanlarda bir ürpertiyle beraber bu idrak etme gerçekleşir ancak kısa sürer. Bu elde tutulması zor kaygan bilgiye sürekli sahip olmaya çalışmak, bu uğurda normal hayatı aksatmak ve hayatın anlamını burada aramak size bir şeyler katacak olsa da, uzun vadede götürüsü çok fazla oluyor. Bu nedenle beyninize güvenin ve ölümün idrakinden uzaklaşın. Ölümün varlığını, hayatı değerli yapan bir durum olarak görün. Ölümsüz olsaydınız aşırı canınızın sıkılacağı ve asıl gerçek işkencenin bu olacağına emin olun. Unutmayın Ölüm varken siz yoksunuz, siz varken ölüm yok. Son olarak hayattan alacaklı olanlar ölümden korkar, hayattayken alacağınız ne varsa koparmaya bakın.
5-) İz bırakma isteği. Hepimizde bu az veya çok vardır, hayatın bir anlamı olması, bu anlamın da yapıp ettiklerimiz üzerinden değerlendirilmesi isteği. Bunu yapabilmek için de pek çok yol var ancak kesinlikle yapamamanızı sağlayan bir durum var ki şu aralar pek çok kişide bunu görüyorum. Apolitik olun, etliye sütlüye karışmayın anlamında değil şu an diyeceklerim ancak her gün, hatta saat başı değişen haberler üzerinden, kimseye faydası olmayan söylemleri papağan gibi tekrar tekrar yazıp çizmek, arkadaşlar arasında konuşmak, sürekli bunlardan yakınmanın bir getirisi yok. elli yıl sonra kimsenin hatırlamayacağı tipleri, hayatının merkezine koyup, o şöyle yapmış ama böyle olmuş tarzı aktüel ve bir anlam dahi çıkarılamayacak muhabbetlerle kendi zamanınızı bitirmeyin. Küçük kafalar anlık olayları, orta kafalar kişileri, büyük kafalar da fikirleri konuşur. Fikirlerimin arasında bundan ikibin yıl önce yaşamış insanlar mevcut, bir şey bilmeyen adama ikibin yıl önce yaşamış birini tarif et desen, elinde sopayla karısının saçını çekerek mağaraya götüren bir ayı tasvir eder ancak bu böyle değil. O kişi döneminin zeytin fiyatlarını konuşsaydı, fikirleri bana kadar gelmezdi.
6-) Kendinizle zaman geçirin. Böyle yazınca aptalca tavsiyeler veren içerik üreticisi gibi göründüm ancak bu çok önemli bir madde. Pek çok insan kendi kendine kalamadığı için, kendisiyle herhangi bir konu üzerine derin bir düşünceye giremiyor. Bu da şu anlama geliyor ki, bu insanın tüm değerleri, bilgileri, kavramsal bağlamları, hep dışarıdan ve temellerinden yoksun bir şekilde verilmiş. Böyle bir insandan derinlik beklenemez çünkü çok iyi bildiği sloganvari fikirlerinin arkası bomboştur, biraz konuştuğunuzda bunu kendisi de farkeder ve bu durum onu daha da sinirli bir şekilde size saldırmaya sevkeder. Bu fikirler beyinde işleme girecek zamanın ayrılmamasından dolayı dümdüz yer ederler. Sürekli televizyondan, eldeki telefondan, sokaktaki amcadan, az politika bilgisiyle ona buna küfür saydıran babadan gelen fikir kırıntıları o kişinin gerçekleri olmaya başlar. Tarkovski, "Kendinizi, kendinizle zaman geçirmeyi yalnızlık saymayacağınız şekilde yetiştirin" der. Aynı şekilde Nietzsche "benim dost dediğim kişi, kendimle hararetli bir tartışmadayken bana eşlik eden kişidir" der. Kendi kendinize konuşmak delilik değildir, düşünce dediğimiz şey zaten bir iç monologdur. Eğer sizin de tartışmalarınız, Nietzsche kadar hararetliyse, sadece düşünce olmaktan çıkıp, sesli olarak da dışarıya vurabilir, gayet normaldir.
7-) Değiştirme imkanınızın olmadığı şeylere takılıp kendinizi üzmeyin. Bu esasında stoacı ahlakın söylemlerinden biridir. Oldukça basittir, başınıza gelen bir olaya karşı, sizin yapabileceğiniz bir şey yoksa, yapabileceğiniz tek şey, ona üzülüp, kendinize eziyet etmemektir. Elinizde olan yegane şey budur. Sonrasında bu olayın başınıza bir daha gelmemesi için yapabileceğiniz bir şey varsa, onu tespit edip, artık onu yapmaya başlamak gerekir. Ben normalde başımıza gelen her şeyden az veya çok bizlerin sorumlu olduğu varoluşçu ekole daha yakınım ancak hayat çoğu zaman bizlere kolay takip edilebilir bir neden sonuç ilişkisi sunmaz. Hiçbir şekilde suçumuzun olmadığı çok kötü olaylar başımıza gelebilir. Böyle şeylerin varlığını kabullenmek ve elden de bir şey gelmediğini idrak etmenin rahatlatıcı bir yanı da vardır. Bir video var, Vedat Milör teknede yemek yerken telefonunu denize düşürüyor. Herkes bir anda kalkıp telefona bakarken, Vedat Milör, "o telefondan hayır gelmez şimdi, numaralarda vardı tüh" diye ufaktan bir gerçekle yüzleşme konuşması yapıyor kendi kendine ve ayağa dahi kalkmayıp, yemeğini yemeye devam ediyor. Bu işte tam bir stoacı tutumdur. Bu olay yüzünden kendine o haftayı zehir edip, etrafındakilere de kan kusturacak pek çok tanıdığım var.
8-) Kendini keşfetmek. Bu kendinize zaman ayırmakla mümkündür. İnsan benim düşünceme göre kendini yolda oluşturur, tabi buna zahmet etmeyen kişi, yine bir şekilde oluşur ancak etraftan hiç sorgulamadan aldığı şeylerle. Öyle ya da böyle doğuştan gelen bazı yapılarımız da mevcut, bunları anlamak, mutlu bir hayat yaşamak için oldukça elzemdir. Örneğin içe dönük ve kandan korkan birisisiniz, sırf puanınız tutuyor diye hemşire olmaya kalkarsanız, hayat size zulüm olur. Risk almayı seven biriyseniz, daha en baştan ne olacağınız ve nasıl öleceğiniz belli olan bir yol sizi bunaltıyorsa gidip de memur olmayın. Basit örnekler veriyorum ancak bunu sizin kendinizde keşfetmeniz gerekir. Bir kere keşfetmeniz de yetmez, insan zamanla bazen huyu da değişiyor, ara ara kendinize bakıp yeni bir şeyler gelmiş mi anlamanız gerek.
9-) Overthink. Düşünmek her ne kadar tasvip ettiğim bir şey olsa da, yıkıcı ve yorucu bir eylemdir. Bunu gerektiği yerde, gerektiği kadar kullanmak gerekir. Fazlası artık olmayacak senaryoları dahi size düşündürtüp, ne kadar saçma olursa olsun, sanki gerçekleşecek bir şeymiş, gayet olabilirmiş gibi size görünmeye başlar. Düşünmek, sağlam bir yapıyı parçalamak anlamına gelir, fazla parçalamak ise onu tekrar toparlanamayacak kadar ufaltabilir. Örneğin bir iş görüşmesine gideceksiniz, direkt kafanız tertemiz gidin demiyorum, elbette başvuracağınız iş, firma, her neyse onun hakkında bilgi edinip, bu işi niye istiyorsunuz ne gibi şeyler katabilirsiniz tarzı soruları kafanızda çevirip, cevaplar arayabilirsiniz ancak bu düşünme serüveni uzadıkça, olmayacak senaryolarla sizi çok korkutan bir eşiğe gelebilirsiniz. Düşünemye çok değer versem de, fazlasının, kişiyi alıkoyduğuna pek çok kez şahit oldum. Mükemmelliyetçilik de bu düşünme başlığı altında değerlendirilebilir, bazen eksik yola çıkmak gerekir, hiç yola çıkmamaktansa.
Daha yazılabilecek şeyler var ancak çok yazı oldu, bu kadar yazmayı sevmiyorum genelde.
1-) Her şeyden önce, kimsenin pek de bir şey bilmediği gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor. Bilmek durumu çok fazla dayanak gerektiriyor. Platon'a göre bilgi, gerekçelendirilmiş doğru inançtır ve evet onca yıl geçti hala epistemolojide aşağı yukarı bu tanım kullanılır. Yakın zamanda Gettier bu tanıma birkaç örnek olayla karşı çıksa da, bu karşı çıkışları da karşılayacak şekilde tanım yamanmış ve hala bu şekilde kullanılıyor. Demeye çalıştığım şey, bilgi denilen şeyin bile tam olarak içeriğinin doldurulamadığı, havada kavramlarla yapılar kurmaya çalıştığımız şu evrende, birilerinin çıkıp da sanki hayatın anlamını çözmüş gibi size akıl verip, neyin nasıl olması gerektiği hakkında ahkam kesmesine izin vermeyin. Tamamen bir asi olup, başkalarının tecrübelerini hiçe sayın anlamında değil, daha çok, radikal bir şekilde söylediklerinin doğru olduğu sanrısında olan birini görüp, bu kadar eminse kesin bildiği vardır diye peşinden gitmemektir.
2-) Mutluluk kavramını anlamak. Antik yunanda mükemmelliğe ulaşmış tanrıların daire biçiminde ve hareketsiz olduğuna inanılırdı. Ay üstü evren ve ay altı evren diye ayrılan ontolojik görüşleri, gezegenleri durağan ve tanrısal olarak tanımlamaya itti onları. Neden Tanrısal çünkü Tanrı hiçbir şekilde bir şeye ihtiyacı olmayan tamamlanmış bir varlıktır. Tamamlanmış olan bir şey, harekete de ihtiyaç duymaz. Çünkü hareket erekseldir, yani bir nedene bağlı, bir ihtiyacı gidermeye yöneliktir. Tanrı bunlardan yoksun olduğu için ve geometrik olarak en yüce şeklin daire olduğuna inandıkları için Tanrı dairesel ve hareketsizdir diye düşünürler. Bunu anlatmamın sebebi, canlı tanımımızda hareketin önemli bir yeri vardır. Eksik varlıklar olarak sürekli hareket etmemiz gerekir. Bu nedenle de hep bir şeyleri tamamlamak için yolda olmamız, bu çilenin ölene kadar bitmeyeceği anlamına gelir. Mutluluk, bizler için tamamen her şeyi tamamlamış olmaya işarettir. Bu nedenle de hiçbir zaman o istediğimiz kesintisiz mutluluğa ulaşamayız. Ulaştığımız zaman hareketin bir anlamı kalmayacaktır. Mutluluğu tamamlanmış olmak değil de, bu süreç içerisine yayılmış, huzur veren küçük anlar olarak görmeye başlarsak eğer, bu anların da kıymetini bilerek, mutlu bir hayat yaşadım diye gönül rahatlığıyla diyebiliriz. Çoğumuzun mutluluk anlayışı tamamlanmış olmaktır ve bunun asla gerçekleşmeyeceğini bilmez.
3-) Pişmanlık kaçınılmazdır. Öyle ya da böyle hepimiz bir şekilde hayatımızda şunu şöyle yapsaydım ya da hiç bulaşmasaydım diye düşünüp bir pişmanlığımızı dile getirmiş oluruz. Bir çok seçimin içerisinde, çoğu zaman düşünme payı dahi olmadan ilerlediğimiz şu hayatta, mutlaka pişman olacağımızın ve bunun çok doğal bir şey olduğunu anlamamız gerekiyor. Bunun erkenden farkına varılması ve yaşamın doğal bir getirisi olduğuna ikna olmak, kendinize yükleneceğiniz uzun gecelerden sizi kurtaracaktır. Bir de bunların üstüne sorumluluk almayı ve eylemlerin sonucuna katlanabilme yetisini eklerseniz, en azından kendi seçimlerinizin sonucunu yaşayacağınız için, başkalarının sürüklediği yollarda çektiğiniz çileler ve yaşacağınız pişmanlıklara kıyasla çok daha hafif olacaktır.
4-) Ölüm bilgisine sahibiz ancak onun idrakinden uzağız. Hayatımın uzun bir bölümünde o idrak aşamasını zorladım. Zorladım diyorum çünkü kimse ölümün kendisine geleceğini düşünmez, ne kadar bu apaçık bir gerçek olsa da, inanmayız. Çok nadir zamanlarda bir ürpertiyle beraber bu idrak etme gerçekleşir ancak kısa sürer. Bu elde tutulması zor kaygan bilgiye sürekli sahip olmaya çalışmak, bu uğurda normal hayatı aksatmak ve hayatın anlamını burada aramak size bir şeyler katacak olsa da, uzun vadede götürüsü çok fazla oluyor. Bu nedenle beyninize güvenin ve ölümün idrakinden uzaklaşın. Ölümün varlığını, hayatı değerli yapan bir durum olarak görün. Ölümsüz olsaydınız aşırı canınızın sıkılacağı ve asıl gerçek işkencenin bu olacağına emin olun. Unutmayın Ölüm varken siz yoksunuz, siz varken ölüm yok. Son olarak hayattan alacaklı olanlar ölümden korkar, hayattayken alacağınız ne varsa koparmaya bakın.
5-) İz bırakma isteği. Hepimizde bu az veya çok vardır, hayatın bir anlamı olması, bu anlamın da yapıp ettiklerimiz üzerinden değerlendirilmesi isteği. Bunu yapabilmek için de pek çok yol var ancak kesinlikle yapamamanızı sağlayan bir durum var ki şu aralar pek çok kişide bunu görüyorum. Apolitik olun, etliye sütlüye karışmayın anlamında değil şu an diyeceklerim ancak her gün, hatta saat başı değişen haberler üzerinden, kimseye faydası olmayan söylemleri papağan gibi tekrar tekrar yazıp çizmek, arkadaşlar arasında konuşmak, sürekli bunlardan yakınmanın bir getirisi yok. elli yıl sonra kimsenin hatırlamayacağı tipleri, hayatının merkezine koyup, o şöyle yapmış ama böyle olmuş tarzı aktüel ve bir anlam dahi çıkarılamayacak muhabbetlerle kendi zamanınızı bitirmeyin. Küçük kafalar anlık olayları, orta kafalar kişileri, büyük kafalar da fikirleri konuşur. Fikirlerimin arasında bundan ikibin yıl önce yaşamış insanlar mevcut, bir şey bilmeyen adama ikibin yıl önce yaşamış birini tarif et desen, elinde sopayla karısının saçını çekerek mağaraya götüren bir ayı tasvir eder ancak bu böyle değil. O kişi döneminin zeytin fiyatlarını konuşsaydı, fikirleri bana kadar gelmezdi.
6-) Kendinizle zaman geçirin. Böyle yazınca aptalca tavsiyeler veren içerik üreticisi gibi göründüm ancak bu çok önemli bir madde. Pek çok insan kendi kendine kalamadığı için, kendisiyle herhangi bir konu üzerine derin bir düşünceye giremiyor. Bu da şu anlama geliyor ki, bu insanın tüm değerleri, bilgileri, kavramsal bağlamları, hep dışarıdan ve temellerinden yoksun bir şekilde verilmiş. Böyle bir insandan derinlik beklenemez çünkü çok iyi bildiği sloganvari fikirlerinin arkası bomboştur, biraz konuştuğunuzda bunu kendisi de farkeder ve bu durum onu daha da sinirli bir şekilde size saldırmaya sevkeder. Bu fikirler beyinde işleme girecek zamanın ayrılmamasından dolayı dümdüz yer ederler. Sürekli televizyondan, eldeki telefondan, sokaktaki amcadan, az politika bilgisiyle ona buna küfür saydıran babadan gelen fikir kırıntıları o kişinin gerçekleri olmaya başlar. Tarkovski, "Kendinizi, kendinizle zaman geçirmeyi yalnızlık saymayacağınız şekilde yetiştirin" der. Aynı şekilde Nietzsche "benim dost dediğim kişi, kendimle hararetli bir tartışmadayken bana eşlik eden kişidir" der. Kendi kendinize konuşmak delilik değildir, düşünce dediğimiz şey zaten bir iç monologdur. Eğer sizin de tartışmalarınız, Nietzsche kadar hararetliyse, sadece düşünce olmaktan çıkıp, sesli olarak da dışarıya vurabilir, gayet normaldir.
7-) Değiştirme imkanınızın olmadığı şeylere takılıp kendinizi üzmeyin. Bu esasında stoacı ahlakın söylemlerinden biridir. Oldukça basittir, başınıza gelen bir olaya karşı, sizin yapabileceğiniz bir şey yoksa, yapabileceğiniz tek şey, ona üzülüp, kendinize eziyet etmemektir. Elinizde olan yegane şey budur. Sonrasında bu olayın başınıza bir daha gelmemesi için yapabileceğiniz bir şey varsa, onu tespit edip, artık onu yapmaya başlamak gerekir. Ben normalde başımıza gelen her şeyden az veya çok bizlerin sorumlu olduğu varoluşçu ekole daha yakınım ancak hayat çoğu zaman bizlere kolay takip edilebilir bir neden sonuç ilişkisi sunmaz. Hiçbir şekilde suçumuzun olmadığı çok kötü olaylar başımıza gelebilir. Böyle şeylerin varlığını kabullenmek ve elden de bir şey gelmediğini idrak etmenin rahatlatıcı bir yanı da vardır. Bir video var, Vedat Milör teknede yemek yerken telefonunu denize düşürüyor. Herkes bir anda kalkıp telefona bakarken, Vedat Milör, "o telefondan hayır gelmez şimdi, numaralarda vardı tüh" diye ufaktan bir gerçekle yüzleşme konuşması yapıyor kendi kendine ve ayağa dahi kalkmayıp, yemeğini yemeye devam ediyor. Bu işte tam bir stoacı tutumdur. Bu olay yüzünden kendine o haftayı zehir edip, etrafındakilere de kan kusturacak pek çok tanıdığım var.
8-) Kendini keşfetmek. Bu kendinize zaman ayırmakla mümkündür. İnsan benim düşünceme göre kendini yolda oluşturur, tabi buna zahmet etmeyen kişi, yine bir şekilde oluşur ancak etraftan hiç sorgulamadan aldığı şeylerle. Öyle ya da böyle doğuştan gelen bazı yapılarımız da mevcut, bunları anlamak, mutlu bir hayat yaşamak için oldukça elzemdir. Örneğin içe dönük ve kandan korkan birisisiniz, sırf puanınız tutuyor diye hemşire olmaya kalkarsanız, hayat size zulüm olur. Risk almayı seven biriyseniz, daha en baştan ne olacağınız ve nasıl öleceğiniz belli olan bir yol sizi bunaltıyorsa gidip de memur olmayın. Basit örnekler veriyorum ancak bunu sizin kendinizde keşfetmeniz gerekir. Bir kere keşfetmeniz de yetmez, insan zamanla bazen huyu da değişiyor, ara ara kendinize bakıp yeni bir şeyler gelmiş mi anlamanız gerek.
9-) Overthink. Düşünmek her ne kadar tasvip ettiğim bir şey olsa da, yıkıcı ve yorucu bir eylemdir. Bunu gerektiği yerde, gerektiği kadar kullanmak gerekir. Fazlası artık olmayacak senaryoları dahi size düşündürtüp, ne kadar saçma olursa olsun, sanki gerçekleşecek bir şeymiş, gayet olabilirmiş gibi size görünmeye başlar. Düşünmek, sağlam bir yapıyı parçalamak anlamına gelir, fazla parçalamak ise onu tekrar toparlanamayacak kadar ufaltabilir. Örneğin bir iş görüşmesine gideceksiniz, direkt kafanız tertemiz gidin demiyorum, elbette başvuracağınız iş, firma, her neyse onun hakkında bilgi edinip, bu işi niye istiyorsunuz ne gibi şeyler katabilirsiniz tarzı soruları kafanızda çevirip, cevaplar arayabilirsiniz ancak bu düşünme serüveni uzadıkça, olmayacak senaryolarla sizi çok korkutan bir eşiğe gelebilirsiniz. Düşünemye çok değer versem de, fazlasının, kişiyi alıkoyduğuna pek çok kez şahit oldum. Mükemmelliyetçilik de bu düşünme başlığı altında değerlendirilebilir, bazen eksik yola çıkmak gerekir, hiç yola çıkmamaktansa.
Daha yazılabilecek şeyler var ancak çok yazı oldu, bu kadar yazmayı sevmiyorum genelde.
Hiçbir konuda genelleme yapma, genellemeler insanın görüş açısını bozar. Hayata karşı bir duruşun olsun ama yeni fikirlere de açık ol, insan tekâmül eden bir varlıktır.
Yargılamada cimri ol, yargıladığın kişinin içinde bulunduğu durum ve koşullar gereği eylem ve söylemleri senin normlarınla uyuşmayabilir. Gün gelir koşulların, ve bunun sonucu olarak fikir ve eylemlerin değişebilir ve yargıladığın kişinin yerinde bulursun kendini.
Ufak tefek şeyleri dert etme, hayat kısa. 20-30 sene sonra geriye dönüp baktığında "bunun için mi yıpratmışım kendimi?" dersin, ama olmuştur bir kere ve geri ödemesi yoktur bu yıpratan yılların.
Hangi yaşta olursan ol, hep yeni bir şeyler öğren. Yaşlılığı nüfus cüzdanında yazan rakamlar belirlemez, merak ve gayret yaşama tutunmanın önde gelen faktörleridir, bunları kaybettiğin an yaşlanmışsındır. Dolayısıyla konfor alanında sıkışıp kalma.
Maneviyat, içsel bir denge, huzur ve anlam arayışında önemli bir yer tutar. Her neye inanıyorsan inancını sağlam, maneviyatını yüksek tut.
şimdiye kadarki edinimlerimden oluşturduğum hayat felsefemi böyle özetleyebilirim (hayat felsefesi tanımı nedense çok iddialı geliyor bana, bakış açısı diyeyim). Ama daha dünkü çocuğuz, bundan sonra da öğrenecek pek çok şeyimiz var. bakalım hayat daha neler öğretecek…
Yargılamada cimri ol, yargıladığın kişinin içinde bulunduğu durum ve koşullar gereği eylem ve söylemleri senin normlarınla uyuşmayabilir. Gün gelir koşulların, ve bunun sonucu olarak fikir ve eylemlerin değişebilir ve yargıladığın kişinin yerinde bulursun kendini.
Ufak tefek şeyleri dert etme, hayat kısa. 20-30 sene sonra geriye dönüp baktığında "bunun için mi yıpratmışım kendimi?" dersin, ama olmuştur bir kere ve geri ödemesi yoktur bu yıpratan yılların.
Hangi yaşta olursan ol, hep yeni bir şeyler öğren. Yaşlılığı nüfus cüzdanında yazan rakamlar belirlemez, merak ve gayret yaşama tutunmanın önde gelen faktörleridir, bunları kaybettiğin an yaşlanmışsındır. Dolayısıyla konfor alanında sıkışıp kalma.
Maneviyat, içsel bir denge, huzur ve anlam arayışında önemli bir yer tutar. Her neye inanıyorsan inancını sağlam, maneviyatını yüksek tut.
şimdiye kadarki edinimlerimden oluşturduğum hayat felsefemi böyle özetleyebilirim (hayat felsefesi tanımı nedense çok iddialı geliyor bana, bakış açısı diyeyim). Ama daha dünkü çocuğuz, bundan sonra da öğrenecek pek çok şeyimiz var. bakalım hayat daha neler öğretecek…
çok saaapmamak lazım
birkaç tane var.
* asla ama asla kimseye güvenme. unutma, "olmaz" dediklerin olur, "yapmam" dediklerini yaparken bulursun kendini.
* her daim kendini geliştir. para kazanılıp kaybedilir, insan hayatına gelip gider ama edindiğin tecrübeler seninle birlikte baki kalır. (bkz: eşya biriktirme, anı biriktir)
* kendinden başka kimseye ön planda tutma (2. maddeye bak). olur da bir gün başkalarını ön planda tutarsanız, bir gün o insana bunu söylerseniz size küçük görecektir.
* örnek aldığınız mental koçlarınız olsun. mentor edinmenin en ucuz ve kolay yolu kitap okumaktır; özellikle (oto)biyografi kitapları. zor durumda kaldığınızda "benim yerimde x kişisi olsaydı ne yapardı?" diye düşünün.
* asla ama asla kimseye güvenme. unutma, "olmaz" dediklerin olur, "yapmam" dediklerini yaparken bulursun kendini.
* her daim kendini geliştir. para kazanılıp kaybedilir, insan hayatına gelip gider ama edindiğin tecrübeler seninle birlikte baki kalır. (bkz: eşya biriktirme, anı biriktir)
* kendinden başka kimseye ön planda tutma (2. maddeye bak). olur da bir gün başkalarını ön planda tutarsanız, bir gün o insana bunu söylerseniz size küçük görecektir.
* örnek aldığınız mental koçlarınız olsun. mentor edinmenin en ucuz ve kolay yolu kitap okumaktır; özellikle (oto)biyografi kitapları. zor durumda kaldığınızda "benim yerimde x kişisi olsaydı ne yapardı?" diye düşünün.
Eğer bir şeyi yapabiliyorsan yap. Yaptıktan sonraki pişmanlık, yapmadığın için duyduğun pişmanlıktan her zaman daha iyidir. (Yaptıklarımdan pişman değilim ha, aklım hala yapmadıklarımda)
Sana yapılmasını istemediğini bir başkasına yapma. Beni bana bırakın kafama göre yaşayayım...
Her sey zehirdir muhim olan dozdur
Geçmişte yaptığım hataları günüme taşımamak için çizdiğim bir yol var. Duygularımla hareket etmeyi bırakalı çok oldu. Yanlışı gördüğüm yerden sıyrılıp ayrılıyorum. Fazla affedicilik fazla empati insanın kendi kul hakkına girmesinden başka bir şey değil. Ayrıca olumlamaları da bıraktım. İnsanların hatalı davranışlarına karşın içimdeki o belki öyledir belki böyledir diye onu kendime karşı savunduğum insanlardan hep zarar gördüm. Aslında basitmiş her şey göründüğü gibiymiş buna da gerek yokmuş.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?