sözlüğü kurcalamayı bırakması açısından iyi bile sayılabilecek eylem. Ayrıca kötüyü çağırmak gibi olmasın ama, çok yükselenin düşüşü de fena olur, asıl düşüşten sonraki sözlüğün durumunu merak ediyorum. Malum yıllardır küçük sözlüklerde yazıyorum, yeri geldi ben sildim sözlüğü, yeri geldi aşk kavgalarında nice sözlüklerin yok oluşuna şahit oldum. Bakalım buranın akıbeti ne olacak.
an itibariyle bin entry girmiş yazardır. totolojik entrylerle doldurduğu için, kendi adıma hiçbir şey ifade etmese de bir başarı sonuçta, bir sürü puan kazanmış.
pek bir anlam göremediğim eylemi yapan kişi. birinin profile girip, tek tek, okumadan, hızlı bir şekilde yazılarını artılamanın ne gibi bir artısı olabilir diye düşünüyorum, öncelikle okumadığı ve sadece artı oy verdiği belli başka türlü 150 üzeri entryi 5 dakika içerisinde oylaması imkansız, sadece bir kişiye yapsa belki onu özel kılıyordur diyeceğim ancak o da yok. Puan açısından bir artış sağlıyor ondan desek, puanın gözümde hiç değeri yok o yüzden onu da anlayamadım. Başlık desen zaten çok tuhaf, seri artı oy veren olur ne bileyim, art arda artı oy basan olur ama seri artı oylayan melek'te sanki yanlış bir şeyler var. Neresinden tutsam elde kalıyor o yüzden ben bunu bırakıyorum yere tekrar, sahibi alsın.
Fransız yazardır, tespitlerini yerinde bulurum, düşünce tarzını sevdiğim isimlerden biridir. Her ne kadar sadece yazar olarak geçse de, yazdıkları çok derin konulara öncülük eder, örneğin insanlar aşkla ilgili yazılar okumasalardı pek az kimse aşık olurdu. "Aşk" ve "nefret" gibi sözsel kategorilerin kazanılması, kendi içinde deneyimin biçimlenmesine yol açar. Birçok durumda uygun sözcükleri öğrenmeden, bazı deneyimleri edinmek olanağı bulunmayabilir gibi bir düşüncesi vardır.
wittgenstein sözcüklerin kavramsal açıdan bakışımızı değiştirmesini göstermek adına son derece basit bir örnek verir.
Bir üçgen çizer ve "şimdi bu tepe noktası, bunu ise taban olarak görün" der. Sonra da "şimdi de şunu tepe noktası, bunu ise taban olarak görün" Her iki durumda da aynı resme baktığınız halde, farklı bir deneyim içerisindesinizdir. Görsel araçları olmadığı için değil, kavramsal araçları olmadığı için, benim köpeğim böyle deyimler edinemez.
Dil sandığımızdan çok daha etkin şekilde düşüncelerimizi şekillendirir.
Özlü sözleri de güzeldir, sayfalarca anlatılmak istenileni bazen tek bir cümleye sıkıştırır.
sağlık yemekler tatsız tutsuz olduğu için, onlara yöneldim, kötü yaptın diyene, sağlıklı bu yhaaa ondan öyle, ne sağlıklıysa tadı kötüdür alış bunlara diyorum, taktik bunlar hep.
Hahaha bir ara ketojenik besleniyordum. Sağlık yemekleri bile harika yapabiliyorum. Hatta bir ara öyle tarifler uydurdum ki kendime ketojenik tarif sayfası açtım instadan. Ama yazmaya üşendim bıraktım 😅
senin zihni yapay zekaya falan aktaramıyor muyuz ya, böyle sürekli darlayabileceğim ama yapay olduğu için de aldırış etmeyecek bir versiyonun lazım bana, kötü yemek yemekten hayata bakışım değişti
postyapısalcı ve postmodern çerçevede düşünceleri ele alan fransız bir filozof, sosyolog.
ihtiyaç olarak görülen pek çok şey uydurma ve bize değişik kanallarla lanse edilen şeylerden ibaret olduğunu söyler. Kod kavramı, çoğumuzun bildiği ama bir isim koyamadığı şeydir. Şöyle ki tanım itibariyle göstergelerin nasıl işlediğini belirleyen kurallar bütünü olduğunu söyler.
Eskiden aristokratlar farklı giyinir, statülerini böyle belli ederlerdi. Bu toplumsal yerinizi belli eden göstergelerinizdir. Bu bir kıyafet olabilir, güzel bir mücevherat olabilir yahut konuşmanız ve eğitim durumunuz bile olabilir. Günümüzde ise çok aşırı kazanç sağlamış burjuvazi hariç toplum içinde kimin tam olarak hiyerarşinin neresinde bulunduğu pek kestirilemiyor.
Örneğin iphone'u ele alalım. Kod olarak bu telefonun inkar etsek bile hepimizin üzerinde bir algısı var. Fazla pahalı, marka, kalite, vb pek çok çağrışımı var. işte bu göstergedir. Kodlar toplum tarafından bilinir. asgari ücretle çalışan bir insanın elinde bile bu telefonu görebilirsiniz, sebebi ise telefonun kendisine değil, onun kodunun getirisine ihtiyacı olduğunu düşünmesinden kaynaklıdır bu durum.
Koleksiyonerleri düşünürsek eğer, çok büyük bir resim pazarı var. Burayı herkesin dilinde olan ama aslında çok zor ve göz önünde olduğu için pek yapılmayan kara para aklamak için kullanılması fikrinin dışında, göstergeye dayalı bir aristokrat statüsü elde etmek için zenginler tarafından alınan pek çok resim var. Evinizin içine milyonlarca dolarlık bir arabayı sokamazsınız, ama bir tabloyu sokabilirsiniz, aynı şekilde kolunuza bir saat olarak takabilirsiniz. Bir şeylerin aşırı pahalı olmasını avam kesimin anlaması pek beklenemez, para tamamen sanal bir şeydir, bir yerden sonra anlamını yitirir, birike birike o kadar çok şişmiş ve çoğalmıştır ki, sürekli yükselen enflasyon ve değeri çok fazla olan göstergelerle para eritilmeye, şişip patlamak üzere olan sistem dengelenmeye çalışılmıştır.
Resim alanında, ressamın ölmüş olması özellikle tercih edilir ki bir daha ona benzer bir resimin yapılamayacağı garanti altına alınsın. Bu da nadirlikten kaynaklı bir kod'u doğurur. Kısaca eskiden eşyanın değişim ve kullanım değeri vardı. Şimdilerde ise gösterge değeri var. Bu tarz bir yaklaşıma marksist teorinin yetersiz kalmış olması, onu marksizmden vazgeçmeye itmiş.
Günümüz toplumunu "kullan at toplumu" "çöp toplumu" olarak yorumluyor.
Fransız bir filozoftur. bilginin değerinin, modern anlamda ki gibi kalmadığını ve değerinin başkalaştığını söyler. Eskiden bilgi, sadece merak duygusunu ve hakikati arama anlamında bir yardımcı olarak bile değerli iken, şimdilerde bilgiyi sadece ne işe yaradığı bazında değerlendiriyoruz. Burjuva sınıfının çıkmasıyla beraber, bilgi artık satılabilirliği kadar değerli oldu.
"bir üniversitede matematik, felsefe, sanat mutlaka olmalı. Çünkü bunlar meslek değildir. Bir varoluş ve düşünme biçimidir. Belli bir işe yaramaz. Hiçbir işe yaramadığı için her şeye yarayan dallardır bunlar ama toplumda prim yapmazlar. Para kazandırmazlar. Bunlar meslek değillerdir. Bunların desteklenmesi gerekir. Temel bilim olmadan teknoloji gelişme olmaz. Türkiye bir mühendisler ülkesi. Tübitak'ı da maalesef mühendisler ele geçirmiş. Bilimsel gelişmeyi teknolojik gelişme olarak algılıyorlar."
Hayat benim için daha başlamadan bitmiş gibi bir şeydi, büyük resmi görmüştüm, 5. sınıfta dayımın vefatı, lise 2'de haydar arkadaşımın, ailesiyle beraber bir trafik kazasında yitip gitmesi, lise 4'te ise üniversiteleri gezen ve mezun olacak öğrencilere tanıtıp yapılan bir organizasyonda, otobüsün devrilip 4 kişinin hayatını kaybetmesi, benim bir havuzda ölümle yüz yüze gelmem gibi pek çok olayın da etkisiyle bu gerçeği bulmuş, en içten şekilde yaşamış ve unutmamak için de elimden geleni ardıma koymuyordum.
Olayların sonucu her türlü ölüm olan bir yolun hiçbir anlamı yoktu. Matematiksel olarak bile, sonsuzdan, sonlu herhangi bir sayıyı çıkarmaya kalktığınızda sonuç yine sonsuz olacaktı yani sonsuz hiçlik karşısında sınırlı yaşamımızın hiçbir ehemmiyeti yoktu. Hal böyle olunca, dünyevi hiçbir şeye heves duymuyor, benim gibi düşünen ne kadar düşünür varsa okuyup, bu gerçekle daha da derinden yüzleşiyordum. Sonradan bu sorularımın hepsinin felsefeyle ilgili olduğunu fark ettim ve zaten sonucu işsizlikle sonuçlanacak olan bu üniversite serüvenini, bari istediğim bir alanda okuyarak yapayım diye felsefe bölümü yazdım ailemden gizli. Tercihin son günü de, ilk sıraya koydum ki, kesin gelsin, babam hala bilmiyor öyle bir şey yaptığımı 13. tercihim geldi falan sanıyor.
Sonrasında, bu bölümü tercih eden çoğu kişinin aksine benim bir derdim varken buraya gelmemden dolayı, hocalarım tarafından hemen fark edildim. öyle ki bazı dersler, hocayla benim karşılıklı konuşmam şeklinde sürüyordu, beni odalarına davet edip, sohbet ediyorduk, kitap öneriyorlardı falan. Üniversite seçimimde, özellikle bir hocamın çalışmaları aşırı dikkatimi çekmiş, ve onunla tanışmaya can atıyordum, ölümle ilgili makaleler, varoluşçuluk, kierkegaardlar nietzscheler havada uçuşuyordu. Hepsini okumuş, ve hakim olarak gelince çok şaşırdı, uzun yıllar bu işteyim, daha böyle bir öğrenci gelmedi, bundan sonra da geleceğini sanmam demişti. Bilmiyordu ki, böylesine sarılıyor olmam, her gün kendimi öldürüp, öldürmemek arasında gidip gelen biri olmamdan kaynaklı olduğunu. Bazı hocalarım böyle karanlık bir tarafım olduğunu sezseler bile, pek açmıyorlardı o konuları. Felsefe her şeyin konuşulabileceği bir alan olması gerekirken, intihar, hayatın yaşamaya değer olup olmadığı sorgulaması gibi korkutucu konuları sadece favori hocam rahatça konuşabiliyordu.
Neyse uzun lafın kısası, bu uzun felsefe süreci içerisinde ölüm için acele etmenin de, etmemek kadar aynı olduğunu, bir anlam yoksa da, aynı derecede anlam olmadığını o yüzden böylesine kafalar yormanın pek bir anlamı olmadığına kanaat getirdim. Sonsuzluk karşısında benim çektiğim acıların bir anlamı yok ancak şu an çektiğim acı oldukça gerçek ve tek önemli olan da bu, sonrasındaki sonsuz hiçliği ne diye hesap ediyorum ki?, ünlü bir komedyen olan ricky gervais'in de dediği gibi, önüme hoşuma giden bir film açsalar ve onu izliyor olsam, birileri gelip "bu film bitecek ama, eninde sonunda bitecek, izleme kapat" demesinin bir önemi yok, şu an hoşuma gidiyor ve izliyorum. Aynı şekilde, hayatı, acı ya da tatlı ayırmadan, komple bir deneyim olarak görmek ve kendi potansiyelini anlamak, onu olabildiğince zorlamak, hayata tutunmak için çok güzel bir yöntem. İntihar kararı için, yaşadığımız hayatı tamamen görmemiz ve ancak o şekilde elden geçirmemiz gerekir. Komple görmek demek zaten hayatı tamamen yaşamak anlamına geliyor.
İnsanın anlam arayışı kitabında viktor frankl, hayatı bir satranç oyunu olarak görürsek eğer, satranç oyununun en iyi hamlesi nedir diye sormak anlamsızdır der. Çünkü en iyi hamle olarak bir şeyi belirlesek bile, aslında o hamlenin olabilmesini sağlayacak başka bir sürü hamleyi de yapmış olmamız, onları da, en az o en iyi dediğimiz hamle kadar önemli görmemiz gerekir. Bu nedenle hayatın anlamı gibi, tek bir anlam aramak da, aynı bu hataya düşmek demektir. Oyun bitmeden en iyi hamleyi belirleyemeyeceğimiz gibi, en iyi hamle olarak gördüğümüz şey de esasında bir bütün olarak oyunun kendisidir, hamleye indirgenemez.
Tam da buradan hareketle ve bir zamanlar sevgilim olan kişinin "o kadar zekisin madem, niye bir işin yok, paran yok" tarzı ağzıma sıçmasının da getirisiyle gerçekten kendime bunu sormuştum. Şimdiye kadar para kazanmak gibi bir derdim olmamıştı çünkü, hayat zaten geçici, iyi kötü bir yerlerde çalışır karnımı doyururum mentalitesindeydim. İlk amacımı belirledim, gerçekten de anlam yoksa, kendine para kazanabildiğini kanıtla madem, dediği gibi öyle olsun ya da olmasın fark etmiyorsa diye gazladım. Thalesle ilgili bir hikaye anlatmıştı hocam, Thales çok düşüncelidir, etrafına fazla dikkat etmez, yürürken birilerine çarpar, havaya bakarken bir çukura takılır düşer. Etrafındakiler dalga geçerler, felsefeyle kafayı bozmuş cebinde 5 kuruş yok diye. O da bu söylentilere sinirlenmiş ve para kazanmanın öyle zor bir şey olmadığını kanıtlamak için, şimdilerde seçim ticareti denilen şeyi yapmış, henüz daha zeytinler ekilmeden, tüm parasıyla zeytin ekinlerini satın almış, ve bir sonraki hasatta, zeytinlerin çok çıkmayacağını, hava durumundan anladığı için, kimsede zeytin yokken fahiş fiyatlarla satabildiğine satmış ve parasını katlamış. Hocamın bana anlattığı bu hikaye, felsefeci, zaten düşünmenin ve mantığın temellerini bildiği için, bir şekilde para kazanabilir deme şekliydi. Dediği gibi de oldu, kolay bir süreç değildi 3 yılımı aldı ama şu an iyi bir durumdayım, kendime thales gibi, istediğimde para kazanabileceğimi gösterdim.
Şu anki motivasyonum, işleri büyütmek, kendi potansiyelimi olabildiğince zorlayıp, neler yapabileceğime odaklanmak, farklı hobiler deneyip, hangilerini sevdiğimi belirlemek. Hal böyle olunca çok vaktim olmuyor, hayata deneyim olarak yaklaşıyorum ve koparabildiğim kadar koparıyorum. Temelim çok sağlam değil, derinlerde bir yerlerde hala bir nihilist, aciz düşmemi bekliyor ama şimdilik iyi gidiyorum.
potansiyelini gerçekleştiremeyenlerin içine düşeceği durum. Kırmızı bir elbiseyi beğendiniz, giymek istediniz ancak çok dikkat çeker diye uzaklaştınız. Tatile gittiğinizde, denize girme gibi bir opsiyonunuz varken, girmemeyi tercih ettiniz. Bir mekana gittiniz ve orada denemek istediğiniz bir yemek varken, topluluğa uymak adına, herkes ne söylediyse ondan söylediniz, onu denemediniz. içinizden delice bir şey yapmak geldi ama dışardan salakça görüneceğinizden dolayı vazgeçtiniz. Birinden hoşlandınız ama söylemeye çekindiniz. Bu gibi seçimler biriktikçe, bir süre sonra arkanıza dönüp baktığınızda, yaşadığınız hayatın hiç de istediğiniz gibi olmadığını fark edersiniz ve bu acı dolu farkındalık size, hayatı hiç yaşamamış gibi hissetmenize neden olur. Yanlış yapmaktan çekinmek anlaşılabilir bir durumdur ama yanlış yapmamak adına, hiçbir şey yapmamayı seçmek, hayatı ıskalamak, yaşamayı kaçırmak anlamına geliyor. Hayattan sadece alacaklı olanlar ölümden korkar, potansiyelini henüz gerçekleştirmemiş, içinden geleni yapma cesaretine henüz erişememiş kim varsa, istisnasız pişman olacaktır. Genç yaşındakiler bile, şu an yok lisede bu aklım olsa şunu yapardım diyorlar, bu yaş ilerledikçe insana daha derin çökmeye başlar. 40 yaşına kadar yaşadıkların, 40 yaşından sonra ise, yaşadıklarının eleştirisini yapar insan der schopenhauer.
Hayattan alacaklı olmamak için bunu akıldan çıkarmamak ve biraz etrafın ne diyeceğinden bağımsız olarak, isteklerimizi ön planda tutup, sorumluluk alarak yaşamak gerekir.
çoğumuz hayatı yaşamıyoruz, hep bir olayın bekçisiyiz. Okulun bitmesini bekliyoruz okul bitince hayat başlayacak!, askere gidip geleyim asıl hayat o zaman başlayacak, bir evleneyim hayatım başlayacak ... hayat başlayalı çok oldu, bir şeyin olmasını, bitmesini beklememek gerekiyor, bu mentaliteyle, hayatı başlatamadan yolu yarılıyoruz. Hayatın alacaklısı olmak yerine, vaktimiz varken almaya bakmalıyız.
Tembel insan, kolunu dahi kaldırmaya gerek kalmayacak şekilde işlerini düzene sokan, aylaklık yapabilmek adına, gerekirse aylarca köpek gibi çalışabilen insandır. Gerçek tembellik budur. Günümüzde hayatımızı kolaylaştıran ne kadar şey varsa hepsini tembel insanlara borçluyuz. Genelde tembellik, Oblomovlukla karıştırılıyor, ikisi aynı manaya geliyor olsaydı, ayrı bir şekilde oblomov kavramı çıkmazdı. her gün gidip bir yerden su getirmesi gereken tembel bir insan, bunu yapmanın daha kolay ve eforsuz yollarını ararken, çalışkan insan ise, gider gider gelir, bir gün bile gocunmaz. Sorumluluk alan bir tembel olun, gerisini halledersiniz.
Russell'ın aylaklığa övgü kitabında da dediği gibi, çalışmak çok abartılmış bir erdemdir, çalışmanın bizzat kendisi, iyi olarak nitelendirilemez, hedeflediği şeyle anlam bulur ki bu da değişkenlik gösterir.
sözlüğe girememek bir nebze okey de, girip, yazılan entrynin kabul edilmemesi işkence resmen. Tembellik başlığına yazamadım bir türlü ahhhhhh! yazılarımın topluca durabileceği bir yer istiyorum koca internette, bu gidişle kendi sitemi açmam gerekecek galiba.
@succulent yanlışı genelde sabrederek yapıyoruz, o kadar birikmeden dile getirmek, belki büyük patlamaların önüne geçebilir ama olan olmuş, olayı da bilmiyorum, geçer elbet.
Canım benim şu an ölümle yaşam arasında bir noktadayım. Hayatımda hiç bu kadar kaza atlattığım bir yolculuk yaşamadım. Allah'a emanet gidiyoruz. Eğer ölmeden eve varırsak yazacağım şarjım bitmek üzere
Ben çok iyi eleştiri aldığımı düşünen biriydim, bugün sporda, sırt çalışırken kullandığımız strap denilen bir bez parçası var, tutuş gücünü arttırdığı için daha fazla ağırlık kaldırmaya olanak tanıyor. Onu sağ tarafta kolayca taktım, solu takarken, nedense sağ tarafı çektiğim için, tutma kolu havaya kalkıyor ve çok daha zor şekilde ayarlıyormuşum farkında değilim. 5 saniye falan farkediyor ama sonuçta salakça görünüyormuş. Neyse arkadaş söyledi bana öyle yapma diye, ben de nedense bir anda savunma pozisyonuna geçtim, yok öyle değil bilmem ne, sonradan hak verdim ama bazı eleştiriler işe yarar oluyor, ben normalde eleştiri alabildiğimi düşünüyordum ancak o an alamadım. Efor sarfetmenin de yükü etkili olabilir tabi ama eleştirilerin kimden ve ne şekilde geldiğine bakarak değerlendirmek gerekiyor.
Genele yapılan eleştiriler, örneğin spor yapan erkeklerde beyin olmuyor söylemi, böyle bir şey bir ortamda denildiğinde bu genel bir eleştiridir, eğer sen de spor yapan ve erkek olan kategorisine giriyorsan, kişisel olarak algılayıp, tüm spor yapan erkeklerin beyinlerinin olduğu söylemi için savaşmayı tercih edebilirsin ancak burada yapılacak en akıllıca tutum, ben onlardan biri değilim diyip, hiç üstüne alınmamaktır. Öteki türlü çok zaman kaybı oluyor.
Direkt olarak size yapılan, bireysel eleştiriler. Burada da sizin kötülüğünüzü düşünmediğine kanaat getirdiğiniz birisi, bunu söylüyorsa, anlamaya çalışmak önemli oluyor, çünkü hayata bazen öyle farklı perspektiflerle bakıyoruz ki, en bariz olan şeyi dahi, kendi bakış açımızla göremiyoruz. Böyle olduğunda yapılması gereken şey, kimden geldiği ve nasıl geldiği filtresinden geçtikten sonra ele alınması gerektiğidir.
Eleştirmek için eleştirenler. Eleştirmek, hali hazırda olan şeyin aksaklıklarını gördüğünüz ve sadece mızmızlanma içeren söylemler ise, evet en kolay ve en yaygın bulunan biçimini yapan insanlar bunlardır. Çünkü bir çözüm sunmayı gerektirmez, çözüm sunmak zeka gerektirir, mızmızlanmayı bol bol içerir ki bu tarz insanlar sorumluluk almayı asla istemezler, sorumluluğu alan kişileri ağlayarak eleştirmek tek yapabildikleri şeydir. Toplatıyı cuma gününe ayarlarsın, mızmız ekibi, cuma olur mu, herkes yorgun diye bir ton şey ortaya atar ama bilmez ki, pazartesinden perşembeye kadar olmamasının gerekçelerine hakimsindir. Cumartesi pazar tatilden yer, gerek yoktur ama asla beğendiremezsin. Çözüm istersin, onu da yapamazlar. Kısaca bu tarz eleştirilerin normal olduğunu, en az beyin gerektiren yapıda olmasından dolayı, en yaygın şekilde bulunduğunu anlayıp, insanlara kızmak yerine, bir doğa olayı gibi görüp, aa bugün de hava yağmurlu demek gibi, bugün de mızmız eleştirmenler şakıyor demek gerekir, pek takılmamak lazımdır.
Yapmamaya uğraşmanın evla olduğu yanlışlardır. yayımlanacak yazılar genelde önce hızlı bir şekilde, söylenmek istenene odaklanılarak kaleme alınır sonrasında ise redaksiyon edilerek düzenlenir. Tabi sözlük gibi ortamlarda ben sadece ilkini yapıyorum, bariz hatalar yapmamaya dikkat etsem de, hata yapınca da, aman aman olmuyorum açıkcası.
Bazıları bunu turnusol olarak kullanabiliyor, aslında haksız da sayılmazlar, en bilinen şeyleri dahi gözetmeden yazım yanlışı yapan birisinin çok büyük bir ihtimalle yazıları da okunmaya değer olmuyor ama burada dikkat edilmesi gereken şey, yazım hatalarındaki istikrar, paragraf içinde bir yerde "direkt" yerine direk yazmış ancak sonradan tekrar yazması gerektiğinde "direkt" yazmışsa, bir ışık olabilir sadece dikkat etmiyordur.
araştırma görevlisi olduğum zamanlarda, normalde derse girme yetkimiz olmuyor ama derslerin çoğuna girmemiz için bizi gönderiyorlardı. Çok genç de gösterince, öğrenci sanılıp tınlanmadığım durumlar oldu, egolu biri olmadığım için haşlamadım kimseyi, sonradan öğrenip utançla özür dilemeye falan gelmişlerdi. Liseden de bir arkadaşım savcı olmuş, geçenlerde konuşma imkanı bulduk, savcılık nasıl bir şey seni tanımadan durduran polise falan artislik yapıyor musun dedim, onu yapanlardan nefret ediyorum, istedem alası yapılır da, aşırı derecede vatandaş sanılıp kötü davranılmadığı sürece pek karışmıyorum, falan yapıyor. Lisede de iyi çocuktu, keşke her savcı öyle olsa da adalet biraz düzelse ülkede.
aşırı derecede torpil, iğrençlik dönüyor şu an üniversite kadrolarında, dayanamadım bıraktım, cidden çekilecek çile değil. Meslektaşlarınla felsefe konuşunca iş konuşuyor bu diye dışlanıyorsun, öyle saçma şeyler yaşadım, neyse hatırlamak istemiyorum sjsjsd
baktım olmayacak, benim yaptığım yazılara en ufak katkı sağlamadan adını yazdıran proflara, makale basmaktansa, başka şeylere yönelip, iş kesinleşince ayrıldım.
kanada da bir üniversiteyle ortak hocalık antlaşması olan biri vardı, seni de ekleyelim demişti de, o zamanlar zaten yalnızlık ve hiçlikle boğuşuyordum bir de gurbet el ve soğuk kültür yok ederdi beni, cesaret edemedim açıkcası.
nereye gidilirse gidilsin, o sandığımız huzur gelmeyecek onu içten içe biliyorum o yüzden pek heyecanlı değilim o işler için ama belki sende farklı olur.
yazılım hiç bitmiyor ya, hep eksik hissediyorsun, öyle ki işe girebilsen dahi, sanki tam olmamışsın ve seni işe alanları kandırmışsın hissi yaşıyorsun. yabancıların impostor syndrome dediği olay.
işe gireyim de sıkıntı değil o. sonuçta sürekli gelişen bir alan. şirket ne yapıyorsa onu öğrenmen bile iki sene en az kovmazlarsa ya da maaşta anlaşırsan tabi.
Bunların bir de özelden mesaj atanları var, seni takip ettim demin tarzı bir şey yazarlar, sıra sende anlamına gelen. Takip böyle bir şey değil kardo, isteyen eder, sen böyle dilenerek yaptığın takipçilerin hiçbir anlamı yok. Profiline giren kişi 50 takipçini görünce belki bir şey sanabilir ama onu bir şey sananda aşağı yukarı senle aynı zihniyette olduğu için, bu bizim istemediğimiz bir şey. Kısaca etmiyorum takip kusura bakma.
@siyah anka kesinlikle, ben mesela hoşgeldin nickaltısı kadar sevmediğim bir şey yok ama mecburen yapılıyor, nickaltı gerçekten de o kişiyle ilgili bir izlenimin olduğunda girilmesi gereken bir şey olarak görüyorum, yoksa daha seni tanımadan girilen, hoş biri, iyiye benziyor tarzı yorumların hiçbir anlamı yok bence.
ben zamanında çok konuştum insanlarla ve bazıları takibe takip için de olsa nickaltı için de olsa stekte bulundu maalesef. sırf bu yüzden bile arkadaşlıklarım bitti diyebilirim. bir de ısrar edenleri de var maalesef. hepsini geri savuşturdum tabi ayrı ayrı. ekşide nasıl takıldın bilmiyorum ama maalesef mal çok ve özellikle pandemiyle daha çok arttı.
alaskan kesinlikle öyle. açıkçası benim nickaltımda sırf girmiş olmak için girilmesi beni mutlu eden bir şey değil. hani entrylerime bakarak bir izlenim oluşturursun öyle girersin bu kadar. daha beterini söyleyeyim. nickaltıma girilen entrylerin hepsini beğenirim ama beni gerçekten tanıyarak yazanları favlarım. buna bile laf denmişti neden favlamadın diye.
hiçbir şey ağzımı açık bırakmaz merak etme :) bende çok kötü şeyler yaşadım. neyseki yazar hesabımı yok ettim. çaylak olarak devam ediyorum onu da kapatıcam sanırım.
@siyah anka, kadın sanıldığım olaylar oldu sdsjdsad küfür etmeden imla kurallarına biraz uyarak yazınca olabiliyor bir şeyler ama öyle ilginç bir olay pek yaşamadım
alaskan sen hiçbir şey yaşamamışsın ki hahahha :) evet maalesef düzgün konuşan insanları kadın sanıyorlar. sanırsın erkekler konuşamaz. hayvanlığı erkek sanan çok.
@siyah anka yaşamadık valla, zamanında eski sevgilinin insta kutusuna bakmak gibi bir hata yaptım onun izniyle tabi, o günden beri psikolojim bozuk baya
alaskan açıkçası yorum yapamam o kısma ama azıcık kadın olduğunu belli etsen sivriler üşüşüyor başına maalesef. çok gördüm ekşide bunu. belli etmeye de gerek yok bak ima edenin başına yağıyorlar. sırf bu yüzden test bile yapmıştım zamanında.