Giresunlu bir devrem var, severim de kendisini ama ne zaman konuşsak, hep "kusura bakmada" kalıbını kullanıyor. Her seferinde aha geçirecek bana diyorum, hiç alakası olmayan, kusura asla bakılmayacak şeyler söylüyor.
Daha dün konuşurken "kusura bakmada birader ortam çok tuhaf, karışık, doları da sabitlemişler her şey olabilir" gibi bir şey söyledi. Sonra 5 cümle daha etti ama ben o kusura bakma kısmına takılıp düşüncelere daldığım için dinlemedim. Çok tuhaf gerçekten. çok afedersiniz olanına denk gelmedim daha ama o daha kabullenilebilir gibi, bunda bir itham var, bir şey geliyor gibi oluyor.
alaskan crab
1. nesil Yazar - 15. Seviye Ateş Şamanı - Yazar -
- toplam entry 501
- takipçi 16
- puan 28523
Evrimsel açıdan kadın seçen taraftır, çünkü bir ilişki içerisindeyken çok fazla zaman ve emek verir. Erkek ise olabildiğince çok dişiyle beraber olmak için tasarlanmıştır. Doğada zaten erkek olan canlılar, gösterişli, büyük, güzel, renkli, dans eden, uçan kaçan, kavga eden tiplerdir. Çünkü seçilmek için debelenirler. Erkek harcanabilen, yerine başkasının kolayca geçebileceği bir yapıdayken, dişi esas devamlılığın temeli olmasından dolayı, korunması gereken, değerli olan bir yerdedir.
Tabi temeller böyle olsa dahi, insan faktörü işin içine girdiğinde toplum, kültür, değişim de dahil pek çok etken, temellerimizi yadsımamıza, farklı şekillere büründürmemize sebep oluyor. Bunlar ışığında başlığa bakarsak eğer, basit erkekler, kadınların seçen konumda olmasından dolayı, zaten seçmeyeceği tiplerdir. Araştırmalar da zaten bunu gösteriyor, erkeklerin büyük bir çoğunluğunun kadına erişimi yoktur, kadınlar da erkeklerin yüzde onluk kesimiyle ilgilenir. Kadınlar seçer diyorum ancak, kadın da öyle ava çıkıp seçmez, kendini seçenler arasından birini seçer.
Tabi bu söylemler bakış açısına göre değişir, bana kalırsa her ilişki özeldir ve kendine has dinamikleri barındırır, öyle genellemelere sokup, itibarsızlaştırmak anlamsız.
Tabi temeller böyle olsa dahi, insan faktörü işin içine girdiğinde toplum, kültür, değişim de dahil pek çok etken, temellerimizi yadsımamıza, farklı şekillere büründürmemize sebep oluyor. Bunlar ışığında başlığa bakarsak eğer, basit erkekler, kadınların seçen konumda olmasından dolayı, zaten seçmeyeceği tiplerdir. Araştırmalar da zaten bunu gösteriyor, erkeklerin büyük bir çoğunluğunun kadına erişimi yoktur, kadınlar da erkeklerin yüzde onluk kesimiyle ilgilenir. Kadınlar seçer diyorum ancak, kadın da öyle ava çıkıp seçmez, kendini seçenler arasından birini seçer.
Tabi bu söylemler bakış açısına göre değişir, bana kalırsa her ilişki özeldir ve kendine has dinamikleri barındırır, öyle genellemelere sokup, itibarsızlaştırmak anlamsız.
Mesele ekşi sözlük meselesi değil. En işe yarar olarak bilinen forum tarzı da dahil, pek çok platformda salak saçma bir çok şey mevcut. Adam sorununu anlatıyor, andavalın biri gelmiş altına "açıp kapamayı denedin mi kanki" yazıyor. Bilinçli bir internet kullanıcısı, hızlı bir göz taramasıyla, doğru ve düzgün yazılanı bulur, işini halleder.
İnternet zaten böyle bir ortam. Bir şeyi aramayı, filtre etmeyi bilmeyen, gündemde gezinip, her avelin yazdığına itimat eden bir yapınız varsa, koca bir platformu komple itin götüne sokmakta haklısınız çünkü değerli olanı bulma gibi bir çabanız yok. Nerede olursanız olun, bulunduğunuz ortamda herkesin kaliteli olmasına imkan yoktur, özellikle büyük topluluklarda bu daha da belirginleşir. İyi üzerine uğraşılması, çaba harcanması gerekir ki bu nadir bir şeydir. Bu nedenle, ekşi sözlükte gündem kısmında gezip, en çok entry girilen başlıklara bakıp, komple herkesi aynı kefeye koymak kolaya kaçmak oluyor. Bunun nedeni oranın ekşi sözlük olması değil, bunun nedeni çok fazla insan barındırması ve hepsinin aynı oranda yazma ve sesini duyurma imkanının bulunması. Milyonlarca sinek boka konuyor diye, bu bokta keramet olduğu anlamına gelmiyor.
Ekşi sözlükte de, çok insanın yazdığı diğer platformlar gibi çok değerli yazılar, çıkarımlar, tespitler var ancak yine diğer platformlar gibi nadir ve bulunmayı bekliyor sadece.
İnternet zaten böyle bir ortam. Bir şeyi aramayı, filtre etmeyi bilmeyen, gündemde gezinip, her avelin yazdığına itimat eden bir yapınız varsa, koca bir platformu komple itin götüne sokmakta haklısınız çünkü değerli olanı bulma gibi bir çabanız yok. Nerede olursanız olun, bulunduğunuz ortamda herkesin kaliteli olmasına imkan yoktur, özellikle büyük topluluklarda bu daha da belirginleşir. İyi üzerine uğraşılması, çaba harcanması gerekir ki bu nadir bir şeydir. Bu nedenle, ekşi sözlükte gündem kısmında gezip, en çok entry girilen başlıklara bakıp, komple herkesi aynı kefeye koymak kolaya kaçmak oluyor. Bunun nedeni oranın ekşi sözlük olması değil, bunun nedeni çok fazla insan barındırması ve hepsinin aynı oranda yazma ve sesini duyurma imkanının bulunması. Milyonlarca sinek boka konuyor diye, bu bokta keramet olduğu anlamına gelmiyor.
Ekşi sözlükte de, çok insanın yazdığı diğer platformlar gibi çok değerli yazılar, çıkarımlar, tespitler var ancak yine diğer platformlar gibi nadir ve bulunmayı bekliyor sadece.
Bu konuda sana katılıyorum. Bilgi içeriği çok yüksek bir platform. Yıllarca kullandım da yararlandığım da oldu. Bir sürü arkadaşlıklar edindim. Kimisiyle yüz yüze de görüştüm. Ama genel olarak çok fazla insan barındırması ve anonimlik kanlarına fazla işlediği için mesajlaşma kısmı çok yorucu
ben okuyucu gözüyle yazmıştım, tabi platform içerisinde sürekli mesajla zorlayan kişiler varsa rahatsızlık normal.
Evet ben yazardım ekşi de sildim hesabımı çeşitli sebeplerden dolayı. Mesajla zorlayan çok insan var.
Hissizlik küveti diyorlardı galiba, tam hakim değilim ama çok ilgimi çekiyor, vücut sıcaklığında suyun içerisine bir takım maddeler atıp, olabildiğince duyu organlarından gelen verileri keserek, beynin kendi içerisinde, veri akışı olmamasından dolayı artık verileri kendi üretmeye başladığı bir an oluyormuş. Hafif uyku gibi ve ne kadar dış bilinçte kısım kısım görüntü varsa, hepsini sunmaya başlıyor, delirmemek için çabalıyormuş. Çok farklı bir deneyim diyorlar uzun zaman önce yaparım diye aklımda tutuyordum unutmuşum, bu başlıkla hatırladım.
Dilenciler bizlere acıma duygusundan çok daha yoğun bir şekilde suçluluk duygusu uyandırır. O haldeyken, bizlerin daha iyi konumda olmasından dolayı büyük bir suçluluk kaplar içimizi. Acıma duygusu ise sonradan kendini gösterir, acizlik ve iyi olmak aynı potada erimiştir çünkü köle ahlakı sayesinde. Onun aciz olmasından dolayı iyi olduğu, bizim ise onun yanında çok güçlü kalmamızdan dolayı da kötü olduğumuz işlenir beynimize, tam da bu nedenle suçluluk duyarız. Oysa iyi olan aciz olandan ayrılmalı.
talih denilen şeyin havadan kafanıza düşmeyeceğini, fırsatları yaratmayı bilmeniz gerektiğini ve bunları yaratırken de cesur olunması gerekliliğine vurgu yapan sözdür.
şans çok garip bir kavram, tek başına düşünüldüğünde hiçbir eylem gerektirmeyen ve bir şekilde yolunu bulan bir şey gibi karşımıza çıkıyor ancak bu böyle değil. Şans için bile bir çaba, bir şeylere fırsat doğurma, ortam oluşturma gerekir. (bkz: fortuna favet fortibus) "talih cesurdan yanadır"
matematiksel olarak bakıldığında çok daha garip bir durum, fizikalizm gibi indirgemeci bir evren anlayışıyla, esasında olan her şey önceden belirlenmiştir, bizim şans olarak görmemizin sebebi tamamen bilemeyişimizden kaynaklıdır. Bu bakış açısı iradeyi de ortadan kaldıran bir yanı olmasından dolayı pek tasvip edilmez. Çünkü her şey mekanik bir takım hareketlerden oluşuyorsa eğer, biz de dahil, tüm yapıp etmelerin değişmez bir neden sonuç ilişkisi içerisinde olduğunu kabul etmemiz, bunun sonucu olarak da hiçbir şeyi kendi isteğimizle yapmadığımız, her şey basit bir fizik olayından öteye geçmediği ve zorunluluk yani bir kader olarak her şeyi yaşadığımız söylenebilir. Böyle bir evren anlayışında da, şans olgusu, aslında bizim bilmediğimiz şeye taktığımız isim olmuş oluyor.
rastgelelik kavramı da çok problemlidir ve şans kavramının anlaşılması için ona da değinmek gerekir. Bizim rastgelelik anlayışımız, gerçekte olan rastgelelik durumundan çok farklıdır. Bunla ilgili anlatılan en popüler hikaye, apple'ın müzik çalarına yaptığı rastgele müzik oynat kodudur. Gerçeğe yakın şekilde, rastgeleliğe dayalı bir kod yazmışlar ancak müşteriler bu rastgele çalışma işinin rastgele olmadığına dair pek çok şikayette bulunuş. Bir müşteri art arda aynı şarkının 4 kere çaldığını söylemiş. Gerçek bir rastgelelikte, aynı şarkı değil dört, on kere bile çalabilir. Bunu, rastgele olarak yazılan kodun, eğer daha önce çaldıysa bir daha çalma komutu eklenmesiyle, rastgelelikten çıkartılarak çözülmüş.
Aynı şekilde bir kağıda daire çizilmiş ve içerisine rastgele noktalar bırakan bir yazılımla, kağıt işaretlenmiş ve ardından da insanlara, daire içerisine rastgele noktalar koyun denmiş. Yazılımın yaptığı daire içerisindeki nokta dağılımları, sanılan aksine homojen değil, bir yerlerde aşırı biriken ancak başka bir yerde hiç olmayan bir şekildeyken, insanların rastgele koymaya çalıştığı noktalar, dairenin içerisine neredeyse homojen dağılan bir şekilde oluşmuş.
Kumarcı safsatası da zaten bu rastgeleliği ve şansı çok yanlış anlamamızdan kaynaklanıyor. Üst üste 5 kere kaybeden birisi, bir sonraki kumar oynayışında kazanma şansının arttığını düşünüyor ancak şans oranı hala aynı, artan bir şey yok.
matematiksel olarak bakıldığında çok daha garip bir durum, fizikalizm gibi indirgemeci bir evren anlayışıyla, esasında olan her şey önceden belirlenmiştir, bizim şans olarak görmemizin sebebi tamamen bilemeyişimizden kaynaklıdır. Bu bakış açısı iradeyi de ortadan kaldıran bir yanı olmasından dolayı pek tasvip edilmez. Çünkü her şey mekanik bir takım hareketlerden oluşuyorsa eğer, biz de dahil, tüm yapıp etmelerin değişmez bir neden sonuç ilişkisi içerisinde olduğunu kabul etmemiz, bunun sonucu olarak da hiçbir şeyi kendi isteğimizle yapmadığımız, her şey basit bir fizik olayından öteye geçmediği ve zorunluluk yani bir kader olarak her şeyi yaşadığımız söylenebilir. Böyle bir evren anlayışında da, şans olgusu, aslında bizim bilmediğimiz şeye taktığımız isim olmuş oluyor.
rastgelelik kavramı da çok problemlidir ve şans kavramının anlaşılması için ona da değinmek gerekir. Bizim rastgelelik anlayışımız, gerçekte olan rastgelelik durumundan çok farklıdır. Bunla ilgili anlatılan en popüler hikaye, apple'ın müzik çalarına yaptığı rastgele müzik oynat kodudur. Gerçeğe yakın şekilde, rastgeleliğe dayalı bir kod yazmışlar ancak müşteriler bu rastgele çalışma işinin rastgele olmadığına dair pek çok şikayette bulunuş. Bir müşteri art arda aynı şarkının 4 kere çaldığını söylemiş. Gerçek bir rastgelelikte, aynı şarkı değil dört, on kere bile çalabilir. Bunu, rastgele olarak yazılan kodun, eğer daha önce çaldıysa bir daha çalma komutu eklenmesiyle, rastgelelikten çıkartılarak çözülmüş.
Aynı şekilde bir kağıda daire çizilmiş ve içerisine rastgele noktalar bırakan bir yazılımla, kağıt işaretlenmiş ve ardından da insanlara, daire içerisine rastgele noktalar koyun denmiş. Yazılımın yaptığı daire içerisindeki nokta dağılımları, sanılan aksine homojen değil, bir yerlerde aşırı biriken ancak başka bir yerde hiç olmayan bir şekildeyken, insanların rastgele koymaya çalıştığı noktalar, dairenin içerisine neredeyse homojen dağılan bir şekilde oluşmuş.
Kumarcı safsatası da zaten bu rastgeleliği ve şansı çok yanlış anlamamızdan kaynaklanıyor. Üst üste 5 kere kaybeden birisi, bir sonraki kumar oynayışında kazanma şansının arttığını düşünüyor ancak şans oranı hala aynı, artan bir şey yok.
freudda direkt olarak alter ego geçmez ancak farklı bir benlik oluşturan kişileri tanımlamak için id, ego süper ego üçlüsünün öne çıktığı aralıkların değişkenliğiyle, farklı karakteristik özelliklerin ön plana çıkmasıyla açıklar. Örneğin süper ego, id'in isteklerini bastıran ve kuralcı bir yapıdadır ancak kişinin bu kuralları takma sebebi, başına gelebilecek kötü şeylerse eğer, kötü şeylerin başına gelmeyeceğine emin olduğu (örneğin sözlük gibi ortamlarda) bir ortamda, aşırılığa kaçması ve süper ego kontrolünü çok düşürmesi sebebiyle değişen karakter yapısı, esasında farklı bir kombinasyonla oluşan ve yansıttığı alter egosundan başka bir şey değildir.
Hepimiz esasında burada gerçek benliğimizi sergileme imkanımız olmamasından dolayı, bir nevi alter egomuzla bulunuyoruz denilebilir. Tabi kavramsal olarak dediğim gibi direkt freudyan bir söylem olmadığı için, psikoloji okuyanlar triggerlanabilir yine de demeyelim.
Hepimiz esasında burada gerçek benliğimizi sergileme imkanımız olmamasından dolayı, bir nevi alter egomuzla bulunuyoruz denilebilir. Tabi kavramsal olarak dediğim gibi direkt freudyan bir söylem olmadığı için, psikoloji okuyanlar triggerlanabilir yine de demeyelim.
Savaşı bırak, kavgadan korkarım ben. Karşıdakini tam olarak dövebileceğime emin olsam bile, bu sefer de ona aşırı zarar vermekten korkarım. Korku, doğal bir duygu durumdur, korkmam demek, yapılması gereken şeyi yapamayacağım anlamına gelmez. Bir de erkek denilen canlının sürekli bir arayışta olduğuna katılıyorum, doğamız gereği hep bir şeylere yaramak, bir şeyleri değiştirmek istiyoruz ama bu illa savaşacağımız anlamına gelmiyor bence. Kadın kendi başına değerlidir, doğada da bu böyledir, çünkü erkek gibi değersiz ve milyonlarca sperm üretip sağa sola fırlatmaz, esas doğurganlığın ve az sayıdalığın temelidir. Oysa erkek kolayca harcanabilir, yerine başkası geçer hemen. Hal böyle olunca, erkeğin değeri, yaptığı işte, ödediği bedeldedir. Bu bedel illa savaş olmak zorunda değil demek istediğim.
dün spordan eve gelirken parkta biraz oturalım dedik arkadaşla. 4 tane çocuk geldi yanımıza. en küçükler 11 , en büyükleri taş çatlasa 15 yaşında. Sigara var mı abi yapıyorlar, içmiyoruz güzel kardeşim kötü sen de içme diyorum, abi napıcan sen beni var mı yok mu çekiyor küçücük çocuk :D, başta azarlıcaz sandıkları için guardlarını almış gelmişler, insan yerine koyup cevap verdiğimi gördükçe konuşma tarzları düzeldi. yanımıza falan oturdular. Büyük olanlar bizden iş çıkmayınca sağa sola gitti, en küçük, ben ve arkadaşım kaldı. Yaşın kaç diyorum, 14 diyor ancak 14 olmasına imkan yok aşırı küçük çelimsiz bir çocuk. Asker misiniz abi diyor, sizi çok sevdim bilmem ne derken muhabbet uzadı baya. Merak ediyorum, bu yaşta bir çocuk niye üstü başı yırtık bir şekilde dışarda gezer. Konuştukça öğrendim ki dışarda kalıyorlarmış. Arada ötekiler gelip gelip tekrar gidiyorlar falan. Birbirlerine orospu çocuğu diye epey ağır küfürler ediyorlar, bakın yanlış bu, biz bu küfürler için adam döverdik siz arkadaşsınız birbirinize ediyorsunuz diyorum, abi o harbiden orospu çocuğu diyor. En küçükleri abi orospu anam koydu gitti bıraktı beni diyor. Öyle denmez anneye, onu da dinlemek lazım bir sebebi vardır erken karar verme diyorum. Ablalar çok açık giyiniyorlar, erkeklerde bunları sikme peşinde diyor. Abi sen kalıplısın ama kötü o polis kovalasa seni kaçamazsın, döversin belki ama asla kaçamazsın ben kaçmayı seçiyorum küçük olmak güzel falan diye yardırıyor kendi kendine. Babası bunlara bakmıyormuş, 15 gündür falan dışardalar, en son gittiğini dövmüş bunla abisini. Diğer iki çocuk da dışarda kalıyor bunlarla ama onların hikayesini duymadım, biraz da büyük oldukları için, ağır abi takılıyorlar pek laf anlatmadılar. Küçücük çocuktan çok çalışıcam zengin olucam, inşallah siz de olursunuz gibi laflar duydum. Çok tuhaf bir deneyimdi benim için. Bugün gelirken tekrar gördüm onları, abi sen niye abime verdin parayı orospu çocuğu bize kuruş vermedi tüm parayı internette yedi diyor. Dışarda ben de kaldım, ne kadar zor bir şey olduğunu bilirim, biz keyfine kalmıştık onlar zorunluluktan. Koca adam gibi konuştum küçücük çocukla, iki gündür hayatımı siktiler, bir yandan yardım etmek bol bol para vermek istiyorum öte yandan, bonzai satanların yerlerini falan bana anlatıyorlar, içlerinden biri esrar içicisi, büyük ihtimalle para oraya gidecek. Denk geldikçe yemek yiyoruz beraber ama polise haber verip, devlet korumasına alınmaları için haber etsem mi yoksa görmemezlikten mi gelsem ikileminde debelenip duruyorum. Yarın büyük ihtimalle yine karşılaçıcaz çünkü artık çıkış saatimi ve yolumu biliyorlar, beni beklerler. iki kişi bıçaklamışlar, kavga edip dayak yemişler, bir ton olayları var. Çocukluğun getirdiği çılgınlık, hayatın tekmesini yemenin getirdiği olgunlukla öyle bir yerde duruyorlar ki anlamak çok güç.
Ha bu başlığı görünce nerden esti bunları anlattın derseniz, böyle otururken içlerinden biri benim shaker'ı çalmış ahahahaaaa ne olduğunu da anlamamış ama atmış cebe. Arkadaş da çocuktur yapar dedi. Bugün görünce abi düşürmüşsün diye getirdi en küçükleri. Ya pişman oldular ya da ne yapacaklarını bilemediler bilmiyorum ama çocuktur yapar tabi.
Ha bu başlığı görünce nerden esti bunları anlattın derseniz, böyle otururken içlerinden biri benim shaker'ı çalmış ahahahaaaa ne olduğunu da anlamamış ama atmış cebe. Arkadaş da çocuktur yapar dedi. Bugün görünce abi düşürmüşsün diye getirdi en küçükleri. Ya pişman oldular ya da ne yapacaklarını bilemediler bilmiyorum ama çocuktur yapar tabi.
Devletin korumasına alması için mücadele etmenizi tavsiye ederim. Zira artık devlet koruması eskiye nazaran daha iyi seviyede
en mantıklısı o gibi görünüyor, beni hain olarak görecek olsalar bile, dışarda kalıp o şartlarda durmaktan iyidir.
Belki bir gün sana dua edecekler bilemezsin. Ben geçen sene bir sürü sevgi evi çocukları ile tanıştım, iyi bakılıyorlar
konuşurken hafif ağızlarını yokladım da, varsa yoksa polisten kaçmak kazınmış kafalarına. Önce polislerle konuşup, nasıl olur ne yapmak gerekiri öğrenmem lazım gibi duruyor.
Sosyal hizmetlerle de konuşabilirsin
Sosyal hizmetlerde bunlarla ilgili çalışan psikologlar vs var illa ki destek olacaklardır ve seni yönlendireceklerdir
çok teşekkür ederim galiba bu çocukların yükü artık benim üzerimde, üzerime düşeni yapmam şart oldu.
Bazen bize böyle görevler verilir. Umarım o çocukları topluma kazandırabilirsin. Bol şans diliyorum
elimden geleni yapacağım bakalım.
durumun neticesini de paylaşabilir misiniz en sonunda? merak ederiz. umarım güzel haberlerinizi okuruz.
göremedim çakalları bugün, ya sürekli anlattıkları gibi yine kaçtılar ya da başka bir şeyin peşindeydiler, güncelleme olunca yazarım tabi umarım iyi haberler olur.
siz yine de öncelikle kendinize dikkat edin ne olur ne olmaz.
gelişmeleri takip ederiz
gelişmeleri takip ederiz
İnsanlığı kuran iki büyük temelden birisidir. Diğeri ise ölümün idrak edilemeyişi ki ona burada değinmem gereksiz. Evrensel bir ahlak kuralı gibi hırsızlığın suç olduğu adeta hepimizde kanıksanmış bir olay gibi durur. Uç ve istisnai örneklerle hırsızlığı haklı gösterebilsek bile, tüm bir hırsızlık olayını gösteremeyiz. Bunun nedeni, sahiplenme arzumuz o kadar güçlüdür ki, buna sorun çıkartacak olan hırsızlık gibi bir eylemin varlığına tahammül edemeyiz. Çocuklar üzerinde yapılan deneylerde bile hırsızlık eyleminin istenmeyen bir şey olarak ortaya konması da bundandır. Deney kısaca, çocuklara kuklalarla bir gösteri düzenlenir. Kuklalar aralarında oynarken, bir tanesi, başka bir kuklanın oynadığı oyuncağı elinden alır götürür. Sonrasında tüm kuklalar çocuğun önüne getirilir ve hangisini istediği sorulur. Sorulan tüm kombinasyonlarda, çocuk asla hırsız olan kuklayı seçmez.
Bunu anlatma sebebim, bencillik dediğimiz nosyonun çok daha derinlerde, içimizde bir yerde olduğunu ve yaşayanlar olarak buna sahip olmanın da gayet normal bir durum olduğunu kavrayabilmemiz içindir. Bencillik daha dile gelirken bile olumsuz ve kötü bir anlamdaymış gibi duruyor. Nietzche'ye göre bunun böyle olmasının sebebi, güçsüzlerin, kendi istekleri doğrultusunda yaşayacak kadar güçlü olanları suçlu hissettirmek ve kendi köle ahlaklarına empoze etmeye çalışmaklarından kaynaklıdır. Kendinizi sevmeden başkasını sevemezsiniz. Kendinize yararınız olmadan başkasına yarar sağlayamazsınız. Uçak düşerken, oksijeni önce kendinize, sonra etrafınızdakilere ya da varsa çocuğunuza tutmanız öğütlenir. Bencillik, esasında kendini ön planda tutarak güç kazanmaya eş değerdir. Güçlü olmadan iyilik yapamazsınız. İyi olanın güçsüz, aciz ve gösterişsiz olduğu söylemi, tamamen köle ahlakının bir ürünüdür. Yolda gördüğümüz bir dilenciyi anında iyi olarak etiketlemekteyiz. Oysa gerçek iyi, kötülük yapabilecek ve sonrasında gücünden dolayı hiçbir şekilde bir sorun yaşamayacak olduğu halde, iyilik yapmayı seçendir.
Ayrıca
(bkz: #6789)
Bunu anlatma sebebim, bencillik dediğimiz nosyonun çok daha derinlerde, içimizde bir yerde olduğunu ve yaşayanlar olarak buna sahip olmanın da gayet normal bir durum olduğunu kavrayabilmemiz içindir. Bencillik daha dile gelirken bile olumsuz ve kötü bir anlamdaymış gibi duruyor. Nietzche'ye göre bunun böyle olmasının sebebi, güçsüzlerin, kendi istekleri doğrultusunda yaşayacak kadar güçlü olanları suçlu hissettirmek ve kendi köle ahlaklarına empoze etmeye çalışmaklarından kaynaklıdır. Kendinizi sevmeden başkasını sevemezsiniz. Kendinize yararınız olmadan başkasına yarar sağlayamazsınız. Uçak düşerken, oksijeni önce kendinize, sonra etrafınızdakilere ya da varsa çocuğunuza tutmanız öğütlenir. Bencillik, esasında kendini ön planda tutarak güç kazanmaya eş değerdir. Güçlü olmadan iyilik yapamazsınız. İyi olanın güçsüz, aciz ve gösterişsiz olduğu söylemi, tamamen köle ahlakının bir ürünüdür. Yolda gördüğümüz bir dilenciyi anında iyi olarak etiketlemekteyiz. Oysa gerçek iyi, kötülük yapabilecek ve sonrasında gücünden dolayı hiçbir şekilde bir sorun yaşamayacak olduğu halde, iyilik yapmayı seçendir.
Ayrıca
(bkz: #6789)
Görece büyük sözlüklerde dikkat çekebilmek için genelde bir motto, jargon, farklı bir şey belirlenir ve sürekli o spamlanır. İncide yazarken at kafası klanı vardı mesela her yazdıklarının sonuna at kafası simgesi koyarlardı bak kaç yıl geçmiş hala unutmamışım. Uludağdan geldik dediğinde yıllardır girmediğim uludağ hesabıma girdim ve orada da aynı taktiğin uygulandığını gördüm. Her yazdığının sonuna evet. koyan bir yetkili vardı örneğin.
Demem o ki, burada zaten toplasan 10 kişiyiz, böyle bir çabaya gerek yok, en azından kendin olabildiğin bir yer olsun burası, büyük sözlüklerde yine estirirsin gocuyu, ben gerçek gocuyu tanımak istiyorum.
Demem o ki, burada zaten toplasan 10 kişiyiz, böyle bir çabaya gerek yok, en azından kendin olabildiğin bir yer olsun burası, büyük sözlüklerde yine estirirsin gocuyu, ben gerçek gocuyu tanımak istiyorum.
Kanki hani herkesi güldürüp, kendi geceleri ayna karşısında ağlayan palyaço var ya, işte o benim!
gocummmmmmmmMMM
Hep neşe saçan insanlara dikkat etmek lazım. Çünkü içinde büyük fırtınalar eser. Bazen bunlar bize rahatsızlık verir ama sosyolojik açıdan değerlendirildiğinde belki desteğe bile ihtiyacı olabilir.
Succulent cebime de on lira koy kanki, çünkü tam öldüremedin.
Kanki ben öldürmem süründürürüm :)
Hııı, sen önce sigaralarına sahip çık…
Hahaha. Çıkıyorum o konuyu hallettik
Risk almaktan korkmak her ne kadar akılcıl bir tavır gibi görünse de üzerine biraz düşündüğümüzde aslında öyle olmadığını anlarız. Aşırı uçları hariç tutarak, risk almak, hayatın monotonluğundan kurtulmayı ve dolu dolu yaşamayı sağlar. Her insan kendi konfor alanına düştüğünde oradan bir daha çıkmak istemez, bu genlerimize işlemiş bir hayatta kalma güdüsüyle daha da güçlü ve karşı konulamayacakmış gibi hissettirebilir ancak doğru değildir. Hiç risk almamış bir şekilde sürdürülen bir hayat, tek düze ve sıkıcıdır. Böyle bir hayat yaşayan birine, hayatın nasıldı diye soracak olursanız, size "bunca yıl geçti ama nasıl geçti hiçbir şey anlamadım" diye cevap verir. Bunun nedeni, konfor alanında ve tekrarlayan şeylere maruz kalan beyin, kendisini tabiri caizse otomatik pilota alır. Evet aynı tipten uyaranlara karşı beyin bir süre sonra ilgisini yitirir. Bir ortamda kötü bir koku varsa bir süre sonra o kokuyu almayı keseriz. Ya da giydiğimiz bir tshirt ilk başta her yerini tenimizde hissettirirken, bir süre sonra oradan gelen uyaranları beyin yoksayar.
konfor alanınızın dışında ve yep yeni bir ortamda farklı şeyler yapmaya kendisini zorlayan birinin zaman algısıyla, 10 yıldır aynı şeyleri yapan ve bir sonraki 10 yıl da aynı şeyleri yapmak isteyen birinin zaman algısı aynı değildir. biri dolu dolu bir hayat yaşar ve geriye dönüp baktığında ne çok şey yaşanmışım diyebilirken, öteki demin de dediğim tarzda bir cevap verir.
Kısaca risk alın, farklı şeyler deneyin, konfor alanınızdan çıkın , ölümden sadece alacaklı olanlar korkar, ne alacağınız varsa hayattan koparın alın.
konfor alanınızın dışında ve yep yeni bir ortamda farklı şeyler yapmaya kendisini zorlayan birinin zaman algısıyla, 10 yıldır aynı şeyleri yapan ve bir sonraki 10 yıl da aynı şeyleri yapmak isteyen birinin zaman algısı aynı değildir. biri dolu dolu bir hayat yaşar ve geriye dönüp baktığında ne çok şey yaşanmışım diyebilirken, öteki demin de dediğim tarzda bir cevap verir.
Kısaca risk alın, farklı şeyler deneyin, konfor alanınızdan çıkın , ölümden sadece alacaklı olanlar korkar, ne alacağınız varsa hayattan koparın alın.
bir şeyi olabildiğince kısa anlatamıyorsan, o şeyi bilmiyorsundur diye bir zırva dönüyor etrafta. Ben de biliyorum şu şöyledir, bu da böyledir diyip kesip atmayı, ama bu tarz söylemlerde esas olan, bu söylemlerin arkasını dolduran argümanlardır. Bir de en temel karşı çıkışları da göz önüne alarak cevap yazınca, oluyor sana iki paragraf yazı. Kaldı ki zaten bu tarz sözlüklerde takılma amacım, hali hazırda bildiğim şeyleri unutmamak, pekiştirmek ve geliştirmek olunca uzun uzun yazılar çıkıyor ortaya. Tanımadığın birinin çok uzun bir yazı yazdığını görünce de insanın okuyası gelmemesi normal. Çünkü eline klavye alan yazabiliyor, belki de bir sayfa boyunca saçmaladı ya da sana büyük katkılar sunacak bir çok detay verdi. Bu da senin risk alarak, başta güven duyarak okumana bağlı kalıyor. Baktın bir okudun, iki okudun bir şey yok, sonra okumazsın olur biter. Bak yine uzun uzun yazı oldu.
Özet; aşk bu kızıl ötesi yaralı müzesi hareket edemem.
Özet; aşk bu kızıl ötesi yaralı müzesi hareket edemem.
ben ve 29 yıllık hayatım da, ortalamayı yükseltenler arasında yerimizi alıyoruz.
hahaha ben seni daha büyük sanmıştım yav :)
kaç sanmıştın ki
35 falan.
yakınmış yine tahminin, yakında 30 oluyorum zaten
şimdiden doğum günün kutlu olsun o zaman :)
teşekkürler hiç de sevmem doğum günlerini ama sevindim
neden sevmezsin?
bilmem ilgiyi üzerime çekmek istemediğimden mi, yoksa eskiden kalma hayattı sevmemem ve sanki doğum gününü severek, dolaylı yoldan hayatı da seveceğim için buna yeltenmememden midir bir şekilde içime işlemiş, sevmiyorum.
hayatı sevmemize gerek var mı gerçekten bende bilmiyorum. bende artık pek sevmiyorum doğum günlerini.
zihnimde intiharımı gerçekleştirmiş biri olarak, ne gelse kabulüm modunda yaşıyorum zaten, hayat üzerine de uzun zamandır düşünmüyorum, akışa bıraktım, gerek yok galiba sevmeye illa.
bilemiyorum belki benim de cevabı bulmam gerekiyordur :) nereden geldiyse aklıma bu soru şimdi.
geceden dolayıdır, gece çökünce bu tarz sorular peydah oluyor, o yüzden uzun zamandır gecelerden uzak duruyorum :)
sıkıntı şurada bende gündüz de aynı durum var :)
gece güzeldir ama... çok severim. ne yazık ki eskisi gibi olmadığımdan artık kalamıyorum geceleri.
gece güzeldir ama... çok severim. ne yazık ki eskisi gibi olmadığımdan artık kalamıyorum geceleri.
sen baya düşmüşsün içine o zaman, ara ara bana da geliyorlar ama uzağım epeydir, oyalanmak bir yere kadar işe yarıyor.
söz konusu bensem oyalanmak da işe yaramıyor :) sürekli kafam meşgul. dehb sağ olsun.
ahahaaa ya ne olacak çık dışarıya biraz gez düzelirsin diyen salaklar gibi oldum kusura bakma. Zor tam anlayamasam da, ucundan deneyimlediğim kadarıyla büyük güç istiyor, saygı duydum.
en azından bilmeden yaptın sen o yüzden sıkıntı yok :)
çok güç istese de işe yaramıyor pek diyebilirim. bir tek ilaçlar işe yarıyor onu da benim kullanmam yasak :D
çok güç istese de işe yaramıyor pek diyebilirim. bir tek ilaçlar işe yarıyor onu da benim kullanmam yasak :D
neden, kendin mi karşısın ilaçlara yoksa yine medical bir durum mu
ben genelde karşıyım mecbur kalmasam ağrı kesici bile içmem ama kalbi etkileyince kardiyolog kullanmasın demiş :)
e tabi önem skalasına göre kalp daha ağır basıyor. ben de pek ilaç kullanmam zorda kalmadıkça.
bende öyle nefret ediyorum ilaçlardan ama concerta harikaydı. tek sıkıntı bende iştah da uyku da kesilmedi ama çarpıntı yapınca doktor da hayır demiş. normalde çarpıntı yaşamazdım ben asla. olunca endişelendim tabi :) önlemimi aldım.
ooo baya kırmızı reçeteli ağır ilaçlar bunlar, çok geçmiş olsun
evet bildiğin uyuşturucu kaçakçısı muamelesi görüyorduk eczanede :D kimlik alıyorlardı :D teşekkür ederim öldüğümde geçer artık :)
Ahahahaaa hiç beceremiyorum di mi böyle muhabbetleri, evet.
çok normal aslında. hastalık değil ondan pek bilinmiyor. sıkıntı yok yani :) en azından bilgiçlik taslamıyorsun :)
evet iyi bir özelliğimdir, bilmediğim konularda konuşmam, o yüzden çok nadir konuşurum
iyi yapıyorsun. bu konuda yazılanları okuyunca ekşide hepsini yok edesim geliyor ki şu dönemde dikkat bozukluğu çok olduğundan ayyuka çıktı o ayrı. doktorlar da hatalı davranıyor ya neyse.
şu aralar her şeyde acayip bir bozulma var, istisnasız her sektörde, sağlık sektörü de dahil, düzgün teşhis yok, fazladan para kitleme var, en son bebek çeteleri çıktı işte ortaya. Dikkatli olmak lazım, en az üç doktor gezin bir şeye kalkışmadan önce diyorlar.
valla alanda bu konuda tek doktordu bulabildiğim. diğerleri antidepresanı dayayıp duruyordu. bu da verdi ama işi ciddiye de aldılar. kalpte problem yaratmasaydı kullanırdım daha. bir de direkt bu alanda çalışıyordu ki bu ilaç verilmek istenen bir ilaç değildir uyuşturucu olduğundan.
şerefli doktorlarımız da var çok şükür, zaten arada çıkan tek tük insanlar umudumuzu kırmamızı engelliyor.
evet şansıma doktordan yana çok şükür sıkıntım olmadı pek. bu da benim şansım. zaten böyle ilaçları verirken yüz kere düşünmek zorundalar ki başları derde girmesin.
kesinlikle, tartıp biçmiştir epey.
öyle :)
Spor salonu kaydı kesinlikle gerekiyor, bu iş için ayrı bir yere gitmek, sizi farklı bir ortama soktuğu için daha ciddi olarak yapmanızı sağlıyor. Kas çalışmak kadın ya da erkek fark etmez, herkesin yapması gereken bir şey. Bunun ağırlığı, yoğunluğu ayrıca tartışılır ama sadece kardio çalışarak estetik bir vücut imkansız. Yapılan spordan ziyade eğer amaç kilo vermekse, alınan kaloriyi ayarlamak çok daha mühim. Bir şey olmaz diye size verilen bir çikolatayı yemeniz, bir saat tempolu yürüyüş yapmanıza bedel olabiliyor dikkat etmek lazım.
Suplement olarak da protein tozu önemli eğer kas çalışıyorsanız, kilonuz başına 1,5 gram protein almanız gerekiyor, yemekler çoğu zaman bunu doldurmaya yetmiyor. BCAA'yı sadece spordan sonra kas ağrısı yaşıyorsanız yarım saat önce ya da sonra almanızda fayda var. Pre-workout ise içerisindeki kafein de dahil bazı elektrolitler sayesinde sizi dinç hissettiriyor ama öyle aman aman gerekli bir şey değil. En önemli olanı creatin, bu takviyeyi kesinlikle almanız gerekiyor mucize gibi bir şey. Günde 5 gram işinizi görür, ayda bir de bırakıp bir hafta ara vermek gerekir.
Suplement olarak da protein tozu önemli eğer kas çalışıyorsanız, kilonuz başına 1,5 gram protein almanız gerekiyor, yemekler çoğu zaman bunu doldurmaya yetmiyor. BCAA'yı sadece spordan sonra kas ağrısı yaşıyorsanız yarım saat önce ya da sonra almanızda fayda var. Pre-workout ise içerisindeki kafein de dahil bazı elektrolitler sayesinde sizi dinç hissettiriyor ama öyle aman aman gerekli bir şey değil. En önemli olanı creatin, bu takviyeyi kesinlikle almanız gerekiyor mucize gibi bir şey. Günde 5 gram işinizi görür, ayda bir de bırakıp bir hafta ara vermek gerekir.
Mantıksal bir süreçtir, bu nedenle de çürütülmek istenen argümantasyonun illa bilimsel yolla yapılması gibi bir gerekliliği yoktur. Örneğin mantıksal açıdan gerçerli ancak doğru olmayan argümanlar olabildiği gibi, mantıksal açıdan geçersiz kurulan, ancak doğru olan yani dış dünyadaki olaylarla bağdaşmış olan örnekler verilebilir.
Ay Peynirden oluşmuştur
Bir şey Peynirse kokuyordur
O halde Ay kokuyordur.
Buradaki argümantasyonda, son önermeye varılırken kullanılan söylemlerin gerçek olup olmadığının araştırılması, bu işin doğru ya da yanlış dediğimiz, fenomenler alemiyle ilişkili bir durumdur. Mantıki açıdan bu argüman geçerlidir, gerçekten de ay peynirden oluşmuşsa ve peynir de istisnasız kokan bir şeyse, o halde ay da kokar. Ancak bu argümanı çürütmek için, her önerme ayrı ele alınması gerekir. Sadece Ayın kokup, kokmadığı araştırıldığında ve koktuğu ortaya çıktığında, bu argümanın doğru olduğu varsayılabilir. Bilim denilen şey, fenomenlerin bir boyutunu anlama biçimimizdir. Bilimin bizzat harekete geçirici söylemlerinin kendisi, bilimi bilim yapan argümanlar, nasıl yapılması gerektiğine dair söylemler bilimsel yöntemlerle çıkmamıştır.
Uzun lafın kısası, ilkesel olarak da argüman çürütülebilir, illa bilim olması gerekmez.
Ay Peynirden oluşmuştur
Bir şey Peynirse kokuyordur
O halde Ay kokuyordur.
Buradaki argümantasyonda, son önermeye varılırken kullanılan söylemlerin gerçek olup olmadığının araştırılması, bu işin doğru ya da yanlış dediğimiz, fenomenler alemiyle ilişkili bir durumdur. Mantıki açıdan bu argüman geçerlidir, gerçekten de ay peynirden oluşmuşsa ve peynir de istisnasız kokan bir şeyse, o halde ay da kokar. Ancak bu argümanı çürütmek için, her önerme ayrı ele alınması gerekir. Sadece Ayın kokup, kokmadığı araştırıldığında ve koktuğu ortaya çıktığında, bu argümanın doğru olduğu varsayılabilir. Bilim denilen şey, fenomenlerin bir boyutunu anlama biçimimizdir. Bilimin bizzat harekete geçirici söylemlerinin kendisi, bilimi bilim yapan argümanlar, nasıl yapılması gerektiğine dair söylemler bilimsel yöntemlerle çıkmamıştır.
Uzun lafın kısası, ilkesel olarak da argüman çürütülebilir, illa bilim olması gerekmez.
mantıksal süreç ve ilkesel çürütme de kapsayıcı bir çürütme biçimi. Bağlayıcı olması için sadece bilim kisvesi altında olması gerekmez, matematiksel kanıtlamalar yapılarak 14. boyutta kaç adet kenar olduğunun sayısı bulunabiliyor bu ilkesel kanıtlama yöntemi ama bilimsel açıdan bunun ölçülüp kanıtlanma imkanı yok örneğin. Senin dediğin tarzda, kahvehane ortamı söylemi değil yazdıklarım. Atatürk ilkelerini kim nasıl ne şekilde çürütmeye çalıştı bilmiyorum, o konuyla da ilgili değil yazdıklarım.
Gerçekten çok güzel yapmışlar, muhasebeci tiplemesi, kaportacı sezai, hilmi, yiğit, kartal, emrah, her bir karakterin bile ayrı bir şekilde izlenebilecek kadar iyi olduğu nadir dizilerden birisi. Sağlam göndermeler de var, seneler geçmesine rağmen hala insanı yakalayabiliyor. Yapabildiklerinin sadece komedi olmadığını gösterebilmek için 14. bölümde cenazeyi de işlemişler. Youtube'da 13. bölümden 14. bölüme geçiş yok, direkt 15. bölüm öneriliyor. 14'ü kendiniz buluyorsunuz. Aşırı duygusal ve bunu yaşamış bünyelerde büyük tahribata yol açacak kadar sağlam söylemleri de var. Örneğin Şerif, Aliyi bir bankta yakalıyor ve ona kısa bir nasihatte bulunuyor. Artık dışardan geçenler, sizin evi gösterdiklerinde, gözlerinde sen canlanacaksın, bu Ali'nin evi diyecekler, kendine çeki düzen ver, seni denetleyen bir figür yok artık, tüm sorumluluk sende minvalinde söylemlerde bulunuyor.
Çok fazla detay var, öyle güzel katmanlanmış bir dizi ki, beyni bir kenara bırakıp, salyalar akıtarak da izleyebilirsiniz, biraz kendinizi verip, göndermeleri takip ederek, biraz daha derine inerek de izleyebilirsiniz. Nadir sevdiğim Türk yapımlarındandır.
Çok fazla detay var, öyle güzel katmanlanmış bir dizi ki, beyni bir kenara bırakıp, salyalar akıtarak da izleyebilirsiniz, biraz kendinizi verip, göndermeleri takip ederek, biraz daha derine inerek de izleyebilirsiniz. Nadir sevdiğim Türk yapımlarındandır.
Galiba örümcek adam filminde geçiyormuş bu söz ancak benim ilk karşılaşmam, bir internet sitesinin database'inde olmuştu. Aşırı güzel bir söz, tüm önlemlere rağmen durdurulamayan birinin en son vicdanına seslenerek onu engelleme çabası. Bu da bir savunma taktiği sonuçta.
Diğer yandan nietzsche'ci bakış açısıyla, güç sahibi olmadan, bir şeylere müdahale edilemeyeceği için ve bir şeylere müdahale edilemeden iyi ya da kötü olmayı seçemeyeceğimizden dolayı, kendini iyi adledenlerin büyük güçlere ve dolayısıyla da büyük sorumluluklara girmeleri gerekir.
(bkz: With great power comes great responsibility )
Diğer yandan nietzsche'ci bakış açısıyla, güç sahibi olmadan, bir şeylere müdahale edilemeyeceği için ve bir şeylere müdahale edilemeden iyi ya da kötü olmayı seçemeyeceğimizden dolayı, kendini iyi adledenlerin büyük güçlere ve dolayısıyla da büyük sorumluluklara girmeleri gerekir.
(bkz: With great power comes great responsibility )
Doğal olarak gerçekleşen bir olay, üzerine düşünerek daha da fazla yargılama yapılabilir elbette ancak hiçbir şekilde yargılama yapmamak imkansızdır. Karşınızda 200 kilo birisiyle konuşurken, onun kilolarından bağımsız bir şekilde dinleyebilmek için peygamber falan olmak gerekir ya da engelli bir insanla konuşurken, engeli ve içten içe gelen acıma duygusunu bir kenara bırakarak, onunla normalde nasıl davranıyorsanız o şekilde davranabilmeniz çok zordur. Daha etrafımıza bakarken bile yargılamaya başlarız, bizler yani özneler, gördüğümüz her şeye eşya muamelesi yapıp, onları adlandırıp, değenlendirip, kafamızda bir yere oturtmak zorundayız. Bu nedenle bunlardan sıyrılma çabası çok yorucu ve herkese uygulamanın imkansız olduğu bir şeydir.
En başta yapılması gereken şey, bu kişi tarafımca derinlemesine yargılanmalı ya da yargılanmamalı durumuna yargı yoluyla karar vermek gerekir. Yargıdan kaçış yok kısaca.
(bkz: #9980)
En başta yapılması gereken şey, bu kişi tarafımca derinlemesine yargılanmalı ya da yargılanmamalı durumuna yargı yoluyla karar vermek gerekir. Yargıdan kaçış yok kısaca.
(bkz: #9980)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?