boyu bir metre var yok. bağırmaya başlayınca kulak zarıma zulmeden o tiz ses neresinden çıkıyor pek meraklanmakla beraber, bu minnacık varlık başta annesi babası olmak üzere bütün sülaleyi nasıl parmağında oynatıyor doğrusu hayret ediyorum.
her istediğini ağlayıp sızlanarak değil sadece çıldırmış gibi bağırarak yaptıran ve bunu dakikalarca aralıksız sürdürmekten yorgun düşüp anca öyle susabilen biraz kurnaz fakat zavallı, üç yaşında bir çocuk. kimse de çıkıp aga bu nedir demiyor.
kız kardeşimi kaç kere uyardım. nereye kadar böyle devam edecek kızın dedim. çocuktur yapar diyor. sen ona içi bomboş asılsız vaatlerde bulunup sonra hiçbir şey olmamış gibi davranırsan bağırır tabi. veledi de karşıma alıp o kadar konuşmaya çalıştım. dinlemiyor ki, bağırmaya programlanmış gibi yalnızca bağırıyor.
nihayetinde ben kötü dayı oluyorum.
bunca patırtının gürültünün arasında biraz canım sıkılsa suratını asıyor kardeşim. kim oluyorum da kızı yüzünden moralimi bozuyorum. yeğenimi hiç mi sevmiyorum, gözümde o kadar mı değersiz?
ulan amcalarımız dayılarımız öylesine uslu çocuklar olmamıza rağmen anne babamızın yanında bize yapmadığını, demediğini bırakmıyordu da kardeşlerinden zerre miktarda tepki görmüyordu. bacım da olaya tıpkı onlar gibi yaklaşsın demiyorum ancak bunun bir orta yolunu bulmak zor olmamalı.
yok anam, yanaşmıyor. sen çocuk yetiştirmekten ne anlarsın, kötü bir dayı olmayı kabullenemediğin için bana taş atıyorsun diyor.
gerzek!
madem kötü bir dayıyım, bunu cümle aleme ispat etmek istiyorum. hanımefendi mutfakta bulaşık yıkarken yeğenime doğru eğiliyor ve sessizce "şimdi seninle bir oyun oynayacağız" diye fısıldıyorum. seviniyor yavrucak. her vızıldadığında eline tutuşturulan tabletten, cep telefonundan o da usanmış belki. gözleri parlıyor. "bir elimle diğerine sertçe vuracağım, sen de anneee diye şakacıktan ağlayacaksın tamam mı" diyorum, başıyla onaylıyor.
dediğimi yapıyorum. müthiş bir şak sesinin ardından yüksek sesle "öff çık odadan, hadi kaybol" diyorum. sabi ağlamaya başlıyor. tam numaracı.
hanımağanın mutfaktan hışımla ilerlediğini, yürürken de "sen fazla oldun abi yeter artık! küçücük çocuğa nasıl vurursun" falan diye gürlediğini duyuyorum. çok geçmeden kapıda görünüyor.
yeğenim annesine bakarak sırıtıyor. hiç istifimi bozmuyorum. ilgisiz bir yüzle tv'yi tararken ufak tefek bedeni belinden yakalayıp saçlarını öpüyorum. eşiktekinin neler hissettiği umrumda bile değil.
erkek çocuklarından sürekli benim oğlan diye bahseder babam. bazen o "sabah bi uyandım, baktım benim oğlan da kalkmış" diyip konuya girer, ben ortamdan çıkarım.
-nasıl gidiyor abi? +berbat. sanki bilmiyorsun. -ne oldu, hayır mı? +uzatma tamam. -alo, kime kızdın? +kes be. -birer sigara mı içsek? +hayır, bıraktım. -valla mı, süpermiş. hadi gel sana bi kahve ısmarlayayım. +off kahve de istemiyorum. -sırayla fıkra anlatalım. +külahıma anlat sen fıkrayı. -sinemaya iki tane biletim var, gidelim mi? +cehenneme kadar yolun var. -hmm pelin nasıl, neler yapıyor? +sana ne lan it. -neyse. ben kaçıyorum abi. bir ara şu arkadaşlığımızı gözden geçirelim. +niye lan, ne güzel konuşuyorduk...
Yağmur suyunun denize karışması olayı. Bu dağlara tepelere yağdığında da deniz seviyesinde aynı şekilde yolunu denize çizer. O çamurlaşan toprak denize dökülür. Denizin rengi değişir. Kıyıları bildiğin toprak rengi olur.
Denizden gelenenin denize gitmesi olayıdır hayat yağmur gibi koca bir döngüden ibarettir. Ölülerle gübrelenen topraktan çıkan besinlerle bitkiler çıkar. İnsanlar o bitkiler sayesinde yetişir büyür çoğalır ve son vazifesi olan nesil devamını sağlayan insan sonunda bir gübre olarak toprağa doğaya karışır ve bu döngü hep devam eder durur durmaksızın.
Bizler doğayı katletmesek doğa kendi dengesini sağlıyordu aslında...
kabahatli erkek hatasını anlayıp kadından özür diler. fakat özrün kabulü tamamen kadının inisiyatifindedir. paşa gönlü isterse erkeğine yumuşar, istemezse canına okur.
diğer versiyonda suçlu kadın erkekten özür diler. erkek kişisi dilenen özre can simidi gibi yapışıp onu bağrına basmakla mükelleftir. aksi takdirde meseleyi haybeye uzattığı için kadından özür dilemek zorunda kalır.
akranları torun sevip bütün varını yoğunu cennet kapılarını aralama uğrunda harcarken kendisi bütün gün hâlâ okumadan oylama, oylamadan favorileme işleriyle vakit öldürüyor. göğüs kıllarına kavuşmuş bembeyaz sakallarından utan be ihtiyar...
Yok sanmıyorum kardeşim genelde bizi gözlerinde büyütüyorlar:) ama kaç tane kasım görünüz diye sorarsanız, 43 derim. 41'i geçtiğimiz için maşallah'lık bir durum da yok zaten. Öyle zaman denen mevhumun boyun eğmiş kölesiyiz. Eğmesek ne?! Şlaakkkk! Yaşlannnn!! :)
demek istiyor ki aklı bir karış havada ama aynı zamanda aklı başında birisin :) yani ben öyle anladım :) kısacası delisin diyor :) ehh doğru tanım bu benim için tebrik ederim haberci :)