kazılara karışmadım ama si*mitçi abiler tarafından peşlendiğim doğru, o yüzden tuttu diyelim.
alttaki yazar akpli.
insanı yerle bir eder.
ben ilk hayal kırıklığımı annemi anlamaya başlayınca yaşamıştım.
hayatımdaki birçok sorun için annemi suçluyordum kendi içimde, nadir tartışmalarımızda yüzüne vuruyordum bunu da. sonra bir gün bir uyandım... hiçbir şey eskisi gibi değildi. annemi anlıyordum ve artık onu suçlayamıyordum. suçlayacak bir şey yoktu çünkü, çoğu şey için mecbur ve zorunda bırakılmıştı. mücadele ediyordu aslında, değişmeye ve iyileşmeye çalışıyordu. onun suçu yoktu, masumdu. sadece çok zorluk yaşamıştı ve benim de aynılarını yaşamamı istemiyordu. beni onca zorlamaları, evden uzak tutmaları yaşamamdan korktuğu şeyleri yaşadığı içindi.
özür dilerim anne... çok pişmanım.
ben ilk hayal kırıklığımı annemi anlamaya başlayınca yaşamıştım.
hayatımdaki birçok sorun için annemi suçluyordum kendi içimde, nadir tartışmalarımızda yüzüne vuruyordum bunu da. sonra bir gün bir uyandım... hiçbir şey eskisi gibi değildi. annemi anlıyordum ve artık onu suçlayamıyordum. suçlayacak bir şey yoktu çünkü, çoğu şey için mecbur ve zorunda bırakılmıştı. mücadele ediyordu aslında, değişmeye ve iyileşmeye çalışıyordu. onun suçu yoktu, masumdu. sadece çok zorluk yaşamıştı ve benim de aynılarını yaşamamı istemiyordu. beni onca zorlamaları, evden uzak tutmaları yaşamamdan korktuğu şeyleri yaşadığı içindi.
özür dilerim anne... çok pişmanım.
keşkek, kırmızı etli ya da tavuklu nohut yemeği, cacık, soğuk turşu.
bütün köylü hanımlar toplanır düğün evinde, bahçede ya da kapı önünde yakılır kazanlar. başlarlar keşkek dövmeye. bütün kap çanak muhtarlık malzemesidir, yapılan iş için ya da kullanılan malzeme için kimse kimseden para almaz karşılık beklemez.
köy jandarması davet edilir, masa kurulur onlara. yemeklerini yer giderler. düğün hazırlıkları devam eder.
düğün devam ederken acıkan yemek yemeye gider düğün evine, sonra geri düğüne döner. düğün bitiminde gelinle damat köydeki evleri gezer, bütün bekar kızlarımız o güzel düğün kıyafetlerinin altına şıkır şıkır şalvarlarını giyerler. gittikleri evde kim ne ikram ederse yerler. bizim orada adına heyamola derler.
bütün köylü hanımlar toplanır düğün evinde, bahçede ya da kapı önünde yakılır kazanlar. başlarlar keşkek dövmeye. bütün kap çanak muhtarlık malzemesidir, yapılan iş için ya da kullanılan malzeme için kimse kimseden para almaz karşılık beklemez.
köy jandarması davet edilir, masa kurulur onlara. yemeklerini yer giderler. düğün hazırlıkları devam eder.
düğün devam ederken acıkan yemek yemeye gider düğün evine, sonra geri düğüne döner. düğün bitiminde gelinle damat köydeki evleri gezer, bütün bekar kızlarımız o güzel düğün kıyafetlerinin altına şıkır şıkır şalvarlarını giyerler. gittikleri evde kim ne ikram ederse yerler. bizim orada adına heyamola derler.
siz sever misiniz bilmiyorum ama ben evde yaptığım soğuk kahveye viski eklemeyi çok seviyorum.
tabii ki oranı sizin zevkinize kalmış bir durum.
tabii ki oranı sizin zevkinize kalmış bir durum.
kökeni portekizce olan feticio kelimesi 15. yüzyılda karşımıza çıkar.
yapay güç, obje veya tılsım anlamına gelir.
yapay güç, obje veya tılsım anlamına gelir.
fetiş ve fantezi dünyasının ne denli sınırsız ve uçsuz bucaksız olduğunu tahmin etmek biraz zor esasen.
insanların neyden zevk aldığı ya da onları neyin tahrik ettiğini bulmak zor olmakla birlikte deneyimlerle keşfedilecek bir şeydir. evet, bazı insanlarda tecavüze uğrama ya da tecavüz etme fetişi vardır. bu fetiş kişilerin bu eyleme yatkın oldukları ya da bu eyleme maruz kalmak istedikleri anlamına gelmez.
insanların neyden zevk aldığı ya da onları neyin tahrik ettiğini bulmak zor olmakla birlikte deneyimlerle keşfedilecek bir şeydir. evet, bazı insanlarda tecavüze uğrama ya da tecavüz etme fetişi vardır. bu fetiş kişilerin bu eyleme yatkın oldukları ya da bu eyleme maruz kalmak istedikleri anlamına gelmez.
kötü bir durumdur.
işte şanssız olmak deyiminin vücut bulmuş haliyim, çok üzülüyorum bu yüzden kendime.
işte şanssız olmak deyiminin vücut bulmuş haliyim, çok üzülüyorum bu yüzden kendime.
benimkisi sözlük aşkıydı, lanet olsun ki evet sözlük aşkıydı.
farklı bir sözlükte yazıyorum o zamanlar, entryme karşılık bir entry yazdı kendisi. başladım bununla mesajlardan tartışmaya, sonrası sohbet muhabbete gitti. derken ederken mail adreslerimizi aldık, oradan konuşmaya başladık. bazen gırgır şamata, bazen dertleşme, bazen de kitap cart curt konuşuyoruz.
gel zaman git zaman konuşurken "kahve içelim artık." dedi, kabul ettim.
buluştuk, eğlenceli bir buluşmaydı. her cumartesi kahve içiyorduk, yurt dışında yaşıyordu kendisi. iş için gelmişti türkiye'ye, bir gün elbet gidecekti.
neredeyse bir yıl buluşup kahve içtik, hiç de sıkılmadım çünkü iyi bir arkadaştı.
eylül ayı geldi, "haftaya gidiyorum yazuklug." dedi, "hadi hayırlısı olsun." diyebildim sadece. "beni uğurlamaya gelir misin? burada kimsem yok biliyorsun." dedi, "tamam, gelirim." dedim.
gün geldi, gidiyor artık.
havaalanındayız, kahve içiyoruz bir cafede. uzun uzun sustuk önce, derin bir iç çekti. "keşke benimle gelebilsen." dedi, alık alık baktım yüzüne. içimden "ne diyor ya bu?" diyorum. daha o zaman yurt dışına hiç çıkmadım ama biliyor elbet bir gün çıkacağımı, belki avrupa'ya gittiğimde de arkadaşlığımız devam eder diye düşünüyorum. "yüzüme bak, kahveye değil." dedi fısıltı gibi bir sesle. "ister eşim ol, ister sevgilim, ister arkadaşım... ama hayatımda ol ve benimle ol." dedi. işte ilk aşkın fırtınası o an koptu içimde, iyice mala bağladım. "tamam, daha fazla üstüne gitmeyeceğim. hadi kalkalım." dedi. kalktık, vedalaşma anına doğru yürüyoruz.
dış hatların önünde ıslak gözlerle bakıyorum yüzüne, "gelirsin belki yine." dedim.
gülüp sarıldı, "senin için gelirim." dedi. uğurladım, en son kapıda dönüp uzun uzun baktı. gittikten üç ay sonrasına kadar hemen hemen her gün mailleştik, konuştuk. o üç aydan sonra iki günde bir, üç günde bir, haftada bir gibi konuşmaya başladık. aşık oldum, yani olmuşum da işte o gittikten sonra anladım işte.
sonra altı ayın ardından mail geldi bundan, düğün fotoğraflarını atmış. "ah... şerefsiz." diyebildim sadece ama kalbim nasıl sıkışıyor varya. bir daha konuşmadık, o mail hesabımın şifresini de randomize değiştirip kullanmadım bir daha.
farklı bir sözlükte yazıyorum o zamanlar, entryme karşılık bir entry yazdı kendisi. başladım bununla mesajlardan tartışmaya, sonrası sohbet muhabbete gitti. derken ederken mail adreslerimizi aldık, oradan konuşmaya başladık. bazen gırgır şamata, bazen dertleşme, bazen de kitap cart curt konuşuyoruz.
gel zaman git zaman konuşurken "kahve içelim artık." dedi, kabul ettim.
buluştuk, eğlenceli bir buluşmaydı. her cumartesi kahve içiyorduk, yurt dışında yaşıyordu kendisi. iş için gelmişti türkiye'ye, bir gün elbet gidecekti.
neredeyse bir yıl buluşup kahve içtik, hiç de sıkılmadım çünkü iyi bir arkadaştı.
eylül ayı geldi, "haftaya gidiyorum yazuklug." dedi, "hadi hayırlısı olsun." diyebildim sadece. "beni uğurlamaya gelir misin? burada kimsem yok biliyorsun." dedi, "tamam, gelirim." dedim.
gün geldi, gidiyor artık.
havaalanındayız, kahve içiyoruz bir cafede. uzun uzun sustuk önce, derin bir iç çekti. "keşke benimle gelebilsen." dedi, alık alık baktım yüzüne. içimden "ne diyor ya bu?" diyorum. daha o zaman yurt dışına hiç çıkmadım ama biliyor elbet bir gün çıkacağımı, belki avrupa'ya gittiğimde de arkadaşlığımız devam eder diye düşünüyorum. "yüzüme bak, kahveye değil." dedi fısıltı gibi bir sesle. "ister eşim ol, ister sevgilim, ister arkadaşım... ama hayatımda ol ve benimle ol." dedi. işte ilk aşkın fırtınası o an koptu içimde, iyice mala bağladım. "tamam, daha fazla üstüne gitmeyeceğim. hadi kalkalım." dedi. kalktık, vedalaşma anına doğru yürüyoruz.
dış hatların önünde ıslak gözlerle bakıyorum yüzüne, "gelirsin belki yine." dedim.
gülüp sarıldı, "senin için gelirim." dedi. uğurladım, en son kapıda dönüp uzun uzun baktı. gittikten üç ay sonrasına kadar hemen hemen her gün mailleştik, konuştuk. o üç aydan sonra iki günde bir, üç günde bir, haftada bir gibi konuşmaya başladık. aşık oldum, yani olmuşum da işte o gittikten sonra anladım işte.
sonra altı ayın ardından mail geldi bundan, düğün fotoğraflarını atmış. "ah... şerefsiz." diyebildim sadece ama kalbim nasıl sıkışıyor varya. bir daha konuşmadık, o mail hesabımın şifresini de randomize değiştirip kullanmadım bir daha.
Sözlük aşkı candır. Günümüzde kafa uyumu yakalamak çok zor ve sanal ortamlarda o kafa uyumunu yakalayıp bir ilişki kurmak çok daha cazip ve güvenli oluyor.
:') ama benimki kötü bitti
Hocam adınıza sevindim en azından sizi kısa süre de olsa seven biri olmuş, takmayın birini bulursunuz
Siz sözlükten aşk yaşamışsınız yine şanslısınız :d
Zamanımda birx sözlükte birisiyle yazışıyorum falan bu bir gün ben eşcinselim sana aşığım diye mesaj atıp bana musallat olmuştu. Bildiğin erkek halimle tacize maruz kalmış gibi hissetmiştim. Hayır yani numaramı nereden bulduysa aşk şiirleri falan atıyordu asdfghj.
O zamandan beri kimseyle yazışmam bana iyi bir ders oldu.
Zamanımda birx sözlükte birisiyle yazışıyorum falan bu bir gün ben eşcinselim sana aşığım diye mesaj atıp bana musallat olmuştu. Bildiğin erkek halimle tacize maruz kalmış gibi hissetmiştim. Hayır yani numaramı nereden bulduysa aşk şiirleri falan atıyordu asdfghj.
O zamandan beri kimseyle yazışmam bana iyi bir ders oldu.
@mischief sevgisinden emin değilim o fotoğraflardan sonra
@yazar çizer siz mazur kalmış gibi değilsiniz ama, maruz kalmışsınız zaten. fakat kötü bir deneyim olmuş.
@yazar çizer siz mazur kalmış gibi değilsiniz ama, maruz kalmışsınız zaten. fakat kötü bir deneyim olmuş.
hayat senin için de devam ediyordu, onun için de devam etmiş hocam. evlendi diye bi' şey demeye hakkımız yok ama Allah bir daha yaşatmasın.
hayat devam ediyor evet, böylesi bir olay kimsenin başına gelmesin.
Kitap olsa okurum demiştim ama sonu üzdü...
hahaha bir süre sonra bitmesine sevindim aslında
"ülkemizdeki her yaş, eğitim, gelir, sosyal statü ve kültür düzeyindeki vatandaşlara onların ilgi, istek, yetenek ve beklentilerine yönelik mesleki, sosyal, toplumsal, ekonomik, sportif ve kültürel alanlarda ücretsiz kurslar düzenleyen yaygın eğitim kurumlarıdır." olarak tanımlanır.
halk eğitim kursları... bebeklerim benim.
halk eğitim'in kurslarına gitmeyi çok severim, çok eğlenceli olurlar. çeşit çeşit insan, yeni ortamlar, yeni arkadaşlar. tam benim ortamım ya, bayılıyorum böyle şeylere.
en son halk eğitim kursuna gittiğimde klasik gitar için eğitim almıştım, çok farklı öğrencileri vardı kursun. çoğuyla hala görüşürüm, sayelerinde farklı bilgiler edindiklerim de oluyor. zaten beni çeken yanı da bu. birisinden yeni bir bilgi edinmek...
halk eğitim kursları... bebeklerim benim.
halk eğitim'in kurslarına gitmeyi çok severim, çok eğlenceli olurlar. çeşit çeşit insan, yeni ortamlar, yeni arkadaşlar. tam benim ortamım ya, bayılıyorum böyle şeylere.
en son halk eğitim kursuna gittiğimde klasik gitar için eğitim almıştım, çok farklı öğrencileri vardı kursun. çoğuyla hala görüşürüm, sayelerinde farklı bilgiler edindiklerim de oluyor. zaten beni çeken yanı da bu. birisinden yeni bir bilgi edinmek...
zamanında hayatımdan geçip gitmiş flörtümdür.
okey oynuyorduk, hiçbir alakası yokken arkadaşımın ablasını sordu. sonra dönüp "biz eskiden ablasıyla sevgiliydik biliyor musun?" dedi, "ya tükürücem böyle işe ya..." diyip kalkmıştım okey masasından. hoşuma gitmeyen bir durumun olduğu yeri terketme gibi bir huyum vardır yoksa olaylar çok büyüyor.
akşam da mesaj atmıştı, "sen beni neden kıskanmıyorsun? kıskanman için her şeyi yapıyorum." diye, sonrasında duyduğuma göre askere gitmemek için çürük raporu almaya çalışıyormuş :)
öyle bir erkektir kısacası.
okey oynuyorduk, hiçbir alakası yokken arkadaşımın ablasını sordu. sonra dönüp "biz eskiden ablasıyla sevgiliydik biliyor musun?" dedi, "ya tükürücem böyle işe ya..." diyip kalkmıştım okey masasından. hoşuma gitmeyen bir durumun olduğu yeri terketme gibi bir huyum vardır yoksa olaylar çok büyüyor.
akşam da mesaj atmıştı, "sen beni neden kıskanmıyorsun? kıskanman için her şeyi yapıyorum." diye, sonrasında duyduğuma göre askere gitmemek için çürük raporu almaya çalışıyormuş :)
öyle bir erkektir kısacası.
beni kırk yerimden bıçaklayan hitap biçimidir.
on bir yıl öncesi... bir kaza geçirdim ve bu kazada vücudumun çeşitli yerlerinden yaralanarak acil tedavi altına alındım.
bir kaza anını bir de ambulansın içinde tepemde bana müdahale edenleri hatırlıyorum. kendime geldiğimde görüşümde bir sorun vardı ve yüzümde bir ton ağırlığında bir şey vardı, kollarım bacaklarım ayrı mevzu zaten.
doktorlar geldi, bir şeyler anlatıyorlar. ya algılarım açık değil diye düşünüyorum ya da insanlar konuşmaktan öte garip sesler çıkartıyorlar. bir müddet daha uyumuşum, bu defa kendime geldiğimde algılarım açıktı. doktorlarla konuştum, ardından polislerle, sonrasında ailemle.
kazada bacağım kırılıyor, yüzümde ve göz kapağımda derin kesikler meydana geliyor. kollarım ve gövdemin bazı yerlerinden cam parçaları çıkarılıyor. ağır bir tedavi süreci sonrası uzun bir sürenin ardından iyileştim ve ayağa kalktım.
kazadan 5 yıl sonra üniversiteye başladım ama bundan önce yüzümdeki iz için uzun bir süre tedavi aldım. ne iz geçiyor ne bir şey oluyor.
karşıdan baktığınız zaman yanağımda boylu boyunca kesik duruyor.
üniversiteye başladım, zaten bir kusurum var kafasıyla iki yıl köpek gibi çalışıp tıp fakültesini kazanmışım. hem de tedavi gördüğüm üniversiteye yerleşmişim, büyük başarı benim için. ilk derse girdik, hoca sorular soruyor. çok detaya girmek istemiyorum... hoca soru sordu, cevaplamak isteyen var mı dedi. elimi kaldırdım, "evet kesik yüz, seni dinliyorum." dedi. "hocam sorunuzu cevaplamadan önce bir şey demek istiyorum." dedim, "evet" dedi yine. "mesleki açıdan başarılı olmuşsunuz fakat insan olma konusunda o kadar da başarılı olamamışsınız. keşke biraz da insan olabilme üzerinden çalışsaydınız." diyip amfiyi terk etmiştim. sonrasında zaten olaylar biraz ilginçleşmeye başladı, dönem sonunda fakülteyi terk ettim.
avrupa'ya ilk çıktığımda abimin çok samimi olduğu, birlikte iş yaptıkları bir adamla tanıştım.
samimiyeti biraz yüzsüzlük haline getirip konuşma arasında "kesik yüz" diyerek hitap etti. tabii öyle diyince kafamın içinde savaş çanları çalmaya başladı.
insanların kusurları ile ilgili hitapta bulunmadan önce biraz düşünmek gerekiyor, zannımca.
on bir yıl öncesi... bir kaza geçirdim ve bu kazada vücudumun çeşitli yerlerinden yaralanarak acil tedavi altına alındım.
bir kaza anını bir de ambulansın içinde tepemde bana müdahale edenleri hatırlıyorum. kendime geldiğimde görüşümde bir sorun vardı ve yüzümde bir ton ağırlığında bir şey vardı, kollarım bacaklarım ayrı mevzu zaten.
doktorlar geldi, bir şeyler anlatıyorlar. ya algılarım açık değil diye düşünüyorum ya da insanlar konuşmaktan öte garip sesler çıkartıyorlar. bir müddet daha uyumuşum, bu defa kendime geldiğimde algılarım açıktı. doktorlarla konuştum, ardından polislerle, sonrasında ailemle.
kazada bacağım kırılıyor, yüzümde ve göz kapağımda derin kesikler meydana geliyor. kollarım ve gövdemin bazı yerlerinden cam parçaları çıkarılıyor. ağır bir tedavi süreci sonrası uzun bir sürenin ardından iyileştim ve ayağa kalktım.
kazadan 5 yıl sonra üniversiteye başladım ama bundan önce yüzümdeki iz için uzun bir süre tedavi aldım. ne iz geçiyor ne bir şey oluyor.
karşıdan baktığınız zaman yanağımda boylu boyunca kesik duruyor.
üniversiteye başladım, zaten bir kusurum var kafasıyla iki yıl köpek gibi çalışıp tıp fakültesini kazanmışım. hem de tedavi gördüğüm üniversiteye yerleşmişim, büyük başarı benim için. ilk derse girdik, hoca sorular soruyor. çok detaya girmek istemiyorum... hoca soru sordu, cevaplamak isteyen var mı dedi. elimi kaldırdım, "evet kesik yüz, seni dinliyorum." dedi. "hocam sorunuzu cevaplamadan önce bir şey demek istiyorum." dedim, "evet" dedi yine. "mesleki açıdan başarılı olmuşsunuz fakat insan olma konusunda o kadar da başarılı olamamışsınız. keşke biraz da insan olabilme üzerinden çalışsaydınız." diyip amfiyi terk etmiştim. sonrasında zaten olaylar biraz ilginçleşmeye başladı, dönem sonunda fakülteyi terk ettim.
avrupa'ya ilk çıktığımda abimin çok samimi olduğu, birlikte iş yaptıkları bir adamla tanıştım.
samimiyeti biraz yüzsüzlük haline getirip konuşma arasında "kesik yüz" diyerek hitap etti. tabii öyle diyince kafamın içinde savaş çanları çalmaya başladı.
insanların kusurları ile ilgili hitapta bulunmadan önce biraz düşünmek gerekiyor, zannımca.
Çok geçmiş olsun...
teşekkür ederim...
lan bu nasıl hatıra aq 48 yerimden bıçaklandım. geçmiş olsun tatlım, hocaya da güzel geçirmişsin oradan da bir helal olsun çektim.
Geçmiş olsun hocam, eşeğe altın semer de vursan eşek, insanlık öyle eğitimle falan öğrenilmiyor.
@bloody mary tatlın mıyım gerçekten :')
@mischief hocam eşek ille de eşektir, değer verince bir tarafları değiyor sonra yüzümüze.
@mischief hocam eşek ille de eşektir, değer verince bir tarafları değiyor sonra yüzümüze.
çok iyi anlıyorum seni. 19 yaşında pankreatit hastalığı yaşadım. 4 ay yoğun bakım olmak üzere 6 ay hastanede yattım. karın bölgemde 20 santim uzunluğunda 7 cm genişliğinde ameliyat yaram var. ilk başlar da takmadım ama bir kaç terk edilme ve yazın denize girerken bakışlar üzerimde olduğu için sorun etmeye başladım. sürekli sorun yaşadıktan sonra insanlıktan umudumu kestim ve takıntı yapmamaya başladım. beni seven kusurlarım ile sevsin. zaten seven insan her türlü sever. geçmiş olsun..
maalesef ki insanlarımız bu tür konularda çok duyarsız oluyor voldemort, ben artık umursamamaya başladım. "yüzüne ne oldu senin yiha?" diye soranlara, "ne olmuş olmasını istersin?" diye karşılık veriyorum.
sana da geçmiş olsun...
sana da geçmiş olsun...
Patavatsızlar sürüyle aramızda dolaşıyor... Ve asla uslunmiyorlar ve
Çünkü onlar hep haklı...
Çünkü onlar hep haklı...
uslanmazlar, cahiller çünkü...
Öncelikle çok geçmiş olsun. Yara ve kusur denilen şey kalpte olmasın yeter ki...
teşekkür ederim marla...
kime, ne?
kim kime ne diyor onu anlamadım.
kim kime ne diyor onu anlamadım.
yağı çeken ve balık gibi kokan bir şey.
midemi çok bulandırıyor, eve dahi giremiyorum evde piştiği zaman.
midemi çok bulandırıyor, eve dahi giremiyorum evde piştiği zaman.
arı alerjisinde geçirilen anaflaksi ya da anaflaktik şok sonu müdahale edilememe ya da geç müdahale edilme durumunda gerçekleşir.
arı alerjisi dünyanın en ölümcül yedi alerjisinden birisidir, dikkatli olunması gerekir.
arıya alerjisi olan kişilere genellikle alerji ve immünoloji hekimi tarafından adrenalin oto enjektörü reçete edilir ve kişiler yanlarında bunu taşır. alerjisi olan kişi arı sokması ile 112 acil servisi arayıp durumu anlatmalı ve hemen bir ambulans talebinde bulunmalıdır.
arı alerjisinin dört ana belirtisi vardır, ambulans gelmeden dört belirtiden ikisini yaşamaya başlarsanız oto enjektörü uyluk bölgesinden uygulamanız lazım. ambulans gelene kadar sizi idare edecektir ve daha ağır bir şoku ya da ölümü o an için engelleyecektir fakat tek başına kalıcı bir müdahalesi olmaz. acil serviste hekim kontrolünde bir tedavi almanız ve adrenalin kullanım sonucunda 24 saatlik bir gözetim durumu gerekebilir.
arı alerjisi dünyanın en ölümcül yedi alerjisinden birisidir, dikkatli olunması gerekir.
arıya alerjisi olan kişilere genellikle alerji ve immünoloji hekimi tarafından adrenalin oto enjektörü reçete edilir ve kişiler yanlarında bunu taşır. alerjisi olan kişi arı sokması ile 112 acil servisi arayıp durumu anlatmalı ve hemen bir ambulans talebinde bulunmalıdır.
arı alerjisinin dört ana belirtisi vardır, ambulans gelmeden dört belirtiden ikisini yaşamaya başlarsanız oto enjektörü uyluk bölgesinden uygulamanız lazım. ambulans gelene kadar sizi idare edecektir ve daha ağır bir şoku ya da ölümü o an için engelleyecektir fakat tek başına kalıcı bir müdahalesi olmaz. acil serviste hekim kontrolünde bir tedavi almanız ve adrenalin kullanım sonucunda 24 saatlik bir gözetim durumu gerekebilir.
yazuklug günahkar ya da günahlı olarak geçer divan-ı lügati't türk'te.
o zamanlar semtimiz biraz daha akrabaların çoğunluk olduğu bir yerdi, zaten daral gelen bir bölgeydi. inancımın getirisi olarak bazı ibadetlerimi yerine getiriyorum evde, karşı komşumuz da akrabamız. evimizi izlemeyi çok sever sünepe. akşamına bakkala giderken yolda karşılaştık, "sen sabah evde ne yapıyordun öyle?" diye sordu. "sanane?" dedim, "sen gavursun, günahkarsın." demez mi... sonrasında "aboo gavur muymuş bu, günah günah yanacak." olarak söylentiler çıktı. nickimin hikayesi budur.
o zamanlar semtimiz biraz daha akrabaların çoğunluk olduğu bir yerdi, zaten daral gelen bir bölgeydi. inancımın getirisi olarak bazı ibadetlerimi yerine getiriyorum evde, karşı komşumuz da akrabamız. evimizi izlemeyi çok sever sünepe. akşamına bakkala giderken yolda karşılaştık, "sen sabah evde ne yapıyordun öyle?" diye sordu. "sanane?" dedim, "sen gavursun, günahkarsın." demez mi... sonrasında "aboo gavur muymuş bu, günah günah yanacak." olarak söylentiler çıktı. nickimin hikayesi budur.
yunan mitolojisinde; tanrıların damarlarında akan sıvı.
petra veya petros kelimeleri ile ikhor kelimelerinin birleşiminden oluşan, petrikor olarak anılan durum.
avrupa ülkelerinin herhangi birisinde bu işi yapıyorsanız 1 yıla kalmadan köşeyi çok sağlam dönersiniz.
bu işte bitirilen metre başına 100 euro alırsınız, bir günde metrelerce kazım yapılıp döşeme yapılır. hele hele almanya... bu işin vakkoları almanya'dadır zaten. ihaleyi alan firmalar genellikle türk firmalarıdır, çalışanlar ise "hallo" demeyi bilmeyen türkler'dir.
kimi firma çalışanlarını çok düşük fiyatlara çalıştırıp haklarını vermez, o zaman da iş bitmez. kimi firma (çok nadir firmalar) da çalışanlarının hakkını vererek sağlam bir verim alır ve paraya para demez.
tıp fakültesini ilk senemde terk ettim, bizimkiler "bu kıza ne yapalım ne edelim de düzgün (okuyacağı) bir bölüm bulalım." diye düşünürken abimin iş ortağı elektronik haberleşme mühendisliğini önermişti, ingilizce olarak okudum bölümü. mezun olmadan önce vize sürecim başladı ve mezun olunca bizimkiler bana "yallah avrupa'ya" dediler. abim zaten orada yaşıyordu, sonradan bu fiber optik işlerini araştırdım. almanya'da revaçtaydı, "girelim mi?" dedim. iyi ki de girmişim bu işe, hem geliri güzel hem de sağlam bir çevre ediniyorsunuz.
bu işte bitirilen metre başına 100 euro alırsınız, bir günde metrelerce kazım yapılıp döşeme yapılır. hele hele almanya... bu işin vakkoları almanya'dadır zaten. ihaleyi alan firmalar genellikle türk firmalarıdır, çalışanlar ise "hallo" demeyi bilmeyen türkler'dir.
kimi firma çalışanlarını çok düşük fiyatlara çalıştırıp haklarını vermez, o zaman da iş bitmez. kimi firma (çok nadir firmalar) da çalışanlarının hakkını vererek sağlam bir verim alır ve paraya para demez.
tıp fakültesini ilk senemde terk ettim, bizimkiler "bu kıza ne yapalım ne edelim de düzgün (okuyacağı) bir bölüm bulalım." diye düşünürken abimin iş ortağı elektronik haberleşme mühendisliğini önermişti, ingilizce olarak okudum bölümü. mezun olmadan önce vize sürecim başladı ve mezun olunca bizimkiler bana "yallah avrupa'ya" dediler. abim zaten orada yaşıyordu, sonradan bu fiber optik işlerini araştırdım. almanya'da revaçtaydı, "girelim mi?" dedim. iyi ki de girmişim bu işe, hem geliri güzel hem de sağlam bir çevre ediniyorsunuz.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?