başlık altı girdiden anladığım kadarıyla, konu doğanın dengesine, yani güçlü olan hayvanın zayıfı yemesine adresleme yapıyor. Bu durumda elbette bir sıkıntı yok. Sonuçta güçlü olan hayvan, hayatını devam ettirebilmek için zayıf olanı yemek zorunda. hedefinin kafasını koparıp, akşam salonunda viski yudumlarken seyredebileceği şekilde duvara asmak, Eş dost sohbetlerinde gerdanını kıra kıra onu nasıl zımbaladığını anlatmak değil amacı.
Ama konudan bağımsız olarak aklıma bambaşka bir kare geldi. aslında konudan bağımsız dedim ama, konu tamamen aynı. Güçlünün zayıfı yemesi. Bu karedeki tek ve en büyük fark güçlünün hayvan zayıfın ölmek üzere olan küçücük bir kız çocuğu olması. kareyi 90'ların başında Sudan'daki kıtlığı fotoğraflayarak belgesel yapmak üzere oraya giden batılı bir gazeteci yakalıyor. Resmi indirmek için tarama yaparken ismini de görüp hatırladım ama yazmayacağım.
Fotoğraftaki o küçücük kız çocuğu, açlıktan ölmek üzere ve arkasında onu ölür ölmez yiyecek olan bir akbaba bekliyor. gazeteci fotoğrafı çekiyor ve sonra çocuğu hemen alıp çok yakınlarda olan uluslararası yardım kuruluşuna götürmek yerine arkasını dönüp gidiyor. bu kare 94 senesinde Pulitzer ödülü alıyor ve dünyanın gündemine oturuyor. Gazeteci ödülü aldıktan birkaç ay sonra vicdani muhasebesine yenik düşerek ağır depresyona giriyor ve intihar ediyor.
Çok acıklı bir hikaye ve gündem olduğu yıllardan beri asla aklımdan çıkmayan bir kare. keşke o fotoğrafı yine çekseydi ama o yavrucağı yardım kuruluşuna yetiştirseydi. hem Pulitzer ödülü kazanıp hem kahraman olsaydı ve hala ikisi de yaşıyor olsaydı. ya da o lanet olası ödülün de canı cehenneme. ikisinin de yaşıyor olması yeterli olacaktı.
😢😢