Sanki hiçbir şey uyaramaz İçimizdeki sessizliği Ne söz, ne kelime, ne hiçbir şey Gözleri getirin gözleri. Başka değil, anlaşıyoruz böylece Yaprağın daha bir yaprağa değdiği O kadar yakın, o kadar uysal Elleri getirin elleri Diyorum, bir şeye karşı komaktır günümüzde aşk Birleşip salıverelim iki tek gölgeyi.
tüm hücrelerimle sana akıyorum çağlayan bir ırmak gibi. şifa olsun sana özlemim, ateşinle ben yanayım uzakta değil yanyanayım. uyu sen bebeğim güzel düşler gör ilmek ilmek taze aşklar ör.
Şiirlerle pek alakam yoktur. Ancak anlam yüklü nihal atsız şiirlerini seviyorum:
Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş; Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş. Gökten gelerek gönlüne rüzgar gibi inmiş, Bir sır ki bu, ölsen bile açamazsın...
Anlatması imkansız olan öyle bir an ki, Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki... Bak emrediyor: Daldığın alemden uyan ki, Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Kalbin benim olsun diyorum, çünkü mukadder... Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök, ver! Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer! Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Ram ol bana, ruhun yeni bir aleme girsin... Yazmış kaderin: Aşkıma ömrünce esirsin! Aklınla, şuurunla, hayalinle bilirsin. Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Bir zamanlar sayamayacagim kadar çok okuyup dinlediğim o şiir;
Biraz yorgunum Biraz yorgunum, kavgaları birikiyor insanın! Her uzvundan ayrı ayrı taşıyor acısı zamanla! Yaşımdan yorgun, yaşımdan telaşlıyım bugünlerde! Kaç yaşındayım sahi saymadım, bilmiyorum! Belki kırklarımdayım belki otuzlarımda! Belki de doksan sene yuvarlandım bu dünyanın sırtında! Hiç bilmiyorum! Hayat taviz vermediği hızı ve kavgasıyla akıp gidiyor! Baharın rahiyasından akıp coşan çiçeklerle hatırlıyorum lise yıllarımızı! Kimimize kış, kimimize bahar olup canıyla değen babalarımızı! Bu memlekette insanlar belki de en çok baba sancısıyla inliyor, en çok baba deyince aklımıza gelir çocukluğumuz! Mazinin araladığı perdeden sızıyor eski günler! Onlarla kavgalı onlarla sevdalı olduğumuz! En çok baba yokluğunun hüsranıyla kızıyormuş zaman ayrılığın yarasını! İnsan baba olunca anlıyormuş babasını! Şilan doğru Avcı
Eski bir hikaye'den geldim 'sana'... Kusura bakma Üstüm başım, ' mutsuzluk ' içinde Görmüyor musun..? Güzel olan her şeye; Biraz eksiğim.. Al "beni senle" tamamla.. Şu senin tutkulu sesin varya: Ortak güzellik artı yara izi. Tutar ellerinden kaldırırsın Adı kötüye çıkmış tüm sözcükleri... Cemal Süreya
Başına silah mı dayadım ? gönlünün önünde mi sabahladım , seni bu mevzuya , bu savaşa ben mi çağırdım ? Bu ateşi sen yaktın , ben yandım . Aradığın artık ben değilsemde , bulamadığın herşey benim . Ne yaşarsan yaşa , farzetki ben seni hiç yaşamadım …
soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam... Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim. İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında (Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman) özlemeye başladım herkesi... Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra... Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı... Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı. Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık... Ben doktor oluyordum, sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla... Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara... ve Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle... Ağbilerimizden öğrendik, Ş harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi... Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu. Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri... Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben. Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim... (Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak...) Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu... Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri... Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim... Ve hiçbir mahkeme tutanağında geçmedi adım... Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece... Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde ama sen yoktun... Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde... Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu... Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum... Ben senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum. Yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini... Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü... Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş ovasının yalancı maviliğini... Otobüs oluyordum bir süre... Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde... Otobüs oluyordum... Bir ülkeden bir iç ülkeye... Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum... Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin... Korkuyordum... Sonra iniyordum otobüsten... Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum... Çünkü sonunda annem oluyordum babam kokuyordum sonunda... Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim, çocuk olmaktan... Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam... Ben seninle birgün Van'daki bir kahvaltı salonunda... Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği) bir yol üstü lokantasında... Ben seninle, Ağrı Dağı'na mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında... Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim... Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!
-Yılmaz erdoğan
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır. katkıda bulunmak istemez misin?