ağzı falan yamuk değildir, renginden dolayı bir yanılsama yaratıyor o kadar. Çirkin ama güzel bir çirkin.
alaskan crab
1. nesil Yazar - 14. Seviye Hava Ruhbanı - Yazar -
- toplam entry 492
- takipçi 16
- puan 27907
Vay canına harika olmuş :) fotoğrafın orijinaline yakın. Kızımın resim ödevi okulda başlamışlar evde devam ediyorlardı.
Ama üzümleri unutmuşsun :))
üzüm dersi işlenirken okula gitmemiştim bu kadar oldu artık :D
😅😅😅 bu resmi yarın kızıma göstereceğim bu arada saat yerinde normalde nar var :)
saat mi? yazıklar olsun ya sanatçı orada yarısı kesilmiş ejder meyvesi resmetti.
Hahaha benim de sanattan anladığım bu kadar demek ki. Sözün bittiği yer
Hayatım boyunca uğraşsam çizemem, müthiş
teşekkürler, yılların birikimi, acı ve göz yaşıyla çizildi.
😅😅😅😅
Bugün sınıf temizliği için okula gitmiştim. Kızımın bu tamamladığın resmi (o da tamamlamıştı) sınıf panosunda asılı tek meyve sepetli resimdi. 33 kişilik sınıftan tek onun resmi asılmış :) nasıl mutlu oldum
cidden güzel çizmiş, görünce biraz çizme isteği uyandırdı :D Tartışmaya kapalı bir şekilde benimkinin daha iyi bir çizim olduğu, bu yüzden de birincinin benim olmam gerektiği gerçeğini bir kenara koyarsak eğer, kendisini tebrik ediyorum, sağlam bir rakipti.
:) bir ara farklı bir resimde sizi yeniden buluşturup rekabet tadını yaşatırım öyleyse.
Ahhhh yenilenler, asla pes etmiyorlar. peki.
Hahaha. Panoda kimin resmi varsa aslında o yenmiştir. Efendim siz niye kendinizi ilkokul 4. Sınıf bir ön ergeni yenmekle mutlu hissediyorsunuz anlamadım 😅😅😅
rekabetçi bir ruha sahibim, 4. sınıf diyerek, rekabetimizi küçümsemeniz hiç hoş değil! ben rakibi asla küçümsemem, yok edene kadar da durmam.
Hahah. Tamam bir sonraki resmin konusu ne olsun sen belirle aşırı rekabetçi arkadaşım
onun iyi olmadığı ama benim mükemmel olduğum bir şey olması lazım, araba çizmek olabilir :D
Araba hmm evet bu onun için çok zorlu bir yarış olacak
:D
Biz rakibin güçlüsünü severiz işgüzaranı değil 😅😅😅
kimse limana nasıl ulaştığınızla ilgilenmez, limana varıp, varamadığınızla ilgilenir.
:) amaca giden her yol mübahtır diyorsun hani
nedense ateşli bir latin hatun vibe'ı veren nick. Gocu öyle miydi ne kadar güzeldi halbuki
Kanki ne ateşlisi yaa, rocinante beygirin adı.
biliyordum! at gibi yani öyle demek istedin galiba
Kanki sen beni taciz mi ediyon acaba?
rıza varsa tacizden söz edilemez, rızan var mı?
Yok kanki.
naz yapan tiplerden demek, peki yavaş yavaş çözeriz sorun yok.
Uuu sözlükte aşk kokusu var :)) hadi bakalım hayırlısı olsun
nickiyle ilgili yorum yapıyordum bir anda gocuya yürürken buldum kendimi. Saat sorulan kızın "sevgilim var geri zekalı" demesi gibi tuhaf bir olay oldu anlayamadım valla.
@alaskan crab bir cazibesi ve albenisi olduğu kesin :)) gönlü varmış onun da.
Roci için hep tam tersi durumlar olduğu için küçük bir dumur hissettim.
Çoğu insanın pek anlam veremeyip dalga geçtiği duygudur. Aslında insana hastır ve her insan aşağı yukarı bu duyguyu yaşar. Kimisi derinden hisseder, kimisine bir ürperti olarak gelir, sonra dine sığınılarak geçer. Hayatımın büyük bir bölümünde bunu içten yaşamış biri olarak, her insanın derinden yaşaması gerektiğine inandığım bir yerdedir. Şimdilerde hayatım yoğun ve düzenli olmasından dolayı derinden hissedemediğim durum. Cioran bunu, insanın hayatının bayağılığa gömülmesi olarak görür. Evet normal ve düzenli yaşamak, aslında yaşamın illüzyonuna kapılıp, gerçek olanı unutmak ya da ertelemek anlamına geliyor. Heideggerde hergünkülük kavramı da bu bayağılığa eş değer sayılabilir.
Eskiden bu duygunun tırmandığı zamanlarda yazdığım bir yazı aklıma geldi, buldum yazıyı, buraya da koyuyorum.
"insan kendinden korkar mı? ben korkuyorum. Bir gün aydınlanma adı altında kafayı yiyip, her şeyi bırakıp siktir olup gitmekten korkuyorum. Aslında temel korkum bu değil. Korkumun temeli böyle bir delilik geçirdikten sonra zamanla tekrar akıllanmak. Delirdikten sonra akıllanmazsanız eğer bunu bilemezsiniz ve acı da bilinçsiz olduğu için ruhsal çöküntüler çok daha az hissettirir kendisini. Buradan çıkan sonuç, varlığımızı en derinlerde hissettiren şeyler acılardır. Sevmek gibi şeyler de ileri sürülebilir elbette ancak sevmenin temelinde de bir acı gizlidir. Malum zıtlıklarla ve kıyasla anlıyoruz, öyle bir düşünce yapımız var.
Benim yaşamak adına diğer insanlar gibi motivasyonum yok diye çırpınıyorum ama belki de bana gecenin dördünde uykumun kaçmasına ve tekrar sartre'da bulantı, kierkegaard'ta endişe, Heidegger'de kaygı, Jaspers'da acı olan bu duyguyu yaşatan şeyin bizatihi yaşama isteğim ve motivasyonum olması oldukça ironik. Belki de ölüm üzerine bu kadar düşünmenin temeli, herkesten çok yaşamı sevmemdir. Yaşamın anlamsız olmasından dem vurmamın sebebi, herkesten çok anlamı sevmemdir. Ölümün gizemi karşısında yaşamın kötü bile olsa bilinebilirliğini tercih etmemden çok daha öte anlamlar yüklememdir belki de hayata.
Sebep her ne olursa olsun, bu şeyleri derinlemesine yaşamam ve bu sıkıntılarımı diğer insanlarda görememem beni yalnızlaştırdı. Görüştüğüm, konuştuğum, mesajlaştığım, okuduğum, dinlediğim her şeyde bu kaygıya sahip zihinler aradım. Bu zihinlerde bu kaygı bulamaz isem eğer bu kaygıyı ben yerleştirmeye kalktım. Etrafıma mutluluk yerine zehir saçtım kısaca. Yalnızlığımın dindiği zamanlar olmadı değil tabi.
bu kaygılar üzerine küçük bir sohbet, geçmişte bu kaygıları taşımız bir düşünürün kitabında geçen hüzünlü cümleler hep bu yalnızlığı dindirmeme yardımcı oldu. Şu an bana buraya bunları yazdıran şey de gene yalnızlığım.
Yazmak cioran'a göre Yalnızların da yalnızı olan Tanrı'ya bir yakarış ve Tanrıyla bir konuşma çeşididir. inançlı biri değildi kendisi ama inançsız olduğu da söylenemez. Bu eylem bir yalnızın başka ve daha yüce bir yalnız karşısında çırpınmasıdır."
Eskiden bu duygunun tırmandığı zamanlarda yazdığım bir yazı aklıma geldi, buldum yazıyı, buraya da koyuyorum.
"insan kendinden korkar mı? ben korkuyorum. Bir gün aydınlanma adı altında kafayı yiyip, her şeyi bırakıp siktir olup gitmekten korkuyorum. Aslında temel korkum bu değil. Korkumun temeli böyle bir delilik geçirdikten sonra zamanla tekrar akıllanmak. Delirdikten sonra akıllanmazsanız eğer bunu bilemezsiniz ve acı da bilinçsiz olduğu için ruhsal çöküntüler çok daha az hissettirir kendisini. Buradan çıkan sonuç, varlığımızı en derinlerde hissettiren şeyler acılardır. Sevmek gibi şeyler de ileri sürülebilir elbette ancak sevmenin temelinde de bir acı gizlidir. Malum zıtlıklarla ve kıyasla anlıyoruz, öyle bir düşünce yapımız var.
Benim yaşamak adına diğer insanlar gibi motivasyonum yok diye çırpınıyorum ama belki de bana gecenin dördünde uykumun kaçmasına ve tekrar sartre'da bulantı, kierkegaard'ta endişe, Heidegger'de kaygı, Jaspers'da acı olan bu duyguyu yaşatan şeyin bizatihi yaşama isteğim ve motivasyonum olması oldukça ironik. Belki de ölüm üzerine bu kadar düşünmenin temeli, herkesten çok yaşamı sevmemdir. Yaşamın anlamsız olmasından dem vurmamın sebebi, herkesten çok anlamı sevmemdir. Ölümün gizemi karşısında yaşamın kötü bile olsa bilinebilirliğini tercih etmemden çok daha öte anlamlar yüklememdir belki de hayata.
Sebep her ne olursa olsun, bu şeyleri derinlemesine yaşamam ve bu sıkıntılarımı diğer insanlarda görememem beni yalnızlaştırdı. Görüştüğüm, konuştuğum, mesajlaştığım, okuduğum, dinlediğim her şeyde bu kaygıya sahip zihinler aradım. Bu zihinlerde bu kaygı bulamaz isem eğer bu kaygıyı ben yerleştirmeye kalktım. Etrafıma mutluluk yerine zehir saçtım kısaca. Yalnızlığımın dindiği zamanlar olmadı değil tabi.
bu kaygılar üzerine küçük bir sohbet, geçmişte bu kaygıları taşımız bir düşünürün kitabında geçen hüzünlü cümleler hep bu yalnızlığı dindirmeme yardımcı oldu. Şu an bana buraya bunları yazdıran şey de gene yalnızlığım.
Yazmak cioran'a göre Yalnızların da yalnızı olan Tanrı'ya bir yakarış ve Tanrıyla bir konuşma çeşididir. inançlı biri değildi kendisi ama inançsız olduğu da söylenemez. Bu eylem bir yalnızın başka ve daha yüce bir yalnız karşısında çırpınmasıdır."
Yazdıkların oldukça acı ancak etkileyici. Bu konuda yalnız olmadığını bilmek çok iyi biliyorum ki bir halta yaramayacak ama bu şekilde düşünen tek insan değilsin. Günlük rutinlerle, yoğunlukla devam ediyor olma hali sadece geçici bir unutma hali sağlıyor. Kafanın boşaldığı veya aynaya baktığın ilk anda o duygu gelip göğsündeki yerine yerleşiyor. Kaçışın yok, kurtuluş çaban anlamsız. Seni birilerinin anlıyor olma hali bile beyhude bir avuntu. Aynı kaygıya sahip bir zihni fark etmek veya bulmak da değil mesele. Buldun işte, ne değişti? Henüz çok küçük yaşlarda doğum günü pastamı üflerken içimden bir dilek tutmamı söylediler. Dileğim, gerçekleşmesini istediğim hiçbir şey yok dedim ve etrafımdaki neşeli ortamın bir anlık sessizliğe gömülmesine neden olduğumda ilk defa zehirli ruhumu fark etmiştim. Çok düşündüm, kendimi sorguladım ama artık kendimi olduğum gibi kabul etme evresine geçtim. İnanılmaz bir rol yapma yeteneği geliştirdim. Sadece benzer kaygıları taşıyanlar mutlu gülümseyen insanın gerçek yüzünü anlayabiliyorlar.
Normalde senin küçük yaşta idrak ettiğin şeyi, insanlar epey zaman sonra yavaş yavaş anlamaya başlıyorlar. Şu okul bir bitsin, şu kişiyle partner olayım, şu arabayı alayım vs şeyler, yavaş yavaş olmaya başlayınca dank ediyor insana. Esas istenilen şeylerin onlar olmadığını anlıyor. İnsan sanki Tanrı'nın büyük bir şakasıymış gibi. Asla ulaşamayacağı şeyleri arzulayıp duran, bu nedenle de hiçbir zaman o istediği kesintisiz mutluluğa ulaşamayacak olan büyük bir şaka. Dediğin gibi pek bir çözümü olmasa da, bu küçük konuşmalar işe yarıyorlar. Senin doğum günü hikayeni ve yazını görmemiş olacaktım bunları paylaşmasaydık :D
Geçmişte yazdığın ve buraya eklediğin yazıda bir Sebahattin Ali kalemi hissettim. Sanki onu okuyor gibi oldum. O da bir çok kitabında bu varoluşsal sancıları benzer kıvranmalarla anlatır.
Varoluş edebiyatta da çok fazla kendini gösteren bir akım olduğu için, olabilir, okumadığım için bir şey diyemem.
Ben de kürk mantolu madonna ve içimizdeki şeytanını okudum sadece
şimdi bende burada bir şeyler söylemek sterdim ama aklıma ilk cümlenizden bir anı geldi. anlatmayacağım ama insanlar gerçekten bunu anlayamıyor maalesef. bizim mi çok boş zamanımız vardı yoksa onların mı hiç boş zamanı yoktu bilemiyorum. küçümsenmesini geçtim insanın kendini anlayabilecek bir kişi bile bulamaması acı verici gerçekten. arasan da fayda etmiyor. defalarca konuşsan da anlayamıyorlar. orada yazdınız ya bunu ben yerleştirmeye çalıştım diye bende yaptım en azından belli sorularla oluşturmaya çalıştım ama olmuyor.
gerçekten belki de düşünmek ve bu sancıyı çekmek boş iştir ya da o kişiyi asla bulamayacağız ama onu bulma isteği bizi ayakta tutuyor kim bilir? aman neyse şimdi derin konuşmalar yapamayacağım.
yazdıklarınız dokundu ondan yazayım dedim sadece. o insanı ben bulamayacağımı biliyorum ama umarım siz bulursunuz.
gerçekten belki de düşünmek ve bu sancıyı çekmek boş iştir ya da o kişiyi asla bulamayacağız ama onu bulma isteği bizi ayakta tutuyor kim bilir? aman neyse şimdi derin konuşmalar yapamayacağım.
yazdıklarınız dokundu ondan yazayım dedim sadece. o insanı ben bulamayacağımı biliyorum ama umarım siz bulursunuz.
Eski bir dostumun da dediği gibi, bir derdim var bin dermana değişmem. O dert bu dert işte. Hiçbir şey onu geçirmiyor, tamamen kendi başınıza onunla yüzleşmeniz gerekiyor, arada kendini sızlayarak hatırlatıyor, esas olanı düşünmenize hizmet ediyor. Benim zamanında yaptığım hata gibi, suyunu çıkarıp, o acıyı en derinden yaşamaya çalışmadığınız sürece, zaten hayatın içine gömülüp kolayca unutabiliyorsunuz. O nedenle, bu acıyı kabul edip, arada selam veren, insanı insan yapan bir acı olarak anlayıp, çok fazla kurcalamamak gerekiyor.
ben düştüm düşeceğim kadar artık bir şey hissetmiyorum :) o yüzden sıkıntı yok :)
Amerikanın 2023 yılından Türkiye raporuna göre 44 binden fazla mahkumun, hapishanelerde yer olmamasından dolayı hapse ya atılmadığı, ya çok az ceza aldığı, ya da hali hazırda hapiste olanlara af çıkarıldığını söylüyor. https://www.state.gov/reports/2023-country-reports-on-human-rights-practices/turkey/ Zaten bunu gözümüzle de görebiliyoruz, toplusal infial yaratan suçlarda dahi, bir şekilde az bir ceza ya da hızlı bir süreçle salınma oluyor. Bunların sürekli göz önünde olması da bir süre sonra alışkanlığa dönüşüyor yani suçlarda bayağılaşmaya. Normalde suç olarak sayılan bazı suçlar, hafif olarak görülmeye başlıyor, manyaklaşmak da normalleşiyor. hannah arendt'in kötülüğün sıradanlığı kitabında da bu fenomene değinilir. Esasında Nazilerin yaptıkları şu an aşırı derecede kötü ve anlaşılmaz gelse bile bize, toplumsal olarak yavaş yavaş o noktaya gelenler için, sıradan ve aslında öyle çok da mühim bir durum olarak görülmeyebiliyor. Sudaki kurbağa misali, suyu bir anda ısıttığımızda kaçacak olan kurbağa, yavaş yavaş ısıtıldığında fark etmiyor ancak sonunda ölümüyle sonuçlanıyor.
Etrafımda sigara içen kim varsa hep dandik çakmaklar kullanıyor. 1 hafta geçmeden ya kaybediyorlar ya da yenisini alıyorlar. Şahsen sigara içiyor olsam, en kalitelisinden bir tane jet çakmağı alır, bu işi komple kapatırdım diye düşünüyorum. Bunu dile getirdiğimde, iki dakikada hacılarlar onu, ya da öyle olmuyor kanka kaybediyorsun anlamıyorsun gibi karşı yanıtlar geliyor.
Küçükken mahalle abilemizin yanında takılırdık, hiç unutmam bir gün elemanın biri gelip çakmak istedi bizden, ümit abi uzattı, sigara da var mı diye sorunca bir anda ortalık alevlendi. Bu boku yiyorsun madem küreğini de taşı yavşak diye bir tokat attı çocuğa, her şeyin bir anda farklılaşabileceğini 5. sınıf öğrencisi olan ben, o gün anlamıştım. Çok sonradan niye öyle yaptığını da anlatmıştı. "Sigara çok fena bir illet, sigarasız kaldığım zamanlar yol kenarında izmarit aranırdım, tam bitmemişleri bulur yakar içerdim. Sadece ekmek paran varken, gidip ekmek almaz sigara alırsın, öyle büyük bir bağımlılıktır bu. Ekmek bulunur her türlü sonuçta. O pezevenge vurma sebebim, insan gibi esas niyeti olan sigarayı istemek yerine, daha verilebilen bir şey isteyip, ardından işi oldu bittiye getirmeye çalışmasıydı. Bir anda kan beynime sıçradı, ben kimseye yüz eğmiyeyim diye izmarit ararken, bu o..çları milleti böyle kandıra kandıra yolunu buluyorlardı. Vurdum gitti." Tabi böyle anlatmadı, şiveli ve bol küfürlü şekilde, aklımda bu kadar kalmış.
Uzun lafın kısası, o mahçubiyet yüzde olmayınca, otlakçı bir şerefsiz sanılıp, bir anda dayak yiyebilirsiniz dikkat etmek lazım.
Küçükken mahalle abilemizin yanında takılırdık, hiç unutmam bir gün elemanın biri gelip çakmak istedi bizden, ümit abi uzattı, sigara da var mı diye sorunca bir anda ortalık alevlendi. Bu boku yiyorsun madem küreğini de taşı yavşak diye bir tokat attı çocuğa, her şeyin bir anda farklılaşabileceğini 5. sınıf öğrencisi olan ben, o gün anlamıştım. Çok sonradan niye öyle yaptığını da anlatmıştı. "Sigara çok fena bir illet, sigarasız kaldığım zamanlar yol kenarında izmarit aranırdım, tam bitmemişleri bulur yakar içerdim. Sadece ekmek paran varken, gidip ekmek almaz sigara alırsın, öyle büyük bir bağımlılıktır bu. Ekmek bulunur her türlü sonuçta. O pezevenge vurma sebebim, insan gibi esas niyeti olan sigarayı istemek yerine, daha verilebilen bir şey isteyip, ardından işi oldu bittiye getirmeye çalışmasıydı. Bir anda kan beynime sıçradı, ben kimseye yüz eğmiyeyim diye izmarit ararken, bu o..çları milleti böyle kandıra kandıra yolunu buluyorlardı. Vurdum gitti." Tabi böyle anlatmadı, şiveli ve bol küfürlü şekilde, aklımda bu kadar kalmış.
Uzun lafın kısası, o mahçubiyet yüzde olmayınca, otlakçı bir şerefsiz sanılıp, bir anda dayak yiyebilirsiniz dikkat etmek lazım.
Sigara içenler bilir. Evren de bir karadelik vardır ve jet çakmağın bile olsa o deliğe girer.
Sigara içiyor olsam kesinlikle ben de fiyakalı,merhaba Şahsıma münhasi bir çakmak alırdım. Hoşuma gidenler oluyor ama alıp ne yapacağım 🥲.
Akrep burcuyum, tüm özelliklerini taşıyorum, sinsiyim, şerefsizim, arkanızdan konuşurum, adam bıçaklarım, ırz düşmanıyım. Bana kızmayın, tüm bunların nedeni, belli tarihler arasında doğmam, suç bende değil.
hahahahaa :D ben iyi biliyorum akrep burcunu lütfen :D
yabancıların burnout dediği durum. Bir şey üzerine çalışırken, bir yola takılı kalıp, onu yapmaya o kadar diretirsiniz ki, ne onu yapabilirsiniz ne de çok daha kolay olan başka bir yolu görebilirsiniz. Üstelik harcanan zamana göre verilen performans aşırı düştüğü için, daha fazla zaman harcamak yerine, Böyle durumlarda çıkıp biraz dolaşmak, inat edip daha da zorlamak yerine biraz ara vermek işe yarar. Hatta başka bir iş varsa, ona dönmek de iş görür.
Gelen mesajın geldiğini anlamak zaten 5 dakika sürüyor, buradaki mesajlaşma işi, anlık değil de telgraf misali, olaya öyle bakarsanız sorun görmezsiniz.
Aslında anlık ancak veri tabanından kaynaklı geç geliyor mesela ben bu entryi girdikten sonra direkt sol frame geçip takılırsam mesaj gelmiş bildirim bana iletilmiş ben görmemiş olurum.
Temel sebepi daha öncede belirttiğim gibi sitenin karışık veri tabanı üst taraf kodlaması ayrı sol frame ayrı simgeye tıklayarak yada sayfayı yenileyerek üst menüyü yenileyebilirsiniz.
Sorunun farkındayız sitemizi komple farklı arayüz ve daha önemlisi farklı veri tabanın aktaracağız yazılımcımız en son üzerinde çalışıyordu yanılmıyorsam
Temel sebepi daha öncede belirttiğim gibi sitenin karışık veri tabanı üst taraf kodlaması ayrı sol frame ayrı simgeye tıklayarak yada sayfayı yenileyerek üst menüyü yenileyebilirsiniz.
Sorunun farkındayız sitemizi komple farklı arayüz ve daha önemlisi farklı veri tabanın aktaracağız yazılımcımız en son üzerinde çalışıyordu yanılmıyorsam
o kadar büyük bir sorun değil ya, anlaşılması için yazdım. Yapılırken, tüm sayfayı komple yenilemek yerine segmentlere ayırmaları akıllıca olmuş, çalışması daha kolay olur.
Hristiyanlıkta belli başlı dini otoritelerin kararınca, kişileri hristiyanlıktan ve doğal olarak onunla özdeşleşmiş topluluklarından dışlama, çıkartmak anlamına gelir.
Sözde islamda yoktur ama islamın sahipleri olduğunu savunanlar, işlerine gelmeyen herkesi çıkartma eğilimindedirler. İş öyle bir raddeye varır ki, müslümanlık asla ulaşılamayan, mükemmel, kimsenin erişemeyeceği kadar yüce ve kusursuz bir yere konulur, kimse ona erişemediği için de, sivrilen herkes aforoz edilmeye başlanır. Oysa müslümanlık, meleklik değildir, günah işlemesi, yanlış şeyler söylemesi de gayet olasıdır. Bu sebepten dolayı Dini yücelticem düsturuyla çıkılan yolda, din kimsenin ulaşamayacağı bir yere konulup, tozlanmaya terk edilmiştir.
Sözde islamda yoktur ama islamın sahipleri olduğunu savunanlar, işlerine gelmeyen herkesi çıkartma eğilimindedirler. İş öyle bir raddeye varır ki, müslümanlık asla ulaşılamayan, mükemmel, kimsenin erişemeyeceği kadar yüce ve kusursuz bir yere konulur, kimse ona erişemediği için de, sivrilen herkes aforoz edilmeye başlanır. Oysa müslümanlık, meleklik değildir, günah işlemesi, yanlış şeyler söylemesi de gayet olasıdır. Bu sebepten dolayı Dini yücelticem düsturuyla çıkılan yolda, din kimsenin ulaşamayacağı bir yere konulup, tozlanmaya terk edilmiştir.
bir şeylerin yasaklanmasına karşıyım, çünkü en kolay yoldur yasaklamak. O raddeye gelene kadar yapılacak şeyler varsa yapılması taraftarıyım. Çin bu işi, vatandaşlarına kimlik numarası vererek, oyunlara giriş yapma zorunluluğu getirip çözdü, aynı yöntemle korsanı ve hileyi de büyük oranda bitirdi, bu yüzden avrupa serverlarında çince karakterli nicklerle hileciler görürsünüz, kendi memleketlerinde yapamazlar, ama burada o sistem kurulmasına imkan yok.
Roblox olayında, kötü insanların oyuna girip, küçük çocukları kandırmaya çalışması değil, bunu engellemek için hiçbir çabaya girmiyor olmalarıdır. Yoksa her yerde kötü insanlar da var, korunması gereken küçük çocuklarda. Bu nedenle bu yasaklama iyi oldu, eğer roblox ekibi bunu görür ve adımlar atarsa belki ilerde açılabilir bile. Çocukları koruması gerekenler ebeveynleri denilebilir tabi ama ben toplumsal olarak baktığım için olaya, çocuklar hepimizin sorumluluğunda diye düşünüyorum, her ebeveyn aynı hassasiyette olmayabilir, bu nedenle toplumca en iyi yaşanabilecek ortamı sağlamakla yükümlüyüz.
Roblox olayında, kötü insanların oyuna girip, küçük çocukları kandırmaya çalışması değil, bunu engellemek için hiçbir çabaya girmiyor olmalarıdır. Yoksa her yerde kötü insanlar da var, korunması gereken küçük çocuklarda. Bu nedenle bu yasaklama iyi oldu, eğer roblox ekibi bunu görür ve adımlar atarsa belki ilerde açılabilir bile. Çocukları koruması gerekenler ebeveynleri denilebilir tabi ama ben toplumsal olarak baktığım için olaya, çocuklar hepimizin sorumluluğunda diye düşünüyorum, her ebeveyn aynı hassasiyette olmayabilir, bu nedenle toplumca en iyi yaşanabilecek ortamı sağlamakla yükümlüyüz.
👏👏👏
Giresunlu bir devrem var, severim de kendisini ama ne zaman konuşsak, hep "kusura bakmada" kalıbını kullanıyor. Her seferinde aha geçirecek bana diyorum, hiç alakası olmayan, kusura asla bakılmayacak şeyler söylüyor.
Daha dün konuşurken "kusura bakmada birader ortam çok tuhaf, karışık, doları da sabitlemişler her şey olabilir" gibi bir şey söyledi. Sonra 5 cümle daha etti ama ben o kusura bakma kısmına takılıp düşüncelere daldığım için dinlemedim. Çok tuhaf gerçekten. çok afedersiniz olanına denk gelmedim daha ama o daha kabullenilebilir gibi, bunda bir itham var, bir şey geliyor gibi oluyor.
Daha dün konuşurken "kusura bakmada birader ortam çok tuhaf, karışık, doları da sabitlemişler her şey olabilir" gibi bir şey söyledi. Sonra 5 cümle daha etti ama ben o kusura bakma kısmına takılıp düşüncelere daldığım için dinlemedim. Çok tuhaf gerçekten. çok afedersiniz olanına denk gelmedim daha ama o daha kabullenilebilir gibi, bunda bir itham var, bir şey geliyor gibi oluyor.
Evrimsel açıdan kadın seçen taraftır, çünkü bir ilişki içerisindeyken çok fazla zaman ve emek verir. Erkek ise olabildiğince çok dişiyle beraber olmak için tasarlanmıştır. Doğada zaten erkek olan canlılar, gösterişli, büyük, güzel, renkli, dans eden, uçan kaçan, kavga eden tiplerdir. Çünkü seçilmek için debelenirler. Erkek harcanabilen, yerine başkasının kolayca geçebileceği bir yapıdayken, dişi esas devamlılığın temeli olmasından dolayı, korunması gereken, değerli olan bir yerdedir.
Tabi temeller böyle olsa dahi, insan faktörü işin içine girdiğinde toplum, kültür, değişim de dahil pek çok etken, temellerimizi yadsımamıza, farklı şekillere büründürmemize sebep oluyor. Bunlar ışığında başlığa bakarsak eğer, basit erkekler, kadınların seçen konumda olmasından dolayı, zaten seçmeyeceği tiplerdir. Araştırmalar da zaten bunu gösteriyor, erkeklerin büyük bir çoğunluğunun kadına erişimi yoktur, kadınlar da erkeklerin yüzde onluk kesimiyle ilgilenir. Kadınlar seçer diyorum ancak, kadın da öyle ava çıkıp seçmez, kendini seçenler arasından birini seçer.
Tabi bu söylemler bakış açısına göre değişir, bana kalırsa her ilişki özeldir ve kendine has dinamikleri barındırır, öyle genellemelere sokup, itibarsızlaştırmak anlamsız.
Tabi temeller böyle olsa dahi, insan faktörü işin içine girdiğinde toplum, kültür, değişim de dahil pek çok etken, temellerimizi yadsımamıza, farklı şekillere büründürmemize sebep oluyor. Bunlar ışığında başlığa bakarsak eğer, basit erkekler, kadınların seçen konumda olmasından dolayı, zaten seçmeyeceği tiplerdir. Araştırmalar da zaten bunu gösteriyor, erkeklerin büyük bir çoğunluğunun kadına erişimi yoktur, kadınlar da erkeklerin yüzde onluk kesimiyle ilgilenir. Kadınlar seçer diyorum ancak, kadın da öyle ava çıkıp seçmez, kendini seçenler arasından birini seçer.
Tabi bu söylemler bakış açısına göre değişir, bana kalırsa her ilişki özeldir ve kendine has dinamikleri barındırır, öyle genellemelere sokup, itibarsızlaştırmak anlamsız.
Mesele ekşi sözlük meselesi değil. En işe yarar olarak bilinen forum tarzı da dahil, pek çok platformda salak saçma bir çok şey mevcut. Adam sorununu anlatıyor, andavalın biri gelmiş altına "açıp kapamayı denedin mi kanki" yazıyor. Bilinçli bir internet kullanıcısı, hızlı bir göz taramasıyla, doğru ve düzgün yazılanı bulur, işini halleder.
İnternet zaten böyle bir ortam. Bir şeyi aramayı, filtre etmeyi bilmeyen, gündemde gezinip, her avelin yazdığına itimat eden bir yapınız varsa, koca bir platformu komple itin götüne sokmakta haklısınız çünkü değerli olanı bulma gibi bir çabanız yok. Nerede olursanız olun, bulunduğunuz ortamda herkesin kaliteli olmasına imkan yoktur, özellikle büyük topluluklarda bu daha da belirginleşir. İyi üzerine uğraşılması, çaba harcanması gerekir ki bu nadir bir şeydir. Bu nedenle, ekşi sözlükte gündem kısmında gezip, en çok entry girilen başlıklara bakıp, komple herkesi aynı kefeye koymak kolaya kaçmak oluyor. Bunun nedeni oranın ekşi sözlük olması değil, bunun nedeni çok fazla insan barındırması ve hepsinin aynı oranda yazma ve sesini duyurma imkanının bulunması. Milyonlarca sinek boka konuyor diye, bu bokta keramet olduğu anlamına gelmiyor.
Ekşi sözlükte de, çok insanın yazdığı diğer platformlar gibi çok değerli yazılar, çıkarımlar, tespitler var ancak yine diğer platformlar gibi nadir ve bulunmayı bekliyor sadece.
İnternet zaten böyle bir ortam. Bir şeyi aramayı, filtre etmeyi bilmeyen, gündemde gezinip, her avelin yazdığına itimat eden bir yapınız varsa, koca bir platformu komple itin götüne sokmakta haklısınız çünkü değerli olanı bulma gibi bir çabanız yok. Nerede olursanız olun, bulunduğunuz ortamda herkesin kaliteli olmasına imkan yoktur, özellikle büyük topluluklarda bu daha da belirginleşir. İyi üzerine uğraşılması, çaba harcanması gerekir ki bu nadir bir şeydir. Bu nedenle, ekşi sözlükte gündem kısmında gezip, en çok entry girilen başlıklara bakıp, komple herkesi aynı kefeye koymak kolaya kaçmak oluyor. Bunun nedeni oranın ekşi sözlük olması değil, bunun nedeni çok fazla insan barındırması ve hepsinin aynı oranda yazma ve sesini duyurma imkanının bulunması. Milyonlarca sinek boka konuyor diye, bu bokta keramet olduğu anlamına gelmiyor.
Ekşi sözlükte de, çok insanın yazdığı diğer platformlar gibi çok değerli yazılar, çıkarımlar, tespitler var ancak yine diğer platformlar gibi nadir ve bulunmayı bekliyor sadece.
Bu konuda sana katılıyorum. Bilgi içeriği çok yüksek bir platform. Yıllarca kullandım da yararlandığım da oldu. Bir sürü arkadaşlıklar edindim. Kimisiyle yüz yüze de görüştüm. Ama genel olarak çok fazla insan barındırması ve anonimlik kanlarına fazla işlediği için mesajlaşma kısmı çok yorucu
ben okuyucu gözüyle yazmıştım, tabi platform içerisinde sürekli mesajla zorlayan kişiler varsa rahatsızlık normal.
Evet ben yazardım ekşi de sildim hesabımı çeşitli sebeplerden dolayı. Mesajla zorlayan çok insan var.
Hissizlik küveti diyorlardı galiba, tam hakim değilim ama çok ilgimi çekiyor, vücut sıcaklığında suyun içerisine bir takım maddeler atıp, olabildiğince duyu organlarından gelen verileri keserek, beynin kendi içerisinde, veri akışı olmamasından dolayı artık verileri kendi üretmeye başladığı bir an oluyormuş. Hafif uyku gibi ve ne kadar dış bilinçte kısım kısım görüntü varsa, hepsini sunmaya başlıyor, delirmemek için çabalıyormuş. Çok farklı bir deneyim diyorlar uzun zaman önce yaparım diye aklımda tutuyordum unutmuşum, bu başlıkla hatırladım.
Dilenciler bizlere acıma duygusundan çok daha yoğun bir şekilde suçluluk duygusu uyandırır. O haldeyken, bizlerin daha iyi konumda olmasından dolayı büyük bir suçluluk kaplar içimizi. Acıma duygusu ise sonradan kendini gösterir, acizlik ve iyi olmak aynı potada erimiştir çünkü köle ahlakı sayesinde. Onun aciz olmasından dolayı iyi olduğu, bizim ise onun yanında çok güçlü kalmamızdan dolayı da kötü olduğumuz işlenir beynimize, tam da bu nedenle suçluluk duyarız. Oysa iyi olan aciz olandan ayrılmalı.
talih denilen şeyin havadan kafanıza düşmeyeceğini, fırsatları yaratmayı bilmeniz gerektiğini ve bunları yaratırken de cesur olunması gerekliliğine vurgu yapan sözdür.
şans çok garip bir kavram, tek başına düşünüldüğünde hiçbir eylem gerektirmeyen ve bir şekilde yolunu bulan bir şey gibi karşımıza çıkıyor ancak bu böyle değil. Şans için bile bir çaba, bir şeylere fırsat doğurma, ortam oluşturma gerekir. (bkz: fortuna favet fortibus) "talih cesurdan yanadır"
matematiksel olarak bakıldığında çok daha garip bir durum, fizikalizm gibi indirgemeci bir evren anlayışıyla, esasında olan her şey önceden belirlenmiştir, bizim şans olarak görmemizin sebebi tamamen bilemeyişimizden kaynaklıdır. Bu bakış açısı iradeyi de ortadan kaldıran bir yanı olmasından dolayı pek tasvip edilmez. Çünkü her şey mekanik bir takım hareketlerden oluşuyorsa eğer, biz de dahil, tüm yapıp etmelerin değişmez bir neden sonuç ilişkisi içerisinde olduğunu kabul etmemiz, bunun sonucu olarak da hiçbir şeyi kendi isteğimizle yapmadığımız, her şey basit bir fizik olayından öteye geçmediği ve zorunluluk yani bir kader olarak her şeyi yaşadığımız söylenebilir. Böyle bir evren anlayışında da, şans olgusu, aslında bizim bilmediğimiz şeye taktığımız isim olmuş oluyor.
rastgelelik kavramı da çok problemlidir ve şans kavramının anlaşılması için ona da değinmek gerekir. Bizim rastgelelik anlayışımız, gerçekte olan rastgelelik durumundan çok farklıdır. Bunla ilgili anlatılan en popüler hikaye, apple'ın müzik çalarına yaptığı rastgele müzik oynat kodudur. Gerçeğe yakın şekilde, rastgeleliğe dayalı bir kod yazmışlar ancak müşteriler bu rastgele çalışma işinin rastgele olmadığına dair pek çok şikayette bulunuş. Bir müşteri art arda aynı şarkının 4 kere çaldığını söylemiş. Gerçek bir rastgelelikte, aynı şarkı değil dört, on kere bile çalabilir. Bunu, rastgele olarak yazılan kodun, eğer daha önce çaldıysa bir daha çalma komutu eklenmesiyle, rastgelelikten çıkartılarak çözülmüş.
Aynı şekilde bir kağıda daire çizilmiş ve içerisine rastgele noktalar bırakan bir yazılımla, kağıt işaretlenmiş ve ardından da insanlara, daire içerisine rastgele noktalar koyun denmiş. Yazılımın yaptığı daire içerisindeki nokta dağılımları, sanılan aksine homojen değil, bir yerlerde aşırı biriken ancak başka bir yerde hiç olmayan bir şekildeyken, insanların rastgele koymaya çalıştığı noktalar, dairenin içerisine neredeyse homojen dağılan bir şekilde oluşmuş.
Kumarcı safsatası da zaten bu rastgeleliği ve şansı çok yanlış anlamamızdan kaynaklanıyor. Üst üste 5 kere kaybeden birisi, bir sonraki kumar oynayışında kazanma şansının arttığını düşünüyor ancak şans oranı hala aynı, artan bir şey yok.
matematiksel olarak bakıldığında çok daha garip bir durum, fizikalizm gibi indirgemeci bir evren anlayışıyla, esasında olan her şey önceden belirlenmiştir, bizim şans olarak görmemizin sebebi tamamen bilemeyişimizden kaynaklıdır. Bu bakış açısı iradeyi de ortadan kaldıran bir yanı olmasından dolayı pek tasvip edilmez. Çünkü her şey mekanik bir takım hareketlerden oluşuyorsa eğer, biz de dahil, tüm yapıp etmelerin değişmez bir neden sonuç ilişkisi içerisinde olduğunu kabul etmemiz, bunun sonucu olarak da hiçbir şeyi kendi isteğimizle yapmadığımız, her şey basit bir fizik olayından öteye geçmediği ve zorunluluk yani bir kader olarak her şeyi yaşadığımız söylenebilir. Böyle bir evren anlayışında da, şans olgusu, aslında bizim bilmediğimiz şeye taktığımız isim olmuş oluyor.
rastgelelik kavramı da çok problemlidir ve şans kavramının anlaşılması için ona da değinmek gerekir. Bizim rastgelelik anlayışımız, gerçekte olan rastgelelik durumundan çok farklıdır. Bunla ilgili anlatılan en popüler hikaye, apple'ın müzik çalarına yaptığı rastgele müzik oynat kodudur. Gerçeğe yakın şekilde, rastgeleliğe dayalı bir kod yazmışlar ancak müşteriler bu rastgele çalışma işinin rastgele olmadığına dair pek çok şikayette bulunuş. Bir müşteri art arda aynı şarkının 4 kere çaldığını söylemiş. Gerçek bir rastgelelikte, aynı şarkı değil dört, on kere bile çalabilir. Bunu, rastgele olarak yazılan kodun, eğer daha önce çaldıysa bir daha çalma komutu eklenmesiyle, rastgelelikten çıkartılarak çözülmüş.
Aynı şekilde bir kağıda daire çizilmiş ve içerisine rastgele noktalar bırakan bir yazılımla, kağıt işaretlenmiş ve ardından da insanlara, daire içerisine rastgele noktalar koyun denmiş. Yazılımın yaptığı daire içerisindeki nokta dağılımları, sanılan aksine homojen değil, bir yerlerde aşırı biriken ancak başka bir yerde hiç olmayan bir şekildeyken, insanların rastgele koymaya çalıştığı noktalar, dairenin içerisine neredeyse homojen dağılan bir şekilde oluşmuş.
Kumarcı safsatası da zaten bu rastgeleliği ve şansı çok yanlış anlamamızdan kaynaklanıyor. Üst üste 5 kere kaybeden birisi, bir sonraki kumar oynayışında kazanma şansının arttığını düşünüyor ancak şans oranı hala aynı, artan bir şey yok.
freudda direkt olarak alter ego geçmez ancak farklı bir benlik oluşturan kişileri tanımlamak için id, ego süper ego üçlüsünün öne çıktığı aralıkların değişkenliğiyle, farklı karakteristik özelliklerin ön plana çıkmasıyla açıklar. Örneğin süper ego, id'in isteklerini bastıran ve kuralcı bir yapıdadır ancak kişinin bu kuralları takma sebebi, başına gelebilecek kötü şeylerse eğer, kötü şeylerin başına gelmeyeceğine emin olduğu (örneğin sözlük gibi ortamlarda) bir ortamda, aşırılığa kaçması ve süper ego kontrolünü çok düşürmesi sebebiyle değişen karakter yapısı, esasında farklı bir kombinasyonla oluşan ve yansıttığı alter egosundan başka bir şey değildir.
Hepimiz esasında burada gerçek benliğimizi sergileme imkanımız olmamasından dolayı, bir nevi alter egomuzla bulunuyoruz denilebilir. Tabi kavramsal olarak dediğim gibi direkt freudyan bir söylem olmadığı için, psikoloji okuyanlar triggerlanabilir yine de demeyelim.
Hepimiz esasında burada gerçek benliğimizi sergileme imkanımız olmamasından dolayı, bir nevi alter egomuzla bulunuyoruz denilebilir. Tabi kavramsal olarak dediğim gibi direkt freudyan bir söylem olmadığı için, psikoloji okuyanlar triggerlanabilir yine de demeyelim.
Savaşı bırak, kavgadan korkarım ben. Karşıdakini tam olarak dövebileceğime emin olsam bile, bu sefer de ona aşırı zarar vermekten korkarım. Korku, doğal bir duygu durumdur, korkmam demek, yapılması gereken şeyi yapamayacağım anlamına gelmez. Bir de erkek denilen canlının sürekli bir arayışta olduğuna katılıyorum, doğamız gereği hep bir şeylere yaramak, bir şeyleri değiştirmek istiyoruz ama bu illa savaşacağımız anlamına gelmiyor bence. Kadın kendi başına değerlidir, doğada da bu böyledir, çünkü erkek gibi değersiz ve milyonlarca sperm üretip sağa sola fırlatmaz, esas doğurganlığın ve az sayıdalığın temelidir. Oysa erkek kolayca harcanabilir, yerine başkası geçer hemen. Hal böyle olunca, erkeğin değeri, yaptığı işte, ödediği bedeldedir. Bu bedel illa savaş olmak zorunda değil demek istediğim.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?