ne var canım yüzüne de söylerim (söyleyemedi)
burnu kucuk olan moltisanti
1. nesil Yazar - 5. Seviye Şovalye - Yazar
- toplam entry 66
- takipçi 2
- puan 8510
Her ne olursa olsun, son 20-30 yılın en başarılı, en keyif veren ve en umut vaat eden takımıydı Daum'lu Fenerbahçe. Her yeni dönemde de Alex'li, Tuncay'lı, Appiah'lı takım aranır olmuştu. Daum'la başlayan süreç, Zico ile devam etmiş ve bu 5 sezonda Fenerbahçe 3 şampiyonluk ve bir de Şampiyonlar Ligi çeyrek finali oynama başarısı göstermişti. Bir şampiyonluk son maçta, bir diğer şampiyonluk da sezonun son haftalarında Ankara deplasmanında Kezman'ın kaçırdığı penaltı ve Sami Yen'de kendi kalesine attığı golle yitip gitmişti. Yani bu takımlar ya şampiyon oluyorlar ya da sezonun son saniyesine kadar şampiyon olabilme potansiyeli taşıyorlardı.
Aradaki Aragones dönemini atlarsak, sonrasındaki Aykut Kocaman dönemi, Daum teknik direktörlüğü ile başlıyor, sonrasında Aykut Kocaman teknik direktörlüğü, malum 3 Temmuz süreçleri ve Ersun Yanal - İsmail Kartal dönemleriyle sona eriyordu. Bu dönemde Fenerbahçe 2 şampiyonluk kazanıyor, yine 2 son saniye şampiyonluğu kaybediyor, otobüsü kurşunlanıyor ve Avrupa Ligi'nde yarı final oynama başarısı gösteriyordu. İçeride mahvettiği Benfica'ya, deplasmanda eksiklerin bol olduğu bir maçta mağlup olup kupaya veda ediyordu. Sonrasında başlayacak Yandex'li, sportif direktörlü, başkan değişikliğine gidildiği fetret devri başlayacaktı. Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'si, Alex'li ve Alex'siz olmak üzere ikiye ayrılıyor, taraftar Alex'in heykelini Yoğurtçu Parkı'na dikiyordu.
Geldiğimiz noktada, Fenerbahçe, Alex'li yıllardan bir tat arıyor ve de son dakika kaçan şampiyonlukları bile özler oluyordu. Geçtiğimiz sezon kadroya Manchester United'dan gelen Fred, Fenerbahçe futboluna Appiah etkisi yaratıyor, İsmail Yüksek kaptığı toplarla Mehmet Aurelio esintileri sunuyor, Tadic'in klası bir Alex değilse de göze ve gönle hitap ediyor, ilerleyen yaşına rağmen golleriyle takımı sırtlayan ve liderliğiyle takıma yön veren Dzeko bize Pierre van Hooijdonk'u anımsatıyor. Batsman yedekten girip golleriyle puanları kurtarıp "nöbetçi golcü" açığını kapatıyor. Sebastian içindeki Tuncay Şanlı enerjisiyle takıma dinamizm ve skor katkısı sunuyor. Ferdi sol beke öyle bir alışıyor ki, sanki içinde Roberto Carlos, Andre Santos, Ümit Özat ve Tuncay Şanlı'dan bir karışım barındırıyor. İrfan Can, nevi şahsına münhasır futboluyla takımın 7-8-10 numaralı mevkilerine çare oluyor, Cengiz de tıpkı Anelka gibi bir parlıyor bir sönüyor.
Geldiği dönemde Daum, talihsiz bir şekilde son anda Almanya Milli Takım Teknik Direktörü olamıyor, bu çapta ve daha evvel bu ligde şampiyonluk yaşamış bir teknik direktör olarak Paul Le Guen ile kıyasında yönetim nazarında galip geliyor ve takımın başına geçiyordu. Tam 20 yıl sonra yine çalkantılı bir seçim sürecinde Aziz Yıldırım'ın devreye girmesiyle dünyaca ünlü teknik direktör José Mourinho, sırf seçimi kaybetmemek için de olsa, kendi vizyonu buna el vermiyor olsa da, Ali Koç yönetimi tarafından takımın başına getiriliyor ve rasyonel futbolun hüküm süreceği yeni bir çağ Fenerbahçe için başlıyordu. En azından benim umudum bu yönde; umut fakirin ekmeği ne de olsa.
Bu kadro o kadroya çok benziyor. Geçen yıl İsmail Kartal ile de son saniyeye kadar taşıdığı şampiyonluk umudu ile bunu bize göstermişti. Bir önceki sezon da lige iyi başlayan Fenerbahçe, Dünya Kupası'na kadar güzel oyun izlenmiş; sonrasında gelen inişli çıkışlı performanslar bırakın şampiyonluğu, son maç Beşiktaş kendi sahasında Konyaspor'la berabere kalmasa ikinci bile olamıyordu ki takımın sene başındaki oyunu Fenerbahçe'yi her kesim tarafından şampiyonluğun mutlak favorisi olarak görülmesini sağlıyordu.
Vitor ve Jorge'den sonra bu yönetimin üçüncü Portekizli hocası José oldu, sportif direktör de yine bir başka Portekizli Mario Branco. Bakalım Fenerbahçe'deki Portekiz devrimi nelere gebe. Bakalım Fenerbahçe, Daum'unu, Roland Koch'unu, Alex'ini, Appiah'ını, Tuncay'ını bulabilecek mi? İzleyip görelim bakalım kim geri getirecek kaybolan yıllarımızı..
Aradaki Aragones dönemini atlarsak, sonrasındaki Aykut Kocaman dönemi, Daum teknik direktörlüğü ile başlıyor, sonrasında Aykut Kocaman teknik direktörlüğü, malum 3 Temmuz süreçleri ve Ersun Yanal - İsmail Kartal dönemleriyle sona eriyordu. Bu dönemde Fenerbahçe 2 şampiyonluk kazanıyor, yine 2 son saniye şampiyonluğu kaybediyor, otobüsü kurşunlanıyor ve Avrupa Ligi'nde yarı final oynama başarısı gösteriyordu. İçeride mahvettiği Benfica'ya, deplasmanda eksiklerin bol olduğu bir maçta mağlup olup kupaya veda ediyordu. Sonrasında başlayacak Yandex'li, sportif direktörlü, başkan değişikliğine gidildiği fetret devri başlayacaktı. Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'si, Alex'li ve Alex'siz olmak üzere ikiye ayrılıyor, taraftar Alex'in heykelini Yoğurtçu Parkı'na dikiyordu.
Geldiğimiz noktada, Fenerbahçe, Alex'li yıllardan bir tat arıyor ve de son dakika kaçan şampiyonlukları bile özler oluyordu. Geçtiğimiz sezon kadroya Manchester United'dan gelen Fred, Fenerbahçe futboluna Appiah etkisi yaratıyor, İsmail Yüksek kaptığı toplarla Mehmet Aurelio esintileri sunuyor, Tadic'in klası bir Alex değilse de göze ve gönle hitap ediyor, ilerleyen yaşına rağmen golleriyle takımı sırtlayan ve liderliğiyle takıma yön veren Dzeko bize Pierre van Hooijdonk'u anımsatıyor. Batsman yedekten girip golleriyle puanları kurtarıp "nöbetçi golcü" açığını kapatıyor. Sebastian içindeki Tuncay Şanlı enerjisiyle takıma dinamizm ve skor katkısı sunuyor. Ferdi sol beke öyle bir alışıyor ki, sanki içinde Roberto Carlos, Andre Santos, Ümit Özat ve Tuncay Şanlı'dan bir karışım barındırıyor. İrfan Can, nevi şahsına münhasır futboluyla takımın 7-8-10 numaralı mevkilerine çare oluyor, Cengiz de tıpkı Anelka gibi bir parlıyor bir sönüyor.
Geldiği dönemde Daum, talihsiz bir şekilde son anda Almanya Milli Takım Teknik Direktörü olamıyor, bu çapta ve daha evvel bu ligde şampiyonluk yaşamış bir teknik direktör olarak Paul Le Guen ile kıyasında yönetim nazarında galip geliyor ve takımın başına geçiyordu. Tam 20 yıl sonra yine çalkantılı bir seçim sürecinde Aziz Yıldırım'ın devreye girmesiyle dünyaca ünlü teknik direktör José Mourinho, sırf seçimi kaybetmemek için de olsa, kendi vizyonu buna el vermiyor olsa da, Ali Koç yönetimi tarafından takımın başına getiriliyor ve rasyonel futbolun hüküm süreceği yeni bir çağ Fenerbahçe için başlıyordu. En azından benim umudum bu yönde; umut fakirin ekmeği ne de olsa.
Bu kadro o kadroya çok benziyor. Geçen yıl İsmail Kartal ile de son saniyeye kadar taşıdığı şampiyonluk umudu ile bunu bize göstermişti. Bir önceki sezon da lige iyi başlayan Fenerbahçe, Dünya Kupası'na kadar güzel oyun izlenmiş; sonrasında gelen inişli çıkışlı performanslar bırakın şampiyonluğu, son maç Beşiktaş kendi sahasında Konyaspor'la berabere kalmasa ikinci bile olamıyordu ki takımın sene başındaki oyunu Fenerbahçe'yi her kesim tarafından şampiyonluğun mutlak favorisi olarak görülmesini sağlıyordu.
Vitor ve Jorge'den sonra bu yönetimin üçüncü Portekizli hocası José oldu, sportif direktör de yine bir başka Portekizli Mario Branco. Bakalım Fenerbahçe'deki Portekiz devrimi nelere gebe. Bakalım Fenerbahçe, Daum'unu, Roland Koch'unu, Alex'ini, Appiah'ını, Tuncay'ını bulabilecek mi? İzleyip görelim bakalım kim geri getirecek kaybolan yıllarımızı..
şurda hepi topu 10-15 kişiyiz dramaya ne gerek var :d
Drama her yerde. İnsanları memnun etmek hiç kolay değil. 😆
o da doğru kanka da ben baya baydım youtube açıyorum drama, x de drama, işyerinde mutlaka günde 2 drama, ulan sporda bile drama
Sadece İngilizce. 4 5 biliyorum diyenlerin çoğuna inanmayın, bu arada a seviyesi biliyor sayılmaz üzgünüm :)
sayılır
:))) hanfendi emin misiniz
olmasam da sayılır, çünkü biliyorum ve sayılır yani.
Bence bir dil bilmek için o dilde gazete okuyabiliyor olmak, film izleyebiliyor olmak lazım, gayet normal bir standart olduğunu düşünüyorum
Mesela bende a2 almanca a1 Fransızca var ama biliyorum demiyorum
sen de biliyorum de çünkü ben biliyorum diyorum. ne olmuş ay.
uzak durulmalı, Çalışanı öyle bir sömürüyorlar ki eve götü tuta tuta gidersiniz mazallah. 16-18 saat mesai yaptığımı biliyorum deli işi.
böyle spin off'a can kurban. önce breaking bad sonrasında beter call soul'u bitirip en son el camino'yla cilasını attım. çok keyif aldım. beter call soul'un benim için breaking bad'dan 1 adım önde olduğunu söyleyebilirim.
modern dünyanın metropollerinde yaşayan insanlar olarak bir parça huzurun ve özgürlüğün köpeğiyiz...
sizi siz yapan şey nedir sorusunu sormayı çok seven biri olarak, dönüşüm kitabını okurken, yaptığım düşünce deneylerinden birini okuyormuşum gibi hissetmiştim. Örneğin en bilinenlerden birisi, hayatınızda çok yakın olduğunuz birini düşünün, bir gün karşıdan karşıya geçerken o kişi hızlı davrandığı için, hızla gelen bir arabaya çarpılıyor. Gözünüzün önünde parçalanan yakınınıza dikkatli baktığınızda tuhaf mavi kanlar eşliğinde beyin yerine turuncu bir jöle görüyorsunuz. Esas soru şu, ceteris paribus ilkesi gereği bu olayın tam olarak böyle gerçekleştiğini varsayarsak, sizin yakınınız hakkındaki düşünceleriniz değişir miydi, kandırılmış mı hissederdiniz, Yakınınızı hiç tanımamış olduğunuzu mu düşünürdünüz? Bu hikayenin esas amacı, sizinle insan gibi konuşan, duygulanan birinin, farklı bir yaşam formu olması, onu o yapmaktan çıkarır mı sorusunu sezdirmektir.
Aynı şekilde bir anda böceğe dönüşmek, aslında içten içe hala oyken ve ailesi de her ne kadar başta kendilerine itiraf edemeseler de bunu anlamışlarken, hiçbir şekilde iyi niyetle ona yaklaşılmaz. O kadar çirkin bir şey haline gelmiştir ki, o direkt konuşabilse bile, hala o olsa dahi yine ailesinin tavrının değişeceğini pek sanmıyorum. Bir de kitap boyunca, sadece beden değişmesi olarak kalmaz, bedenle beraber "ruhu" da değişmeye başlar. Çok tuhaf duygular içerisinde bırakan güzel bir kitap.
Aynı şekilde bir anda böceğe dönüşmek, aslında içten içe hala oyken ve ailesi de her ne kadar başta kendilerine itiraf edemeseler de bunu anlamışlarken, hiçbir şekilde iyi niyetle ona yaklaşılmaz. O kadar çirkin bir şey haline gelmiştir ki, o direkt konuşabilse bile, hala o olsa dahi yine ailesinin tavrının değişeceğini pek sanmıyorum. Bir de kitap boyunca, sadece beden değişmesi olarak kalmaz, bedenle beraber "ruhu" da değişmeye başlar. Çok tuhaf duygular içerisinde bırakan güzel bir kitap.
görmediğim fırıldak, içinden geçmediğim feleğin çemberi kalmadı. Bütün ömrünü anlat deseler 4 saatten fazla konuşamam. Yaşadığım büyük bir vakti hatırlamıyorum bile rüya gibi silik. yaşandı mı yaşanmadı mı... Cahildim dünyanın rengine kandım. Sadece bir rüyadan ibaretmiş. Sevilecek nesi var şu hayatın????? İnsanların yaşama motivasyonu çok ilginç geliyor. Gezmeye gidip resim paylaşmaları vs.
En zevk aldıkları kısım o olduğu içindir belki de ama kafa dengi insanlarla bir arada bir şeyler yapmanın tadı bir başka ya. Bazı akskliklarla geçen 2 günlük tatil yapmıştık arkadaşlarımla ama yine olsa yine o korkuları yaşamama rağmen tatil yapmak isterim 😁.
Sorumluluklarını kaldiramadigim o şey. Ben daha çok bireysel yaşama adepteyim ve bundan zevk alıyorum. 3 çocuklu bir ailenin çocuğu olsam da herkes okul ve işte vs olduğu zamanlarda gün içinde yalnız kalarak büyüdüm ve yalnız olmaktan şikayetçi de olmadım. Ne istersem yapıyordum bir çocuk olarak 😁.
gerçek hayat gibi dizi. ultra gerçekçi. bu dizideki favori karakterim omar diyebilirim oyuncusu harika bir iş çıkarmış.
Öncelikle bu başlığı ve altında yazılanları gördüğüm çok iyi oldu, diyerek yazıma başlayayım.
Ben uzun yıllar boyunca yazan, yazmaktan zevk alan birisiyim. Zamanında defterlerime rastgele bir şeyler karalardım, daha sonra bir dönem facebook'ta yazdım. Daha sonraları interaktif sözlüklerle tanıştım. Uludağ sözlük'te ilk yazarlık tecrübemi edindim. Daha sonraları oradan sıkılıp normal sözlük'te yazmaya başladım.
Normal sözlükteki yazmış olduğum bazı yazılarımdan dolayı defalarca hedef gösterilip linç edildim. Nickaltım, her seferinde akp böyle despot, tayyip şöyle diktatör diyen sözde muhalif tipler tarafından taciz ediliyordu. Daha sonraları gerek o dönemin moderatörleri, gerek diğer sözde muhalif ve aşırı özgürlükçü yazarların tacizleri sonrası dayanamayıp uzun bir yazıyla sözlüğü bırakma kararı aldım. Ben o yazıyı yazıp hesabımı kafa iznine aldıktan sonra bile bu kişiler hala nickaltımı çeşitli iftiralarla taciz etmeye devam ettiler ve bunların en az %70'i trabzonlu idi.
Daha sonra çeşitli önyargılarımı bir kenara bırakıp tüm cesaretimi toplayarak ekşi sözlüğe geçtim. Yazdıkça yazdım, yazdıkça yazdım. Yeni insanlarla tanıştım, iyi hissettiriyordu. Her ne kadar çaylak onay listesinde bekliyor olsam da yazdıkça açılıyordum. Takipçilerim ve yazdıklarımı favlayan kişiler genellikle o dönem aynı siyasi görüşe sahip olduğumuz ve daha sonraları siyasi görüşüm değiştiği için hesabımı bir gecede siliverdim.
Hayatım boyunca farklı olduğum için sürekli ötekileştirildim. Okul hayatım boyunca yağcı, çevremdeki insanlar tarafından nankör, bazı sosyal mecralarda midesiz olmakla suçlandım ve defalarca linç yedim. Tek suçum onlardan farklı olmaktı. Bu sözlük hiç öyle bir yere benzemiyor gördüğüm kadarıyla. Umarım değişmez ve hep böyle kalır.
Peki ben kim miyim? Aslen adıyamanlı sünni kökenli bir aileye mensup bir inançsız, yaşadığı çevrede fazla insan tanımamış olmasına rağmen ülkedeki neredeyse tüm kesimlerinden (hatta kendi hemşehrilerinden bile) zorbalık ve kötülük görmüş masum bir kişiyim. Sözlükleri genellikle içimdeki anlık öfkemi boşaltmak için kullanıyorum. Genelde ekşide takıldığım için buraya muhtemelen fazla girmem. Ama burda aldığım zevki muhtemelen başka hiçbir yerde alamam diye düşünüyorum, umarım ki yanılmam.
Ben uzun yıllar boyunca yazan, yazmaktan zevk alan birisiyim. Zamanında defterlerime rastgele bir şeyler karalardım, daha sonra bir dönem facebook'ta yazdım. Daha sonraları interaktif sözlüklerle tanıştım. Uludağ sözlük'te ilk yazarlık tecrübemi edindim. Daha sonraları oradan sıkılıp normal sözlük'te yazmaya başladım.
Normal sözlükteki yazmış olduğum bazı yazılarımdan dolayı defalarca hedef gösterilip linç edildim. Nickaltım, her seferinde akp böyle despot, tayyip şöyle diktatör diyen sözde muhalif tipler tarafından taciz ediliyordu. Daha sonraları gerek o dönemin moderatörleri, gerek diğer sözde muhalif ve aşırı özgürlükçü yazarların tacizleri sonrası dayanamayıp uzun bir yazıyla sözlüğü bırakma kararı aldım. Ben o yazıyı yazıp hesabımı kafa iznine aldıktan sonra bile bu kişiler hala nickaltımı çeşitli iftiralarla taciz etmeye devam ettiler ve bunların en az %70'i trabzonlu idi.
Daha sonra çeşitli önyargılarımı bir kenara bırakıp tüm cesaretimi toplayarak ekşi sözlüğe geçtim. Yazdıkça yazdım, yazdıkça yazdım. Yeni insanlarla tanıştım, iyi hissettiriyordu. Her ne kadar çaylak onay listesinde bekliyor olsam da yazdıkça açılıyordum. Takipçilerim ve yazdıklarımı favlayan kişiler genellikle o dönem aynı siyasi görüşe sahip olduğumuz ve daha sonraları siyasi görüşüm değiştiği için hesabımı bir gecede siliverdim.
Hayatım boyunca farklı olduğum için sürekli ötekileştirildim. Okul hayatım boyunca yağcı, çevremdeki insanlar tarafından nankör, bazı sosyal mecralarda midesiz olmakla suçlandım ve defalarca linç yedim. Tek suçum onlardan farklı olmaktı. Bu sözlük hiç öyle bir yere benzemiyor gördüğüm kadarıyla. Umarım değişmez ve hep böyle kalır.
Peki ben kim miyim? Aslen adıyamanlı sünni kökenli bir aileye mensup bir inançsız, yaşadığı çevrede fazla insan tanımamış olmasına rağmen ülkedeki neredeyse tüm kesimlerinden (hatta kendi hemşehrilerinden bile) zorbalık ve kötülük görmüş masum bir kişiyim. Sözlükleri genellikle içimdeki anlık öfkemi boşaltmak için kullanıyorum. Genelde ekşide takıldığım için buraya muhtemelen fazla girmem. Ama burda aldığım zevki muhtemelen başka hiçbir yerde alamam diye düşünüyorum, umarım ki yanılmam.
Bende yıllarca onlarca farklı sitede yazdım çoğu kapandı çoğu duruyor u*uda* da moderasyon ilgisizliğinden rahatsız olup moderasyonla hatta ismaille bizzat telefonda tartışıp bıraktım. Ondan sonra defalarca farklı sitelerde denedim tad vermedi ekşın da hesabım vardı onuda kapattım. 2020 senesinde tam 4 yıl durgunluk verecek bir sürece girdim. Daha sonra arayıp ta bulamadığımız sözlük ortamını neden biz oluşturmuyoruz ki dedim. Perva da aslında bizim eski mecralardan idi.
Yeni bir sözlük, yeni bir başlangıç :)
Kurtlar Vadisi dizisindeki birçok sahne derin devleti bir nevi anlatıyor.
Bir gladio birde ulusalcılar vardır derin devlet yapılanması olarak ulusalcılar aslan akbey, doğu eşrefoğlu gladiocular; mito ve ekibi, aslan'ın rapor verdiği derin konsey.
Evet haklısın
beklentilerimin ötesinde bir diziydi. insan bitmesin istiyor izlerken. adeta gerçek hayatmış gibi. final sahnesi de çok çarpıcıdır.
klasikleşmiş bir sahnesi: https://www.youtube.com/watch?v=P8i01bL9a8Q
klasikleşmiş bir sahnesi: https://www.youtube.com/watch?v=P8i01bL9a8Q
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?