Ben Saksı değilim !
kendinitavuksanankartal
1. nesil Yazar - 11. Seviye Gizli yoldaş - Yazar
- toplam entry 590
- takipçi 10
- puan 21369
(bkz: Sihirli Annem)
Şimdi farkettim de ben bunları baya baya unutmuşum. Hakikaten şu anda bir reklam bile size anlatamam güncel.
Başlık rocinanteyi banlamak olacakken el sürçmesi olmuş sanırım
Rocu için de aynısını düşünüyorum.
:)) zaten başlık sahibi o 😅😅
😅😅😅😅
Europa Universalis 4 Oyununda Osmanlı devletine özgü bir mekaniktir.Decadence Mutlakiyet çağında sayıma başlar.
Oyuncu Padişah ülkeyi ne kadar kötü yönetirse değer yükselir. Ne kadar iyi yönetirse değer o kadar düşer.
100'e ulaştıgında Osmanlı iç karışıklığa girer. Yeniçeri isyan eder, halk vergi vermez vs.
Decadence'i çözmek ustalık gerektirir. Hemen hemen tüm yeni oyuncuların kellesi gider. Osmanlıyı tanımak ve iyi idare etmek gerekir.
3 tane saray kapısı bulunur. Decadence yükseldikçe halk kapıyı zorlamaya başlar. Son kapı da açılınca Padişah (Oyuncu) 'nun işi bitirilir.
Oyuncu Padişah ülkeyi ne kadar kötü yönetirse değer yükselir. Ne kadar iyi yönetirse değer o kadar düşer.
100'e ulaştıgında Osmanlı iç karışıklığa girer. Yeniçeri isyan eder, halk vergi vermez vs.
Decadence'i çözmek ustalık gerektirir. Hemen hemen tüm yeni oyuncuların kellesi gider. Osmanlıyı tanımak ve iyi idare etmek gerekir.
3 tane saray kapısı bulunur. Decadence yükseldikçe halk kapıyı zorlamaya başlar. Son kapı da açılınca Padişah (Oyuncu) 'nun işi bitirilir.
Bu tür başlıkların orjinal isimleri ile açılması taraftarıyım. Sürekli Dizi başlıgını görünce dedim bu neymiş yahu.
(yazar: kendinitavuksanankartal)
Sen burayı kutsal bilgi kaynağı mı sandın kardeş, ne öyle çeviri yapıp başlık açıyorsun, tanımlı bakınızlı entryler giriyorsun.
Al bunu al al al Yat yere yat yat yat!...
Sen burayı kutsal bilgi kaynağı mı sandın kardeş, ne öyle çeviri yapıp başlık açıyorsun, tanımlı bakınızlı entryler giriyorsun.
Al bunu al al al Yat yere yat yat yat!...
Sen de iyi gömdün. Biz de tanımlı içerikli bilgili kendimizden kattıklarımızla gayet güzel paylaşımlar yapıyoruz. Seni de okumayı seviyoruz. Ben seviyorum yani. Ama akşama saklıyorum gündüz buralar çok curcuna
Kendimi gömmeyi seviyorum. :D
Hahah bana bizi gömdün gibi geldi ama neyse hadi 😅
yok bee siz yanlış anladınız efendim.
:)) tamam o zaman
Büyük bir Titanic hayranı olarak bu başlığı açmak bana nasipmiş.
Şimdi efendim hikaye şu 1912 yılında White Star Line adındaki şirket gezegenin gördüğü en lüks ve en büyük yolcu gemisini yapar. Bu geminin ilk yolculuğu Southampton'dan New York'a olacaktır. Kaptan çok deneyimlidir. Yolcular çok zengindir, mürettebat çok eğitimlidir.
Yolculuk Atlantik okyanusunda soguk bir gecede son bulur. Gemi buzdağına çarpar ve 1400 kişi hayatını kaybeder. 1.Sınıftaki yolcular en çok kurtulma oranına sahipken 3.sınıf yolcular hayatını kaybedenlerin çogunu oluşturur.
27 yıl geçtikten sonra artık spoiler derdim yok. Hala izlemeyen varsa da izlesin.
Titanik gemisine binen yolculardan Rose filmin ana karakteridir. Eğitimli bir genç kız olmasının yanında babasının ölümüyle ailesine borçlar kalmıştır. Annesi, Rose'un nişanlısı Caledon'un servetini kullanarak borçlardan kurtulmak istemektedir. Bu evlilik annesinin zorlamasıyla gerçekleştiği için de psikolojik olarak iyi durumda değildir.
Jack ve Fabrizio son paralarıyla limanda kumar oynayan iki delikanlıdır. Rusları yenerek Amerika'ya ilk yolculuguna çıkacak olan Titanik'e bilet kazanırlar.
Hikaye Jack'in Rose ile tanışması ve 3 gün boyunca flört etmelerinin ardından geminin batması ile son bulur. Yıllar sonra Okyanusun Kalbi adındaki mücevheri bulmak için araştırma yapan ekibi TV'de gören Rose, ekibin lideri ile tanışacak ve onlara yıllar boyu sakladıgı hikayesini anlatarak ölecektir.
Filmin müzikleri harikadır.
https://open.spotify.com/playlist/1IQ1xG3vaaTdbboPBSCs2Y
Şimdi efendim hikaye şu 1912 yılında White Star Line adındaki şirket gezegenin gördüğü en lüks ve en büyük yolcu gemisini yapar. Bu geminin ilk yolculuğu Southampton'dan New York'a olacaktır. Kaptan çok deneyimlidir. Yolcular çok zengindir, mürettebat çok eğitimlidir.
Yolculuk Atlantik okyanusunda soguk bir gecede son bulur. Gemi buzdağına çarpar ve 1400 kişi hayatını kaybeder. 1.Sınıftaki yolcular en çok kurtulma oranına sahipken 3.sınıf yolcular hayatını kaybedenlerin çogunu oluşturur.
27 yıl geçtikten sonra artık spoiler derdim yok. Hala izlemeyen varsa da izlesin.
Titanik gemisine binen yolculardan Rose filmin ana karakteridir. Eğitimli bir genç kız olmasının yanında babasının ölümüyle ailesine borçlar kalmıştır. Annesi, Rose'un nişanlısı Caledon'un servetini kullanarak borçlardan kurtulmak istemektedir. Bu evlilik annesinin zorlamasıyla gerçekleştiği için de psikolojik olarak iyi durumda değildir.
Jack ve Fabrizio son paralarıyla limanda kumar oynayan iki delikanlıdır. Rusları yenerek Amerika'ya ilk yolculuguna çıkacak olan Titanik'e bilet kazanırlar.
Hikaye Jack'in Rose ile tanışması ve 3 gün boyunca flört etmelerinin ardından geminin batması ile son bulur. Yıllar sonra Okyanusun Kalbi adındaki mücevheri bulmak için araştırma yapan ekibi TV'de gören Rose, ekibin lideri ile tanışacak ve onlara yıllar boyu sakladıgı hikayesini anlatarak ölecektir.
Filmin müzikleri harikadır.
https://open.spotify.com/playlist/1IQ1xG3vaaTdbboPBSCs2Y
Diziyi izlemedim ama bu adamın sahnelerini özellikle izledim. Oynayan oyuncu acayip bir hava veriyor.
(bkz: Suriye)
(bkz: 2011 Suriye'ye Yabancı Müdahalesi)
Humat ad-Diyar
Sözleri Halil Mardam Bey tarafından yazılan ve müziği Filistin Ulusal Yönetimi'nin ulusal marşını ve diğer birçok Arap halk şarkısını da besteleyen Muhammed Flayfel tarafından bestelenen Suriye'nin ulusal marşıdır. Marş, her biri Suriye'nin diğer kıtalardan farklı ve benzersiz bir yönüne ait olan dört kıtaya ayrılmıştır. Marşın adı Suriye ordusu için bir metafor olan "Vatanın Muhafızları" olsa da, aslında yalnızca ilk kıta söz konusu ordudan bahsetmektedir.
Kıta dağılımı şu şekildedir:
İlk kıta Suriye ordusu ve ulusu savunmadaki ve vatandaşların bütünlüğünü ve Araplığını savunmadaki rolü hakkındadır.
İkinci kıta Suriye'nin manzarası ve arazisi hakkındadır ve Suriye'nin ovalarından, dağlarından ve güneşli göklerinden bahseder.
Üçüncü kıta Suriye halkı, umutları, şehitleri ve bayrağı hakkındadır.
Dördüncü kıta Suriye'nin geçmişinden ve bugününden geleceğine kadar olan tarihini anlatır. -
(bkz: 2011 Suriye'ye Yabancı Müdahalesi)
Humat ad-Diyar
Sözleri Halil Mardam Bey tarafından yazılan ve müziği Filistin Ulusal Yönetimi'nin ulusal marşını ve diğer birçok Arap halk şarkısını da besteleyen Muhammed Flayfel tarafından bestelenen Suriye'nin ulusal marşıdır. Marş, her biri Suriye'nin diğer kıtalardan farklı ve benzersiz bir yönüne ait olan dört kıtaya ayrılmıştır. Marşın adı Suriye ordusu için bir metafor olan "Vatanın Muhafızları" olsa da, aslında yalnızca ilk kıta söz konusu ordudan bahsetmektedir.
Kıta dağılımı şu şekildedir:
İlk kıta Suriye ordusu ve ulusu savunmadaki ve vatandaşların bütünlüğünü ve Araplığını savunmadaki rolü hakkındadır.
İkinci kıta Suriye'nin manzarası ve arazisi hakkındadır ve Suriye'nin ovalarından, dağlarından ve güneşli göklerinden bahseder.
Üçüncü kıta Suriye halkı, umutları, şehitleri ve bayrağı hakkındadır.
Dördüncü kıta Suriye'nin geçmişinden ve bugününden geleceğine kadar olan tarihini anlatır. -
Vereceğim en iyi tavsiye imkan varsa dilin konusuldugu ülkeye gidilmesidir.
Kural 1 : Zor şartlarda koruman gereken tek bir şey var: Sağlık
Kural 2 : Para kazanıyorsan para harcarsın. Enflasyonda para biriktirilmez.
Kural 3 : Enflasyon ortamında almak istediğin bir şey varsa a) ucuz kredi ile al - b) ucuzken al
Kural 2 : Para kazanıyorsan para harcarsın. Enflasyonda para biriktirilmez.
Kural 3 : Enflasyon ortamında almak istediğin bir şey varsa a) ucuz kredi ile al - b) ucuzken al
Evet 00'ları özledim
Erken Modern dönemdeki cadı mahkemelerinin, Avrupa'nın Hristiyanlaşmasından sağ kurtulan bir pagan dinini bastırmaya yönelik bir girişim olduğunu öne süren, artık geçerliliğini yitirmiş bir teoridir. Bu hipotezin savunucularına göre, suçlanan cadılar aslında bu iddia edilen dinin takipçileriydi. Sözde 'cadı kültü', Hristiyan zulümcülerin Şeytan ile özdeşleştirdiği, verimlilik ve yeraltı dünyasının Boynuzlu Tanrısı'nın tapınmasına ve takipçilerinin cadılar Şabatı'nda geceleyin ayinler düzenlemesine dayanıyordu.
Bu teoriye, on dokuzuncu yüzyılın başlarında iki Alman bilim adamı Karl Ernst Jarcke ve Franz Josef Mone tarafından öncülük edildi ve yüzyılın ilerleyen dönemlerinde Fransız tarihçi Jules Michelet, Amerikalı feminist Matilda Joslyn Gage ve Amerikalı folklorist Charles Leland tarafından da benimsendi. Hipotez, en önemli sunumunu, Britanyalı Mısır bilimci Margaret Murray tarafından The Witch-Cult in Western Europe (1921) adlı eserinde sunduğu ve daha sonra The God of the Witches (1931) gibi kitaplarda ve Encyclopedia Britannica'ya katkısında daha da genişlettiği versiyonuyla aldı. “Murrayite teorisi”, yirminci yüzyılın başlarında ve ortalarında akademi dünyası ve genel halk arasında popüler oldu, ancak cadı mahkemeleri uzmanları tarafından hiçbir zaman kabul edilmedi ve 1960'lar ve 1970'lerde derinlemesine araştırmalarla kamuoyu önünde çürütüldü.
Günümüz Avrupa cadılık inançları uzmanları, 'pagan cadı kültü' teorisini tarihsel olmayan bir yaklaşım olarak görüyorlar. Artık akademik bir fikir birliği var ki, cadı olarak suçlanan ve idam edilen kişiler, herhangi bir cadı dini, pagan veya başka türlüsünün takipçisi değillerdi. Eleştirmenler, teorinin birkaç kusurunu vurguluyorlar. Mahkemelerden elde edilen kanıtların son derece seçici bir kullanımına dayanıyordu, böylece hem suçlananların hem de suçlayanların eylemlerini ve olayları büyük ölçüde yanlış temsil ediyordu. Ayrıca, suçlanan cadıların iddialarının doğru olduğunu ve işkence ve zorlama ile bozulmadığını yanlış bir şekilde varsaydı. Dahası, 'cadı kültü'nün Hristiyan öncesi bir hayatta kalma olduğu iddialarına rağmen, Orta Çağ boyunca böyle bir 'pagan cadı kültü'ne dair hiçbir kanıt yoktur.
Cadı-kült hipotezi, edebiyata etki etmiş ve John Buchan, Robert Graves ve diğerleri tarafından kurgu eserlerine uyarlanmıştır. Yirminci yüzyılın ortalarında Britanya'da ortaya çıkan ve 'pagan cadı kültü'nün bir hayatta kalması olduğunu iddia eden modern Paganizmin yeni bir dini hareketi olan Wicca'ya büyük etki etmiştir. 1960'lardan bu yana, Carlo Ginzburg ve diğer bilim insanları, Avrupa halk kültüründeki Hristiyan öncesi dinin hayatta kalan unsurlarının Erken Modern cadılık stereotiplerini etkilediğini savunmuşlardır, ancak bilim insanları hala bunun Murrayite cadı-kült hipoteziyle nasıl ilişkili olabileceği konusunda tartışmaktadırlar.
(bkz: arras cadı avı)
(bkz: bamberg cadı avı)
(bkz: bargarran cadı avı)
Bu teoriye, on dokuzuncu yüzyılın başlarında iki Alman bilim adamı Karl Ernst Jarcke ve Franz Josef Mone tarafından öncülük edildi ve yüzyılın ilerleyen dönemlerinde Fransız tarihçi Jules Michelet, Amerikalı feminist Matilda Joslyn Gage ve Amerikalı folklorist Charles Leland tarafından da benimsendi. Hipotez, en önemli sunumunu, Britanyalı Mısır bilimci Margaret Murray tarafından The Witch-Cult in Western Europe (1921) adlı eserinde sunduğu ve daha sonra The God of the Witches (1931) gibi kitaplarda ve Encyclopedia Britannica'ya katkısında daha da genişlettiği versiyonuyla aldı. “Murrayite teorisi”, yirminci yüzyılın başlarında ve ortalarında akademi dünyası ve genel halk arasında popüler oldu, ancak cadı mahkemeleri uzmanları tarafından hiçbir zaman kabul edilmedi ve 1960'lar ve 1970'lerde derinlemesine araştırmalarla kamuoyu önünde çürütüldü.
Günümüz Avrupa cadılık inançları uzmanları, 'pagan cadı kültü' teorisini tarihsel olmayan bir yaklaşım olarak görüyorlar. Artık akademik bir fikir birliği var ki, cadı olarak suçlanan ve idam edilen kişiler, herhangi bir cadı dini, pagan veya başka türlüsünün takipçisi değillerdi. Eleştirmenler, teorinin birkaç kusurunu vurguluyorlar. Mahkemelerden elde edilen kanıtların son derece seçici bir kullanımına dayanıyordu, böylece hem suçlananların hem de suçlayanların eylemlerini ve olayları büyük ölçüde yanlış temsil ediyordu. Ayrıca, suçlanan cadıların iddialarının doğru olduğunu ve işkence ve zorlama ile bozulmadığını yanlış bir şekilde varsaydı. Dahası, 'cadı kültü'nün Hristiyan öncesi bir hayatta kalma olduğu iddialarına rağmen, Orta Çağ boyunca böyle bir 'pagan cadı kültü'ne dair hiçbir kanıt yoktur.
Cadı-kült hipotezi, edebiyata etki etmiş ve John Buchan, Robert Graves ve diğerleri tarafından kurgu eserlerine uyarlanmıştır. Yirminci yüzyılın ortalarında Britanya'da ortaya çıkan ve 'pagan cadı kültü'nün bir hayatta kalması olduğunu iddia eden modern Paganizmin yeni bir dini hareketi olan Wicca'ya büyük etki etmiştir. 1960'lardan bu yana, Carlo Ginzburg ve diğer bilim insanları, Avrupa halk kültüründeki Hristiyan öncesi dinin hayatta kalan unsurlarının Erken Modern cadılık stereotiplerini etkilediğini savunmuşlardır, ancak bilim insanları hala bunun Murrayite cadı-kült hipoteziyle nasıl ilişkili olabileceği konusunda tartışmaktadırlar.
(bkz: arras cadı avı)
(bkz: bamberg cadı avı)
(bkz: bargarran cadı avı)
Kuzey Fransa'daki Arras'ta büyük bir cadı avı gerçekleşti. Suçlananlar acımasızca işkence gördü ve bağışlanacakları sözü verildiği halde yakıldılar. Olay, Burgonya dükünün öfkesini uyandırdı ve sonunda idam edilenler sonradan aklanmıştır.
Cadı avı, bölgedeki en erken avlardan biriydi. Engizisyoncular, Waldenses veya Vaudois gibi mezheplere karşı cadılık suçlamaları kullandılar.
Arras olayı, 1459'da Langres'de başladı, Ermite diye rahip Vaudois'ten biri olabileceği şüphesiyle tutuklandı. İşkence altında, bir sabbat'a (Vaudois'in Şeytan'ı tapmak için gece eğlenceleri düzenlediği söyleniyordu) katıldığını zorla itiraf etti ve Arras'taki bir fahişe ve yaşlı bir şairin ismini verdi. Ermite yakılarak öldürüldü ve engizisyoncular onun suç ortaklarını tutukladı ve işkence etti. Onlar da itiraf etti ve başkalarının isimlerini verdiler.
Suçlamalar, tutuklamalar, işkenceler ve itirafların genişlemesi, sadece fakir ve zayıf kadınları değil, önemli kişileri de içerecek şekilde Arras'a yayıldı. Arras'ın engizisyoncusu, üstü olan iki Dominikan rahibi tarafından kışkırtıldı. Dominikanlar, Avrupa'nın nüfusunun üçte birinin, kilisedeki sayısız piskopos ve kardinal dahil olmak üzere gizli cadılar olduğuna inanıyordu. Cadıları yakmaya karşı olan herkes de bir cadıydı.
Suçlananlar işkence tezgahına konuldu ve işkence gördüler. Ayak tabanları alevlere sokuldu ve sirke ve yağ yutmaları sağlandı. Hakimlerin istediği her şeyi itiraf ettiler, özellikle, Şeytan'a eğildikleri ve onun arkasını öptüklerini ve sonra cinsel bir orgiye daldıkları sabbat'a katıldıklarını. Ayrıca, engizisyoncuların yönlendirici sorularına göre başkalarının da ismini verdiler.. Engizisyoncular onlara yalan söyledi, itiraflarının karşılığında hayatlarının bağışlanacağına ve yalnızca kısa bir hac yolculuğu gibi hafif bir ceza alacaklarına dair söz verdiler. Bunun yerine kazığa gönderildiler, orada halka ilan edildiler ve canlı canlı yakıldılar. Ölürken, bazıları seyircilere bağırdı, masumiyetlerini ve nasıl tuzağa düşürüldüklerini protesto ettiler, ancak nafile.
Daha zengin mahkumların bazıları kendilerini dışarıya rüşvetle çıkardı, ancak çoğu bu kadar şanslı değildi. Malları ve mülkleri ele geçirildi. Sonunda, cadı avı şehrin ticaretine ağır bir darbe vurdu. Arras bir ticaret ve imalat merkeziydi ve birçok kişi, iş yaptıkları tüccarların tutuklanacağı ve paralarının ele geçirileceği korkusuyla orada iş yapmayı bıraktı.
1460'ın sonunda, Burgonya dükü Philip the Good müdahale etti ve tutuklamalar durdu. 1461'de Paris Parlamentosu, hapsedilenlerin bazılarının serbest bırakılmasını talep etti; geri kalanı, histeri sırasında yok olan Arras piskoposu tarafından serbest bırakıldı. Otuz yıl sonra, 1491'de, Paris Parlement'i işkencelerin zulmünü kınadı ve Engizisyon'un usulüne uygun hareket etmediğini söyledi.
Çeviri : (yazar: kendinitavuksanankartal)
Kaynak :The Encyclopedia of Witches,Witchcraft and Wicca - Rosemary Ellen Guiley
Cadı avı, bölgedeki en erken avlardan biriydi. Engizisyoncular, Waldenses veya Vaudois gibi mezheplere karşı cadılık suçlamaları kullandılar.
Arras olayı, 1459'da Langres'de başladı, Ermite diye rahip Vaudois'ten biri olabileceği şüphesiyle tutuklandı. İşkence altında, bir sabbat'a (Vaudois'in Şeytan'ı tapmak için gece eğlenceleri düzenlediği söyleniyordu) katıldığını zorla itiraf etti ve Arras'taki bir fahişe ve yaşlı bir şairin ismini verdi. Ermite yakılarak öldürüldü ve engizisyoncular onun suç ortaklarını tutukladı ve işkence etti. Onlar da itiraf etti ve başkalarının isimlerini verdiler.
Suçlamalar, tutuklamalar, işkenceler ve itirafların genişlemesi, sadece fakir ve zayıf kadınları değil, önemli kişileri de içerecek şekilde Arras'a yayıldı. Arras'ın engizisyoncusu, üstü olan iki Dominikan rahibi tarafından kışkırtıldı. Dominikanlar, Avrupa'nın nüfusunun üçte birinin, kilisedeki sayısız piskopos ve kardinal dahil olmak üzere gizli cadılar olduğuna inanıyordu. Cadıları yakmaya karşı olan herkes de bir cadıydı.
Suçlananlar işkence tezgahına konuldu ve işkence gördüler. Ayak tabanları alevlere sokuldu ve sirke ve yağ yutmaları sağlandı. Hakimlerin istediği her şeyi itiraf ettiler, özellikle, Şeytan'a eğildikleri ve onun arkasını öptüklerini ve sonra cinsel bir orgiye daldıkları sabbat'a katıldıklarını. Ayrıca, engizisyoncuların yönlendirici sorularına göre başkalarının da ismini verdiler.. Engizisyoncular onlara yalan söyledi, itiraflarının karşılığında hayatlarının bağışlanacağına ve yalnızca kısa bir hac yolculuğu gibi hafif bir ceza alacaklarına dair söz verdiler. Bunun yerine kazığa gönderildiler, orada halka ilan edildiler ve canlı canlı yakıldılar. Ölürken, bazıları seyircilere bağırdı, masumiyetlerini ve nasıl tuzağa düşürüldüklerini protesto ettiler, ancak nafile.
Daha zengin mahkumların bazıları kendilerini dışarıya rüşvetle çıkardı, ancak çoğu bu kadar şanslı değildi. Malları ve mülkleri ele geçirildi. Sonunda, cadı avı şehrin ticaretine ağır bir darbe vurdu. Arras bir ticaret ve imalat merkeziydi ve birçok kişi, iş yaptıkları tüccarların tutuklanacağı ve paralarının ele geçirileceği korkusuyla orada iş yapmayı bıraktı.
1460'ın sonunda, Burgonya dükü Philip the Good müdahale etti ve tutuklamalar durdu. 1461'de Paris Parlamentosu, hapsedilenlerin bazılarının serbest bırakılmasını talep etti; geri kalanı, histeri sırasında yok olan Arras piskoposu tarafından serbest bırakıldı. Otuz yıl sonra, 1491'de, Paris Parlement'i işkencelerin zulmünü kınadı ve Engizisyon'un usulüne uygun hareket etmediğini söyledi.
Çeviri : (yazar: kendinitavuksanankartal)
Kaynak :The Encyclopedia of Witches,Witchcraft and Wicca - Rosemary Ellen Guiley
Almanya'daki en kötü cadı işkenceleri ve yargılamalarının merkezinde, Gottfried Johann Georg II Fuchs von Dornheim tarafından yönetilen küçük bir devlet olan Bamberg vardı. Hexenbischof (Cadı Piskopos) von Dornheim olarak bilinen kişi, 1623'ten 1633'e kadar devleti yönetti ve Engizisyon'un yardımıyla etkili bir cadı yakma makinesi kurdu.
Von Dornheim iktidara geldiğinde, cadı avı Bamberg'de zaten kurulmuştu ve 1609'dan beri en az 400 kişi idam edilmişti. Von Dornheim, Suffragan Piskopos Friedrich Forner liderliğinde avukatlar, tam zamanlı işkenceciler ve cellatlar oluşan bir operasyon kurdu. 30 ila 40 mahkum kapasiteli bir cadı hapishanesi, Drudenhaus, inşa edildi. Bir muhbir ağı teşvik edildi ve avlar 1624'te yeniden başladı. Suçlamalar halka açıklanmadı ve sanıkların hukuki danışmanlık hakkı reddedildi.
İşkence kuraldı, istisna değil, ve tüm şüphelilere sıkı bir şekilde uygulandı. İşkenceye tabi tutulan hiç kimse, sabbatlara katılmayı, haçı tahrip etmeyi, demonlarla cinsel ilişkiye girmeyi, kişileri zehirlemeyi (zehirlere bakın) ve diğer suçları itiraf etmekten kaçınamadı. Kurbanlar, başparmak vidalarına ve mengenelere konuldu, soğuk banyolara ve yanıcı kireç banyolarına döküldü, kırbaçlandı, strappado'da (işkenceye bakın) asıldı, sülfürle ıslatılmış tüylerle yakıldı, demir dikenli stoklara konuldu ve diğer acı verici istismarlara maruz kaldı. İşkence, kınama bile olsa durmadı. Kazığa götürülürken, mahkumların etleri sıcak maşalarla yırtıldı veya elleri kesildi.
Bamberg'deki birçok önemli kişi, tüm belediye başkanları dahil olmak üzere “makinenin” kurbanı oldu. Bu arada von Dornheim, onların mülklerini müsadere etti ve kendi kasalarını doldurdu. Kurbanlara sempati gösteren veya onların suçluluğu konusunda şüphe ifade eden herkes de bir kurban oldu, diosizin başkan yardımcısı Dr. George Haan da dahil olmak üzere. Haan, yargılamaları kontrol etmeye çalıştı ama kendisi bir cadı olarak yargılandı ve 1628'de karısı ve kızıyla birlikte kazığa bağlandı.
1627'de von Dornheim, hem hücreleri hem de işkence odaları içeren daha büyük, cadılar için özel bir hapishane olan Hexenhaus'u (Cadı Evi) inşa etti.
Bazıları Bamberg'den kaçmayı başardı ve yardım için İmparator Ferdinand'a başvurdu. İmparator, bir durumda araya girmeye çalıştı ama von Dornheim tarafından reddedildi. Sonunda, politik baskı Ferdinand'ı 1630 ve 1631'de zulümlere karşı talimatlar yayınlamaya zorladı. Durum ayrıca Forner'ın 1621'deki ve von Dornheim'in 1632'deki ölümleriyle de değişti.
Bamberg yargılamalarının sonucunda, Ferdinand'ın oğlu Ferdinand II, gelecekteki yargılamalarda suçlamaların halka açıklanması gerektiğini, sanıkların avukatlara izin verilmesi gerektiğini ve mülkiyetin müsadere edilemeyeceğini emretti.
Von Dornheim'in kuzeni, Prens-Piskopos Philipp Adolf von Ehrenberg, Würzburg adlı başka bir küçük devleti yönetti ve vatandaşlarını aynı türden bir teröre maruz bıraktı. 1623 ile 1631 arasında, öldüğü zaman, von Ehrenberg 900 kişiyi işkence ederek, başlarını keserek ve yaktı, bunların arasında en az 300 çocuk üç ila dört yaşında idi.
Çeviri : (yazar: kendinitavuksanankartal)
Kaynak :The Encyclopedia of Witches,Witchcraft and Wicca - Rosemary Ellen Guiley
Von Dornheim iktidara geldiğinde, cadı avı Bamberg'de zaten kurulmuştu ve 1609'dan beri en az 400 kişi idam edilmişti. Von Dornheim, Suffragan Piskopos Friedrich Forner liderliğinde avukatlar, tam zamanlı işkenceciler ve cellatlar oluşan bir operasyon kurdu. 30 ila 40 mahkum kapasiteli bir cadı hapishanesi, Drudenhaus, inşa edildi. Bir muhbir ağı teşvik edildi ve avlar 1624'te yeniden başladı. Suçlamalar halka açıklanmadı ve sanıkların hukuki danışmanlık hakkı reddedildi.
İşkence kuraldı, istisna değil, ve tüm şüphelilere sıkı bir şekilde uygulandı. İşkenceye tabi tutulan hiç kimse, sabbatlara katılmayı, haçı tahrip etmeyi, demonlarla cinsel ilişkiye girmeyi, kişileri zehirlemeyi (zehirlere bakın) ve diğer suçları itiraf etmekten kaçınamadı. Kurbanlar, başparmak vidalarına ve mengenelere konuldu, soğuk banyolara ve yanıcı kireç banyolarına döküldü, kırbaçlandı, strappado'da (işkenceye bakın) asıldı, sülfürle ıslatılmış tüylerle yakıldı, demir dikenli stoklara konuldu ve diğer acı verici istismarlara maruz kaldı. İşkence, kınama bile olsa durmadı. Kazığa götürülürken, mahkumların etleri sıcak maşalarla yırtıldı veya elleri kesildi.
Bamberg'deki birçok önemli kişi, tüm belediye başkanları dahil olmak üzere “makinenin” kurbanı oldu. Bu arada von Dornheim, onların mülklerini müsadere etti ve kendi kasalarını doldurdu. Kurbanlara sempati gösteren veya onların suçluluğu konusunda şüphe ifade eden herkes de bir kurban oldu, diosizin başkan yardımcısı Dr. George Haan da dahil olmak üzere. Haan, yargılamaları kontrol etmeye çalıştı ama kendisi bir cadı olarak yargılandı ve 1628'de karısı ve kızıyla birlikte kazığa bağlandı.
1627'de von Dornheim, hem hücreleri hem de işkence odaları içeren daha büyük, cadılar için özel bir hapishane olan Hexenhaus'u (Cadı Evi) inşa etti.
Bazıları Bamberg'den kaçmayı başardı ve yardım için İmparator Ferdinand'a başvurdu. İmparator, bir durumda araya girmeye çalıştı ama von Dornheim tarafından reddedildi. Sonunda, politik baskı Ferdinand'ı 1630 ve 1631'de zulümlere karşı talimatlar yayınlamaya zorladı. Durum ayrıca Forner'ın 1621'deki ve von Dornheim'in 1632'deki ölümleriyle de değişti.
Bamberg yargılamalarının sonucunda, Ferdinand'ın oğlu Ferdinand II, gelecekteki yargılamalarda suçlamaların halka açıklanması gerektiğini, sanıkların avukatlara izin verilmesi gerektiğini ve mülkiyetin müsadere edilemeyeceğini emretti.
Von Dornheim'in kuzeni, Prens-Piskopos Philipp Adolf von Ehrenberg, Würzburg adlı başka bir küçük devleti yönetti ve vatandaşlarını aynı türden bir teröre maruz bıraktı. 1623 ile 1631 arasında, öldüğü zaman, von Ehrenberg 900 kişiyi işkence ederek, başlarını keserek ve yaktı, bunların arasında en az 300 çocuk üç ila dört yaşında idi.
Çeviri : (yazar: kendinitavuksanankartal)
Kaynak :The Encyclopedia of Witches,Witchcraft and Wicca - Rosemary Ellen Guiley
Bir kız çocuğunun başlattığı İskoç cadılık histerisi. Bu durum, sözde lanetli çocukların krizlerinin suçlanan cadıların idamına yol açtığı Warboys Cadıları ve Salem Cadıları'na benzerlikler taşır.
Histerinin sebebi, Bargarran'ın lordu John Shaw'un 11 yaşındaki kızı Christine Shaw'dı. 17 Ağustos 1696'da Shaw, başka bir kız olan Catherine Campbell'ı Shaw'ların sütünü çalarken yakaladı ve onu ifşa etmekle tehdit etti. Campbell, Shaw'ın cehenneme gitmesini diledi.
Muhtemelen Shaw, hakareti düşündü ve Campbell'a nasıl geri dönebileceğini düşündü. Belli ki kötü bir ruh hali içindeydi, çünkü 21 Ağustos'ta ona nasıl olduğunu soran bir kadın olan Agnes Naismith'e ters cevap verdi.
22 Ağustos'ta Shaw, şiddetli krizlere girdi. Dilini yuttu ve aşırı kıvrımlara girdi. Naismith ve Campbell'ın hayaletlerinin ona işkence ettiğini ve midesine iğrenç şeyleri zorla yutturduğunu iddia etti: yabani kuş tüyleri, kirli saman, yumurta kabukları, eğri iğneler, sıcak korlar, küçük kemikler, kıl topları ve mum yağı parçaları. Bu kanıtları yatağında gösterdi ve bulunan eşyaların olağanüstü kuru olduğu, sanki bir mideye ait olamayacakları gibi göründü.
Krize girdiğinde, Shaw cadıların hayaletleriyle tartıştı ve onlara İncil ayetlerini alıntıladı. İki doktor tarafından muayene edildi, ancak rahatsızlığını açıklayamadılar. Ailesi tarafından iyileşmesi için gönderildi ve uzaklaştığı süre boyunca iyiydi. Eve döner dönmez krizler ve kusma tekrar başladı.
Shaw suçlamalarını genişletti, ona işkence eden ve vücudunu kesen ailedeki diğer insanları da cadı olarak adlandırdı: 17 yaşındaki Elizabeth Anderson; babası, bir dilenci olan Alexander; büyükannesi Jean Fulton; ve iki kuzeni, 14 yaşındaki James ve 11 veya 12 yaşındaki Thomas Lindsay. Cesaretlenen Shaw, ayrıca iki üst sınıf kadını, Margaret Lang ve 17 yaşındaki kızı Martha Semple'ı adlandırdı.
Suçlamalar ve Shaw'ın devam eden rahatsızlıkları, 19 Ocak 1697'de bir soruşturmanın başlatılmasına neden oldu. Lang ve Semple öfkeliydi. Diğerlerinin bazıları kolayca cadı olduklarını itiraf etti (ettirildi) ve sırayla başkalarını adlandırdılar. Elizabeth Anderson, büyükannesinin eşlik ettiği bir siyah adam şeklinde Şeytan'ın kendisine sık sık göründüğünü itiraf etti. Ayrıca, Elizabeth, en az yedi yıldır yerel cadı toplantılarına katıldığını söyledi.
Thomas Lindsay ilk önce masumiyetini savundu ve sonra suçunu kabul etti, Şeytan'ın bir anlaşmasını imzaladığını söyledi. Şeytan'ın babası olduğunu ve istediği zaman bir karga gibi uçabileceğini söyledi. Sihirli kelimeler söyleyerek ve ters yönde dönerek büyüler yapabilirdi, bu da bir sabanın kendi başına durmasına ve atların koşumlarını kırmasına neden olurdu. Thomas, kardeşi James'in Şeytan ve cadılarla toplantılarda onunla birlikte olduğunu söyledi. James'e itiraf ettirildi. Toplamda, Shaw tarafından 21 kişi adlandırıldı ve daha sonra resmi olarak suçlandı. Lindsay ailesinin üyelerinin zaten cadı olduğu düşünülüyordu ve muayeneler onların cadı işaretlerine sahip olduğunu gösterdi.
Araştırmacılar, suçlanan cadıları topladı ve Shaw'ı onların önüne getirdi. Shaw daha fazla işkence hikayesi anlattı, merdivenlerinden havalandığını, nesnelerin sanki görünmez eller tarafından kaldırıldığı gibi kaldırıldığını ve vücudunun zarar gördüğünü iddia etti. Suçlanan herhangi biri ona dokunduğunda geri çekildi ve krizlere girdi.
Bu arada, bazı suçlananlara Shaw'a işkence etmekten daha fazla suç itiraf ettirildi. Daha önceki ölümler için , bunlar arasında bir rahip, yataklarında boğulmuş olarak bulunan iki çocuk ve batan bir feribotta iki boğulma kurbanı vardı.
5 Nisan 1697'de yeni bir yargıçlar komisyonu atandı. Suçlananlar iddianameye çevrildi ve 13 Nisan'da bir jüriye teslim edildi. Yedi saatlik müzakereden sonra, jüri 21 suçlananın yedisini mahkum etti: üç erkek, James Lindsay dahil, ve dört kadın, Lang, Semple, Naismith ve tüm trajediyi başlatan talihsiz Campbell.
Yedi kişi Paisley'de asılarak idam edildi. Bedenleri yakıldı. Efsaneye göre, bazıları darağacından indirildiklerinde tamamen ölmemiş ve ateşe atılmıştı. Bir izleyiciden yürüyüş değneği ödünç alındı ve hareket eden uzuvlarını alevlere geri itmek için kullanıldı. Değneğin sahibi, değneği cadılara dokunduktan sonra geri almak istemediğini söyledi.
İdamlardan sonra Shaw iyileşti ve daha fazla krize girmeden yaşamaya devam etti. 1718'de bir papazla evlendi ve yedi yıl sonra öldü. Shaw, yüksek kaliteli bir iplik üretmek için Hollanda'dan makine getirmeye yardımcı oldu ve bu iplik, aile adı Bargarran'dan esinlenerek adlandırıldı. Sonuç olarak, Paisley bir yün merkezi olarak gelişti.
İdam yerini anmak için Paisley'ye bir at nalı yerleştirildi. Shaw'ın evi sonunda tarihi bir cazibe merkezi haline geldi. 1839'da, Shaw'ın yatak odası duvarında küçük bir delik keşfedildi. Belli ki bir suç ortağı vardı ve “kusmuğu” yatak odasına geçirmişti.
Çeviri : (yazar: kendinitavuksanankartal)
Kaynak :The Encyclopedia of Witches,Witchcraft and Wicca - Rosemary Ellen Guiley
Histerinin sebebi, Bargarran'ın lordu John Shaw'un 11 yaşındaki kızı Christine Shaw'dı. 17 Ağustos 1696'da Shaw, başka bir kız olan Catherine Campbell'ı Shaw'ların sütünü çalarken yakaladı ve onu ifşa etmekle tehdit etti. Campbell, Shaw'ın cehenneme gitmesini diledi.
Muhtemelen Shaw, hakareti düşündü ve Campbell'a nasıl geri dönebileceğini düşündü. Belli ki kötü bir ruh hali içindeydi, çünkü 21 Ağustos'ta ona nasıl olduğunu soran bir kadın olan Agnes Naismith'e ters cevap verdi.
22 Ağustos'ta Shaw, şiddetli krizlere girdi. Dilini yuttu ve aşırı kıvrımlara girdi. Naismith ve Campbell'ın hayaletlerinin ona işkence ettiğini ve midesine iğrenç şeyleri zorla yutturduğunu iddia etti: yabani kuş tüyleri, kirli saman, yumurta kabukları, eğri iğneler, sıcak korlar, küçük kemikler, kıl topları ve mum yağı parçaları. Bu kanıtları yatağında gösterdi ve bulunan eşyaların olağanüstü kuru olduğu, sanki bir mideye ait olamayacakları gibi göründü.
Krize girdiğinde, Shaw cadıların hayaletleriyle tartıştı ve onlara İncil ayetlerini alıntıladı. İki doktor tarafından muayene edildi, ancak rahatsızlığını açıklayamadılar. Ailesi tarafından iyileşmesi için gönderildi ve uzaklaştığı süre boyunca iyiydi. Eve döner dönmez krizler ve kusma tekrar başladı.
Shaw suçlamalarını genişletti, ona işkence eden ve vücudunu kesen ailedeki diğer insanları da cadı olarak adlandırdı: 17 yaşındaki Elizabeth Anderson; babası, bir dilenci olan Alexander; büyükannesi Jean Fulton; ve iki kuzeni, 14 yaşındaki James ve 11 veya 12 yaşındaki Thomas Lindsay. Cesaretlenen Shaw, ayrıca iki üst sınıf kadını, Margaret Lang ve 17 yaşındaki kızı Martha Semple'ı adlandırdı.
Suçlamalar ve Shaw'ın devam eden rahatsızlıkları, 19 Ocak 1697'de bir soruşturmanın başlatılmasına neden oldu. Lang ve Semple öfkeliydi. Diğerlerinin bazıları kolayca cadı olduklarını itiraf etti (ettirildi) ve sırayla başkalarını adlandırdılar. Elizabeth Anderson, büyükannesinin eşlik ettiği bir siyah adam şeklinde Şeytan'ın kendisine sık sık göründüğünü itiraf etti. Ayrıca, Elizabeth, en az yedi yıldır yerel cadı toplantılarına katıldığını söyledi.
Thomas Lindsay ilk önce masumiyetini savundu ve sonra suçunu kabul etti, Şeytan'ın bir anlaşmasını imzaladığını söyledi. Şeytan'ın babası olduğunu ve istediği zaman bir karga gibi uçabileceğini söyledi. Sihirli kelimeler söyleyerek ve ters yönde dönerek büyüler yapabilirdi, bu da bir sabanın kendi başına durmasına ve atların koşumlarını kırmasına neden olurdu. Thomas, kardeşi James'in Şeytan ve cadılarla toplantılarda onunla birlikte olduğunu söyledi. James'e itiraf ettirildi. Toplamda, Shaw tarafından 21 kişi adlandırıldı ve daha sonra resmi olarak suçlandı. Lindsay ailesinin üyelerinin zaten cadı olduğu düşünülüyordu ve muayeneler onların cadı işaretlerine sahip olduğunu gösterdi.
Araştırmacılar, suçlanan cadıları topladı ve Shaw'ı onların önüne getirdi. Shaw daha fazla işkence hikayesi anlattı, merdivenlerinden havalandığını, nesnelerin sanki görünmez eller tarafından kaldırıldığı gibi kaldırıldığını ve vücudunun zarar gördüğünü iddia etti. Suçlanan herhangi biri ona dokunduğunda geri çekildi ve krizlere girdi.
Bu arada, bazı suçlananlara Shaw'a işkence etmekten daha fazla suç itiraf ettirildi. Daha önceki ölümler için , bunlar arasında bir rahip, yataklarında boğulmuş olarak bulunan iki çocuk ve batan bir feribotta iki boğulma kurbanı vardı.
5 Nisan 1697'de yeni bir yargıçlar komisyonu atandı. Suçlananlar iddianameye çevrildi ve 13 Nisan'da bir jüriye teslim edildi. Yedi saatlik müzakereden sonra, jüri 21 suçlananın yedisini mahkum etti: üç erkek, James Lindsay dahil, ve dört kadın, Lang, Semple, Naismith ve tüm trajediyi başlatan talihsiz Campbell.
Yedi kişi Paisley'de asılarak idam edildi. Bedenleri yakıldı. Efsaneye göre, bazıları darağacından indirildiklerinde tamamen ölmemiş ve ateşe atılmıştı. Bir izleyiciden yürüyüş değneği ödünç alındı ve hareket eden uzuvlarını alevlere geri itmek için kullanıldı. Değneğin sahibi, değneği cadılara dokunduktan sonra geri almak istemediğini söyledi.
İdamlardan sonra Shaw iyileşti ve daha fazla krize girmeden yaşamaya devam etti. 1718'de bir papazla evlendi ve yedi yıl sonra öldü. Shaw, yüksek kaliteli bir iplik üretmek için Hollanda'dan makine getirmeye yardımcı oldu ve bu iplik, aile adı Bargarran'dan esinlenerek adlandırıldı. Sonuç olarak, Paisley bir yün merkezi olarak gelişti.
İdam yerini anmak için Paisley'ye bir at nalı yerleştirildi. Shaw'ın evi sonunda tarihi bir cazibe merkezi haline geldi. 1839'da, Shaw'ın yatak odası duvarında küçük bir delik keşfedildi. Belli ki bir suç ortağı vardı ve “kusmuğu” yatak odasına geçirmişti.
Çeviri : (yazar: kendinitavuksanankartal)
Kaynak :The Encyclopedia of Witches,Witchcraft and Wicca - Rosemary Ellen Guiley
(bkz: roculandınız)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?