"doğa bir sanat eseriyse eğer, neden onu sanatta kullanmıyoruz ki?" fikrinden yola çıkmış olan ve doğadaki malzemeleri kullanarak doğanın getirdikleriyle ilgili ya da sadece ona benzeyen yapılar kullanan bir sanat türüdür.
geçmişi geçen yüzyılın başlarına kadar gider. marcel duchamp ve kurt schwitters ile başlar. bir kavramsal sanat alt başlığı olarak devam ederken asıl çıkışı 1970'lerde olsa da 1960'larda başlamıştır bu etki. sanatı çevreye uydurmak ya da çevreyi sanata uydurmak olarak diyebiliriz. 1960'larda robert smithson ile başlar. her ne kadar bu akımı yeniden canlandırsa ve meslektaşlarıyla birlikte bu sanatı ortaya çıkarmış olsalar da doğayı tam anlamıyla kullanmamış ve belli bir kapalı alan sınırıyla kalmışlardır.
daha sonraları bu sanatı benimseyen sanatçılar tarafından halka mesaj vermek ve bir şeylerin farkına vardırmak için kullanılmaya başlanmıştır. birkaç örnekle açıklarsak bunu:
insanlığın tarihini anlatan henrique oliveira'nın yaptığı bir çalışma:
görsel
görsel
görsel
avrupa'ya ulaşmak için akdeniz'i geçerken hayatını kaybedenler için nikolaj bendix'in yaptığı çalışma:
görsel
kaynak [url=https://tr.wikipedia.org/wiki/Yerle%C5%9Ftirme_sanat%C4%B1][/url]
görseller 1, 2, 3 ve 4
siyah anka
1. nesil Yazar - 13. Seviye Güneş Muhafızı - Yazar
- toplam entry 410
- takipçi 11
- puan 24721
insan beyninin farklılıklarını ortaya koyan ve sosyallik, dikkat, öğrenme gibi gibi durumların farklılığınını ve patolojik bir durum olmadığını söyleyen bir terimdir. nörogelişimsel bozuklukların aslında farklılık olduğunu ve toplumun bunları yeterince tanımaması ve buna göre ilgili kişilere eğitim verememesine karşıt olarak çıkmıştır. özellikle otizm gibi sıkıntıları çekenler tarafından benimsense de diğer engellilik durumlarına sahip olanlar tarafından benimsenmeyen bir görüştür.
görüşü ortaya atan judy singer terim olarak bilime soksa da bu terimin duyulmasını harvey blume adlı gazeteci sağlamıştır.
bu konuyla alakalı thomas armstrong tarafından yazılmış nöroçeşitliliğin sekiz prensibi adlı bir kitap bulunmaktadır.
buraya kadar bilgi verdim ama kendi görüşüm de aynen şudur:
neden insanların hastalıklarını kabul etmeyip bunu yumuşatmaya ihtiyaç duyuyoruz anlamıyorum. dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna da bu aralar farklılık deniyor. her halta farklılık diyoruz ancak o insanlara farklı olduğunu hissettiriyoruz sadece. o insanları kabul etmiyoruz aksine farklı olduklarını kafalarına kazıyoruz. yapılan tek şey o insanları üzmek, başka şey değil.
otizm, asperger sendromu, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, down sendromu hastalıktır nokta. farklılıkmış yok öyleymiş böyleymiş diye insanları daha fazla farklılaştırmayın. eğer kabul ediyorsanız farklılığını vurgulamanıza gerek yok. adam gibi kabul edin yeter.
t: çeşitliliğin foseptiğini çıkaran bilim insanları beyanlarıdır.
kaynak
ek okuma 1 ve 2
görüşü ortaya atan judy singer terim olarak bilime soksa da bu terimin duyulmasını harvey blume adlı gazeteci sağlamıştır.
bu konuyla alakalı thomas armstrong tarafından yazılmış nöroçeşitliliğin sekiz prensibi adlı bir kitap bulunmaktadır.
buraya kadar bilgi verdim ama kendi görüşüm de aynen şudur:
neden insanların hastalıklarını kabul etmeyip bunu yumuşatmaya ihtiyaç duyuyoruz anlamıyorum. dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna da bu aralar farklılık deniyor. her halta farklılık diyoruz ancak o insanlara farklı olduğunu hissettiriyoruz sadece. o insanları kabul etmiyoruz aksine farklı olduklarını kafalarına kazıyoruz. yapılan tek şey o insanları üzmek, başka şey değil.
otizm, asperger sendromu, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, down sendromu hastalıktır nokta. farklılıkmış yok öyleymiş böyleymiş diye insanları daha fazla farklılaştırmayın. eğer kabul ediyorsanız farklılığını vurgulamanıza gerek yok. adam gibi kabul edin yeter.
t: çeşitliliğin foseptiğini çıkaran bilim insanları beyanlarıdır.
kaynak
ek okuma 1 ve 2
sorbonne üniversitesine bir gün boyunca türk bayrağı astıran sosyolog ve düşünür.
istanbul erkek lisesini bitirdikten sonra burs sınavlarına girerek fransa'ya gitmiş ve felsefe eğitimini strasbourg üniversitesinden almıştır. sanat tarihi eğitimi de alan topçu'nun eğitimini aldığı alanlar; psikoloji ve estetik, genel felsefe ve mantık, çağdaş sanat tarihi, sosyoloji ve ahlâk, eski çağlar sanat ve arkeolojisi dallarıdır.
strasbourg üniversitesinde doktora derecesine kadar gelip eğitimine sorbonne üniversitesinde devam etmiş ve bu üniversiteden felsefe doktorası veren ilk türk öğrenci olmuştur. bergson konusunda doçentlik tezi hazırlamış olsa da kadroya girememiş kitap olarak bastırmıştır. bu sebeple türkiye'ye dönmüş ve öğretmenlik yapmaya başlamıştır.
sorbonne'da doktorasını birincilikle bitirdiği için kendisine ödüller teklif edilmiştir ancak hiçbirini kabul etmemiştir. tek istediğinin üniversitenin giriş çıkış kulelerinde türk bayrağının 1 gün boyunca dalgalanması olduğunu söylemiş ve bu isteği yerine getirilmiştir.
islam felsefesi üzerine çalışan topçu birçok öğrenci yetiştirmiş ve gençliğe düşünme, sorgulama şuuru kazandırmıştır. 1975'te pankreas kanserinden vefat etmiştir.
kaynak
istanbul erkek lisesini bitirdikten sonra burs sınavlarına girerek fransa'ya gitmiş ve felsefe eğitimini strasbourg üniversitesinden almıştır. sanat tarihi eğitimi de alan topçu'nun eğitimini aldığı alanlar; psikoloji ve estetik, genel felsefe ve mantık, çağdaş sanat tarihi, sosyoloji ve ahlâk, eski çağlar sanat ve arkeolojisi dallarıdır.
strasbourg üniversitesinde doktora derecesine kadar gelip eğitimine sorbonne üniversitesinde devam etmiş ve bu üniversiteden felsefe doktorası veren ilk türk öğrenci olmuştur. bergson konusunda doçentlik tezi hazırlamış olsa da kadroya girememiş kitap olarak bastırmıştır. bu sebeple türkiye'ye dönmüş ve öğretmenlik yapmaya başlamıştır.
sorbonne'da doktorasını birincilikle bitirdiği için kendisine ödüller teklif edilmiştir ancak hiçbirini kabul etmemiştir. tek istediğinin üniversitenin giriş çıkış kulelerinde türk bayrağının 1 gün boyunca dalgalanması olduğunu söylemiş ve bu isteği yerine getirilmiştir.
islam felsefesi üzerine çalışan topçu birçok öğrenci yetiştirmiş ve gençliğe düşünme, sorgulama şuuru kazandırmıştır. 1975'te pankreas kanserinden vefat etmiştir.
kaynak
soyut matematik alanına katkılarıyla bilinen fransız matematikçi. sonlu cisimler üzerine yaptığı çalışmalarla dikkat çekmesinin yanı sıra asıl dikkat çeken çalışması yüksek derecedeki denklemlerin çözümünün kökleriyle alakalı olduğunu bulmasıdır. bugün galois kuramı olarak adlandırılır. ayrıca grup teorisinin kurucusudur. aynı zamanda abel integralleri ve sonsuz matematiğe de katkıları olmuştur.
siyasi olarak da aktif bir genç olan galois, mitinglere, protestolara katılmış hatta okuduğu okulun müdürüne yazdığı sert eleştiri yazısı nedeniyle okuldan atılmıştır. hükümet devirme suçuyla tutuklanıp daha sonra serbest bırakılmıştır. ardından bir protestoda üzerindeki askeri kıyafetler ve silahlar yüzünden son kez tutuklanmış ve 18 ay kadar yatmıştır.
nedeni tam bilinmeyen ancak mektuplaşmalarından ortaya çıkan dedikodulara göre bir düelloya katılmış ve sonucunda 20 yaşındayken ölmüştür.
20 yıllık yaşamına bu kadar çok şey sığdıran galois'yı saygıyla anıyorum.
detaylı bilgi için tık
siyasi olarak da aktif bir genç olan galois, mitinglere, protestolara katılmış hatta okuduğu okulun müdürüne yazdığı sert eleştiri yazısı nedeniyle okuldan atılmıştır. hükümet devirme suçuyla tutuklanıp daha sonra serbest bırakılmıştır. ardından bir protestoda üzerindeki askeri kıyafetler ve silahlar yüzünden son kez tutuklanmış ve 18 ay kadar yatmıştır.
nedeni tam bilinmeyen ancak mektuplaşmalarından ortaya çıkan dedikodulara göre bir düelloya katılmış ve sonucunda 20 yaşındayken ölmüştür.
20 yıllık yaşamına bu kadar çok şey sığdıran galois'yı saygıyla anıyorum.
detaylı bilgi için tık
kaç gündür boş konuşmalardan sıkılan benim yaptığım darbedir. (yazar: rocinante) dinlensin azıcık. çocuk başlık açmaktan helak oldu.
bilirsiniz hayatımızın her alanında kitaplar var ve bu kitapları okudukça değil anlamlandırdıkça gelişimimize katkı sağlıyor. bu sebeple kitap analizleri yapmak gerekli olabiliyor.
"bu kitap ne anlatıyor?"
"nelerden bahsediyor?"
"karakterlerin temsil ettikleri ya da yaşadıklarının temsil ettiği şeyler neler?" gibi...
işte bu noktada kitap önem kazanıyor. hani derler ya, "kitap okudukça insanları daha iyi anlarsın." diye. işte bunu karşımızdaki insanı tanımakta hatta bize söyleyemeyeceği şeyleri ortaya çıkarmada bile kullanabiliriz aslına bakarsanız. lakin karşımızdaki kişinin de kitap okuyan biri olması önemlidir.
bunu nasıl yapacağız peki?
o kişinin kendini gördüğü kitap karakterlerini öğrenerek. hatta mümkünse "işte, şu benim!" dediği kitap karakteri varsa onun bulunduğu kitabı okuyarak. inanın bana insanların hiç bilmediğiniz ve belki de keşfedemeyeceğiniz özelliklerini keşfedebilirsiniz.
bu sebeple kitap okumak önemli kesinlikle. hem karşı tarafı tanımak hem de nasıl yaklaşmamız gerektiğini bilmek için çok önemli.
"bu kitap ne anlatıyor?"
"nelerden bahsediyor?"
"karakterlerin temsil ettikleri ya da yaşadıklarının temsil ettiği şeyler neler?" gibi...
işte bu noktada kitap önem kazanıyor. hani derler ya, "kitap okudukça insanları daha iyi anlarsın." diye. işte bunu karşımızdaki insanı tanımakta hatta bize söyleyemeyeceği şeyleri ortaya çıkarmada bile kullanabiliriz aslına bakarsanız. lakin karşımızdaki kişinin de kitap okuyan biri olması önemlidir.
bunu nasıl yapacağız peki?
o kişinin kendini gördüğü kitap karakterlerini öğrenerek. hatta mümkünse "işte, şu benim!" dediği kitap karakteri varsa onun bulunduğu kitabı okuyarak. inanın bana insanların hiç bilmediğiniz ve belki de keşfedemeyeceğiniz özelliklerini keşfedebilirsiniz.
bu sebeple kitap okumak önemli kesinlikle. hem karşı tarafı tanımak hem de nasıl yaklaşmamız gerektiğini bilmek için çok önemli.
evren bir organizma mıdır?
aslında düşündüğümüzde hepimize saçma gelir bu soru. daha dünyayı bir organizma olarak görmeyen insanoğlu evrenin bir organizma olduğunu kabul edemez nedense.
işte bu durumlarda hep aklıma bu süperküme gelir. dikkatli bakarsanız şu fotoğrafa aslında gördüğünüz şeyin buna benzediğini anlarsınız. ne mi bu? beynin sinir ağlarının renklendirilmiş hali. bu da var isterseniz. evet şu an kanıtlanamayacak bir şey olabilir ancak evren bir organizmadır dersek bence yanlış olmaz.
evrenin de kendi dinamikleri ve kendince bir dengesi var ve bu denge bir yere kadar devam ediyor. belki de denge bozulunca bize ne olduğunu gösterecek, tabi biz diye bir şey kalırsa ya da bir hız sınırını aşabilirsek.
gezegenler hücre olabilir mi? başlığı vardı ekşide. bu başlıkta tartışılmıştı. bende evet diyorum. gezegenler hücre olabilir.
hep mesleğimi seçerken neden sorusuna makro ve mikroevrenleri keşfetme isteği demişimdir. belki de biyolojimizi keşfedersek evreni de çözebiliriz. evrenin çocuklarıyız derken sadece yıldız tozu değil onun bir parçası olarak bir yerinde varlığımızı sürdürüyoruz aynı zamanda.
sadece yıldız tozundan bile gidersek mikrodan makroya yolculuk binlerce yıl öncesinden başladı zaten.
aslında düşündüğümüzde hepimize saçma gelir bu soru. daha dünyayı bir organizma olarak görmeyen insanoğlu evrenin bir organizma olduğunu kabul edemez nedense.
işte bu durumlarda hep aklıma bu süperküme gelir. dikkatli bakarsanız şu fotoğrafa aslında gördüğünüz şeyin buna benzediğini anlarsınız. ne mi bu? beynin sinir ağlarının renklendirilmiş hali. bu da var isterseniz. evet şu an kanıtlanamayacak bir şey olabilir ancak evren bir organizmadır dersek bence yanlış olmaz.
evrenin de kendi dinamikleri ve kendince bir dengesi var ve bu denge bir yere kadar devam ediyor. belki de denge bozulunca bize ne olduğunu gösterecek, tabi biz diye bir şey kalırsa ya da bir hız sınırını aşabilirsek.
gezegenler hücre olabilir mi? başlığı vardı ekşide. bu başlıkta tartışılmıştı. bende evet diyorum. gezegenler hücre olabilir.
hep mesleğimi seçerken neden sorusuna makro ve mikroevrenleri keşfetme isteği demişimdir. belki de biyolojimizi keşfedersek evreni de çözebiliriz. evrenin çocuklarıyız derken sadece yıldız tozu değil onun bir parçası olarak bir yerinde varlığımızı sürdürüyoruz aynı zamanda.
sadece yıldız tozundan bile gidersek mikrodan makroya yolculuk binlerce yıl öncesinden başladı zaten.
insan denilen üstün zekalı ama bencil tür dünyada var olduğundan beri yapılan yolculuktur.
bu yolculukta kendimizden yola çıkarak çevremizdekileri ve dünyayı anlamlandırmaya çalışırken gözümüzü bazen kendimizden ayırıp çok yükseklere diktik. önce zihinleri sorguladık. çevremizde bize ışık olacak insanları aradık. daha sonra her gün gördüğümüz iki farklı düzlemde olan ışığın iki farklı halini gördük. fikirler ürettik ve teknolojileri zamanla geliştirdik.
kendi bölgemiz bize yetmemeye başladı ve açıldık dünya sularına dünyanın sonunu bulmak için. gerek herakles sütunları gerek atlantis gerekse laniakea'da bulduk kendimizi.
yolculuğumuz küçücük bir dünyadan koca bir evrenin örüntüsüne kadar gitti ve sonunda kendimizden bir parça bulduk. o parçanın da daha ilerisine gitmek için uğraşıyoruz.
kendimizi keşfederek ilerlesek belki de yolumuz daha aydınlık olacak karanlık sularda.
bu yolculukta kendimizden yola çıkarak çevremizdekileri ve dünyayı anlamlandırmaya çalışırken gözümüzü bazen kendimizden ayırıp çok yükseklere diktik. önce zihinleri sorguladık. çevremizde bize ışık olacak insanları aradık. daha sonra her gün gördüğümüz iki farklı düzlemde olan ışığın iki farklı halini gördük. fikirler ürettik ve teknolojileri zamanla geliştirdik.
kendi bölgemiz bize yetmemeye başladı ve açıldık dünya sularına dünyanın sonunu bulmak için. gerek herakles sütunları gerek atlantis gerekse laniakea'da bulduk kendimizi.
yolculuğumuz küçücük bir dünyadan koca bir evrenin örüntüsüne kadar gitti ve sonunda kendimizden bir parça bulduk. o parçanın da daha ilerisine gitmek için uğraşıyoruz.
kendimizi keşfederek ilerlesek belki de yolumuz daha aydınlık olacak karanlık sularda.
Saniyede kaç entry girebiliyorsun
c kadar :) kopyala yapıştır eski entrylerim bunlar. ekşide varlar :) koymadıklarım da bolca var :D
Ama daha biz birini algılamadan hepsini paylaştın. Beynim yandı
hahaha yavaş yavaş okuyun artık :D
Geceleri benim beynim çalışmaz. Sabah bi bakarım. Ama bi okuyayım dedim başıma ağrılar girdi
orhan veli kanık'ın anlatamıyorum şiirinde dediği gibi iki insanın birbirine bir şey anlatamayacağını açıklamaya çalışan kitaptır.
hani bir şeyler anlatmak istersiniz birine de anlatamazsınız ya da anlatırsınız ama karşınızdaki anlamaz. işte tam da bu durumu kendi içindeki hesaplaşmalarla ortaya dökmüş yazar. aslında neden birbirimizi anlayamadığımızı ve neden birine bir şeyi tam aktaramayacağımızı da kendi içinde sorularla cevaplandırmış.
kitapta bazı noktalarda eksiklik vardı bence. bir iki diyalogda gerçekten kopukluk var gibi geldi bana. sanırım kitaptaki boşluklar da bunun içindi. o boşlukları kendimiz dolduralım ve o iki kişiyle sohbet edelim diye.
mutlaka okuyun. bir saatte güzel bir kitap okumuş olursunuz.
hani bir şeyler anlatmak istersiniz birine de anlatamazsınız ya da anlatırsınız ama karşınızdaki anlamaz. işte tam da bu durumu kendi içindeki hesaplaşmalarla ortaya dökmüş yazar. aslında neden birbirimizi anlayamadığımızı ve neden birine bir şeyi tam aktaramayacağımızı da kendi içinde sorularla cevaplandırmış.
kitapta bazı noktalarda eksiklik vardı bence. bir iki diyalogda gerçekten kopukluk var gibi geldi bana. sanırım kitaptaki boşluklar da bunun içindi. o boşlukları kendimiz dolduralım ve o iki kişiyle sohbet edelim diye.
mutlaka okuyun. bir saatte güzel bir kitap okumuş olursunuz.
kısacası mitokondri ve kloroplastın ökaryot canlılardaki kökenini açıklayan teoridir. bu teoriye göre mit ve klo daha önceden bakteriydi ancak canlıların içine girerek bir süre sonra kendi başlarına yaşayamaz oldular ve organele dönüştüler.
peki bunun en büyük kanıtı nedir?
kendilerine ait dna, ribozom, enzim, çekirdeklerinin bulunmasıdır. yani mit ve klo aslında yarı bağımsız organellerdir. eğer ki biraz daha detaylı araştırsanız bu noktayı, mit ve klo dnasının bakteri dnasına çok benzediğini göreceksiniz. hatta bölünmeleri bile bakterilere benzer. iki katlı zarlarının olması da bir diğer kanıttır.
bu teori de kendi içinde ikiye ayrılarak ilerler. birincil endosimbiyoz ve ikincil endosimbiyoz.
aslında daha eski bir tarihi olmasına rağmen bunu endosimbiyozu ilk açıklayan insan lynn margulis olmuştur.
peki bu teori neden önemli?
bu teori sayesinde aslında ökaryotların nasıl ortaya çıktığını ve bu ortaya çıkışta hangi faktörlerin etkili olduğunu açıklamıştır. çünkü eskiden prokaryotların içine girerek tam sindirilemeden o hücrenin işleyişini etkilemiş ve ökaryotların ortaya çıkışını sağlamıştır.
bir diğer nokta da evrimde prokaryotlardan ökaryotların nasıl oluştuğuna dair bilgi verir bizlere.
kısacası mitokondri ve kloroplast girdikleri hücreyi değiştirmişler ancak zamanla kendileri de değişime uğramışlar ve bugün organel olarak vücutta bulunuyorlar.
anlayacağınız bu işleyiş evrimin sağlam temellere oturtulmasını sağlamıştır.
daha fazlasını okumak isteyenler için buradan ve buradan
peki bunun en büyük kanıtı nedir?
kendilerine ait dna, ribozom, enzim, çekirdeklerinin bulunmasıdır. yani mit ve klo aslında yarı bağımsız organellerdir. eğer ki biraz daha detaylı araştırsanız bu noktayı, mit ve klo dnasının bakteri dnasına çok benzediğini göreceksiniz. hatta bölünmeleri bile bakterilere benzer. iki katlı zarlarının olması da bir diğer kanıttır.
bu teori de kendi içinde ikiye ayrılarak ilerler. birincil endosimbiyoz ve ikincil endosimbiyoz.
aslında daha eski bir tarihi olmasına rağmen bunu endosimbiyozu ilk açıklayan insan lynn margulis olmuştur.
peki bu teori neden önemli?
bu teori sayesinde aslında ökaryotların nasıl ortaya çıktığını ve bu ortaya çıkışta hangi faktörlerin etkili olduğunu açıklamıştır. çünkü eskiden prokaryotların içine girerek tam sindirilemeden o hücrenin işleyişini etkilemiş ve ökaryotların ortaya çıkışını sağlamıştır.
bir diğer nokta da evrimde prokaryotlardan ökaryotların nasıl oluştuğuna dair bilgi verir bizlere.
kısacası mitokondri ve kloroplast girdikleri hücreyi değiştirmişler ancak zamanla kendileri de değişime uğramışlar ve bugün organel olarak vücutta bulunuyorlar.
anlayacağınız bu işleyiş evrimin sağlam temellere oturtulmasını sağlamıştır.
daha fazlasını okumak isteyenler için buradan ve buradan
1830'larda fransız bilim insanı gaspard-gustave de coriolis matematiksel olarak hesaplayarak kendi adını verdiği teoridir. aslında bu etki çok öncelerden bilinse de bunu ispatlayan kendisidir. anlattığı şey aslında bugün dünyamızda su akıntılarının ve rüzgarların neden spiral şekilde hareket ettiğidir.
bu etki dünyanın dönüş hızının kendi içindeki olayları etkilemesini ve onların aslında düz hareket etmelerine rağmen spiral bir kıvrılma gerçekleştirmesini açıklıyor. rüzgar akımları kuzey yarım kürede rüzgarlar kuzeye doğru kıvrılma yaparken güneyde güneye doğru kıvrılma yaparlar. aynı şekilde okyanus akıntılarında oluşan yön değişimleri de bu etkiyle açıklanabilir.
görsel
bunu daha basit bir ifadeyle anlatacak olursak eğer, dönen bir salıncakta olduğunuzu ve karşınızdaki kişiye top attığınızı düşünün. karşınızdaki kişiye değil yanınızdaki kişiye ulaşacaktır o top. nedeni koryolis etkisidir. bununla ilgili güzel bir deney yapılmış.
video
evet aklınıza gelen lavabodaki su akıntılarının farklı yarımkürelerde neden farklı yönlere açıklayan da yine bu etkidir.
görsel
bu etkiyi bilmek balistik füzeleri programlamamızı ve uzun mesafe uçuşlarında da gerekli önlemleri almamızı sağlayan önemli bir etkidir. gerçek kuvvet değil yalancı kuvvetlerdendir.
kaynak 1, 2, 3 ve 4
görsel kaynağı 1 ve 2
bu etki dünyanın dönüş hızının kendi içindeki olayları etkilemesini ve onların aslında düz hareket etmelerine rağmen spiral bir kıvrılma gerçekleştirmesini açıklıyor. rüzgar akımları kuzey yarım kürede rüzgarlar kuzeye doğru kıvrılma yaparken güneyde güneye doğru kıvrılma yaparlar. aynı şekilde okyanus akıntılarında oluşan yön değişimleri de bu etkiyle açıklanabilir.
görsel
bunu daha basit bir ifadeyle anlatacak olursak eğer, dönen bir salıncakta olduğunuzu ve karşınızdaki kişiye top attığınızı düşünün. karşınızdaki kişiye değil yanınızdaki kişiye ulaşacaktır o top. nedeni koryolis etkisidir. bununla ilgili güzel bir deney yapılmış.
video
evet aklınıza gelen lavabodaki su akıntılarının farklı yarımkürelerde neden farklı yönlere açıklayan da yine bu etkidir.
görsel
bu etkiyi bilmek balistik füzeleri programlamamızı ve uzun mesafe uçuşlarında da gerekli önlemleri almamızı sağlayan önemli bir etkidir. gerçek kuvvet değil yalancı kuvvetlerdendir.
kaynak 1, 2, 3 ve 4
görsel kaynağı 1 ve 2
boşluk boşluk hisseder mi acaba?
soru ilginç öyle değil mi?
ben boşluğun da boşluk hissedebileceğini size kanıtlamak için casimir etkisinden örnek vereyim. işin edebiyatını edebiyatçılara bırakıyorum. çünkü şu an edebiyat yapacak kafada gerçekten değilim.
etkiyi okudunuz. hadi devam edelim.
bir boşluğun olduğunu boşluk bile hissedebilir mi? evet hisseder. gördüğünüz gibi bunu da hareket sağlar. sanal parçacıklar o boşlukta inanılmaz bir hareket sağlayarak boşluğa der ki: "kanka sende boşluk var." boşluk boşluğunu böyle anlar. çünkü bir etki olur içinde. içindeki etkisi sayesinde bunun farkına varır. ya o boşluk büyür ya da daha da küçülür. bildiğiniz gibi boşluk olmayan cisimler katı olarak adlandırılır. peki bu iyi bir şey midir? boşluk katı olsaydı nasıl olurdu mesela? hareket alanı kalmazdı ve sabitleşirdi. bu yüzden belki de boşluk boşluk olmaktan ileri gitmiyor. çünkü her boşluk bir hareket alanı sağlıyor kendine kendi içinde.
neyse bu kadar saçmalamak yeter. bana kalırsa bunu edebiyatla birleştirerek daha iyi açıklayacak biri illaki çıkar.
soru ilginç öyle değil mi?
ben boşluğun da boşluk hissedebileceğini size kanıtlamak için casimir etkisinden örnek vereyim. işin edebiyatını edebiyatçılara bırakıyorum. çünkü şu an edebiyat yapacak kafada gerçekten değilim.
etkiyi okudunuz. hadi devam edelim.
bir boşluğun olduğunu boşluk bile hissedebilir mi? evet hisseder. gördüğünüz gibi bunu da hareket sağlar. sanal parçacıklar o boşlukta inanılmaz bir hareket sağlayarak boşluğa der ki: "kanka sende boşluk var." boşluk boşluğunu böyle anlar. çünkü bir etki olur içinde. içindeki etkisi sayesinde bunun farkına varır. ya o boşluk büyür ya da daha da küçülür. bildiğiniz gibi boşluk olmayan cisimler katı olarak adlandırılır. peki bu iyi bir şey midir? boşluk katı olsaydı nasıl olurdu mesela? hareket alanı kalmazdı ve sabitleşirdi. bu yüzden belki de boşluk boşluk olmaktan ileri gitmiyor. çünkü her boşluk bir hareket alanı sağlıyor kendine kendi içinde.
neyse bu kadar saçmalamak yeter. bana kalırsa bunu edebiyatla birleştirerek daha iyi açıklayacak biri illaki çıkar.
dilozof'un assos'ta yaptığı söyleşiyi dinlerken konuştuğu ve üzerine parmak bastığı konudur. kendisinin videosunu izlersiniz ama ben bir biyolog olarak bu konudaki düşüncelerimi mesleğimle bağdaştırmak istiyorum.
öncelikle insan ve makine ayrımını çok erken yapmaya başlamamız ve bunun da aslında aynı olmadığını savunanlar gibi aynı olduğunu da savunanları görebildiğimiz bir çağdayız. bu çağda makineleşme o kadar hızlı ki bizim algılama kapasitemizi düşürmekle birlikte bilgiye inanılmaz hızla ulaşabilmemizi sağlıyor.
peki insan ve makine arasındaki farkları ya da benzerlikleri tartışırsak neler çıkabilir?
öncelikle her şeyi başa saralım. insan organik bir yapıdır. bu organik yapıdaki her hücre birer canlı olmakla beraber her birinin gerek tek başına gerekse toplu halde bir işleyişi vardır. bu işleyişte bizim şu anki organizma olmamızı sağlayan bir işbirliğidir.
insan karbon bazlı bir canlıyken makine silikon, metal ya da daha farklı kaplamalardan oluşan bir üründür. bu üründe de canlılıktan bahsetmek ne kadar mümkündür?
işte bu noktada insan makine arasındaki fark bence canlılık ve canlı olma durumundan ortaya çıkan bir durum. canlılık ve canlı olma durumuna bakarak yapay zekanın bir canlı olmadığını söylemek ne kadar doğru?
canlı nedir? nefes alan, beslenen, uyuyan, üreyen bir organizma mıdır? o zaman virüsleri, prionları ve viroidleri ne yapacağız?
bana kalırsa burada asıl mesele canlılık ve canlı olma durumundan ortaya çıkan bir mesele temelde. yapay zekanın bir organizma değil makineler bütünü olduğunu hepimiz biliyoruz. henüz insanlaşma aşamasında bebek de olsalar yavaşça 50 yıl sonra belki bu gerçekleşebilecek mi? son yüzyılı düşünürsek mümkün bence. ancak o zaman bir organizma diyebilecek miyiz?
bir nokta daha söyleyeyim. yapay zeka henüz sadece verilen komutları yerine getirirken bir insan bunu yapmayıp aldığını dönüştürebilen bir organizmadır. bir şey söylendiğinde hepimiz bunu akıl süzgecimizden geçirerek gerçekleştiriyor veya itiraz ediyoruz.
yapay zekanın henüz insan ilişkileri bağlamında zayıf olduğunu ve insan psikolojisini ilgilendiren durumlarda şu an için yeri olmadığını söyleyebilirim. gelecekte bu konuda yeri olabilir mi bilmiyorum. baktığımızda yapay zeka sanat da üretebiliyor, hikaye de yaratabiliyor. bütün bunları ona verilen komutlarla yaparken kendi kendine hayal üretebiliyor mu? bağımsız şekilde bir şey üretebiliyor mu?
şu an için bunu yapamadığını düşünüyorum. yapabilir mi emin değilim ama yaparsa artık makineleşme çağının sone erdiğini ve insanların yeni bir forma kavuştuklarını söylemek mümkün olacak. cyborg değil insan olarak adlandırabileceğimiz bir forma.
yine de şunu eklemek istiyorum. bir canlının canlı olduğuna karar veren şey nedir? neden yapay zekayı biz ürettik diye onu canlı sınıfına koyamıyoruz. çocuk yapmakla yapay zeka arasında bir fark yok gibi gözükse de bu problemi yapay zeka ve insan etkileşiminde canlılık problemiyle çözebileceğimizi düşünüyorum.
sizin fikirleriniz ne bu konuda?
öncelikle insan ve makine ayrımını çok erken yapmaya başlamamız ve bunun da aslında aynı olmadığını savunanlar gibi aynı olduğunu da savunanları görebildiğimiz bir çağdayız. bu çağda makineleşme o kadar hızlı ki bizim algılama kapasitemizi düşürmekle birlikte bilgiye inanılmaz hızla ulaşabilmemizi sağlıyor.
peki insan ve makine arasındaki farkları ya da benzerlikleri tartışırsak neler çıkabilir?
öncelikle her şeyi başa saralım. insan organik bir yapıdır. bu organik yapıdaki her hücre birer canlı olmakla beraber her birinin gerek tek başına gerekse toplu halde bir işleyişi vardır. bu işleyişte bizim şu anki organizma olmamızı sağlayan bir işbirliğidir.
insan karbon bazlı bir canlıyken makine silikon, metal ya da daha farklı kaplamalardan oluşan bir üründür. bu üründe de canlılıktan bahsetmek ne kadar mümkündür?
işte bu noktada insan makine arasındaki fark bence canlılık ve canlı olma durumundan ortaya çıkan bir durum. canlılık ve canlı olma durumuna bakarak yapay zekanın bir canlı olmadığını söylemek ne kadar doğru?
canlı nedir? nefes alan, beslenen, uyuyan, üreyen bir organizma mıdır? o zaman virüsleri, prionları ve viroidleri ne yapacağız?
bana kalırsa burada asıl mesele canlılık ve canlı olma durumundan ortaya çıkan bir mesele temelde. yapay zekanın bir organizma değil makineler bütünü olduğunu hepimiz biliyoruz. henüz insanlaşma aşamasında bebek de olsalar yavaşça 50 yıl sonra belki bu gerçekleşebilecek mi? son yüzyılı düşünürsek mümkün bence. ancak o zaman bir organizma diyebilecek miyiz?
bir nokta daha söyleyeyim. yapay zeka henüz sadece verilen komutları yerine getirirken bir insan bunu yapmayıp aldığını dönüştürebilen bir organizmadır. bir şey söylendiğinde hepimiz bunu akıl süzgecimizden geçirerek gerçekleştiriyor veya itiraz ediyoruz.
yapay zekanın henüz insan ilişkileri bağlamında zayıf olduğunu ve insan psikolojisini ilgilendiren durumlarda şu an için yeri olmadığını söyleyebilirim. gelecekte bu konuda yeri olabilir mi bilmiyorum. baktığımızda yapay zeka sanat da üretebiliyor, hikaye de yaratabiliyor. bütün bunları ona verilen komutlarla yaparken kendi kendine hayal üretebiliyor mu? bağımsız şekilde bir şey üretebiliyor mu?
şu an için bunu yapamadığını düşünüyorum. yapabilir mi emin değilim ama yaparsa artık makineleşme çağının sone erdiğini ve insanların yeni bir forma kavuştuklarını söylemek mümkün olacak. cyborg değil insan olarak adlandırabileceğimiz bir forma.
yine de şunu eklemek istiyorum. bir canlının canlı olduğuna karar veren şey nedir? neden yapay zekayı biz ürettik diye onu canlı sınıfına koyamıyoruz. çocuk yapmakla yapay zeka arasında bir fark yok gibi gözükse de bu problemi yapay zeka ve insan etkileşiminde canlılık problemiyle çözebileceğimizi düşünüyorum.
sizin fikirleriniz ne bu konuda?
"knowledge is power."
bilgi, hayatımızı gerçekten sorgulayarak birçok konuda bilinç kazanmamızı sağlayan ve bir farkındalığa eriştiren yoldur aslında. çok bilgili insanlar tanıdım. bu bilgisiyle hava atanı, bilmiyorum diyemeyeni de oldu, o bilgiyi gerçekten özümsemiş ve gerektiğinde bilmiyorum diyeni de. kendi alanında olsa dahi bir şeyi bilmiyorum diyen oldu. bana bilgiye bir tanrısallık atfedeceksek tam da burada olmalı.
bilgili insanlara saygı duyuyorum gerçekten ve onların o bilgisinden faydalanıyorum ancak bilgiyi kendine saklayan insanı da asla anlayamıyorum. evet belli bir birikim sağlamışsın ancak bu birikimi aktarmadıktan veya bunu istemedikten sonra ne anlamı var ki o bilginin sende olmasının?
bu sebeple bilginin paylaşılması bence onu tanrısal kılar. hee, metafiziksel bir öge olarak görmeli miyiz? burası da ayrı konu olsun.
bilgi araştırılarak ya da okunarak elde edilir ancak birilerine sorarak bile birçok bilgiyi elde edebiliriz. birçok noktada farkındalık sadece kitaplara gömülerek değil birileriyle bunu tartışarak elde edilebilir. bilginin gücünü hafife almamak gerekir.
bilgi, hayatımızı gerçekten sorgulayarak birçok konuda bilinç kazanmamızı sağlayan ve bir farkındalığa eriştiren yoldur aslında. çok bilgili insanlar tanıdım. bu bilgisiyle hava atanı, bilmiyorum diyemeyeni de oldu, o bilgiyi gerçekten özümsemiş ve gerektiğinde bilmiyorum diyeni de. kendi alanında olsa dahi bir şeyi bilmiyorum diyen oldu. bana bilgiye bir tanrısallık atfedeceksek tam da burada olmalı.
bilgili insanlara saygı duyuyorum gerçekten ve onların o bilgisinden faydalanıyorum ancak bilgiyi kendine saklayan insanı da asla anlayamıyorum. evet belli bir birikim sağlamışsın ancak bu birikimi aktarmadıktan veya bunu istemedikten sonra ne anlamı var ki o bilginin sende olmasının?
bu sebeple bilginin paylaşılması bence onu tanrısal kılar. hee, metafiziksel bir öge olarak görmeli miyiz? burası da ayrı konu olsun.
bilgi araştırılarak ya da okunarak elde edilir ancak birilerine sorarak bile birçok bilgiyi elde edebiliriz. birçok noktada farkındalık sadece kitaplara gömülerek değil birileriyle bunu tartışarak elde edilebilir. bilginin gücünü hafife almamak gerekir.
şöyle bir görüntüsü var ve tabi ki bu bilgisayar sümilasyonlarıyla yapıldı. çünkü henüz bir kara cüceye rastlanmadı.
görsel
siyah cücelerin olamayacağının söylenmesinin sebebi oluşumları için geçmesi gereken sürenin evrenin yaşından daha fazla olmasıdır. bu süre 10^15*-10^25* arasında değişir.
kara cüceler kendi enerjilerini üretemeseler de eğer kendi boyutlarında bir kara cüceyle çarpışırsa içeriklerineki hidrojenler sayesinde yeniden hayat bulabilir. bu kadar ağır ve büyük iki kara cücenin çarpışması hidrojenlerin birbiriyle etkileşmesini sağladığından ve sayıları arttığından bir tepkime sağlayabilir. ancak burada durum iki kara cücenin çarpıştığında parçalanmadığı durum için geçerlidir. eğer ki çarpışmada parçalanırsa böyle bir durum söz konusu değildir.
daha detaylı bilgi için tık
görsel
siyah cücelerin olamayacağının söylenmesinin sebebi oluşumları için geçmesi gereken sürenin evrenin yaşından daha fazla olmasıdır. bu süre 10^15*-10^25* arasında değişir.
kara cüceler kendi enerjilerini üretemeseler de eğer kendi boyutlarında bir kara cüceyle çarpışırsa içeriklerineki hidrojenler sayesinde yeniden hayat bulabilir. bu kadar ağır ve büyük iki kara cücenin çarpışması hidrojenlerin birbiriyle etkileşmesini sağladığından ve sayıları arttığından bir tepkime sağlayabilir. ancak burada durum iki kara cücenin çarpıştığında parçalanmadığı durum için geçerlidir. eğer ki çarpışmada parçalanırsa böyle bir durum söz konusu değildir.
daha detaylı bilgi için tık
insanın ne kadar da ikilemli bir canlı olduğunu gözler önüne seren sözdür. mahkumiyetinden kopmak isteyen özgürlük hapishanesinde günlerini geçirir ve farkına bile varmaz özgürlüğün asıl hapishane olduğunun. belki de bundan dolayı korkar insanlar özgürlükten. çünkü en büyük mahkumiyet budur ancak insan bu mahkumiyetten kaçamaz.
iki gövdeli teknedir.
her ne kadar tarihi 17. yüzyıla uzanıyor dense de m.ö. 3. yüzyılda ıv. ptolemaios'a kadar uzanan tarihi vardır. onun yaptırdığı ilk teknenin de bir katamaran olduğu saptanmıştır. her ne kadar bu kadar eski bir tarihi olsa da türkiyede çok kullanılmazlar ve daha çok hindistan, brezilya ve antil adaları yerlileriyle amerikalılar arasında da oldukça sık kullanılır.
özellikle eski dönemlerden günümüze kadar gezi ve hobi amaçlı olarak gelse de yüksek hız ve sığ sularda gidebilme özelliğinden dolayı yarışlarda çokça tercih edilen bir tekne tipidir. özellikle america's cup'ta bolca kullanılır. öyle ki su ile sürtünmesini azaltarak uçuyormuşçasına gider.
amerikalı dümenci dennis conner katamaranları, araba kullanmayı ferraride öğrenmeye benzetmiştir hızına vurgu yapmak için. ayrıca teknesi winston ile atlantik'i 11 gün 8 saatte geçmiştir teknesiyle; ancak her rekor gibi bu da kırılmış jet services v adlı bir katamaranın aynı mesafeyi 6 gün 12 saatle geçtiğini belirtmiştir.
kaynak: gemiler sözlüğü - sezar atmaca
her ne kadar tarihi 17. yüzyıla uzanıyor dense de m.ö. 3. yüzyılda ıv. ptolemaios'a kadar uzanan tarihi vardır. onun yaptırdığı ilk teknenin de bir katamaran olduğu saptanmıştır. her ne kadar bu kadar eski bir tarihi olsa da türkiyede çok kullanılmazlar ve daha çok hindistan, brezilya ve antil adaları yerlileriyle amerikalılar arasında da oldukça sık kullanılır.
özellikle eski dönemlerden günümüze kadar gezi ve hobi amaçlı olarak gelse de yüksek hız ve sığ sularda gidebilme özelliğinden dolayı yarışlarda çokça tercih edilen bir tekne tipidir. özellikle america's cup'ta bolca kullanılır. öyle ki su ile sürtünmesini azaltarak uçuyormuşçasına gider.
amerikalı dümenci dennis conner katamaranları, araba kullanmayı ferraride öğrenmeye benzetmiştir hızına vurgu yapmak için. ayrıca teknesi winston ile atlantik'i 11 gün 8 saatte geçmiştir teknesiyle; ancak her rekor gibi bu da kırılmış jet services v adlı bir katamaranın aynı mesafeyi 6 gün 12 saatle geçtiğini belirtmiştir.
kaynak: gemiler sözlüğü - sezar atmaca
birçoğu italyanca hatta cenevizceden terimlerdir. yıllar içerisinde latince kaynaklı kelimeler de eklenerek yeni dünyaları keşfeden denizci milletlerin yepyeni olanaklar yaratması, yeni teknolojiler üretmesi ve yenilikler yapması sayesinde günümüze kadar gelmişlerdir.
bilgiyi verdiğime göre tek bir şey diyebilirim. eğer öğrenmeye niyetiniz varsa yepyeni bir dil öğrendiğinizi hayal ederek girin bu yola. gerçek bu çünkü. yepyeni bir dil var karşınızda ve en ince ayrıntısına kadar hepsinin bir ismi var. bazen kaldıramayacağınız terimler olacak özellikle ingilizcesi ile öğrenecekseniz neden diye çok soracaksınız.
en basit örnek alesta kelimesi. ingilizcesi ready. evet tahmin ettiğiniz gibi hazır olmak anlamına geliyor ve sorguladığınız şey de şu oluyor. neden bizde alesta iken yabancılar ready diyor sadece? bizde de hazır ol denemez miydi?
benim gibi sorguluyorsanız yanarsınız anlayacağınız. yine de keyiflidir öğrenmesi. yalnız tekne eğitimi almıyorsanız unutacaksınız ancak tekneye çıktığınızda öğrenirsiniz. yani umarım öyledir.
bilgiyi verdiğime göre tek bir şey diyebilirim. eğer öğrenmeye niyetiniz varsa yepyeni bir dil öğrendiğinizi hayal ederek girin bu yola. gerçek bu çünkü. yepyeni bir dil var karşınızda ve en ince ayrıntısına kadar hepsinin bir ismi var. bazen kaldıramayacağınız terimler olacak özellikle ingilizcesi ile öğrenecekseniz neden diye çok soracaksınız.
en basit örnek alesta kelimesi. ingilizcesi ready. evet tahmin ettiğiniz gibi hazır olmak anlamına geliyor ve sorguladığınız şey de şu oluyor. neden bizde alesta iken yabancılar ready diyor sadece? bizde de hazır ol denemez miydi?
benim gibi sorguluyorsanız yanarsınız anlayacağınız. yine de keyiflidir öğrenmesi. yalnız tekne eğitimi almıyorsanız unutacaksınız ancak tekneye çıktığınızda öğrenirsiniz. yani umarım öyledir.
tam olarak dümdüz etkidir.
ışığın belli bir dalga boyunda olması onu o renkte görmemizi ve algılamamızı sağlayan yegane şeydir. aynı şekilde frekansı da öyle. örneğin morötesi ışınları insan gözü görmez. bizim görme biçimimiz de ışığın iletilmesi ve yansıtılmasından ibarettir. aynı şekilde bitkilerin o renklerde görülmesi de öyle.
elektromanyetik spektrum da her birinin dalga boyu ve frekansı veriliyor. insan gözünün görebildiği belli bir frekans var. 400-800 nm arası bu da. aslında bizim gördüğümüz ya da renklerin oluşmasını sağlayan şey tamamen yansıtma-soğurma ilişkisinden ibaret.
bitkiler üzerinden gidersek yeşil rengi tamamen yansıtırlar ve evet yeşil renkte olmalarının sebebi bu ancak soğurdukları renklerde de renk değişimi gerçekleşiyor.
gözümüzdeki koni ve çubuk hücrelerimizin de çok güzel bir işlevi var bu konuda. siyah beyazı görmemiz çubuk hücrelerinde, renkleri görmemiz de koni hücrelerinde gerçekleşir. bu da dünyayı algılamamızın bir diğer yoludur.
aslında ışık dediğimiz şey de belli bir enerji ve dalga türüdür. bu da bizim görebileceğimiz bir dalga boyunu da gösterir yukarıda yazdığım gibi.
neyse konu uzun fotoreseptörlere kadar gider konu ama o da başka zamana kalsın.
ışığın belli bir dalga boyunda olması onu o renkte görmemizi ve algılamamızı sağlayan yegane şeydir. aynı şekilde frekansı da öyle. örneğin morötesi ışınları insan gözü görmez. bizim görme biçimimiz de ışığın iletilmesi ve yansıtılmasından ibarettir. aynı şekilde bitkilerin o renklerde görülmesi de öyle.
elektromanyetik spektrum da her birinin dalga boyu ve frekansı veriliyor. insan gözünün görebildiği belli bir frekans var. 400-800 nm arası bu da. aslında bizim gördüğümüz ya da renklerin oluşmasını sağlayan şey tamamen yansıtma-soğurma ilişkisinden ibaret.
bitkiler üzerinden gidersek yeşil rengi tamamen yansıtırlar ve evet yeşil renkte olmalarının sebebi bu ancak soğurdukları renklerde de renk değişimi gerçekleşiyor.
gözümüzdeki koni ve çubuk hücrelerimizin de çok güzel bir işlevi var bu konuda. siyah beyazı görmemiz çubuk hücrelerinde, renkleri görmemiz de koni hücrelerinde gerçekleşir. bu da dünyayı algılamamızın bir diğer yoludur.
aslında ışık dediğimiz şey de belli bir enerji ve dalga türüdür. bu da bizim görebileceğimiz bir dalga boyunu da gösterir yukarıda yazdığım gibi.
neyse konu uzun fotoreseptörlere kadar gider konu ama o da başka zamana kalsın.
sinan sertöz kitabı.
bir dünya düşünün. onu tanımak için belli başlı gizemleri çözmek veya onları yaratmak zorundasınız. bu dünyada tek bir yer yok her yeri apayrı bir gizem olarak sunuluyor ve her bir gizemi sadece bir yerde çözebilip dünyanın tasarımını ortaya çıkarmak için binlerce yıl çalışıyorsunuz.
insanlığın var oluşundan beri var olan gizemler tek tek aydınlanmaya başlayınca o aydınlıkla elinizde gerek bir aletle gerekse sadece kendinizle var olarak kumsal, dağ, tepe veya okyanus demeden bir dünyanın geleceğine ışık tutuyorsunuz.
sizi anlamayan olacakları da düşünerek yılmadan ya da yarın öleceğinizi bildiğiniz halde yanan ateşe biraz katkı için çırpınıyorsunuz gencecik yaşınızda. bazen kral oluyorsunuz ve nesiller sizi tanıyor bazen ise asla kıymetiniz bilinmeyerek eserleriniz yok oluyor. sonucunda ölüm olan bu dünyada kıymetiniz hiç ummadık hızla anlaşılabiliyor.
doğanın her basamağını çözmek için gereken bir dil yaratıyor ya da o dili çözüyorsunuz. yetmiyor bazı problemleri çözmek için yepyeni bir matematik icat ediyor ya da keşfediyorsunuz.
siz keşiflere devam ederken biri de bunu yıllar sonrasında hayranlıkla yazıyor. her matematik sevgisi olan kişinin okuyacağı ya da izleyeceği bir eser bırakıyor.
çok hızlı okunabilen ve matematiğe bakışınızı değiştirebilecek çok sade bir kitap. okuyun okutturun.
bir dünya düşünün. onu tanımak için belli başlı gizemleri çözmek veya onları yaratmak zorundasınız. bu dünyada tek bir yer yok her yeri apayrı bir gizem olarak sunuluyor ve her bir gizemi sadece bir yerde çözebilip dünyanın tasarımını ortaya çıkarmak için binlerce yıl çalışıyorsunuz.
insanlığın var oluşundan beri var olan gizemler tek tek aydınlanmaya başlayınca o aydınlıkla elinizde gerek bir aletle gerekse sadece kendinizle var olarak kumsal, dağ, tepe veya okyanus demeden bir dünyanın geleceğine ışık tutuyorsunuz.
sizi anlamayan olacakları da düşünerek yılmadan ya da yarın öleceğinizi bildiğiniz halde yanan ateşe biraz katkı için çırpınıyorsunuz gencecik yaşınızda. bazen kral oluyorsunuz ve nesiller sizi tanıyor bazen ise asla kıymetiniz bilinmeyerek eserleriniz yok oluyor. sonucunda ölüm olan bu dünyada kıymetiniz hiç ummadık hızla anlaşılabiliyor.
doğanın her basamağını çözmek için gereken bir dil yaratıyor ya da o dili çözüyorsunuz. yetmiyor bazı problemleri çözmek için yepyeni bir matematik icat ediyor ya da keşfediyorsunuz.
siz keşiflere devam ederken biri de bunu yıllar sonrasında hayranlıkla yazıyor. her matematik sevgisi olan kişinin okuyacağı ya da izleyeceği bir eser bırakıyor.
çok hızlı okunabilen ve matematiğe bakışınızı değiştirebilecek çok sade bir kitap. okuyun okutturun.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?