confessions

siyah anka

1. nesil Yazar - 5. Seviye Şovalye - Yazar

  1. toplam entry 132
  2. takipçi 8
  3. puan 9970

zihinsel obezite

hercule poirot
yerli yersiz, gerekli gereksiz, eski yeni fark etmeksizin her türlü veriyi akıl odalarında devamlı surette depolayan beynin bir müddet sonra alarm vermeye başlayıp öğrendiği onca bilgiyi yerinde/zamanında uygulayamaması ve etrafında olup biten hiçbir şeye doğru tepkileri gösterememesi hezeyanı.
1
ragazzo solo ragazza sola ragazzo solo ragazza sola
Rabbim sen koru...
Başıma gelme ihtimali yüksek, hayatta hiçbir şeyi yerinde ve zamanında yapamıyorum...

topal osman ağa

ulu türk



1883 giresun doğumlu milli mücadele kahramanıdır.
giresun eşrafından feridunzâde hacı mehmet efendi'nin oğludur. 1912 balkan savaşları'na katılmaması için babası tarafından askerlik bedeli ödenmiş fakat bunu kabul etmeyerek cepheye gitmiştir.

çorlu yöresindeki bir çarpışmada diz kapağına aldığı şarapnel parçası yüzünden yaralanmış ve bu yaralanma yaşamının geri kalanında kalıcı bir iz bırakarak ''topal'' olarak anılmasına sebep olmuştur.

bacağının bu haliyle bile birinci dünya savaşı'na gitmiş, ruslara karşı harşit savunması'na katılmış ve batum'a ilk giren müfreze içinde yer almıştır.
rusların 1916 nisan ayında trabzon'u işgali sonrasında yöredeki rumlar çeteleşerek türklere katliamlar yapmaya başlamıştır.
cepheden dönen osman ağa hemen bu pontus çetelerine karşı örgütlenmeye başlamış ve mücadeleye girişmiştir.
mondros mütarekesi sonrası osmanlı'nın savaştan çekilmesiyle rus işgali son bulmuş ama pontus tehlikesi devam etmiştir.
topal osman'ın yöredeki rum çetelere verdiği ağır kayıplar artınca rum çeteler işgal güçlerinin yüksek komiserliklerine şikayette bulunmuşlardır.
bu şikayetleri dikkate alan ingilizler istanbul hükümetine baskı kurarak topal osman'ın ve çetesinin dağıtılmasını istemiştir.
yöredeki sulhu sağlamak ve türk direnişini dağıtmak görevi ise mustafa kemal paşa'ya verilmiştir.

19 mayıs 1919 günü samsun'a ayak basan atatürk, istanbul'dan aldığı emrin tam tersini uygulamış, topal osman'ı yakalayıp çetesini dağıtmak yerine onunla işbirliğine gitmiş,10 gün sonra havza'da görüştüğü topal osman'dan pontus'la olan mücadelesine son vermemesini bilakis hızlandırmasını istemiştir.
eylül 1920'de ''giresun gönüllüler taburu''nu kurmuş, bu tabur ermeni saldırılarında önemli görevler almış daha sonra atatürk'ün yakın korumalığını yapan 100 kişilik bir muhafız birliği olarak tesis edilmiştir.

mart 1921'deki koçgiri isyanı'nı başarıyla bastırmış, bu başarısından dolayı ingiliz işbirlikçileri tarafından yapılan asılsız propagandalara maruz kalmıştır.
özellikle topal osman ağa'ya atılan iftiralar kürtçülük akımının militanlarından nuri dersimi denilen şizofrenin mesnetsiz söylemleri ile şekillenmektedir.
lozan görüşmelerine ve atatürk'e mecliste sert muhalifliği ile bilinen ali şükrü bey cinayetine bilerek adı karıştırılmış ve uğradığı kumpası gururuna yediremeyerek 2 nisan günü çankaya sırtlarındaki papazın bağı mevkiinde düzenli ordu birlikleriyle çatışarak ölmüştür.
naaşı, atatürk'ün giresun'u ziyaretinde verdiği emir üzerine 1925 yılında kalenin en yüksek tepesinde yaptırılan anıt mezara nakledilmiştir.
bugün bile medyada köşe başlarını tutmuş içimizdeki kürtçü ve ermenici çeteler tarafından vatansever topal osman ağa'nın aziz hatırası kirletilmeye çalışılmaktadır. yüz yıl önceki ihanetlerini ve ardından yenilgilerini hazmedemeyişleri aşikardır.

atatürk'ün can dostu, koruması, dava arkadaşı, türk milletinin yurtsever ve yürekli evladı topal osman ağa her türk gencinin minnetle anması gereken büyük bir kahramandır.
aziz ruhu şad olsun.

aile büyüğü

hercule poirot
tırt tecrübelerini gerçekte zerre kadar sevmeyip hiçbir zaman onaylamadıkları gençlerin psikolojileri üzerinde test etmeyi kendilerine hak gören, durup dururken uyduruk ve faydasız nasihatler savurmaya ve hindi gibi kabarıp gönlünce şişinmek üzere ortam yaratmaya hazır olan, çoğunlukla eski kafalı ve yeniliğe kapalı, suratsız, hadsiz uzak/yakın akraba kişileri.

hayatındaki çoğu şey yolunda olmasına rağmen mutlu olamayan insan

camus
mutluluğun baki bir şey olduğunu düşünen insandır. hayat sadece siyah ve beyazlardan oluşmaz ve kalıcı mutluluk diye bir şey yoktur.

ne insanı mutlu eder? sevdiği kişiyle vakit geçirmek, aşık olmak, çikolata yemek?... örnekleri elbette çoğaltabiliriz ancak o çikolatayı yedikten 1 dakika sonra yeniden normale döneceksin.

Ayrıca mutlu olmak için mutsuz olmama durumunun gerçekleşmesi de yeterli değildir. kötü durumun noksanlığı iyi durumları ortaya çıkarmayabilir.

little albert deneyi

Yazar cizer
Little albert deneyi yada türkçe ismiyle Küçük Albert deneyi 20. Yüzyılın başlarında bir çocuk üzerinden koşullaştırma ve koşullaştırılmış korku üzerine yapılan deneydir.

Denek bir çocuk olduğundan elbette ki etik bir denek değildir ancak o dönemler psikoloji terimi bile tam oturmadığından psikolojik ahlak veya deneylerde bir kısıtlama yoktu.

Deney John Broadus Watson isimli davranış bilimci psikolog tarafından yapılmıştır.

11 aylık bir çocuk süt annesinden alınarak ailesinin dahi haberi olmadan denek malzemesi olarak kullanılmıştır. Öncelikle çocuğun tepkilerini ölçmek adına çocuğa fare, maymun, tavşan, Köpek gibi tüylü hayvanlar gösterilmiş çocuğun korku göatermediği hayvanların tüyleriyle merakla oynadığı kısmen sevdiği gözlemlenmiştir. Daha sonra pamuk, maske, yün gibi yine tüylü eşyalar gösterilmiş cocuk belirgin bir korku göstermeden onları da ilgiyle okşamıştır.

Daha sonra ise denek başladığında çocuğa bir tavşan gösterilir tavşanı sevmeye kalkınca bir çubukla masaya vurarak yüksek ve rahatsız edici bir ses çıkartırlar çocuk tavşandan uzaklaşıp sesin korkusuyla ağlamaya başlar.

Denek bir hafta kadar bu şekilde uyarılır. 2. Hafta ses olmasa dahil çocuk tavşandan korkup yumuşak kürkünü sevemez ve ağlayarak kaçmaya çalışır yürüyemediğinden sadece 12 aylık olduğunden ağlayıp kendisini yana yatırmakla yetinir.

Peki tavşan gibi tüylü bir canlıya karşı koşullanan çocuk diğer tüylü hayvanlara karşıda koşullanmışmıdır? Deneye göre evet çocuk diğer tüylü havanların hatta pamuk, maske gibi tüylü şeylerin de yüzeyine tepki göstererek ağlar.

John Broadus Watson 'un son bir sorusu kalmıştır. Bu koşullanma geçici mi? Kalıci mı? Bir ay kadat deneye ara verilir bu araya rağmen çocuktaki korkular devam eder.

Denek burada sonlanır albert süt annesine geri verilir.

Watson bu deneyi bir kaç psikoloji dergisine yollar sizce bir çocuk üzerinde yapılan bu deneyin cezası yada karşılığı ne olmuştur? Sayısın övgü ve saygı kazanan watson bugün dahi ilk koşullaştırma yapan bilim adamı olarak kitaplarda geçer.

Peki ya albert? Albertin ailesinin kimliği deneyden sonra açıklammaz. Ve albert'in de akıbeti belirsizdir.

komşu

hercule poirot
hiç grev yapmadan, pazar günleri bile çalışan, apartmanın ikinci katındaki fabrikanızdan dolayı sizi candan kutlarım. büyük bir icat üzerinde çalıştığınızı tahmin ettiğimden, bu saate kadar kıyıp da fabrikanızın çalışmasını engellemek istemedim.

ama böyle giderse, her zaman faal olan fabrikanızın altında çalışıp para kazanamayacağımdan, bizim aileyi de geçindirmek size düşecek.

çok uzun zamandan beri fabrikanız çalıştığına göre, bir büyük gemiyi parça parça yapmakta olduğunuzu tahmin ediyorum.
herhalde parçaları birleştirip gemiyi yapınca hepimizi şaşırtacaksınız. artık bugün akşam olmak üzere.

acaba fabrikanızı bir iki saat paydos edip biraz da benim çalışmama müsaade eder misiniz?
bu iyiliği bir yazardan esirgemeyeceğinizi düşünerek, size hürmet olarak imzalı bir kitabımı gönderiyorum.

en iyi komşuluk duygularımla...

aziz nesin

mutsuzluğu denemek

alaskan crab
nikomakhos, aristoteles'in oğludur ve aristo, nikomakhos'a etik diye bir kitap yazar. Kitapta ahlakın neliği, insan neye yönelmeli, iyi biri nasıl olunabilir tarzı sorular sorulur ve cevapları aranır. Bu kitabı oğluna bırakarak, ona ahlak konusundaki düşüncelerini aktarmayı amaçlar. Kitapta mutluluk için debelenmenin, ne kadar ahlaklı olduğu da tartışılır. Bir eylem, hangi amaçla gerçekleştirilir? mutlu olmak mı? öyleyse bizi mutlu edecek eylemleri yapmamız gerekir. Yapılan çoğu eylem anında bir mutluluk getirse de, uzun vadede sorun çıkartabilir ya da şu an bir mutluluk getirmiyor olsa da, çok sonradan bize aşırı fazla mutluluk sağlayacağı vaadinde olabilir. Mutlu olduğumuz anlar düşünüldüğünde, çoğu zaman bizim bir eylemimizden sonra bile olmaz, öylesine ortaya çıkar, başkalarının yaptığıyla.

Görüldüğü üzere mutluluk oldukça muğlak ve anlaşılması güç, kafeslenemeyen, anında sönüp gidebilen bir yapıdadır. Mutluluktan herkes farklı şey anlar. Fakir zenginliği, hasta, sağlıklı olmayı, bilgisiz, bilgi edinmeyi Öyleyse eylemlerimizin amacı olmamalı der aristoteles.

Viking dizisinde de, mutlu olmadığı için, bazı şeyleri yapmak istemeyen oğluna, ragnar, "kim sana mutlu olman gerektiğini söyledi?" der.



insanın ilgisi hep başka şeye kayar. Bir şeyi elde ettiğinde, ona olan ilgisi biter ve hemen başka bir şeye yönelir. Bu sınırsız istek çemberinde, doyuma ulaşmak imkansızdır, mutluluk genelde doyum olarak anlaşılır, anlık elde edilen şeyler, geçici olduğu için, tam mutluluğu karşıladığı düşünülmez.

Biz insanlar kavramları zıtlıklarla anlamlandırırız. Bir şeyin varlığı bizi sevindiriyorsa, yokluğu üzdüğü içindir. Tanrı eğer mutsuzluğu yaratmasaydı, mutlu olmanın ne olduğunu bilemezdik. Bu nedenle yokluğu severiz, varlığı yücelttiği için.

varoluş sancısı

alaskan crab
Çoğu insanın pek anlam veremeyip dalga geçtiği duygudur. Aslında insana hastır ve her insan aşağı yukarı bu duyguyu yaşar. Kimisi derinden hisseder, kimisine bir ürperti olarak gelir, sonra dine sığınılarak geçer. Hayatımın büyük bir bölümünde bunu içten yaşamış biri olarak, her insanın derinden yaşaması gerektiğine inandığım bir yerdedir. Şimdilerde hayatım yoğun ve düzenli olmasından dolayı derinden hissedemediğim durum. Cioran bunu, insanın hayatının bayağılığa gömülmesi olarak görür. Evet normal ve düzenli yaşamak, aslında yaşamın illüzyonuna kapılıp, gerçek olanı unutmak ya da ertelemek anlamına geliyor. Heideggerde hergünkülük kavramı da bu bayağılığa eş değer sayılabilir.

Eskiden bu duygunun tırmandığı zamanlarda yazdığım bir yazı aklıma geldi, buldum yazıyı, buraya da koyuyorum.

"insan kendinden korkar mı? ben korkuyorum. Bir gün aydınlanma adı altında kafayı yiyip, her şeyi bırakıp siktir olup gitmekten korkuyorum. Aslında temel korkum bu değil. Korkumun temeli böyle bir delilik geçirdikten sonra zamanla tekrar akıllanmak. Delirdikten sonra akıllanmazsanız eğer bunu bilemezsiniz ve acı da bilinçsiz olduğu için ruhsal çöküntüler çok daha az hissettirir kendisini. Buradan çıkan sonuç, varlığımızı en derinlerde hissettiren şeyler acılardır. Sevmek gibi şeyler de ileri sürülebilir elbette ancak sevmenin temelinde de bir acı gizlidir. Malum zıtlıklarla ve kıyasla anlıyoruz, öyle bir düşünce yapımız var.

Benim yaşamak adına diğer insanlar gibi motivasyonum yok diye çırpınıyorum ama belki de bana gecenin dördünde uykumun kaçmasına ve tekrar sartre'da bulantı, kierkegaard'ta endişe, Heidegger'de kaygı, Jaspers'da acı olan bu duyguyu yaşatan şeyin bizatihi yaşama isteğim ve motivasyonum olması oldukça ironik. Belki de ölüm üzerine bu kadar düşünmenin temeli, herkesten çok yaşamı sevmemdir. Yaşamın anlamsız olmasından dem vurmamın sebebi, herkesten çok anlamı sevmemdir. Ölümün gizemi karşısında yaşamın kötü bile olsa bilinebilirliğini tercih etmemden çok daha öte anlamlar yüklememdir belki de hayata.

Sebep her ne olursa olsun, bu şeyleri derinlemesine yaşamam ve bu sıkıntılarımı diğer insanlarda görememem beni yalnızlaştırdı. Görüştüğüm, konuştuğum, mesajlaştığım, okuduğum, dinlediğim her şeyde bu kaygıya sahip zihinler aradım. Bu zihinlerde bu kaygı bulamaz isem eğer bu kaygıyı ben yerleştirmeye kalktım. Etrafıma mutluluk yerine zehir saçtım kısaca. Yalnızlığımın dindiği zamanlar olmadı değil tabi.

bu kaygılar üzerine küçük bir sohbet, geçmişte bu kaygıları taşımız bir düşünürün kitabında geçen hüzünlü cümleler hep bu yalnızlığı dindirmeme yardımcı oldu. Şu an bana buraya bunları yazdıran şey de gene yalnızlığım.

Yazmak cioran'a göre Yalnızların da yalnızı olan Tanrı'ya bir yakarış ve Tanrıyla bir konuşma çeşididir. inançlı biri değildi kendisi ama inançsız olduğu da söylenemez. Bu eylem bir yalnızın başka ve daha yüce bir yalnız karşısında çırpınmasıdır."
8
marla marla
Yazdıkların oldukça acı ancak etkileyici. Bu konuda yalnız olmadığını bilmek çok iyi biliyorum ki bir halta yaramayacak ama bu şekilde düşünen tek insan değilsin. Günlük rutinlerle, yoğunlukla devam ediyor olma hali sadece geçici bir unutma hali sağlıyor. Kafanın boşaldığı veya aynaya baktığın ilk anda o duygu gelip göğsündeki yerine yerleşiyor. Kaçışın yok, kurtuluş çaban anlamsız. Seni birilerinin anlıyor olma hali bile beyhude bir avuntu. Aynı kaygıya sahip bir zihni fark etmek veya bulmak da değil mesele. Buldun işte, ne değişti? Henüz çok küçük yaşlarda doğum günü pastamı üflerken içimden bir dilek tutmamı söylediler. Dileğim, gerçekleşmesini istediğim hiçbir şey yok dedim ve etrafımdaki neşeli ortamın bir anlık sessizliğe gömülmesine neden olduğumda ilk defa zehirli ruhumu fark etmiştim. Çok düşündüm, kendimi sorguladım ama artık kendimi olduğum gibi kabul etme evresine geçtim. İnanılmaz bir rol yapma yeteneği geliştirdim. Sadece benzer kaygıları taşıyanlar mutlu gülümseyen insanın gerçek yüzünü anlayabiliyorlar.
alaskan crab alaskan crab
Normalde senin küçük yaşta idrak ettiğin şeyi, insanlar epey zaman sonra yavaş yavaş anlamaya başlıyorlar. Şu okul bir bitsin, şu kişiyle partner olayım, şu arabayı alayım vs şeyler, yavaş yavaş olmaya başlayınca dank ediyor insana. Esas istenilen şeylerin onlar olmadığını anlıyor. İnsan sanki Tanrı'nın büyük bir şakasıymış gibi. Asla ulaşamayacağı şeyleri arzulayıp duran, bu nedenle de hiçbir zaman o istediği kesintisiz mutluluğa ulaşamayacak olan büyük bir şaka. Dediğin gibi pek bir çözümü olmasa da, bu küçük konuşmalar işe yarıyorlar. Senin doğum günü hikayeni ve yazını görmemiş olacaktım bunları paylaşmasaydık :D
succulent succulent
Geçmişte yazdığın ve buraya eklediğin yazıda bir Sebahattin Ali kalemi hissettim. Sanki onu okuyor gibi oldum. O da bir çok kitabında bu varoluşsal sancıları benzer kıvranmalarla anlatır.
alaskan crab alaskan crab
Varoluş edebiyatta da çok fazla kendini gösteren bir akım olduğu için, olabilir, okumadığım için bir şey diyemem.
succulent succulent
Ben de kürk mantolu madonna ve içimizdeki şeytanını okudum sadece
siyah anka siyah anka
şimdi bende burada bir şeyler söylemek sterdim ama aklıma ilk cümlenizden bir anı geldi. anlatmayacağım ama insanlar gerçekten bunu anlayamıyor maalesef. bizim mi çok boş zamanımız vardı yoksa onların mı hiç boş zamanı yoktu bilemiyorum. küçümsenmesini geçtim insanın kendini anlayabilecek bir kişi bile bulamaması acı verici gerçekten. arasan da fayda etmiyor. defalarca konuşsan da anlayamıyorlar. orada yazdınız ya bunu ben yerleştirmeye çalıştım diye bende yaptım en azından belli sorularla oluşturmaya çalıştım ama olmuyor.

gerçekten belki de düşünmek ve bu sancıyı çekmek boş iştir ya da o kişiyi asla bulamayacağız ama onu bulma isteği bizi ayakta tutuyor kim bilir? aman neyse şimdi derin konuşmalar yapamayacağım.

yazdıklarınız dokundu ondan yazayım dedim sadece. o insanı ben bulamayacağımı biliyorum ama umarım siz bulursunuz.
alaskan crab alaskan crab
Eski bir dostumun da dediği gibi, bir derdim var bin dermana değişmem. O dert bu dert işte. Hiçbir şey onu geçirmiyor, tamamen kendi başınıza onunla yüzleşmeniz gerekiyor, arada kendini sızlayarak hatırlatıyor, esas olanı düşünmenize hizmet ediyor. Benim zamanında yaptığım hata gibi, suyunu çıkarıp, o acıyı en derinden yaşamaya çalışmadığınız sürece, zaten hayatın içine gömülüp kolayca unutabiliyorsunuz. O nedenle, bu acıyı kabul edip, arada selam veren, insanı insan yapan bir acı olarak anlayıp, çok fazla kurcalamamak gerekiyor.
siyah anka siyah anka
ben düştüm düşeceğim kadar artık bir şey hissetmiyorum :) o yüzden sıkıntı yok :)

her şey olacağına varır

alaskan crab
Bunun farklı bir versiyonunu kullanıyorum. Bu versiyonu çok kaderci ve başımıza gelen şeylerde önümüzü ilikleyip devam etmeyi gerektiriyor ki karakterime aykırı, en sevmediğim insan tipidir, bir şeye uğraşmaz ve olan olaylara da tepkisi, başına gelenleri değiştiremezsin, napalım çekicez şeklindedir. Benim versiyonumda, çok uzakta bir şeye atıf varsa ve şu an o sorunla uğraşmak istemiyorsam, "bu durum ilerideki benin problemi, eminim o bir şeyler düşünecektir ancak şu an değil" diyorum. Hem her şey olacağına varır gibi bir durum çıkıyor, hem de o aşırı edilgen durum ortadan kalkıyor.
16
succulent succulent
Sorunları önem sırasına göre ötelemek gibi bir şey aslında.
alaskan crab alaskan crab
Evet, aslında yine olacağına varıyor ama ince bir nüansla :D
succulent succulent
Belki de müdahale etsek de etmesek de, bir çaba göstersek de göstermesek de aslında olacak olana varıyordur. Bilemiyorum. Derin bir mevzu
alaskan crab alaskan crab
Belki de öyledir, spinoza'nın da dediği gibi havaya atılan bir taş düşünebilseydi, kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı. Bizim de böyle bir illüzyonumuz olabilir ancak buna rağmen bile, Eğer kötü bir şeye karıştığımda, kaderci bir yaklaşımla hiç çaba göstermeden o şeye şahit olmam durumuyla, çaba gösterip ancak sonucun asla değişmediği durum göz önüne alındığında, ben ilkinde olmak isterdim. Sonuç değişmese dahi, burada bir tutum var. Tanrı'nın var olduğunun düşünüldüğü bir senaryoda, bu çaba çok değerleniyor. Tanrı yoksa da, varoluşçu düsturla, yine değerli.
succulent succulent
Onunda adı ben elimden geleni yaptım rahatlığı bir tür vicdan muhasebesi, kendi üzerimizde iç rahatlama girişimi
alaskan crab alaskan crab
öyle zaten, insan olarak kendimizi diğer canlılardan ayırıyoruz, bu ayrımı da akılla, yani karar verme yeteneğimizle yapıyoruz. Tek ayrımı bu olan biri, bunu kullanmazsa ne anlamı kalıyor. Çalmayan bir flüt, yanmayan bir ampül neyse, kendi sorumluluğunu alıp, karar vermeyen bir insan da o. Hayvandan farksız, havada rastgele süzülen bir yaprak, yelkensiz bir gemi gibi.
succulent succulent
Çok haklısın. İnsanı insan yapan bu. Doğru da olsa yanlış da olsa karar verebilme yetimizi kullanmamız gerekiyor her türlü mücadele için.
marla marla
:d aynı başlık ancak yorumlarda felsefi düşünce farkı ortaya çıkmış hemen.
succulent succulent
İnsanların bakış açılarını görmeyi çok seviyorum. Bazen takılıp kaldığım noktada kafamın içinde bir ampul yanıveriyor. Sanki birden bir şeyler aydınlanıveriyor. O yüzden benim için değerli.
alaskan crab alaskan crab
Diyalektiğin güzelliği bu, bazen öyle bir çembere düşüyoruz ki, etrafımızdaki herkes aşağı yukarı öyle düşünüyor. Bu tarz platformlarda takılmanın iyi yanı ise, çember dışından bambaşka bir bakış açısı ve söyleme maruz kalıyoruz ve o sarsılmaz sandığımız düşüncenin sallanışını görüyoruz. Her açıcan yararlı bana kalırsa.
succulent succulent
Ben de buna katılıyorum. Uzun yıllardır sözlük kullanıyorum. Başka meşhur platformlarda da yazarlık yaptım. Şimdi burası seçili insanların yeri. O yüzden daha sözgeçli bir düşünce tarzıyla daha yalın bir platform gibi. Bazı şeyleri atlamadan görüşlere ulaşabiliyorsun.
siyah anka siyah anka
aslında evet napalım çekicez demek ama mecbur olabiliyoruz buna maalesef. bazı şeyler asla değişemiyor çünkü hayatta. istediğimiz kadar uğraşalım değiştiremeyeceğimiz şeylerin olması can sıkıcı. bu arada anda kalabilmeniz güzel tebrik ederim :)
alaskan crab alaskan crab
anda kalmak çok zor iş, pek becerebildiğim söylenemez. Genelde ya geçmişi deşerken ya da geleceği tasarlarken buluyoruz kendimizi.
siyah anka siyah anka
bende öyleyim maalesef ama en azından bir sorun olduğunda anda kalabilme yeteneğiniz var yazdığınıza göre :)
alaskan crab alaskan crab
evet var galiba, kafama vura vura öğrettiler bir şeyler
siyah anka siyah anka
hahaha en azından öğrenebilmişsiniz bu da bir kazanım :D

albert camus

alaskan crab
Felsefi söylemlerini edebiyat ve doğal olarak, onun aracılığıyla sunduğu sezdirme yöntemiyle ele alır. Memurluk yaptığı ve bunun insan için olabilecek en kötü şeylerden biri olduğunu düşündüğü sıralar, aşırı can sıkıntısı ve bir şeylerin asla sonuca ulaşamaması gibi düşünceleri zaten vardır. Bu altyapısıyla bir de Sartre'la tanışır ve o kaçınılmaz şey olur. İflah olmaz bir varoluşçu. Yazılarında da zaten karakterler üzerinden, okuyuculara bu temassızlığı hissettirir. Absürd olanı olabildiğince ortaya koymaya çalışır. Örneğin veba kitabında, ateist bir doktor, elinden geldiğince, kendinden çok büyük fedakarlıklar yaparak insanları kurtarmaya çabalar. Bunu alaycı bir şekilde dile getiren papaz, o kadar uğraşmasına rağmen, bir ödülün olmadığına inanmasına aklı almaz, anlam yoksa, bu uğraşın sebebini sorar. Absürd olan da budur zaten, anlam olmadığı halde, anlam yaratmak, her şeye rağmen bir şeylere sarılmak ve çabalamaktır. Bu yola gidilmediğinde, öteki yol intihar oluyor. Sisifos'da bunu daha da açık dile getirir. Tüm tekrarlı ve anlamsız eylemlere rağmen, o mutludur ve kendi anlamını yaratır der.

En büyük sorun olarak ortaya koyduğu intiharı da aslında Sartre'ın fikirlerinden çok etkilenerek aşmaya çalışır. Sartre, intiharın, saçmanın saçmaya gömülmesi olarak niteler varlık ve hiçlik kitabında. Bu şu anlama gelir, intihar denen şey, karar verilmesi gereken bir yerdedir. intiharın kararı denilen şey ise, hayat içerisinde başımıza gelenleri tartıp biçerek olur. Oysa intiharın doğası gereği, bu olay başımıza gelenleri ortadan bir anda kesmektedir. Bir mahkeme düşünün, davacıyı dinliyorlar ve sıra davalıya gelince karar veriliyor. Saçmalık! , işte bu yüzden yaşamın içerisinde, yaşam hakkında kesin karar verilmez. Saçmayı saçmaya gömer. Camus da aynı doğrultuda giderek, intiharın düşünülmesi o kadar mühimdir ki der, tam da bu nedenle en büyük felsefi sorundur ve intihar etmek yerine düşünülmeli, sisifos gibi mutlu olunmalıdır.

bozuk satıh

haberci
Genelde şehirler arası yolculuk esnasında karşılaşılan uyarı tabelası.

Şoförlerin araç kullanım konforuna etki edecek derecedeki deforme olmuş yolların uyarıcısı olan bu tabela, hem kaza riskini azaltmak hem de aracın işleyişinde(yürüyeninde ve motorsal faaliyetlerinde) bir aksaklık oluşmaması adına oluşturulmuş levhadır…

giresun 42. ve 47. gönüllü alayları

ulu türk
giresun 42. ve 47. gönüllü alayları (türkiye'nin ilk gönüllü alayı) birden fazla muharebeye katılmış, devlete büyük yararları dokunmuştur. bu alayların en büyük özelliği giresunlu gönüllerden kurulmasıdır.

her iki alayın oluşumu şu şekilde olmuştur;

42. alay erkanı : 16 nefer, 14 silah, 25 hayvan. (bnb. hüseyin avni bey komutasında)

1. tabur : 402 nefer, 313 silah, 21 hayvan, 1 araba.
2. tabur : 321 nefer, 258 silah, 29 hayvan, 1 araba.
3. tabur : 334 nefer, 313 silah, 21 hayvan.

47. alay erkanı : 16 nefer, 14 silah, 25 hayvan. (topal osman ağa komutasında)

1. tabur : 444 nefer, 325 silah, 24 hayvan.
2. tabur : 375 nefer, 283 silah, 24 hayvan.
3. tabur : 237 nefer, 250 silah, 10 hayvan.

kudretli cebel bataryası : 56 nefer, 12 hayvan, 2 top.
makineli tüfek bölüğü ; 50 nefer, 8 silah, 25 hayvan, 4 makineli tüfek.

çepni

ulu türk
çepni boyu, oğuz kağan destanı'na göre oğuzların 24 boyundan biri ve kaşgarlı mahmud'a göre yirmi iki oğuz bölüğünden divân-ı lügati't-türk'te; yirmibirincisi: çepnilerdir.

boyun genel özelliği asi, atılgan, cesur, mert ve savaşçı olmalarıdır. çepni kelimesi düşmanla savaşan, mert, yiğit, asi, cesur anlamında kullanılmıştır.

günümüzde rumeli ve anadolu'da yaşayan oğuz boylarındandır. karadeniz bölgesindekiler çoğunlukla sünni olmakla birlikte, alevi olan gruplara da rastlanır. yoğunlukla doğu karadeniz'de yaşarlar.

anadolu'ya gelmeden önce türkistan ve horasan'da öbür boylarla birlikte yaşayan çepniler, selçuklular'a katılıp anadolu'ya geldiler. başta karadeniz olmak üzere anadolu'nun türkleşmesinde önemli rol oynadılar. 1515 yılındaki tahrir defterlerine göre şimdiki giresun ve civarındaki iller vilayet-i çepni isimli bir idari bölge olarak gösterilmiştir.

deli kurt

bythemali
Hüseyin nihal atsızın bir romanı. Roman okunması zor fakat içine çeken bir dil ile yazılmıştır romanın kısaca konusuna değinecek olursak:
Osmanlı İmparatorluğu'nda fetret devrinde geçen bir olayı konu alır.

Roman, Osmanlı İmparatorluğu'nda geçen bir olayı konu alır. Fetret Devri'nde taht adaylarından bir tanesi olan İsa Beğ, gücünü kaybetmeye başlayınca hanımı Bala Hatun'u, adamlarından bir tanesi Çakır'a emanet eder ve onu kaçırmasını ister. Çünkü Osmanlı geleneklerine göre taht kavgalarında sadece kişi değil onun soyundan gelen herkes öldürülmektedir ve Bala Hatun'da hamiledir. Çakır başarı ile Bala Hatun'u kaçırır ve süt annesinin yanına yerleştirir. Yıllar geçer, Çakır bir sipahi olmuştur ve süt annesinin yanına gider. Süt annesinin yanına gittiği zaman Bala Hatun'un, İsa Beğ'in ölümünden kısa bir süre sonra öldüğünü öğrenir. Bu sırada İsa Beğ'in oğlu Murad büyümüştür. At kullanışı, hareketleri yüzünden kendisine "Deli Kurt" lakabı takılmıştır. Murad, 16 yaşındaki Osmanlı Ordusuna girer kısa bir süre sonra da sipahi olur. Çakır onun yanından hiç ayrılmaz. Murad aynı zamanda evlenmiştir. Kısa süre sonra Gökçen Kız adında bir efsane duyar ve bu dikkatini çeker fakat sonradan öğrenecektir ki bu bir efsane değildir. Gökçen Kız'ın gözleri ışık saçıyordu, gözlerine bakan ise ölüyordu. Taş ile yağmur yağdırıyordu. Murad bu efsaneden etkilendiği gibi gerçek olduğunu görünce Gökçen Kız'dan tamamen etkilenir. Başından savaşlar geçer. Aynı zamanda 4 tane kız çocuğu olur. En sonunda Çakır'ı ve savaşlarda hep sırt sırta durduğu birlikte yetiştiği Evren'i kaybeder. Hızla yükselmektedir. Padişah İkinci Murad ile de yakınlaşır ve kader onu Osmanlı İmparatorluğuna sürükler. Kısa bir süre sonra da İsa Beğ'in oğlu olduğunu, bir şehzade olduğunu, Bir Osmanoğlu olduğunu öğrenir fakat bir şey yapmaz. Bir oğlu olur ve ona İsa adını verir. Bir sefere daha çıkar ve döndüğünde ne ailesini ne de Gökçen Kız'ı bulabilir. Çünkü sel felaketi tüm sevdiklerini Deli Kurttan almıştır. Deli Kurt her şeyi bırakır ve gider.

Ayrıca Gökçen Kız'ın yalan olmadığını, Muğla tarafında böyle bir şey olduğu iddia edilmiştir.

başka sözlüklerde yazdıklarımızı taşımak

Tamtam
bugüne kadar hiç yapmadığım aktarma durumu.
üye olduğum her sitede Ayni basliklara rastladığımda fikirlerimi, bilgilerimi o anki duygu ve düşüncelerimle yeniden yazmışımdır.
gerçi hep aynı başlıklara yaza yaza gına gelmiş olmalı ki tükenmişlik sendromu yaşıyorum. artık yazamıyorum.

aslında benim başka bir sozlukte sildiğim yazilarım var, buraya tasiyabilirim mesela. Sorun olmayacagini bilsem de bunu yapmıyorum. büyük konuşmak istemem, iyi bir gerekçem olursa tabii ki taşıyabilirim. bunda bir sakınca görmüyorum.
sadece yeni yazılan bir yazı ile eski bir paylaşım arasında nedense bir fark oluyor. çok ilginç.

bir siteden diğerine yazılarını taşıyan yazarlara çok denk geldim. yazıları seri olarak sözlüğe taşımaları sitenin iyiliği için olsa da bir anda bu kadar yüklenmeleri pek hoş durmuyor. her gün bir iki paylaşım yaparak bunu diğer günlere yaymaları hem sözlük için hem de okuyucular için daha iyi olacağını hep düşünmüşümdür.


neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol