confessions

sura

1. nesil Yazar - 11. Seviye Gizli yoldaş - Yazar

  1. toplam entry 435
  2. takipçi 4
  3. puan 20509

dücane cündioğlu

sura
Hayatımı iyi manada değiştiren ve ufkumu açan ve normalde 1-2 saatlik filmlere dahi katlanamazken her videosunu izlediğim ve üyeliğini dahi satın aldığım, hayran olduğum bir zat.

arşiv sayfasında var olan konferansları da elimden geldiğince izlemeye çalıştığım ve kitaplarını da okumaya çalıştığım zat. mehmet akif ve cemil meriç ile alakalı yazmış olduğu biyografileri kendi tabiri ile Çocuklarindan daha fazla bilgiye vakıf olarak yazmış hatta mehmet ali meriç, ben babamı dücâne cündioğlu'ndan öğrendim demiştir.

nişanyan sözlük'e göre, türkiye'deki ilk dücane ismine sahip zat ve babası bir kuran meâlinde ebû dücâne'nin hayat hikayesinden etkilenerek ona bu ismi vermiştir.

vedrai vedrai

sura
luigi tenco ile bestesi ile yaşamın bir anlık huzuruna varacağınız ama aksülâmel sözleri bulunan, romantik italyan eseri..
akşam eve döndüğünde
canım konuşmak bile istemiyor
bana böyle acıyarak bakma
hayal kırıklığına uğramış
bir çocuğa bakarmış gibi
biliyorum, evet
bu kesinlikle
bir gün bizim için hayal ettiğin
hayat değildi

ağladığını bilmeyi dilerdim
hayallerini yıktığım için beni pişman etmeni
ve seni hep böyle tatlı görmemeyi
benden gelen herşeyi kabullenmen
ümitlerimi yokediyor
seni ve beni düşününce
bilmiyorum sana daha fazlasını mı vermeliyim

göreceksin göreceksin
değişecek, göreceksin
belki hemen yarın değil
ama bir gün değişecek
göreceksin göreceksin
bitmedin, göreceksin
ne zaman, nasıl, söyleyemem
ama değişecek, göreceksin.

akılda kalan replikler

sura
Ben artık çay içmek istemiyorum Müzeyyen.

Final sahnesi tamamen aklımda kaldı gerçi..
2
sura sura
"beni neden bırakıp gittin müzeyyen.."
sura sura
ve..

"diyelim ki gitmedim.. ne yapacaktık?"
ve umudu, hayalleri ile iç çeken arif..

ümit yaşar oğuzcan

sura
zeki demirkubuz ile beraber hastalığımın müsebbibi.. defaatle intihara kalkışıp başarısız olunca bir zaman oğlu galata'dan atlayıp intihar eder..

aşk ile alakalı olan şiirleri zaten kalbe saplanan hançer gibi..

ümit yaşar oğuzcan

sura
1926'da Tarsus'ta doğan Oğuzcan, Eskişehir Ticaret Lisesi'ni bitirdi. Çeşitli banka ve ga­zetelerde çalıştı. iş Bankası Halkla ilişkiler Müdür Yardımcısı iken 1977'de emekli oldu. ilk şiirlerini 1940 yılında yayınladı. Kırkı aşkın şiir ki­tabı, dört düzyazı, on üç de antolojisi çıkan, ayrıca şiir plakları ve şarkı sözleriyle de tanınan şairin kendi adını taşıyan bir resim galerisi vardı.

Şiire aşk ve benzeri güzel duyguları işlemekle başlayan Ümit Yaşar, çok sevdiği oğlu Vedat Oğuzcan'ın ölümü üzeri­ne, “ölüm” ve “acı” konularını dile getirmeye başladı.

Bir gazete küpüründen:
"4 Kasım 1984 Ümit Yaşar Oğuzcan öldü. “Pop” şair oldu. Üç kez intihara kalkıştı. “ Kimse acımasın bana, istemem / Ben aşkın ve ölümün şairiyim” dedi. 26 yaşındaki büyük oğlu Vedat avucunda “ işte böyle intihar edilir” notu ile Galata köprüsünden atladı. Bu olayın ardından şiirleri ölümün bahçesi oldu"

aŞK Şairi Ümit Yaşar Oğuzcan, önceki gece ge­çirdiği bir enfarktüs sonu­cu 58 yaşında vefat etti. Oğuzcan geçirdiği krizin ardından Şişli ilk Yardım Hastanesi'ne götürül­dü ama kalbi yeniden çalıştırmak için yapılan girişimler sonuç vermedi.

Cemal süreya,
Bazı insanların ölümü insanda ayrı ve ek bir eksiklik duygusu yaşatır. Ümit yaşar'ınki böyle oldu bende. eski bir arkadaşımdı. Son yıllarda çok az karşılaşıyorduk. buna kendimi çok zor alıştıracağım.

SELiM iLERi,
Ümit Yaşar'ı çok eski yıllardan, gazetelerden ve takvim yaprakların­dan tanımıştım Böylesine popülerleşmiş bir şiir, okuma isteğinin gitgide ortadan kalktığı bir toplum için, elbette bir işlevi yerine getiriyordu. Ayrıca kendisini sonradan tanıdım. Çok duyarlı bir insan olduğunu gördüm.

MÜJDAT GEZEN,
Ümit Yaşar yalnız Türk şiirine değil, taşlama ve hiciv edebiyatımıza, ve mizahımıza da büyük katkılarda bulunmuş bir sanatçıdır. Tüm seven­lerine başsağlığı dilerim.

ORHAN Duru,
Gerçek bir şair yaşamı sürdüren Ümit Yaşar Oğuzcan, yeni şiirimizin, özellikle 1940'lardan sonraki şiirimizin geniş halk kitlelerine yayılmasında etkin oldu. Şiirlerinden ve mısralarından bazıları nerdeyse atasözleri hali­ne geldi. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Cenazesi teşvikiye camii'nden kalkmış ve zincirlikuyu mezarlığı'na gömülmüştür.

ulu makalelerimden

süreyya ilmen

sura
II. Abdülhamid döneminin (1876-1909) ünlü seraskeri Rıza Paşa'nın oğludur. Annesi ise Çerkez asıllı Adviye Hanım'dırEğitim hayatına Galos'ta başladı, istanbul, Denizli, izmir ve izmit'te devam etti. Babası gibi asker olmayı isteyen Süreyya Paşa, askerliğe ilk adımı 1885 yılında, Üsküdar'da Paşa Kapısı'ndaki askeri okula kayıt yaptırarak attı. Aynı yıl Rıza Paşa'nın Doğu Rumeli'deki olaylar münasebetiyle 3. Tümen Komutanlığı'na tayin edilmesi sebebiyle Edirne'ye taşınarak eğitimine buradaki askeri rüştiyede devam etti. Edirne'de bulunduğu kısa süre içerisinde Talat Bey (Sadrazam Talat Paşa) ile sınıf arkadaşlığı da yaptı. 1888 senesinde Rıza Paşa'nın 2. Tümen Komutanlığı'na atanmasıyla istanbul'a gelen Süreyya Paşa, öğrenimini Akaretler'deki askeri okulda tamamladı. 1889'da Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt oldu ve üçüncü sınıfta okurken babası Rıza Paşa, Seraskerlik makamına atandı. 1892 yılında Pangaltı Harp Okulu'na kayıt oldu. Birinci sınıftan sonra bizzat II. Abdülhamid tarafından yalnızca paşa çocukları ve şehzadelerin eğitim gördüğü zâdegân sınıfına alındı. 1894 yılında harp okulundan mezun oldu ve teğmen arkadaşıyla beraber kurmay sınıfına kayıt oldu ve kolağası (önyüzbaşı) rütbesine yükseltildi.1897'de Erkân-ı Harbiye Mektebi'ni bitirerek kurmay yüzbaşı rütbesiyle orduya katıldı. 1907'de mirliva (tuğgeneral) oldu. II. Meşrutiyet'ten sonra rütbesi kaymakamlığa (yarbay) indirildi. Bu yıllarda orduda ilk hava gücünün oluşturulması çalışmalarında görev aldı. Daha soma askerlikten ayrılarak 1916'da Balat'ta bir dokuma fabrikası kurdu. Cumhuriyet döneminde siyasete atılarak Cumhuriyet Halk Fırkası istanbul bölge başkanlığı, belediye meclisi üyeliği, belediye fahri danışmanlığı yaptı. 1927'de istanbul milletvekili oldu. 1930'da Serbest Fırka'ya geçti. Bu partinin kapatılması üzerine siyasetten çekildi.

Süreyya Paşa'nın Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan ayrılarak Serbest Cumhuriyet Fırkası'na geçmesinde en önemli etken ise, CHF'nin uyguladığı politikalardı. Kendisi hükümetin, milletvekilleri tarafından yeterince denetlenemediğini görüp buna sinirlendiğini ifade ederek, bundan dolayı millet meclisinde bazı eleştirel layihalar yazdığını, hatta bu nedenle de birkaç kez Gazi'nin kendisine çıkıştığını ifade etmektedir. Bunun yanında Süreyya Paşa, Cumhuriyet Halk Fırkası milletvekili seçildikten sonra özellikle şehircilikle ilgili birçok kanun teklifinde bulundu. Ancak, kanun tekliflerini yapmadan önce bakanlarla ya da Cumhuriyet Halk Fırkası yetkilileriyle görüştükten sonra bunları yapmaması gerektiği konusunda kendisine uyarıda bulunuldu. Hatta Gazi'nin, Çankaya Köşkü'nde bir davet sırasında yanına çağırarak kendisine “Ne o? Sen memlekette inkılâp mı yapmak istiyorsun?” şeklinde çıkışması ve bunun gibi etkenler Süreyya Paşa'yı iyice CHF'den uzaklaştırdı.

Süreyya Paşa'nın Serbest Cumhuriyet Fırkası'na geçmesinde birçok etken söz konusuydu. Süreyya Paşa'ya göre, CHF'nin bir programının olmamasına karşın SCF'nin bir programının bulunması, Halk Fırkası'nda, işlerin belli bir program ve plan çerçevesinde değil rastgele yapılıyor olması, parti içerisinde konuşmak isteyenlerin “fırka disiplini, fırka menfaat-i âlisi” diyerek susturulmaları önemli sıkıntılardı.

Süreyya Paşa'nın dikkat çektiği bir diğer nokta ise, Gazi'nin de üzerinde durduğu CHF'nin halktan uzak olmasıydı. Ona göre, Halk Fırkası'nın teşkilatında hemen hemen halktan kimse yoktu. Üyelerinin büyük kısmı, devlet memurları, devletle işi olan avukatlar, müteahhitler ve öğretmenler gibi meslek gruplarına dâhil olan kimselerdi. Hükümetten geçimini sağlayan bu zümre, hükümet aleyhinde konuşmazdı. TBMM'de her ne kadar “hâkimiyet milletindir” diye bir levha asılmış olsa da, milleti temsil edecek milletin seçtiği kimse yoktu.

ilmen, istanbul'un özellikle Kadıköy yakasında kentsel hizmetlere yönelik ve sosyal, kültürel amaçlı birçok girişimde bulunmuş, kalıcı eserler meydana getirmiştir. Kentsel hizmetlere ilişkin girişimlerin başında 1927'de kurduğu Üsküdar-Kadıköy ve Havalisi Halk Tramvayları Şirketi gelir. Şirket 1928'de Üsküdar-Kısıklı hattını hizmete sokmuş, 1929'da Bağlarbaşı-Haydarpaşa ve Üsküdar-Haydarpaşa hadarı açılmıştır. Daha sonra da Kadıköy-Bostancı, Moda ve Feneryolu hatları inşa edilmişti.

1920'li yıllara gelindiğinde istanbul'da sosyal hizmetler açısından yoğun zamanlar geçirmeye başlamıştır, birçok cemiyette başkanlık yapmıştır. Adını istanbul'un bilinmeyen tarihine yazdıracak ilk icraatını bu dönemde yapar. 1923 yılında Kadıköy Kızılay cemiyeti başkanıyken, Halktan toplanan yardımlar sayesinde yoğurtçu çayırını kurutarak dere kenarına bir rıhtım inşa ettirmiştir. Moda ve Yoğurtçu sahili bu sayede birleşmeye başlamış, daha sonra ise Kadıköy Belediyesi yapılan işi üstlenmiş ve günümüzde Yoğurtçu Parkı denilen bölgeyi kullanıma açmıştır.

ali saim ülgen

sura
Türk Mimarisinin önde gelen restoratörlerinden Ali Saim Ülgen, vakıf eserlerinin çoğuna damgasını
vurmuş, onlarla adeta bütünleşmiştir. Yaşadığı dönemde isminden en çok sözü edilen mimarlardandı.

Mimarlığının yanı sıra müzeciliğe yakınlığı ve monografik yazılarıyla da tanınmıştır. Ali Saim Ülgen, Dr. Hicri ile Adviye Ülgen'in oğlu olarak istanbul'da, Sultanahmet'teki annesinin evinde 1913 veya 1914 yılında dünyaya gelmiştir. Doktor olan babası Hicri Ülgen 1940-1945 yıllarında istanbul Belediye tabipliği yapmış, sonra da Ankara'ya göç ederek, Elmadağ'ında özel bir fabrikanın doktorluğunu yapmıştır. Ali Saim Ülgen'in eski eserlere olan ilgisi çok küçük yaşlarda başlamış, henüz dört yaşındayken evlerinin yakınındaki Ayasofya'nın kubbelerine çıkmayı düşlemiştir. Mesai arkadaşlarından Y. Mimar Hasan Rıza Ergezen'den öğrendiğime göre bu arzusu onda büyük bir tutku haline gelmiş ve ailesine baskı yapmaya başlamıştır. Ailesi küçük çocuğun baskısına dayanamayarak ilgili mercilerden izin almışlar ve askerlerin refakatinde onu kubbenin eteklerinde dolaştırmışlardır.

Ortaöğrenimini istanbul Erkek Lisesi'nde yaptıktan sonra, Güzel Sanatlar Akademisinin mimarlık bölümünü bitirdi. II. Dünya Savaşı'ndan az önce kısa bir süre için Fransa'da staj gördü. Bir mimar olarak bina yapmak yerine eski eserleri incelemeyi, bunlardan harap olanları ayağa kaldırmayı tercih eden Ülgen, Maarif Vekâletine bağlı Eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü'nde görevlendirildi.

Ülgen, istanbul Arkeoloji Müzeleri kadrosunda mimar olarak çalışıyor ve bu vesile ile bazı kazılar ve sondajlarda, plan ve rölöve işlerini üstlendikten başka, Arkeoloji Müzesi'nde toplanan istanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni'nin mimarlık ile ilgili araştırmaları ile de uğraşıyordu. Bu encümenin dosyalarına, üzerlerinde konuşulmuş bazı eserlerin plan-krokilerini de sağlamıştı.

Türkiye'nin bütünündeki her türden eski eserler ile ilgilenmek üzere 1949'da onun gayreti sonunda 5805 sayılı kanun ile kurulan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Kurulu'na üye oldu. Ülgen 1953'e
doğru müzeler teşkilatından ayrılarak Vakıflar Genel Müdürlüğü kadrosuna geçti. Bir taraftan uzman danışman olarak, her türden vakıf binanın restorasyonu de ilgilenirken, bir taraftan da Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nin sanat tarihi bölümünde öğretim görevlisi olarak Türk sanatı dersleri veriyordu.

Ülgen bütün çalışmalar ve araştırmalarını, eski eserlerin ve bilhassa Türkiye'nin islami eserlerinin tespit, tamir ve ayağa kaldırılmasına hasretmişti. Vakıflar idaresi'ndeki görevi de onun yurdun her
tarafındaki vakıf yapılar ile ilgilenmesini sağlıyordu. Devamlı hareket halinde olan Ülgen, Türkiye sınırları içindekilerden başka yurtdışındaki bazı Türk eserleriyle de ilgilendi. Trablusgarp'ta Turgut Reis Türbesi, Kudüs'te Kubbetü's-Sahra gibi eserlerin restorasyonuna katkısı oldu.

Ülgen, Vakıflar idaresi'ndeki çalışmalarında, bilhassa bazı önemli eserlerin restorasyonunu ön planda tutmuştu. Bunlar arasında Süleymaniye Külliyesinin ayıklanıp kurtarılması ve çeşitli bölümlerinin ihyası önemli yer almıştı. Tek bir insanın gücünün çok üstünde olan bu çalışmalar arasında yüzlerce ufak çalışma da vardı.

Türk Mimarisinin önde gelen restoratörlerinden Ali Saim Ülgen, vakıf eserlerinin çoğuna damgasını
vurmuş, onlarla adeta bütünleşmiştir. Yaşadığı dönemde isminden en çok sözü edilen mimarlardandı.

Ülgen, yaptığı restorasyonlar yüzünden, zaman zaman insafsızca yapılan hücumlarla, tenkitlere, hattâ "kovuşturmaya" da uğradı. Süleymaniye Cami'nin tamiri münasebetiyle, bazı günlük gazetelerde bir süre uzayıp giden polemik yazılar, hücumlar, garip haberler, çok genç yaşta ölümünün gerçek sebepleri olarak gösterilebilir. Bunların sonunda şiddetli bir kalp krizi ile yatağa düşen Ülgen, kaldığı dakenin çok yakanında Gima alışveriş merkezi üzerine düşen uçağın yarattığı şok yüzünden vefat etti.

iştirakçı hilmi

sura
Asıl adı Hüseyin Hilmi olmakla birlikte, "iştirakçi Hilmi" veya "Sosyalist Hilmi" olarak tanınırdı. izmirli olduğu, bir süre izmir'de polise bağlı bir işte muhtemelen ajan olarak çalıştığı, babasından miras kalan evi satarak Romanya'ya gittiği, orada sosyalist fikirlerle tanıştığı, Romanya dönüşü istanbul'a geldiği, istanbul'da kendisi gibi izmir doğumlu olan Mülkiye mezunu anarşist ve materyalist eğilimli Baha
Tevfik'le tanışıp onun etkisine girdiği söylenir. Hüseyin Hilmi'nin istanbul'da Osmanlı sol çevrelerinde adını duyurmaya başlaması Şubat 1910'da iştirak adlı haftalık bir dergi yayımlamaya girişmesiyledir.
16 sayı çıkan iştirak haziranda Divan-ı Harb-i Örfî tarafından kapatılır. Eylül 1910'da yeniden çıkmaya başlayan dergide, iştirak çevresinin, Hüseyin Hümi'nin de yönetimde bulunduğu Osmanlı Sosyalist Fırkasını (OSF) kurdukları haberi vardır. Bu ilk dönemde, gerek OSF, gerekse Hüseyin Hilmi Fransız sosyalistlerinden özellikle Jaures'den etkilenmiş görünmektedirler. Ancak işçi sınıfından ve sosyal adaletsizlikten söz etmekle birlikte, sosyalizm anlayışları son derece nahif ve daha çok siyasal liberalizme yakındı.

1910-1912 arasında, Hüseyin Hilmi'nin sosyalist yayın faaliyeti, iştirak kapandıkça onun yerine geçirilen ve her biri birkaç sayı çıkan insaniyet, Medeniyet vb. dergilerle sürmüş; 1910'un başından 1912 ortalarına kadar bu dergiler yayıma bütünüyle son vermiş, daha sonra iştirak OSF'nin organı olarak çıkmaya başlamış; Haziran 1913'te Mahmud Şevket Paşa suikastından sonra muhalefet bastırılırken Hüseyin Hilmi'nin iştirak ve OSF çevresi de bundan nasibini almış, Hüseyin Hilmi de bir rivayete göre Avrupa'dan gezi dönüşü Sirkeci'de tutuklanarak başka muhaliflerle birlikte Bahrıcedit vapuru ile Sinop'a sürülmüştür.

iştirakçi Hilmi'nin istanbul sol ve işçi hareketinde etkinlik kazanması, hattâ kısa bir süre binlerce işçiyi peşinden sürükleyen bir lider haline gelmesi, Mütareke'den sonra istanbul'a dönerek Şubat 1919'
da Türkiye Sosyalist Fırkası'nı (TSF) kurmasından sonrasıdır.

Temmuz 1919'da kongresini yapan parti Hüseyin Hilmi'yi azledilmez ve değişmez başkan ilan etmiş;
aynı yıl Sosyalist Enternasyonal'in Cenevre Konferansı'na Hüseyin Hilmi imzalı bir rapor sunulmuştur. Hüseyin Hilmi'nin istanbul işçi hareketi içinde parlaması, Ekim 1919'dan başlayarak, 1920 boyunca ve 1921'in sonlarına kadar, özellikle istanbul Tersane, Debbağhane, Tramvay Şirketi, Şirket-i Hayriye ve Haliç işçilerinin grevlerini başarıyla yönetmesiyle olmuştur. Kısa süreli de olsa önemli bir işçi kitlesini yönlendirmesi, aynı yıllarda kentte bulunan başka sol ve sosyalist gruplar arasında, iştirakçi'ye önem kazandırmıştır.

iştirakçi Hilmi'nin etkinliği 1921 sonları ve 1922'den itibaren azalmaya başlamış; 1922 ortalarına gelindiğinde TSF'nin hemen hemen hiçbir etkisi kalmamış; Hüseyin Hilmi istanbul işçi hareketi içindeki
bütün etkinliğini yitirmiş; 1923 başlarında, bir gece Bozdoğan Kemeri altında tabanca ile vurularak öldürülmüştür.

şerif içli

sura
bir gazeteden anlatımla:

"1900 senesinde istanbul'da doğmuştu. He­nüz beş yaşında okumaya başladığı için ailesinin nazarı dikkatini çekmişti. Zeki bir çocuk olarak idadi tahsiline devam ederken müzik derslerin­de hocasının takdirini kazanmıştı. Sınıf arka­daşları ona musiki bilgisinin her birinden üstün olması dolayısiyle "Müzakereci Şerif" derlerdi."

Beşiktaş'ta doğdu. Ortabahçe mahalle mektebinden sonra Beşiktaş Afitâb-ı Maarif Rüştiyesi'ni bitirdi. Musikiye çok küçük yaşlarda heves etti. Ciddi nitelikli ilk musiki derslerini, ailesinin desteğiyle, komşuları olan Nakiye Hanım adlı bir hocadan aldı. 1914'te Beşiktaş Musiki Kulübü'ne devam etti. Memuriyette bulundu. Sonra Ankara Radyosu'na geçti. Burada, çocukluk arkadaşı olan Hakkı Derman'la beraber çok başarılı fasıl programları düzenledi.

1921'de, Neyzen ihsan Bey'in kurup yönettiği Beşiktaş Musiki Kulübü'ne girdi. Ölene kadar ayrılmaz bir ikili oluşturacakları kemani Hakkı Dermanla bu cemiyette tanıştı; musiki bilgisini ve icracılığım ilerletme imkânı buldu.

Askerlikten sonra yerleştiği Ankara'da iktisat Vekâleti'nde memuriyette bulundu. Aynı zamanda piyasada ud çalıyordu. Şöhreti gittikçe arttı ve sanatsever çevrelerde aranan bir isim haline geldi. 1938'de yayın hayatına başlayan Ankara Radyosu'nda Eşref Kadri takma adıyla ud sanatçısı olarak görev yaptı.

1924'te başladığı bestekârlık hayatında, 70'ten fazla esere imzasını attı. ilk eseri, "Gelmeseydim âleme görmeseydim ben seni" mısrasıyla başlayan uşşak şarkıydı. içli, bestekârlıktaki asıl ününü, 1927' de Süleyman Nazif'in şiirinden bestelediği "Derdimi ummâne döktüm âsumane inledim" zemin mısralı hicaz şarkıyla elde etti. Yaşadığı dönemin önde gelen bestekârlarından biri olarak, Şevki Bey lirizmini çağrıştıran çok sayıda eseri hafızalara yerleşti ve topluma mal oldu. Eserlerinin birçoğu Münir Nureddin, Müzeyyen Senar gibi dönemin seçkin ses sanatkârlarınca plaklara okundu.

6 Şubat 1956'da vefat etmiştir.

7 Şubat 1956'dan bir yazı:

"Udi Şerif içli radyoda bir prova sırasında vefat etti.

sanatkâra ud çalarken kriz geldi, son sözü "çok fenalaşıyorum" oldu

türk musikisinin tanınmış sanatlarından Udi Şerif içli, dün saat 14 sularında istanbul Radyosunda, yarım saat sonraki bir provası sırasında, geçirdiği kalp krizi neticesinde vefat etmiştir.

Maruf sanatkârın kırk seneden beri bırakmadığı udu, geçirdiği kriz esnasında elinden düşmüş ve bu esnada kemani arkadaşı Hakkı Derman'a: "Ben fena oluyorum Hakkı, diyebilmiştir. Şerif içli'nin son sö­zü bu olmuş, doktor olan Radyo Müdürü Nevzat Atlığ ile istanbul Radyosunun doktoru Bülent Tarcan'ın müdahaleleri bir netice ver­memiş ve devrimizin en kıymeti sanatkârlarından olan Şerif içli, ar­kadaşı Hakkı Derman'ın kollan arasında hayata gözlerini yummuştur."

mezarı feriköy'dedir.

şerif içli

halide pişkin

sura
Tiyatro ve sinema oyuncusu.

16 Temmuz 1906 yılında Arnavutluk/işkodra'da asker bir babanın kızı olarak dünyaya gelmiş. Üç yaşındayken babasının şehit olması sebebiyle, Dedesi Miralay Salih Bey ile birlikte istanbul'a gelmişler. Babasının şehit maaşı ve dedesinin Emekli maaşı ile kıt kanaat geçinmişler. Zorluklar içinde büyüyen Halide Pişkin, “Bezm-i âlem Vâlide Sultanisi” nde şehit çocuğu olarak burslu olarak okumuş. Mezun olduktan sonra Üsküdar Feyz-i Hürriyet Mektebinde hocalık yapmış. Aşık olup bir pamuk tüccarıyla evlenmiş. Kocası, evlendikten sekiz ay sonra vefat edince, genç yaşında dul kalmış.

ilk kez Şadi Fikret Karagözoğlu'nun kurduğu Milli Sahne'nin izmir turnesinde Sevda Hanım Zevcem adlı oyunla 1923'te sahneye çıktı. Topluluğun dağılmasından sonra Darülbedayi'ye (bugün Şehir Tiyatroları) girdi. 1926-1927 sezonunda H. Duvernois'ten Bedia Muvahhit'in çevirdiği Kır Çiçeği, Darülbedayi'deki ilk oyunu oldu. Pişkin, 1928'de Darülbedayi'nin başına getirilen Muhsin Ertuğrul'un sahnelediği Musahibzade Celalin oyunlarında kendini gösterdi. 1929'da Darülbedayi'den ayrıldı. Raşit Rıza Samako'nun ardından da Naşit Özcan'ın ve Ertuğrul Sadi Tek'in kurdukları topluluklarda oynadı.

1930'lu yılların başında Halide Pişkin ve Arkadaşları adlı bir topluluk kuran sanatçı, Anadolu turneleri yaptı. Yeniden Şehir Tiyatroları'na döndüyse de kısa bir süre sonra Hüseyin Kemal Gürmen'le birlikte ayrıldı. Gürmen'le kurdukları topluluğun da dağılmasından sonra gazino revülerinde çalışan Pişkin 1944'te Ses Tiyatrosu'ndan ayrılarak ölünceye kadar çalıştığı Şehir Tiyatroları'na girdi.

1 Kasım 1959 tarihinde böbrek yetmezliği sebebiyle 53 yaşında istanbul'da vefat etti.

rahmizade bahaeddin bediz

sura
Fotoğrafçı.
ilköğrenimine Girit'te başladı, daha sonra Mekteb-i Sultani'ye (bugün Galatasaray Lisesi) girmek için istanbul'a geldi. 1895'te Girit'e döndü. istanbul'dan ayrılmadan önce ilk fotoğraf makinesini Diradur mağazasından, ilk fotoğraf derslerini de ressam ismail Hakkı Bey'den aldı. Böyle bir donanımla gittiği Girit'te açtığı kırtasiye dükkânında fotoğraf da çekmeye başladı. Arkeolog Evans in Knossos kazılarının fotoğraflarını çekti.

1909'da Girit'teki stüdyosunu devrederek istanbul'a geldi ve 1910'da bugünkü istanbul Vilayeti binasının karşısında fotoğrafhanesini açtı. Resne adı ile bilinen fotoğrafhanenin ünü gitgide yayıldı. Açılışının kendinden önceki ünlü stüdyoların kapanmaya başladığı yıllara rastlaması da Resne'nın şansını artıran unsurlardandı.

ismini Resneli Niyazi'ye olan hayranlığından dolayı verdiği 'Resne Fotoğrafhanesi'ni açtı. 'Resne Fotoğrafhanesi', genç fotoğrafçıların yetişmesinde büyük rol oynadı. Bu dönemde Prevezeli Mustafa Neşet, Kandiyeli Hamza Rüstem ve Şinasi Barutçu gibi yerli fotoğrafçıları yetiştirdi.

Babıâli'den sonra, Üsküdar ve Bahçekapı şubeleri de açılan fotoğrafhanede 20'yi aşkın işçi çalışmaktaydı. Kısa zamanda büyük üne kavuşan fotoğrafhanenin, aynı hızla yükselip kapanması kısa bir dönem içinde oldu. Giderek sönükleşen fotoğrafhane 1925'te kapandı. Bediz, 1937'den sonra Türk Tarih Kurumu'nun fotoğrafhanesini yönetti.

rahmizade bahaeddin bediz

bekir refet

sura
(1899, istanbul - 1978, Karlsruhe/Almanya) profesyonel olarak türkiye dışında oynayan ilk türk futbolcu. tam adı bekir refet teker'dir. oynadığı dönem sert şutlarından dolayı mandayı öldüren şut sözünün çıkmasına sebep olmuş eski futbolcu.

oynadığı takımlar:
1915-1916 fenerbahçe
1916-1918 altınordu idman yurdu
1920-1921 ittihatspor
1921 galatasaray
1921-1923 karlsruher fc phönix
1923-1926 1. fc pforzheim
1926-1928 karlsruher fv.
takımlarında forma giymiştir.

Kadıköy'de doğup büyüdü. Futbola, Kadıköy Numune Mektebinde öğrenciyken başladı. 1911'de Fenerbahçe Spor Kulübü'ne girdi, kulübün küçük ve genç takımlarından yetişti. Birinci takımda parladı. 19l6'da yakm arkadaşı Otomobil Nuri'nin aracılığı ile Altınordu'ya geçti. Bu kulübün kapanması üzerine Union Club takımında kısa bir süre oynadıktan sonra Fenerbahçe'ye döndü. 1921'de ittihatspor'un el değiştirmesi ile beşiktaş'ın kadrosuna geçti ve gelecek sezon bu takımın formasını giyecekken ağustos 1921'de galatasaray'ın almanya turnesine katılması için kiralandı. 1921'de Galatasaray Spor Kulübü'nün daveti ve Fenerbahçe'nin de izniyle Galatasaray'ın Avrupa turnesine katıldı. Bu turne sırasında Almanya'da fevkalade maçlar çıkardı. Birkaç Alman kulübü peşine düştü. Sonunda, Galatasaray'ın eski futbolcularından Emil Oberle'nin aracılığı ile Karlsruhe Pheonix kulübü ile anlaştı. Bu takımda uzun yıllar başarıyla yer aldı. Almanya'da büyük ün yaptı. Ünlü spor dergisi Kicker ona beş kez kapakta yer verdi. Almanya'da iken Türk milli takımında ve Fenerbahçe'nin önemli yabancı maçlarında da yer almava devam etti. 1924 Paris Olimpiyat Oyunlarında Çekoslovakya'ya 5-2 yenildiğimiz maçta takımımızın iki golünü attığı gibi takım kaptanlığını da yaptı. 1925'te Fenerbahçe'nin ünlü Çek takımı Slavia'yı 1-0 yendiği maçtaki golü de kafa vuruşuyla o attı. Almanya'da bulunduğu ilk yıllarda bir Alman kadınla evlenmişti. Bu izdivaçtan dünyaya gelen oğlu Nuri onu Almanya'ya bağladı. Eşinden ayrılınca mahkeme Nuri'yi annesinin yanına verdiği için Almanya'dan ayrılamadı. Son derece sert şutlarından ötürü "Bombacı Bekir" diye anıldı ve tanındı. Attığı şutlarda topun sahayı çevreleyen tahta perdeleri devirdiği, öküzün kaburgalarını kırdığı yakıştırmalarıyla Türk futbolunda adeta bir efsane kahramanı oldu. Almanya'da Türk vatandaşı olarak yaşadı ve öldü.

nihat bekdik

sura
1902 yılında istanbul'da doğan bekdik, galatasaray lisesi'nde okuduğu yıllarda futbola başladı.. kısa zamanda a takıma yükselen ve olağanüstü bir performans sergileyen bekdik'i taraftar "aslan nihat" olarak benimsedi. bekdik'e arslan unvanı, takımı için çok iyi mücadele etmesinden dolayı seyirciler tarafından verilmiştir.

okula girdikten 3 ay sonra Galatasaray'ın kurucusu Ali Sami Bey beden eğitimi ve spor öğretmeni olarak Heybeliada Bahriye Mektebine atanmıştı. 4 sene burada emek verip çalıştıktan sonra 1919 yılı sonunda Ali Sami Bey'in de etkisiyle ve ilk göz ağrısı da olması sebebiyle Galatasaray'ın A takımına dâhil olmuştur. ilk maçında 5 Aralık 1919'da Union Club sahasında idman Yurdu karşına çıkman Nihat daha maçın başından itibaren herkesi etkilemeye başlamıştır. Sahada ayak basmadık yer bırakmayan ve durmadan koşan Nihat atletizmini, çevikliğini, hızını kullanınca rakipleri de şaşırtmıştır. ilk o maçta nasıl oynadıysa diğer maçlarda da o çizgisini devam ettirmiştir. O herkesten ayrı bir futbol oynuyordu.

1916-1936 arasında aralıksız olarak 20 yıl Galatasaray takımında 268 kez yer aldı, kaptanlık yaptı. 1923'te ilk milli takımda oynadı. Başarılı futbol yaşamında 21 kez milli formayı giydi. 10 maçta milli takım kaptanlığı yaptı ve milli forma aldı.

Tribünlerde taraftar onun komple sporculuğunu görmüş ve belki de ülkemizdeki ilk tribün bestesinde onun ismi geçmiştir.

Biz Fener'i yeneceğiz.
Mumunu söndüreceğiz.
Âlâlara, Zekilere
Futbol dersi vereceğiz.

Haydi Nihat! Haydi aslan!
Haydi Mithat! haydi çullan!
Ali kıran baş koparan
Allak bullak işte meydan!

Futbolu bıraktıktan sonra denizcilik ve binicilikle uğraştı. "Aslan" isimli teknesiyle yelken yarışlarında şampiyonluklar kazandı; 55 yaşına kadar boğazı yüzerek geçme yarışlarına katıldı. 1957-1960 arasında Demokrat Parti istanbul milletvekiliydi.

1957 yılında ülkede yapılan seçimlerde istanbul'dan milletvekili seçilen Aslan Nihat bir sene sonra her şeyi olan Galatasaray'ın istanbulspor ile oynadığı bir maçta aşırı heyecanlanmış ve kalp krizi geçirmiştir. Bir süre tedavi gördükten sonra tekrar eski sağlığına kavuşmuştur. Fakat bu defa da 27 Mayıs 1960 darbesi ile hayatının bir başka zorlu sürecine girmiş ve o dönemdeki tüm milletvekilleri gibi o da tutuklanmıştır. Daha sonraki süreçte gözden uzak bir hayat sürmüş ve 21 Haziran 1972 tarihinde vefat etmiştir. Mezarı ise Zincirlikuyu'da aile kabrindedir.
12 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol