Bir (yazar: fashion0034) ukdesidir.
Varoluş yada varoluşsal sanncılar tarihin ilk filozoflarından bu yana insanın kendisine sorduğu yegane sorudur neden varız sorusuna hem dinler cevap aramış hem filozoflar hemde bilim adamları bir cevap aramıştır.
Bilim adamlarına göre var olma sebepimiz evrimdir bir şekilde insana evrildik ve ölüp yok olup gidecek basit bir türden ibaretiz temelde bir amacımız yok.
Albert camus varoluş konusunda şöyle diyor: İntihar felsefenin tek ciddi sorusudur. Camus'a göre varoluş tartışmaya bile değmeyecek bir şeydir tek gerçek ölümdür.
Bir diğer filozof nietzsche ise varoluş konusunda sadece tanrı öldü der. Bu konuda kastettiği ise insanların günümüzde dini veya tanrı inancına ihtiyaç duymadığını bunun sonucunda içindeki tanrı inancını öldürdüğünü ve bunun vicdan azabını yani varoluşsal sancılarını çektiğini belirtmek ister. Bir nevi tanrıyı red edenler arafta kalmıştır demek istiyor ne varlığını red edebilen nede kabullenebilen nietzsche.
Gelelim dinler varaloş konusuna nasıl bakıyor.
Yahudilik ve tevrata göre yahudiler armegeddon günü için yaşar yahudiler hariç tüm insanlar yahudilere köle olarak yaratılmıştır ve yahudilerin varoluş amacı dünyayı yönetmektir.
Hristiyanlığa gelirsek katolik mezhebine hakim olduğumdan ondan bahsedeceğim; hristiyanlığa göre insanlık hz adem den hz isaya kadar günahlar işlemiş ve hz isa insanlık için kendisini kurban etmiştir bu yüzden tanrı kuzusu isa olarak da geçer. İnsanlar günahlarının bedelini ödemek için dünyadadır.
Gelelim islam dinine: islam dinine göre hz. Adem den hz. İsaya kadar tüm insanlar bir test bir ilahi sınav için dünyaya gelmiştir bu dünyadaki amacı bir sınavdan ibarettir ya kötü birisi olarak ölüp cehenneme gitmeyi yada islama göre yaşayıp cenneti seçecektir.
Gelelim satanizm inancına orada konular daha karmaşık satanizme göre birden çok tanrı vardır ve insanlar ruhlarıyla tanrı pilinden başka bir şey değildir. İnanlar tanrıları yaşatmak için vardır bir nevi. Bu yahveye inanların sonu.
Ancak satana yani şeytana inanlar ise tekrar tekrar dünyaya gelip şeytana hizmet edecektir ta ki insanlar uzaya gidip dünyayı terk edene kadar.
varoluş sancısı
liseli yıllarımda başlayan ve bitmesi üniversite yıllarımın bitimine tekabül eden sorunsaldır.
insanı insan yapan şey varoluşsal sancılarıdır esasında ve öyle sorular vardır ki yaradılış gereği bu tür sorulardan muaf tutulmasaydık düşünsel evrenden çıkamazdık.
insanı insan yapan şey varoluşsal sancılarıdır esasında ve öyle sorular vardır ki yaradılış gereği bu tür sorulardan muaf tutulmasaydık düşünsel evrenden çıkamazdık.
Çoğu insanın pek anlam veremeyip dalga geçtiği duygudur. Aslında insana hastır ve her insan aşağı yukarı bu duyguyu yaşar. Kimisi derinden hisseder, kimisine bir ürperti olarak gelir, sonra dine sığınılarak geçer. Hayatımın büyük bir bölümünde bunu içten yaşamış biri olarak, her insanın derinden yaşaması gerektiğine inandığım bir yerdedir. Şimdilerde hayatım yoğun ve düzenli olmasından dolayı derinden hissedemediğim durum. Cioran bunu, insanın hayatının bayağılığa gömülmesi olarak görür. Evet normal ve düzenli yaşamak, aslında yaşamın illüzyonuna kapılıp, gerçek olanı unutmak ya da ertelemek anlamına geliyor. Heideggerde hergünkülük kavramı da bu bayağılığa eş değer sayılabilir.
Eskiden bu duygunun tırmandığı zamanlarda yazdığım bir yazı aklıma geldi, buldum yazıyı, buraya da koyuyorum.
"insan kendinden korkar mı? ben korkuyorum. Bir gün aydınlanma adı altında kafayı yiyip, her şeyi bırakıp siktir olup gitmekten korkuyorum. Aslında temel korkum bu değil. Korkumun temeli böyle bir delilik geçirdikten sonra zamanla tekrar akıllanmak. Delirdikten sonra akıllanmazsanız eğer bunu bilemezsiniz ve acı da bilinçsiz olduğu için ruhsal çöküntüler çok daha az hissettirir kendisini. Buradan çıkan sonuç, varlığımızı en derinlerde hissettiren şeyler acılardır. Sevmek gibi şeyler de ileri sürülebilir elbette ancak sevmenin temelinde de bir acı gizlidir. Malum zıtlıklarla ve kıyasla anlıyoruz, öyle bir düşünce yapımız var.
Benim yaşamak adına diğer insanlar gibi motivasyonum yok diye çırpınıyorum ama belki de bana gecenin dördünde uykumun kaçmasına ve tekrar sartre'da bulantı, kierkegaard'ta endişe, Heidegger'de kaygı, Jaspers'da acı olan bu duyguyu yaşatan şeyin bizatihi yaşama isteğim ve motivasyonum olması oldukça ironik. Belki de ölüm üzerine bu kadar düşünmenin temeli, herkesten çok yaşamı sevmemdir. Yaşamın anlamsız olmasından dem vurmamın sebebi, herkesten çok anlamı sevmemdir. Ölümün gizemi karşısında yaşamın kötü bile olsa bilinebilirliğini tercih etmemden çok daha öte anlamlar yüklememdir belki de hayata.
Sebep her ne olursa olsun, bu şeyleri derinlemesine yaşamam ve bu sıkıntılarımı diğer insanlarda görememem beni yalnızlaştırdı. Görüştüğüm, konuştuğum, mesajlaştığım, okuduğum, dinlediğim her şeyde bu kaygıya sahip zihinler aradım. Bu zihinlerde bu kaygı bulamaz isem eğer bu kaygıyı ben yerleştirmeye kalktım. Etrafıma mutluluk yerine zehir saçtım kısaca. Yalnızlığımın dindiği zamanlar olmadı değil tabi.
bu kaygılar üzerine küçük bir sohbet, geçmişte bu kaygıları taşımız bir düşünürün kitabında geçen hüzünlü cümleler hep bu yalnızlığı dindirmeme yardımcı oldu. Şu an bana buraya bunları yazdıran şey de gene yalnızlığım.
Yazmak cioran'a göre Yalnızların da yalnızı olan Tanrı'ya bir yakarış ve Tanrıyla bir konuşma çeşididir. inançlı biri değildi kendisi ama inançsız olduğu da söylenemez. Bu eylem bir yalnızın başka ve daha yüce bir yalnız karşısında çırpınmasıdır."
Eskiden bu duygunun tırmandığı zamanlarda yazdığım bir yazı aklıma geldi, buldum yazıyı, buraya da koyuyorum.
"insan kendinden korkar mı? ben korkuyorum. Bir gün aydınlanma adı altında kafayı yiyip, her şeyi bırakıp siktir olup gitmekten korkuyorum. Aslında temel korkum bu değil. Korkumun temeli böyle bir delilik geçirdikten sonra zamanla tekrar akıllanmak. Delirdikten sonra akıllanmazsanız eğer bunu bilemezsiniz ve acı da bilinçsiz olduğu için ruhsal çöküntüler çok daha az hissettirir kendisini. Buradan çıkan sonuç, varlığımızı en derinlerde hissettiren şeyler acılardır. Sevmek gibi şeyler de ileri sürülebilir elbette ancak sevmenin temelinde de bir acı gizlidir. Malum zıtlıklarla ve kıyasla anlıyoruz, öyle bir düşünce yapımız var.
Benim yaşamak adına diğer insanlar gibi motivasyonum yok diye çırpınıyorum ama belki de bana gecenin dördünde uykumun kaçmasına ve tekrar sartre'da bulantı, kierkegaard'ta endişe, Heidegger'de kaygı, Jaspers'da acı olan bu duyguyu yaşatan şeyin bizatihi yaşama isteğim ve motivasyonum olması oldukça ironik. Belki de ölüm üzerine bu kadar düşünmenin temeli, herkesten çok yaşamı sevmemdir. Yaşamın anlamsız olmasından dem vurmamın sebebi, herkesten çok anlamı sevmemdir. Ölümün gizemi karşısında yaşamın kötü bile olsa bilinebilirliğini tercih etmemden çok daha öte anlamlar yüklememdir belki de hayata.
Sebep her ne olursa olsun, bu şeyleri derinlemesine yaşamam ve bu sıkıntılarımı diğer insanlarda görememem beni yalnızlaştırdı. Görüştüğüm, konuştuğum, mesajlaştığım, okuduğum, dinlediğim her şeyde bu kaygıya sahip zihinler aradım. Bu zihinlerde bu kaygı bulamaz isem eğer bu kaygıyı ben yerleştirmeye kalktım. Etrafıma mutluluk yerine zehir saçtım kısaca. Yalnızlığımın dindiği zamanlar olmadı değil tabi.
bu kaygılar üzerine küçük bir sohbet, geçmişte bu kaygıları taşımız bir düşünürün kitabında geçen hüzünlü cümleler hep bu yalnızlığı dindirmeme yardımcı oldu. Şu an bana buraya bunları yazdıran şey de gene yalnızlığım.
Yazmak cioran'a göre Yalnızların da yalnızı olan Tanrı'ya bir yakarış ve Tanrıyla bir konuşma çeşididir. inançlı biri değildi kendisi ama inançsız olduğu da söylenemez. Bu eylem bir yalnızın başka ve daha yüce bir yalnız karşısında çırpınmasıdır."
Yazdıkların oldukça acı ancak etkileyici. Bu konuda yalnız olmadığını bilmek çok iyi biliyorum ki bir halta yaramayacak ama bu şekilde düşünen tek insan değilsin. Günlük rutinlerle, yoğunlukla devam ediyor olma hali sadece geçici bir unutma hali sağlıyor. Kafanın boşaldığı veya aynaya baktığın ilk anda o duygu gelip göğsündeki yerine yerleşiyor. Kaçışın yok, kurtuluş çaban anlamsız. Seni birilerinin anlıyor olma hali bile beyhude bir avuntu. Aynı kaygıya sahip bir zihni fark etmek veya bulmak da değil mesele. Buldun işte, ne değişti? Henüz çok küçük yaşlarda doğum günü pastamı üflerken içimden bir dilek tutmamı söylediler. Dileğim, gerçekleşmesini istediğim hiçbir şey yok dedim ve etrafımdaki neşeli ortamın bir anlık sessizliğe gömülmesine neden olduğumda ilk defa zehirli ruhumu fark etmiştim. Çok düşündüm, kendimi sorguladım ama artık kendimi olduğum gibi kabul etme evresine geçtim. İnanılmaz bir rol yapma yeteneği geliştirdim. Sadece benzer kaygıları taşıyanlar mutlu gülümseyen insanın gerçek yüzünü anlayabiliyorlar.
Normalde senin küçük yaşta idrak ettiğin şeyi, insanlar epey zaman sonra yavaş yavaş anlamaya başlıyorlar. Şu okul bir bitsin, şu kişiyle partner olayım, şu arabayı alayım vs şeyler, yavaş yavaş olmaya başlayınca dank ediyor insana. Esas istenilen şeylerin onlar olmadığını anlıyor. İnsan sanki Tanrı'nın büyük bir şakasıymış gibi. Asla ulaşamayacağı şeyleri arzulayıp duran, bu nedenle de hiçbir zaman o istediği kesintisiz mutluluğa ulaşamayacak olan büyük bir şaka. Dediğin gibi pek bir çözümü olmasa da, bu küçük konuşmalar işe yarıyorlar. Senin doğum günü hikayeni ve yazını görmemiş olacaktım bunları paylaşmasaydık :D
Geçmişte yazdığın ve buraya eklediğin yazıda bir Sebahattin Ali kalemi hissettim. Sanki onu okuyor gibi oldum. O da bir çok kitabında bu varoluşsal sancıları benzer kıvranmalarla anlatır.
Varoluş edebiyatta da çok fazla kendini gösteren bir akım olduğu için, olabilir, okumadığım için bir şey diyemem.
Ben de kürk mantolu madonna ve içimizdeki şeytanını okudum sadece
şimdi bende burada bir şeyler söylemek sterdim ama aklıma ilk cümlenizden bir anı geldi. anlatmayacağım ama insanlar gerçekten bunu anlayamıyor maalesef. bizim mi çok boş zamanımız vardı yoksa onların mı hiç boş zamanı yoktu bilemiyorum. küçümsenmesini geçtim insanın kendini anlayabilecek bir kişi bile bulamaması acı verici gerçekten. arasan da fayda etmiyor. defalarca konuşsan da anlayamıyorlar. orada yazdınız ya bunu ben yerleştirmeye çalıştım diye bende yaptım en azından belli sorularla oluşturmaya çalıştım ama olmuyor.
gerçekten belki de düşünmek ve bu sancıyı çekmek boş iştir ya da o kişiyi asla bulamayacağız ama onu bulma isteği bizi ayakta tutuyor kim bilir? aman neyse şimdi derin konuşmalar yapamayacağım.
yazdıklarınız dokundu ondan yazayım dedim sadece. o insanı ben bulamayacağımı biliyorum ama umarım siz bulursunuz.
gerçekten belki de düşünmek ve bu sancıyı çekmek boş iştir ya da o kişiyi asla bulamayacağız ama onu bulma isteği bizi ayakta tutuyor kim bilir? aman neyse şimdi derin konuşmalar yapamayacağım.
yazdıklarınız dokundu ondan yazayım dedim sadece. o insanı ben bulamayacağımı biliyorum ama umarım siz bulursunuz.
Eski bir dostumun da dediği gibi, bir derdim var bin dermana değişmem. O dert bu dert işte. Hiçbir şey onu geçirmiyor, tamamen kendi başınıza onunla yüzleşmeniz gerekiyor, arada kendini sızlayarak hatırlatıyor, esas olanı düşünmenize hizmet ediyor. Benim zamanında yaptığım hata gibi, suyunu çıkarıp, o acıyı en derinden yaşamaya çalışmadığınız sürece, zaten hayatın içine gömülüp kolayca unutabiliyorsunuz. O nedenle, bu acıyı kabul edip, arada selam veren, insanı insan yapan bir acı olarak anlayıp, çok fazla kurcalamamak gerekiyor.
ben düştüm düşeceğim kadar artık bir şey hissetmiyorum :) o yüzden sıkıntı yok :)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?