Sözlükte çok fazla Konya'lı olduğunu düşünüyorum. Sanılanın aksine gandalf sakallı amcalar, sokakta yürürken size bir anda kürtaj yapmıyor, özellikle üniversiteye yakın bir yerde oturuyorsan oldukça sosyal ve özgür bir ortamı olduğunu söyleyebilirim. Allah kimseyi konyalı bir sanayicinin eline düşürmesin orası ayrı mesele, burada meslek erbabları, sizi olabilecek her yerden tırtıklamaya çalışırlar aklınızda bulunsun. İzmir gibi sokakta elektrik çarpılması yaşama ihtimaliniz yok, ya da istanbul gibi aşırı insan kaynayan, nefes aldırmayan bir yer değil, bunun dışında ankara gibi evinize gidebilmek için gabar dağına çıkıyormuş hissi veren büyük dik yokuşlar yok. Bilmiyorum havası da iyi geliyor, öyle antalya gibi her saniye yapış yapış gezmiyorsunuz.
Bu çok kişisel bir şey, kimisi deniz olmadan yapamam der, kimisi birkaç farklı yerde barlar sokağı tarzı yerler ister, kimisi de az insan, ferah geniş alanlar ve aradığı şeyi kolayca bulabilmekle yetinebilir. Ben sonuncusuyum açıkcası biraz ne aradığınıza da bağlı bir durum bu.
Eğer esas mesele kandan arınıp, yenilenmesiyse, bunun için kan verme seçeneği mevcut. Yok hayır bir yerlerinde kesik olması, vücudunu harekete geçiriyor tarzı bir savunması varsa evet farklı bir yanı olduğu düşünülebilir ama bana kalırsa hiçbir türlü yanaşılmaması gereken bir uygulama. Tıp alanı, sanılanın aksine mühendislik gibi hızlı bir sıçrama yapmamıştır. Çok kısıtlı bir alanda iyileştirmeler yaptığı göz önünde bulundurulursa, tıp içinde bile yer almayan böyle bir uygulama, sene 2024'te kesinlikle uzak durulması gereken bir şeydir.
Çok uzun zaman önce izlemiş ve hoşuma gittiğini düşünmüştüm ama unuttuğumu farkedip tekrar açıp izlemek istediğimde öyle bir ergence geldi ki, dayanamadım kapattım.
Hala öyle mi bilmiyorum ama eskiden psikolojik rahatsızlığa sahip olmak bir hava atma yoluydu, galiba zamanında ben de bu nedenle sevmiş olabilirim, şu an görece sağlıklı ve stabil bir hayat yaşadığım için belki de artık bana hitap eden bir yanını göremediğim için, haksızlık yaparak kapattım bilmiyorum.
ilk sezonunu çok severek izlediğim dizi. Karakter gelişimi olarak breaking bad dizisindeki walter ile paralel görüyorum. Her ikisi de yanlarında "gerçek" erkek olan ve onun maskülen tavırları altında ezilen, eşleri tarafından sürekli eleştireye maruz kalan kişilerdir. İyi insan olmayı, pasif ve herkesle iyi geçinme olarak gördükleri için, pek sivrilmezler bunun da negatif etkisi olarak her şekli alabilen, böyle prensipleri olmayan, kimse tarafından saygı duyulmayan insanlar haline gelmişlerdir. Gelişen olaylar sonrasında güçlü olmanın, hayatın kolayca elinizden alınabildiğini görüp, hayatla olan teması biraz daha farklı bir perspektiften görmenin heyecanıyla yeniden doğmuş gibi hissedip, esasında yaptıkları eylemleri başka türlü adladerken aslında bu heyecan ve güç istenci için yaptıklarını kendilerine çok sonradan itiraf ederler.
Spoiler vermeden yazmak zormuş gerçekten, son olarak lorne malvo karakterinin, dizi içerisinde küçük göndermelerle değinmek istediği fikir, temelini eski darvinci görüşten alır, en bariz şekilde bunu belirttiği kısım ise, "insan neden yeşil renklerini diğer renklere göre daha iyi seçebilir?" diye bir soru sorduğunda gösterir. Bunun sebebi vahşi ortamda, yani ormanda avla avcıyı ayırabilmek için, yeşilin her tonuna hakim olmak ve keskin bir bakışa sahip olmak gerekir. Ona göre aslında medeniyet gelmiş gibi görünse de hala kurtlar sofrasıdır. Sadece yöntemler değişmiştir. Bunu görmesini sağlamak için ise kendine bir fare bulmuştur, ona öğretir, gözlerinin yavaş yavaş açılmasından kendisi de ayrı haz duyar. Tamamen bu hazdan dolayıdır, esasında yardım etmek gibi şeyler onun düsturunda yoktur.
Bu tarz sözlüklerde esas olan yorumdur zaten. Hidrojenin tanımını okumak istesem, uğrayacağım en son yer kimin yazdığı belli olmayan ekşi sözlük vari sözlükler olurdu. O sebeple tek tanımı olan başlıklar açıp, sadece onun tanımını yapanlar, ister istemez çalmak zorundalar çünkü o tanımı başka türlü açıklama imkanları yok. En iyisi hiç öyle bir topa girmemek, ya da illa açılacaksa bile, o tanımın yanında, bir yorum getirmektir diye düşünüyorum. Dediğim gibi kimse bu tarz platformları bir ansiklopedi gibi kullanmıyor, zaten kuruluş amacı da böyle bir şey değil.
Örneğin başlıkla ilgili hiç tanım girmemiş olmama rağmen, tamamen başlığı ilgilendiren bir yazı yazmış oldum. Başkasının tanımını alıp kendi tanımı gibi kullananların yaptığı eylem diye bir tanım girmiş olsam, bunun ne gibi bir anlamı olacaktı?
İnternet ortamında bulunup da bu kadar kırılgan olmayı pek anlayamıyorum. Her yerde aşırı uç fikirler var ve onların da ateşli savunucuları mevcut. Bunları bastırıp, yazmalarını engellemek sadece görüş alanımızdan kısa süreliğine uzaklaştırmak olacaktır, bu insanlar yine etrafımızda gezinecek. Alışveriş yaptığımız bakkal, bize kargomuzu getiren kurye, her gün ayıp olmasın diye selam verdiğimiz bilmem kaçıncı katta oturan kişi. Bu fikirler oldukça yaygın, yok sayıp görmezden gelmek kolaya kaçmak olur. Var sayıp gece gündüz tartışmak da kendimizi yormak olur. En iyi davranış biçimi, aaa evet böyleleri de vardı doğru diyip, troll'ü beslemeyip devam etmek diye düşünüyorum. Eğer ekran üzerinden bir yazı, bizi olması gerekenden fazla tetikliyorsa, bence o kişiden daha büyük bir sorunumuz var demektir önce bunu çözmeliyiz.
konuyu ekran üzerindeki bir yazı diyerek basite indirgemek ve fikirler üzerinden kişilik tespiti yapmak da apayrı bir mevzu da, ben başka bir yere değineceğim.
etrafımızda böyle insanlar elbette ki varlar. bir fikir savunmak kadar savunmuyor olmak da normal. ama bu iş dönüyor dolaşıyor ve iki taraftan birinin bir tarafına giriyorsa (ki cinsiyet düşmanlığı olan bir konuya destek çıkacak insan da yoktur herhalde) burada yanlış bir şeyler var demektir. sırf aman troll beslemeyeyim diyerek böyle durumları eş geçip devam etmek de benim için tamamıyla ahlaksız bir durum. konu bir grubu etiketleyip ona düşmanlık yapmaktır. benim bu başlığı açma sebebim olan entryi okursanız ne demek istediğimi gayet iyi anlarsınız.
ayrıca kim olursa olsun zaman geçirdiği bir ortamın daha iyi olduğunu görmek ister. ne fikir engelliyor, ne de bir saldırı yapıyorum. (bu duruma fikir engelleme denmesi de komik zira.) troll görüp umursamayacak olsak malum sözlüğe giderdik, değil mi?
Kendi açımdan hiç sorun görmediğim için biraz saygısızca yazdım galiba, sizi platform değiştirtecek kadar etkiliyorsa elbette haklısınız burda görmek istememekle. Benim de görmek istemediğim şeyler var, ancak üstesinden gelebiliyorum.
İşimi aşırı kolaylaştırıyor, işle ilgili bir çok şeyi kendim düşünüp, hayata geçirmem gerektiği için, her şeyi akılda tutmak imkansız hale gelebiliyor, böyle durumlarda günlük yapılacak önemli şeyleri yazıp, monitörün kenarına ya da ajandamda not aldığım bir şeye sonradan bir ekleme gerektiğinde bunlardan birini kullanarak kolayca halledebiliyorum. Tez yazdığım dönemde bu alışkanlığı edinmiştim, hala devam ediyor ve cidden pek çok yanlıştan kurtardı beni.
En başta kesinlikle ekonomik koşullar geliyor. İkinci olarak aşırı fazla seçenek olması illüzyonu da var. Üçüncü olarak da tahammül etme, tamah etme vb kavramlar eskisi gibi insanların içselleştirdiği nosyonlar değil çünkü eskiden kendisini komşusuyla kıyaslayıp az ya da çok mutlu olurken, şimdi bilmem ne adalarında tatil yapan, normal şartlarda aynı sosyal statüde asla denk gelmeyecekleri insanlarla, yan yanaymış gibi sürekli maruz kalıp, birbiriyle kıyaslıyorlar. son olarak da boşanmaların aşırı fazla artması. Çevremde evlenen kim varsa 2 yıl içinde boşandı.
Prensiplerinizi hiçe saymaya başladığı an kafanızda bitirmeye başlamalısınız. Zaten böyle bir davranışta bulunan biri, hali hazırda size saygısı bitmiş, kendine itiraf edemese bile, sizin olup olmadığınızı pek de umursamamaya başlamıştır. İlk başlarda yapılan o prensipleri sınama evresinden söz etmiyorum. Evet böyle bir evre var maalesef, her türlü yolu deneyip o çizgiyi geçmeye çalışma, geçemese de en azından ne kadar esnetebileceğinizi görmek için çabalayıp sizi sinir krizlerine sokma evresi. Sonrasında kabullenip hayatına devam eder ancak tekrar geri dönüp, bile isteye bunları yok sayıyorsa yolunuza gitme zamanı gelmiş demektir. Böyle sert bir şekilde tavır koyup gittiğinizde ise, hep elinde olacağınız sanrısında olan kişi bir anda dumura uğrayıp, size geri dönmek için her türlü şeyi yapabilir. Asla unutmayın ki, eninde sonunda o karakterini göstermiş ve değişmeyecek biridir yani sonuç yine aynı olacaktır.
Ne yaparsam yapayım bir şekilde liseli olduğumu anlıyorlardı. Sonradan anladım ki, adamlar liseli olduğumu anladıkları falan yokmuş, herkese liseli diyorlarmış. Zamanında güzel anılar yaşatan sözlüktür.
En son yurt dışı alışverişim 3 gün önce teslim edildi, artık bundan sonra kan emici distribütörlerin eline kaldık. Hayır ona da tamamım yeter ki getirsinler ancak çoğunda vizyon yok, en kalitesiz olanını en büyük kar marjıyla kakalamaya çalışıyorlar. O kadar parayla bir de kalitesiz mal alınca daha da sinir bir durum ortaya çıkıyor. Pek çok yurt dışı satıcısı, Türkiye'ye satışı kapatmış, diğerlerinin de kapatması an meselesidir daha haberleri yoktur büyük ihtimalle.
Oldukça sağlam bir platform aslında. Twitter gibi aptal aptal kısacık cümlelerle sizi kanser eden tiplemeler yok, instagram gibi yazı paylaşmak için görsel üretip öyle paylaşan, yazıdan ziyade hep görsellik üzerine kurulu bir sistemi yok. Burada bir sayfa yazı da yazsanız yadırganmazsınız. Tabi neresinde takıldığınız da önemli, milyonlarca grup var facebookta, belli hobileri sevenlerin birleştiği, bazı konular hakkında konuşmak isteyenlerin hoş karşılandığı vb. Buralardan kendinize bir sistem kurduğunuzda, başka bir platforma ihtiyaç duymuyorsunuz. 50 yaş üstü evlenme grupları da var, analitik felsefe konuşulan gruplar da var. Tamamen size bağlı nasıl bir facebook kullanacağınız.
Gerçekten aileden biri gibi oluyorlar, bir de her ne kadar Tanrı kompleksi olarak görülse de, onun her türlü hayati sorumluluğunu üstlenmek, fazladan bir acıma duygusuyla karışık sevgi beslememize neden oluyor bu da aşırı sevgi gibi algılanabiliyor. Evet acıma diyorum çünkü içten içe tamamen güdüleriyle hareket eden, istesek her türlü zararı verebileceğimizi içten içe biliyor olmamızın verdiği rahatlama duygusu bunu çok fazla ön plana çıkartıyor. Elbette zarar falan vermek istemiyoruz, eminim aklıma bile gelmedi böyle bir şey diyorsunuzdur ancak bilince gelmeyen bilinç dışı pek çok şey var yapıp etmelerimizi etkileyen bu da onlardan biri.
Uzun lafın kısası Etik anlamda da, zeka sahibi varlıklar olarak, Dünyamızda yaşayan her türlü canlının sorumluluğu aslında bizlerin üzerinde.
Bir aslanın, ceylanı yakalayıp parçalamasında kötülük yoktur ancak insan karar verebilme ve bir işi düşünüp daha iyi yapabilme potansiyeline sahip olduğu için, onun yaptıklarında her zaman az ya da çok kötülük vardır. Bu sebeple her canlıya bu sorumlulukla yaklaşmak gerekiyor. Toplumsal olarak başaramasak da, bireysel anlamda iletişim kurduğumuzda bunu üst düzeyde başarıyoruz, o sebeple evlat gibi seviyorum. Zaten Nietzsche'nin de dediği gibi, delilik tek tek bireylerde nadir bulunurken topluluk, grup vb oluşumlarda kural gibi kesin olarak bulunur. Bir kasaptan et alırken, o etin sahibi olan hayvanla bir ilişkimiz olmadığı için o kadar kolay alabiliyoruz, oysa her birinin ayrı karakteristiği olan, çok cana yakın hayvanlar olduğunu bilsek ve bizzat deneyimleyebilsek, yine kesip yiyen kişi aramızda olsa bile, bir iç burkulması yaşar mutlaka.
En güzel an, böyle dudakların tam birbirine değme noktasındayken, bir süre öyle beklenildiği an bana göre. Sonrasında öpüşmek en azından benim için öyle mükemmel bir durum değil. Belki de ben yapamıyorum o da ihtimal dahilinde tabi. Dudakla yanak arasındaki yeri öpüp çekilmek, daha çekici geliyor mesela. Bir de öpüşme esnasında gözü açmak var, ahahahaa çok tuhaf bir an. Öpüşmenin tarihi çok eski olmasına karşın hala, çok da doğal bir şey gibi gelmiyor.
Daha bugün gym'de elemanın biri direkt yalamak suretiyle kamerayı temizleyip(!) , tahminen instasına atmak için bir fotoğraf çekti. Bundan sonra her böyle bir fotoğraf gördüğümde acaba yaladı mı öncesinde diye düşündürtecek bana.
Kendini sevmek, öyle boş bir şekilde artık kendimi seviyorum demekle olmaz, olsa olsa kendini kandırmak olur. Kendini sevme ya da saygı duyma işi, hayat içerisinde bir bakış açısına sahip olup belli başlı prensipler edinip, bu prensipler uğruna hayatınızı düzenlediğinizde ancak kendini göstermeye başlayacaktır. Kendinizin ikna olup edindiği prensiplerle, dışarıdan alınan ve çoğu zaman baskı ve korku odaklı yapılan göstermelik prensipler arasında çok fark vardır. Eğer başkaları var diye, çayınıza şekeri maşayla atarken, tek başınıza kaldığınızda elinizle girişiyorsanız, o davranışı kendiniz ikna olarak yapmıyorsunuz demektir. Mesele çaya şekeri elle ya da maşayla atmak değil. Hangisini yapıyor olursanız olun, o davranışın üzerine düşünüp, bir karar verip ardından da o karar üzerinden bir prensip geliştirip, kendi doğrultunuzda yaşamaya başlarsanız, bu doğrultu üzerine gittiğinizi gördüğünüz her an için, bir iç saygı, kendinize sevgi beslemeye başlarsınız.
Bazen prensip olarak belirlediğiniz şey, o an size çok akılcıl gelse bile, sonradan saçma bir şey olduğuna kanaat getirebilirsiniz, böyle bir durumda revize etmeyi de öğrenmek gerekiyor, her insan hata yapar, önemli olan hatayı kabullenip, sorumluluğunu alabilmekte. Uzun lafın kısası iş yine düşünüp kendi değerlerinizi yaratmaya geliyor, öteki türlü ben dediğiniz şey yine bambaşka şeylerin kırıntılarından ibaret kalıyor. Başkalarının kırıntılarıyla olan bir yaşam da, başkaları varken ortaya çıktığı için, ben dediğiniz şey bomboş bir kavrama dönüyor, bu haldeyken de kendimi seviyorum demek tuhaf.
Bilmeden aralıklı oruç yapıyorum galiba ben. Sabah sekizde kalkıyorum. 300ml bcaa + glutamin + creatin karışımını içiyorum. dokuz gibi gym'e gidiyorum. Orada bir cafe'de oturup 300ml pre-workout ile birlikte küçük bir expresso shot içiyorum çünkü pre-workout içinde yeterince kafein yok gibi geliyor bana. Spordan sonra duş falan derken saat onikibuçuk, bir oluyor. Sonrasında ilk yemeğimi yiyorum. Bazen bir iki saat kestiriyorum bazen yapmıyorum. iş güç derken bir 300ml suyla birlikte protein tozunu da çakıyorum. Bazı günler ara öğün olarak meyveyi falan fazla kaçırınca akşam yemeği bile yemediğim oluyor. Yediğimde de saat sekiz gibi yiyorum sonra yeme işi bitiyor bende. Aralıklı oruçta sekiz saat içinde 2 öğün var, şimdi bakıyorum bende de aynı gibi duruyor anlamadım. O iki öğünde epey yiyorum ama orayı kaçırmamak lazım tabi. Şimdi yazıya dökünce, pek sağlıklı gibi görünmedi yaptıklarım bilemedim. Bu arada o kadar çok şey içiyorum ki yemek yeme isteğimi alıp götürüyor. Yoksa kendimi zorlayarak yaptığım bir şey değil bu.
Otomasyon sadece robot kolun bir şeyi sağdan alıp sola koyması değil. Yaptığım işlerin yüzde 70'ini otomasyona dökmüş biri olarak, her ne iş yapıyorsanız yapın, yaptığınız şeyde sürekli tekrar eden ne varsa, yeterince kafa yorduğunuzda onu otomasyona dökebileceğiniz bir yöntem bulacaksınız. En bilinen otomasyonlar, belli parametreler oluşturarak, müşteri profilleri çıkartmak ve bu profiller üzerinden gönderilecek email, promosyon kodu vb pek çok şeyi öncesinde ayarlayarak arkanıza yaslanmak. Aşırı öznel şeyleri, bilgisayar ortamında otomasyona dökmek python gibi bir kodlama dilini bilmeyi gerektiriyor ancak pek çok şeyi otomatik yapabilmek için zapier gibi sitelerden yardım alabilirsiniz.
Unutmayın insan gayet öngörülebilir ve konfor alanı dolayısıyla belli başlı işleri aynı metodla tekrar tekrar yapma eğiliminde olan bir canlıdır. Bu da aslında gerçekten düşündüğünüzde, hayatınızda küçük ya da büyük pek çok şeyi tekrar tekrar yaptığımızı gösterir. Bu tekrarlar bize uzun gelmese de büyük zaman kayıplarına neden olur.
Açılmış açılmasına da ne kadar reklam datası varsa sapıtmış, üstüne bir de ikinci reklam hesabı kısıtlanmış. Yurtdışında yaşamayı ciddi anlamda gündeme almam gerekiyor artık.