Sekiz
alaskan crab
1. nesil Yazar - 14. Seviye Hava Ruhbanı - Yazar -
- toplam entry 497
- takipçi 16
- puan 28269
Namı pek iyi olmayan oyun şirketi. Uzun yıllar önce rainbow oynardım son bir aydır yine girmeye başladım, yıllar önce olan problemler hala devam ediyor, lobide beklemeler, bazı ezbere bildiğim buglar falan. Her şeye rağmen oynayıp keyif aldım orası ayrı. Başka oyunlarını sevmedim pek.
Asla inanmadığım şey. Her insanın başına iyi ya da kötü şeyler gelir, bazılarına kötü daha fazla gelebilir elbette ama şanssızım etiketini kişi kendine bir kere vurursa, o saatten sonra artık kaderi olur, ne yaparsanız yapın kurtaramazsınız o kişiyi.
Böyle bir fantezisi olan kişi elbette gerçekten tecavüze uğramak istemiyordur, adı üstünde fantezi. Bana da sorsanız on tane kadın bir arada olsun isterim ama realitede bir tanesiyle zor idare ederiz. Çok da takılmamak lazım açıkcası olabilir.
Kesinlikle paradır. Bakın bir yere kadar paradır sonrasında ise paranın artık anlamı kalmaz falan demiyorum. Her türlü para alır. Para güçtür.
tek yapışta beş porsiyon çıkartıp dolaba atıyorum, aşırı zaman kazanımı sağlıyor. Tabi brokoli falan da koymak lazım sadece tavuk pilav yetmez.
Bu mutsuzluğun temeli varoluşsal sancılarsa eğer, içinde bulunduğum güruhun sahip olduğu durum.
Üniversitedeyken çok sevdiğim bir mantık hocası bir gün sınıfa girer girmez, üzüntülü olanlar el kaldırsın demişti. yaklaşık 12 kişi el kaldırdı. Hoca sırayla neye üzüldün
diye sormaya başladı. Hatırladığım kadarıyla arkadaşlarımdan birinin öğrenci evinde kombi faturası fazla gelmişti. Ne kadar geldiğini sorup, yarısını öderim sıkma canını dedi.
Başka birine sordu sevgilisinden ayrılmış, kendine uygun başka birini bulursun dedi geçti. Kimisi düşük not almış, 1 ay sonra hatırlamazsın bile dedi geçti. Sıra bana geldi ve benim üzüntümün sebebini bile sormadan, "seninki kalıcı, hayatının sonuna kadar taşıyacaksın üzüntünü" dedi. Bazı insanlar hep üzüntülüdür. Fazla düşünür, empatiyi fazla kaçırır, hayatı fazla ciddiye alır ve çoğu kişinin bilerek ya da bilmeyerek ancak ısrarla kaçındığı o çıplak ve bir o kadar da acımasız "nihilizm" gerçeğinden kaçmak yerine üstüne üstüne gider. Bu bilgi oldukça kaygan ve elde tutulması zordur, üstüne uzunca düşünülse bile bir anlık dikkatin başka şeye çevrilmesiyle unutulur. Aslında beynimizin savunma mekanizmasından da kaynaklı bir şey olduğunu düşünüyorum bu hakikatin oldukça kaygan ve elde tutulamaz olma durumunun.
Tüm bu süreç de intiharı düşündürtür elbette. İntihar fikrinin insanı özgürleştiren bir tarafı vardır. Hiçbir şey olmadı, en kötü ihtimalle çeker giderim diyebilme özgürlüğü tanır. Yapılan bir deneye göre, bir grup insana belirli dozda elektrik akımı veriliyor ardından dayanamayacakları seviyeye geldiklerinde bu akım kesiliyor. İkinci gruba ise bir kırmızı düğme koyuluyor ve gerçekten dayanamayacak duruma gelince basabilirsiniz deniliyor. İkinci grup, ilk gruba göre daha yüksek dozda elektriğe göğüs geriyor. Çünkü biliyor o tuş her an elinin altında ve istediği zaman kullanabilecek. Uzun lafın kısası anlamsızlık büyük bir sorun ve her insanın bununla kendisinin mücadele etmesi gerekiyor. Bazen bu mücadeleyi başkalarının vermediğini ve oldukça da mutlu olduklarını görmek kişinin yalnız hissetmesine sebep olabilir. Hatta bu hüzünlü durumlarınızı psikolojik sebeplere bağlayıp, insanın yegane amacının hayatta olabildiğince uzun süre kalmak olarak sabitleyen düşüncelerin size hasta yaftası koyması da bir nebze insanın içine oturabilir. Ben böyle durumlarda benim gibi hissetmiş eski düşünürleri okuyup huzur buluyorum en azından yalnız olmadığımı görüyorum. Ali Şeriati'nin dediği gibi, herkesin büyük bir iştahla oturup tıka basa doyarak kalktığı o sofradan aç kalkmanın acısı, nadir de olsa sizin gibi aç kalkanları bulmanızla bir nebze diner.
Üniversitedeyken çok sevdiğim bir mantık hocası bir gün sınıfa girer girmez, üzüntülü olanlar el kaldırsın demişti. yaklaşık 12 kişi el kaldırdı. Hoca sırayla neye üzüldün
diye sormaya başladı. Hatırladığım kadarıyla arkadaşlarımdan birinin öğrenci evinde kombi faturası fazla gelmişti. Ne kadar geldiğini sorup, yarısını öderim sıkma canını dedi.
Başka birine sordu sevgilisinden ayrılmış, kendine uygun başka birini bulursun dedi geçti. Kimisi düşük not almış, 1 ay sonra hatırlamazsın bile dedi geçti. Sıra bana geldi ve benim üzüntümün sebebini bile sormadan, "seninki kalıcı, hayatının sonuna kadar taşıyacaksın üzüntünü" dedi. Bazı insanlar hep üzüntülüdür. Fazla düşünür, empatiyi fazla kaçırır, hayatı fazla ciddiye alır ve çoğu kişinin bilerek ya da bilmeyerek ancak ısrarla kaçındığı o çıplak ve bir o kadar da acımasız "nihilizm" gerçeğinden kaçmak yerine üstüne üstüne gider. Bu bilgi oldukça kaygan ve elde tutulması zordur, üstüne uzunca düşünülse bile bir anlık dikkatin başka şeye çevrilmesiyle unutulur. Aslında beynimizin savunma mekanizmasından da kaynaklı bir şey olduğunu düşünüyorum bu hakikatin oldukça kaygan ve elde tutulamaz olma durumunun.
Tüm bu süreç de intiharı düşündürtür elbette. İntihar fikrinin insanı özgürleştiren bir tarafı vardır. Hiçbir şey olmadı, en kötü ihtimalle çeker giderim diyebilme özgürlüğü tanır. Yapılan bir deneye göre, bir grup insana belirli dozda elektrik akımı veriliyor ardından dayanamayacakları seviyeye geldiklerinde bu akım kesiliyor. İkinci gruba ise bir kırmızı düğme koyuluyor ve gerçekten dayanamayacak duruma gelince basabilirsiniz deniliyor. İkinci grup, ilk gruba göre daha yüksek dozda elektriğe göğüs geriyor. Çünkü biliyor o tuş her an elinin altında ve istediği zaman kullanabilecek. Uzun lafın kısası anlamsızlık büyük bir sorun ve her insanın bununla kendisinin mücadele etmesi gerekiyor. Bazen bu mücadeleyi başkalarının vermediğini ve oldukça da mutlu olduklarını görmek kişinin yalnız hissetmesine sebep olabilir. Hatta bu hüzünlü durumlarınızı psikolojik sebeplere bağlayıp, insanın yegane amacının hayatta olabildiğince uzun süre kalmak olarak sabitleyen düşüncelerin size hasta yaftası koyması da bir nebze insanın içine oturabilir. Ben böyle durumlarda benim gibi hissetmiş eski düşünürleri okuyup huzur buluyorum en azından yalnız olmadığımı görüyorum. Ali Şeriati'nin dediği gibi, herkesin büyük bir iştahla oturup tıka basa doyarak kalktığı o sofradan aç kalkmanın acısı, nadir de olsa sizin gibi aç kalkanları bulmanızla bir nebze diner.
Chatgpt api'ı da kullanarak bu arkadaşın aynısını python ile yazabilirim. Bu nedenle bu arkadaşın da bot olduğunu düşünüyorum.
Peki gizemnet aslında 2012 de bulunmuş yapay zeka botu olabilir mi hocam sjsjs
olabilir, teknolojiler hiçbir zaman halka çıktığı gibi gösterilmiyor her şey olabilir şu an izleniyor bile olabiliriz
Başarı elbette tanım itibariyle ona nasıl yaklaştığınıza göre değişen bir şey ancak başarıyı ben maddi manevi, genel bir ortalama olarak anlayıp bu şekilde yazacağım.
-Sorumluluk almamaları. İstisnasız hepsinde ortak olarak bulunur, çünkü sorumluluk alabilen kişi, yaptığı şeyin sonuçlarının kötülüğünü görüp, onu bir daha yapmamak adına harekete geçer ancak sonucun sizin yüzünden öyle olduğunu kabul etmezseniz, bir şey yapıp kendinizi geliştirmeniz de gerekmez ki zaten bu da başarısız yapar kişiyi.
-Aşırı şikayetçi olmaları. Mızmız bir bebek gibi, başlarına gelen kötülüklere ağlayıp, hep kendilerini bulduğunu, yok işte insanlar şöyleyken bunun başına bu olmuş ondan öyle olmuş tarzı hep bir ağlama modunda olurlar. Elbette başımıza gelen tüm kötü şeyler bizim suçumuz değil ancak hep bu modda olmak, kabullenip bir şey yapmamak ve mızmızlanarak ondan da ayrı bir keyif alma durumuna sokar, bitmek tükenmek bilmez bir döngüye gireriz.
-Kurnaz geçinmeleri. Kısa vadede hemen getirisi olan şeyi isterler, karşısındakiyle ilişkileri kötüye gidecek olsa bile, o anki ödülü kovalarlar, halbuki o ödülü seçmeyerek, o kişiyle ters düşmeyi de seçmeyecek ve ilerleyen zamanlarda daha büyük getirilere vakıf olabilecekken, koca bir bebek gibi, o anki gördüğü şeyi isteyip, bir de akıllı geçinirler.
-İş bitiricilikten uzaktırlar. Bu çok önemli bir özelliktir, kimin yaptığı, nasıl yaptığı, ne kadar zaman harcadığı gibi şeylerden ziyade, ortada bir sorun varsa bunun çözümüne giden yolu belirleyip hemen aksiyon almak gerekir, bu iş bitirici insanların özelliğidir ancak başarısız insanlar, ortadaki sorunu hemen çözmek yerine önce büyütür de büyütürler, herkese bu sorunu iyice belletirler, sonrasında nasıl çözüleceğine dair brifing ister, verilince de yarım yamalak yapar, yine o sorunu size çözdürmüş olurlar. En baştan o sorunla siz ilgilenseniz daha kısa sürece çözebilecekken, güya bu arkadaş yardım etmiştir size.
İş hayatı da dahil pek çok yerde bu tarz insanları gördüğüm için daha yazacağım çok şey var ama aşırı sinirimi zıplatıyorlar o yüzden bu kadar yeter.
-Sorumluluk almamaları. İstisnasız hepsinde ortak olarak bulunur, çünkü sorumluluk alabilen kişi, yaptığı şeyin sonuçlarının kötülüğünü görüp, onu bir daha yapmamak adına harekete geçer ancak sonucun sizin yüzünden öyle olduğunu kabul etmezseniz, bir şey yapıp kendinizi geliştirmeniz de gerekmez ki zaten bu da başarısız yapar kişiyi.
-Aşırı şikayetçi olmaları. Mızmız bir bebek gibi, başlarına gelen kötülüklere ağlayıp, hep kendilerini bulduğunu, yok işte insanlar şöyleyken bunun başına bu olmuş ondan öyle olmuş tarzı hep bir ağlama modunda olurlar. Elbette başımıza gelen tüm kötü şeyler bizim suçumuz değil ancak hep bu modda olmak, kabullenip bir şey yapmamak ve mızmızlanarak ondan da ayrı bir keyif alma durumuna sokar, bitmek tükenmek bilmez bir döngüye gireriz.
-Kurnaz geçinmeleri. Kısa vadede hemen getirisi olan şeyi isterler, karşısındakiyle ilişkileri kötüye gidecek olsa bile, o anki ödülü kovalarlar, halbuki o ödülü seçmeyerek, o kişiyle ters düşmeyi de seçmeyecek ve ilerleyen zamanlarda daha büyük getirilere vakıf olabilecekken, koca bir bebek gibi, o anki gördüğü şeyi isteyip, bir de akıllı geçinirler.
-İş bitiricilikten uzaktırlar. Bu çok önemli bir özelliktir, kimin yaptığı, nasıl yaptığı, ne kadar zaman harcadığı gibi şeylerden ziyade, ortada bir sorun varsa bunun çözümüne giden yolu belirleyip hemen aksiyon almak gerekir, bu iş bitirici insanların özelliğidir ancak başarısız insanlar, ortadaki sorunu hemen çözmek yerine önce büyütür de büyütürler, herkese bu sorunu iyice belletirler, sonrasında nasıl çözüleceğine dair brifing ister, verilince de yarım yamalak yapar, yine o sorunu size çözdürmüş olurlar. En baştan o sorunla siz ilgilenseniz daha kısa sürece çözebilecekken, güya bu arkadaş yardım etmiştir size.
İş hayatı da dahil pek çok yerde bu tarz insanları gördüğüm için daha yazacağım çok şey var ama aşırı sinirimi zıplatıyorlar o yüzden bu kadar yeter.
Sabah kendime gelmek için giriyorum, ardından hazırlanıp gym'e gidip, sporu bitirince bir de orada duş alıyorum. Günde iki kere oluyor, yaşadığım yer çok bunaltıcı ve nemli olmadığı için, tekrar bir duş alma ihtiyacı hissetmiyorum. Günde iki fazla en azından su tüketimi açısından, kalkar kalkmaz almasam olur tabi ama alışkanlık oldu bir soğuk suya girmem lazım.
seçilim, bir yeterliği gözetmesinden, doğal olması ise o yeterliliğin ne olduğunun tayin edilmiş değil de, tamamen hali hazırda var olan bir koşul olmasından gelir. Yazılımlarda belli başlı simülasyonlar oluşturularak doğal seçilimin nasıl işlediğini görebiliriz. Bunun akıl sahibi biri tarafından metot olarak kullanılması aşırı saçmadır çünkü söz konusu koşulu sağlayıp sağlamama durumu, hiçbir zaman tamamen siyah ya da beyaz anlamında geçerliliğini göstermez. Yani otuz derece sıcaklığın sabit olduğu bir ortamda hayatta kalanlar, elbette 30 ve üstü derecelerde hayatta kalmaya elverişli canlılar olacaktır ancak koşullar her zaman böyle keskin şeyler olmayacağı için, tam böyle ucu ucuna koşulu sağlayanlar ve tam da bu nedenle zor şekilde hayatta kalanlar, acı içinde var olanlarla dolu olacaktır. Yaşadığımız evrende canlılar incelendiğinde gördüğümüz şey tam olarak bu. Çok yavaş işleyen bir yapı olduğunu da hatırlatmak gerekir.
Tabi bazı yapay zeka çalıştırmalarında, koşullar sağlanıp, bu metot ilham alınarak yapılabilir, üstelik çok hızlı işlem hacmi sebebiyle yavaş işlemesi dezavantajı da ortadan kalkar.
Tabi bazı yapay zeka çalıştırmalarında, koşullar sağlanıp, bu metot ilham alınarak yapılabilir, üstelik çok hızlı işlem hacmi sebebiyle yavaş işlemesi dezavantajı da ortadan kalkar.
İstemediğim bir iyiliğin bana ulaşması beni aşırı derecede rahatsız eden bir şey, o nedenle olabildiğince kimseyle doğum günümü falan paylaşmıyorum. Nietzsche'nin de dediği gibi büyük iyilikler kin besletir, küçük iyilikler insanın içini kemirir. Hayatım boyunca bunu yaşamış biri olarak, komşu tabakları da buna dahil, hep uğraştırmıştır. ne tatava yaptın al bir pastaneden bir şeyler koy geç denilebilir tabi ama benim gibi insanlar böyle şeylere çok kafa yoruyor maalesef.
Ötekileştirme, felsefi anlamda ve özellikle postmodern dönemde Derrida'nın kullandığı şekilde ele alındığında, kaçınılmaz olan ancak bunun farkındalığının sürekli zihinde bulundurularak üstesinden gelinebileceğinin bilgisiyle hep uğraş içinde olmamızın telkin edindiği bir kavramdır. Kısaca insanın en temel manada fenomenleri anlaması ve algılaması için bir ötekileştirmeye tabi tutması zorunludur. Özne nesne ayrımının farkına vardığımız bebekliğimizde, bizlerin varlık alanında değer yükleyici konuma gelmemizi ve o andan itibaren her şeyin yargılayıcısı olmamızın yolunu açan durumdan, bir daha asla çıkamayız. Bu çıkamayış, bir kader gibi kabullenip, herkesi ve her şeyi ötekileştirerek devam etmemiz gerektiği anlamına gelmiyor, Derrida'nın önerdiği gibi, bunu akılda tutup, bizi her ne kadar bu yargılayıcı konumunun rahatlığında tutmaya çalışsa da ilkel dürtülerimiz, bunun üstesinden gelebileceğimizi söyler.
Bu özne nesne ilişkisinde, özne konumu o kadar rahat ve güzel bir yerdir ki, Sartre göz göze gelme anında, bizi rahatsız eden şeyin, esasında bizim o yargılayıcı özne konumumuzun elimizden alınması olduğunu söyler. Göz göze gelindiğinde, karşıdaki bir nesne değil, onun da bir özne olduğunu ve seni algılayıp, seni adeta bir nesne gibi yargıladığını kavradığımız an, kral olarak oturduğumuz öznelik durumundan düşüşümüzün verdiği o buruk durumun esasında bizi rahatsız eden şey olduğunu dile getirir.
Uzun lafın kısası bunu yapmak doğaldır, karşı gelmek de ahlaki sorumluluktur.
Bu özne nesne ilişkisinde, özne konumu o kadar rahat ve güzel bir yerdir ki, Sartre göz göze gelme anında, bizi rahatsız eden şeyin, esasında bizim o yargılayıcı özne konumumuzun elimizden alınması olduğunu söyler. Göz göze gelindiğinde, karşıdaki bir nesne değil, onun da bir özne olduğunu ve seni algılayıp, seni adeta bir nesne gibi yargıladığını kavradığımız an, kral olarak oturduğumuz öznelik durumundan düşüşümüzün verdiği o buruk durumun esasında bizi rahatsız eden şey olduğunu dile getirir.
Uzun lafın kısası bunu yapmak doğaldır, karşı gelmek de ahlaki sorumluluktur.
Yenilgisinden bu yana tüm mecralarda gösterilebilecek en kötü şekilde gösterilmiş, her türlü ünvan tahribatına maruz kalmış olduğu halde, hala büyük kesimlerce saygı duyulan tarihi figür. Çünkü insanlar olarak iyilik ya da kötülüğünden bağımsız olarak, güç kavramına çok fazla saygı duyuyoruz. Gücün de en çok kendini gösterdiği alan kötülük mevzusu. Öyle olunca ne kadar boklanırsa boklansın, bir şekilde birileri tarafından hep saygı duyulacak olandır. Bir de entelektüelliği nedense hitleri ve yaptıklarını bilmeyle ilişkilendiren bir kesim var. Bunlar alman tanklarını kodlarıyla falan ezberleyip, aşırı bir kültür patlaması yaşadıklarını falan da sanıyorlar. yaşları onaltı ve altındaysa pek bir sorun görmüyorum ama değilse, bir an evvel kendilerine çeki düzen vermeleri gerekir. Son olarak Godwin kanununun da oluşumuna öncülük etmiştir. Kanuna göre internette bir tartışma, eğer yeterince uzarsa, öyle ya da böyle mutlaka hitler'e gelecektir.
Her ne kadar adı, sanki yüze asla yaklaştırılmaması gereken ağır bir sanayi yağı gibi gelse de oldukça işe yarıyormuş öyle diyorlar.
lockpicking camiasında oldukça ünlü olan LockPickingLawyer isimli youtube kanalının sürekli icra ettiği olay. En favori bölümüm ise, karısının kilitli dondurma kabını açma yöntemiydi. Her ne kadar tahribatsız olarak açabilmesini umsa da, sonuç olarak açabilmiş.
İnşallah demek istemeyenlerin alternatif olarak kullandığı kelime.
Hali hazırda çokça yazılmış hristiyan evanjelistlerin argümanlarını türkçeye çevirip, evrimle mücadele adı altında yayınlamış ve bilmeyenlerce entelektüel bir kimse olarak tanınmış kişidir. Şimdilerde her şeyi ayyuka çıktığı için uzun uzun yazmaya gerek görmediğim kişi.
Bazı sırlar aşırı insanı yorsa da genel olarak bunu yapmaya iradeniz varsa bir şekilde üstesinden gelebildiğiniz eylem. karakterim gereği insanlar benim yanımda çok rahat hissediyorlar ve bu da sırlarını paylaşma isteği uyandırıyor. Etik açıdan zamanında çok fazla düşündürmüş olsa da beni, bu sırların iyi ya da kötü nelere sebep olacağından bağımsız, hiçbir şekilde kimseye açıklamıyorum çünkü en baştaki güven hususunu zedelemek, çok daha kötü geliyor. Bazen bir ortamda iki tarafın da söylediği yalanları bildiğin bir tartışmayı dinlerken, ister istemez konunun her alanına hakim olduğumdan dolayı, Tanrı perspektifine sahipmiş hissiyatı oluyor çoğu zaman bunu sevsem de, sürpriz unsurunu ortadan kaldırdığı için götürüsü daha fazlaymış gibi geliyor bana.
iyi veya kötü olsun, doğru veya yanlış. sır saklamak insanın içinden bir parçayı değiştiriyor sanki. ne kadar ağırsa, vicdani perspektif o kadar keskinleşip kanatıyor insanı.
Kesinlikle, her şeyi düzeltme gibi bir dürtü varsa, bu bilgilerle bir şeyleri düzeltebilme gücüne sahipken yapamamak insanı daha da yıpratıyor. Etik dilemmalar hep yorucu olmuştur zaten, bu sırlar sürekli bu tarz ikilemler yaratıyor.
kesinlikle hakkınız var, mutlak adalet anlayışı da bu noktada s-kiyor insanın belasını. mükemmel olacak, her şey düzelecekmiş gibi. fakat bazen hayatımızaki olaylar sadece daha kötüye gitmek için meydana gelirler....
o nedenle uzun zamandır sadece sırları taşıyorum, hiçbir olaya karışmadan, salağa yatarak, sonucuyla ilgilenmeden.
peki sence bu kimin iyiliği için? aralarında sevdiğin/değer verdiğin biri de varsa, bu salağa yatma durumunu vicdanına nasıl açıklıyorsun...?
Kendi iyiliğim için açıkcası, çünkü zamanında bu tarz şeylere karışmış ve sonucunun faturasının tamamen bana kesildiğini görmüşlüğüm var. Bir de bir insanı tanırken pek çok süzgecim vardır, o kişinin nasıl biri olduğunu anlayabileceğim. Örneğin başkaları hakkında konuşurken aşırı sivri ve kesinlikle karşının en ufak bir hakkını dahi savunmadan olayları ele alıyorsa, büyük ihtimalle yakın zamanda benim hakkımda da konuşurken böyle olacağını düşünürüm. Mesela kavga esnasında nasıl bir karakteri olduğunu görmeden, kimseyle aşırı sıkı fıkı olamam vs vs. Diğer insanların böyle filtreleri yoksa ve hayatlarına aldıkları kişinin pek çok yönden onu aldatan davranışları varsa, bunun esas sorumlusunun o kişi olduğunu söyleyip kendimi rahatlatıyorum. O kişinin bana verdiği sır üzerinden, bak aşırı güvendiğin kişi bunu yapıyor demem, o anlık kurtarsa da işi, bir prensip sahibi olmadığı için bir sonraki kişide yine aynı hatalara düşecek diyorum. Ayrıca o kurtarma esnasında da kötü ben olduğum için, böyle bir akıl yürütmeyle kendimi ak kaşık ilan ediyorum :D.
Ragnar oğluyla otururken, oğlunun kadın odaklı saçma sapan planlar kurduğunu görüyor ve bunu yapmaması için uyarıyor. Oğlu da mutluluktan söz ediyor, mutlu olmak için böyle yapması gerektiğinden. Ragnar, mutlu olman gerektiğini kim söyledi gibi insan hayatı üzerine çok derin bir soru soruyor. Zaten hayatının son zamanlarında, farklı kültürleri de görerek iyice filozofvari birine dönüşüyor, bu gelişim benim aşırı hoşuma gitmişti. Çok fazla küçük ve güzel detay barındıran bir dizi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?