confessions

bloody mary

1. nesil Yazar - 19. Seviye Zaman Yolcusu - Yazar -

  1. toplam entry 677
  2. takipçi 12
  3. puan 38576

the big bang theory

bloody mary
herkesin sheldon'ı, sheldon'ın herkesi zorbalaması, dizi içinde şaka adı altında sarfedilen milyarlarca mizojeni dolu diyaloglar, howard'ın sapıkça penelope'ye asılması, penny'nin howard'ı kaba bir şekilde uyarıp gerçeği yüzüne vurmasıyla kötü kız olarak gösterilmesi gibi berbat yanlarını saymazsak güzel diziydi. beğenmiştim.

en çarpıcı tablolar

bloody mary
Madame X veya Madame X Portresi, John Singer Sargent'ın Fransız bankacı Pierre Gautreau'nun karısı olangenç bir sosyetik olan Virginie Amélie Avegno Gautreau'yu resmettiği bir portre resmidir.

en çarpıcı tablolar

Madame X bir sipariş üzerine değil, Sargent'ın isteği üzerine resmedilmiştir. Bu, zıtlık üzerine bir çalışmadır. Sargent, mücevherli askılı siyah saten bir elbise içinde poz veren bir kadını göstermektedir; bu elbise aynı anda hem görünür hem de gizlenir. Portre, öznenin soluk ten renginin koyu renkli bir elbise ve arka planla kontrast oluşturmasıyla karakterize edilir.

Çizildiği dönemin fransa'sında yoğun bir din furyası hakimdi ve bu elbisenin derin yakası o dönem için fazla kışkırtıcı, günahkar, sapkın bulunmuştu ve başlangıçta omuzdan kaymış olduğu gösterilen sağ askısı , sonunda Sargent'ın öfkeli izleyicileri ve Gautreau'nun ailesini yatıştırmak için elbiseyi doğru yerine boyamasına yol açtı.

Madame Gautreau'nun cilveli duruşu, elbisesinin her an üzerinden kayıp düşecekmiş gibi durması Gautreau'nun namına büyük zarar vermişti.

Gelmiş onca tepkiye rağmen ressam, bu eser için ''Benim hayat verdiğim en iyi eser bu portre.'' der.

ergenekon destanı

bloody mary
Göktürkler' in en büyük destanidir. Türk destanlarinin arasinda müstesna ve çok mühim bir yeri vardir. En büyük ve en orijinal destanlarimizdan biridir. Yillarca Türk içtimai hayatinda tesirleri oldugu gibi bu gün bile Anadolunun daglik köylerinde, bir takim örf ve adetlerde Ergenekon Destaninin izlerine tesadüf etmek mümkündür.

Bir bakima Bozkurt Destaninin ana hatlari üzerine kurulmus ve yahut da bu destanin çok serbest bir sekilde genislemis halidir diyebiliriz. Daha dogrusu Bozkurt Destani ile meseini tesbid eden Göktürk soyu, Ergenekon Destani ile yeni bir hamle yaparak gelismesini, durgunluk çaginda kuvvetlenmesini ve ondan sonraki yayilis ve büyüyüs devirlerini anlatmistir.

Ergenekon Destani, On üçüncü yüzyilda yasamis olan Mogol tarihçisi Resüdüddin tarafindan ilk defa tesbit edilip yazili hale getirilmistir. Daha sonra, on yedinci yüzyilda, Hiyve Hani ebulgazi Bahadir Han tarafindan yazilmis olan Secere-i Türk adli eserde de kaydedilmistir. Göktürk Illerinde Göktürk oku ötmeyen, Göktürk kolu yetmeyen bir yer yoktur; yani ülkeye Göktürkler hakimdi. Bu durum ise, diger öteki kavimlere aci geliyordu, üstelik Göktürkleri de kiskaniyorlardi. Bir araya gelip birlestiler ve Türklerden öç almaga karar verdiler, onlarin üzerlerine yürüdüler.

Bunun üzerine Göktürklere de çadirlarini ve sürülerini bir yere topladilar. Çevresine de hendek kazip beklediler. Düsman gelince de savasa basladilar. Savas, on gün sürdü. Sonunda Göktürkler üstün geldi. Bu yenilgi üzerine Göktürklere düsman olan kavimler büsbütün hiddetlendiler, av yerinde toplandilar ve bir arada konustular. Dediler ki: “Göktürklere hile yapmazsak isimiz sonunda pek yaman olacak.”

Bu konusmadan sonra, tan agarinca, sanki baskina ugramislar gibi, ise yaramayan mallari birakip kaçtilar. Bunu gören Göktürkler: “Düsmanlarimizda savasacak hal kalmadi, kaçiyorlar” diye düsünerek, kaçanlarin arkasina düstüler. Düsmanlar, Göktürkleri görünce hemen geri döndüler, Göktürkleri gafil avladilar, vurusmaga basladilar. Düsmanlar galip geldi, Göktürkler yenildi. Düsman, Göktürkleri vura öldüre çadirlarina kadar geldi. Çadirlarini ve mallarini öyle bir yikip yagmaladirlar ki bir ev bile kalmadi. Büyüklerin hepsini kiliçtan geçirdiler, küçükler kul edinler ve her birini alip kendi evlerine götürdüler.

O zamanlar Göktürklerin basinda Il Han hakan olarak bulunuyordu. Il Han' in da bir çok oglu vardi. Çocuklarin hepsi bu savasta öldü. Yalniz Kayan adindaki en küçük oglu sag kaldi. Kayan (Kayi Han) adinda bir de yegeni vardi. Kayan ile Tukuz (Kayi Han ile Dokuz Oguz) her ikisi de düsmana esir olmuslardi. Fakat on gün geçmeden, kadinlarini da kurtarip beraberine olarak atlanip bir gece düsmandan kaçtilar ve esirlikten kurtular. Göktürk yurduna gelmediler. Burada düsmandan kaçip gelen birçok deve, at öküz ve koyun buldular. Oturup düsündüler: “Dört bir yanimiz düsman dolu bizi yasatmazlar” dediler; “En iyisi daglarin içinde insan yolu düsmez sapa bir yer bulup orada yerleselim” diye karar verip, sürülerini de olarak doga dogru varip göçtüler.

Gide gide, geldikleri yoldan baska geçilecek baska bir yolu olmayan bir ülkeye vardilar. Bu yol öyle bir sarp ve sapa yoldu ki bir deve bir at bin güçlükle yürürdü, yanlis bir yere ayagini bassa paramparça olurdu. Göktürklerin vardiklari ülkede akar sular, büngüldükler, türlü bitkiler, meyva agaçlari ve avlari vardi. Böyle bir yer görünce Tanriya sükrettiler. Kisin hayvanlarinin etini yediler, yazin sütünü içtiler, derisini giydiler. Ve bu ülkenin adina Ergenekon dediler.

Kayan' in ve Tukuz' un (Kayi Hanin ve Dokuz Oguz' un) burada zaman geçti, bir çok çocuklari oldu. Kayan' in çocugu daha çok, Tukuz' un çocugu ise daha az oldu. Kayan' dan olma çocuklara Kayat dediler; bir kismina Tkuzlar dendi. Bir kisminid da Türülken dendi. Yillar yili bu iki yigidin çocuklari Ergenekon da kaldilar. Çogaldilar, çogaldilar, çogaldilar.

Aradan dört yüz yil geçti.

Dört yüz yil sonra Ergenekonda hem kendileri hem de sürüleri o kadar artti ki ülkeye sigmaz oldular. Bu yüzden toplanip konustular, çare bulmak istediler. Dediler ki: “Atalarimizdan duyardik, Ergenekon' un disinda genis yerler, güzel yurdlar olurmus. Eskiden oralari bizim öz yurdumuzmus, Daglarin arasindan bir çikilacak yol arayip bulalim, çikip burdan göçelim. Ergenekon' un disinda kim bizimle dost olursa dost olalim, düsman olursa vurusalim.”

Böyle konusup karar verilince Ergenekon' dan çikmak için bir yol aramaga basladilar, bulamadilar. O zaman bir demirci dedi ki: “Bu dagda bir demir madeni var. Yalin kata benzer. Medenin demirini eritsek bir yol olurdu.” Hep birlikte gidip dmir madenini gördüler. Demircinin sözlerini de begendiler. Dagin genis yerine bir kat odun bir kat da kömür dizdiler. Sonra da dagin üstünü, arka yanini, öte yanini ve beri yanini bir sira odun ve bir sira kömürle doldurduktan sonra yetmis derinden yetmis körük yapip yetmis yerde kurdular; odunlarla kömürleri atesleyip körüklediler.

Tanrinin gücü ve inayeti ile ates kizdi. kizdikça demir dagin demiri erimege basladi eriyip akiverdi. dag delindi ve yüklü bir deve geçebilecek kadar yol oldu. O kutsal yilin, kutsal ayinin kutsal gününün, kutsal saatinde Göktürkler, Ergenekon' dan çiktilar. O günü, o ayi ve o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, o günden sonra Göktürkler için bayram oldu. Her yil, o gün gelince büyük törenler yapildi. Bu törenlerde, bir parça demir alinip ateste kizdiriyordu sonra da kizdidirilan demiri önce Göktürk Hakani kiskaçla tutup örse kokuyor, çekiçle dövüyordu. Ondan sonra da diger Türk Begleri ayni haraketi yaparak bayrami baslatiyorlardi.

Ergekon' dan çiktiklari sirada Göktürklerin hakani Kayan (Kayi Han) soyundan gelme Börteçine idi. Börteçine bütün illere elçilerini gönderdi ve Ergenekon' dan çikip geldiklerini bildirdi.

Bunu kimi iyi karsiladi bas eginden boyun egdi. Börteçine' yi kendi hakanlari bildi kimi de iyi görmedi, karsi çikti, onlarlarla savasildi, Göktürkler hepsini yendiler.

türeyiş destanı

bloody mary
Türeyiş Destanı, Bir Uygur destanıdır. Büyük Türk Imparatorlugunu Göktürkler' den devralan Uygur Türkler' i, Türeyis Destani ile soylarinin vücud bulusunu anlatirken ayni zamanda da, bütün Türk boylarinda hakim bir inanis olarak beliren, soyun ilahi bir kaynaga baglanmasi fikrini bir kere daha belirtmis olmaktadirlar.

Uygur Türeyis Destaninin, Göktürk-Bozkurt Destani ile çok yakin benzerlikleri, ilk okuyusta anlasilacak kadar açiktir. Hemen bütün Türk Destanlarinin birinci derecedeki unsuru olan kurt motifi, gerek Türeyis ve gerekse Bozkurt Destanlarinda bilhassa ilahilestirilmekte ve neslin baslangici ve devami bu ilahi motife baglanmaktadir.

Türeyis Destani, aslinda bir büyük destanin baslangiç kismina benzemektedir. Büyük bir ihtimalle, Göktürk-Bozkurt destani gibi Uygur Türeyis Destani da, ilk büyük Türk Destani olan Yaradilis Destaninin etkisi altinda gelisip meydana getirilmis, daha dar bir muhitin veya daha tecrid edilip kavimlesmis bir sioyun küçük çapta bir yaradilis destanidir. Nitekim, bundan sonra görecegimiz, yine bir Uygur Destani olan Göç Destani, Türeyis Destaninin tabii bir devami intibaini vermektedir.

Büyük Hun Hakanlarindan birinin iki kizi vardi. Kizlarinin ikisi de bir birinden güzeldi. Ökle güzeldi ki, Hunlar, bu iki kizin da, ancak ilahlarla evlenebilecegine inaniyor ve bu kizlarin insanlar için yaratilmadigini söylüyorlardi.

Hakan da ayni sekilde düsündügü için kizlarini insanlardan uzak tutmanin çarelerini aradi. Ülkesinin en kuzey ucunda, insan ayagi az basan veya insan ayagi hiç görmeyen bir yerinde, çok yüksek bir kule yaptirdi. Kizlarin ikisini de bu kaleye kapatti. Ondan sonra da aklinca inandigi tanrisina yalvarmaga basladi. Öyle bir yalvariyor ve öyle yakarislarla tanrisini çagiriyordu ki nihayet bir gün, Hakanin kendi aklinca inandigi tanrisi dayanamadi ve bir Bozkurt sekline girip geldi. Hun Hakaninin kizlariyla evlendi.

Bu evlenmeden birçok çocuklar dogdu; bunlara Dokuz Oguz- On Uygur denildi ve bu çocuklarin hepsinin de sesi Bozkurt sesine benzedi. yine bu çocuklar, birer Bozkurt ruhu tasiyarak çogaldilar.

yaratılış destanı

bloody mary
Türklerin kadim tarihinde bulunan destanlardan biridir.

bir varmış, bir yokmuş..

Yeryüzünde ne ay, ne güneş ne de gök varmış. Yalnızca sudan oluşan evrende, Tanrı Ülgen kuş haliyle uçmaktayken, konacak bir yer aramış, ancak onu bile bulamamış. Tam bu noktada, göklerden bir ses, sanıyoruz ki babası en büyük tanrı Kara-Han, ona seslenmiş ve “Yarat!” emri vermiş. Ülgen onu işitmiş ama nasıl yapabileceği hakkında hiçbir fikri yokmuş. Bunun üstüne kafa yorarken suların içinden Ak Ana isimli bir dişi tanrı yükselerek ona öğütler vermiş. Ülgen'in yapması gereken tek şey, “Yaptım oldu!” demekmiş. Ak Ana, ona bu öğüdü verdikten sonra ortadan kaybolmuş. Ülgen de ilk önce yeri, sonra göğü yaratmış, bununla yetinmemiş bir de dünyanın bir dengesi olsun diye iki yanına, bir de ortasına balık koymuş.

İşte bizim yıllardır okuduğumuz, “Dünya bir boğanın boynuzuna asılı!”, “Hayır, hayır. Dünya dümdüz, o yüzden dengeli zaten.” söyleyişlerinden biri de Türklere ait bir mitte karşımıza çıkıyor, yani inanmayacaksınız ama, -ki bence inanmayın yani- dünyaya kocaman üç tane balık mukayyet oluyor! İkisi düşmesin diye çevresinden tutmuş, birisi ortada gerilip başını kuzeye çevirmiş. Eğer ortadaki biraz kıpırdayacak olursa büyük tufanlar koparmış. İşte Ülgen, böyle bir dünya yaratmış.

O bunlarla uğraşırken, toprak parçasının üstünde bir kil görmüş. Bu kile yaklaşıp, canlanmasını bekleyince, Erlik insan şeklinde oluşuvermiş. Erlik, büyük tanrı Kara-Han'ın üç oğlundan biriymiş, yani Ülgen'in de kardeşiymiş ancak yaratılıştan kötü biriymiş. Ülgen gibi bir tanrı olmayı, göğü, yeri ve hatta insanları yaratmayı istemiş. Ancak bu durum ne büyük tanrının ne de Ülgen'in hoşuna gitmiş… Bu yüzden Erlik cezalandırılmış, onun yerine her şeyi Erlik'ten koruyacağına inandıkları Mandı Şire yaratılmış. Mandı Şire kuvvetliymiş, tanrının sağ kolu gibiymiş. Onunla birlikte yarattığı yedi insana ruh verdikten sonra, onların başına da May-tere isimli başka bir kahraman dikmiş… Tüm bunlar halledildikten sonra, dünya da yavaşça düzenine oturmuş. Şimdi neyin nasıl yaratıldığını öğrendiğimize göre gelin birazcık mitten neyin, nerede, niçin kullanıldığından bahsedelim. Bu noktada, size “kült” kavramını anlatmak isterim. Kült, birçok inançtan bir şey alarak özellikle bazı bitki ve hayvanları diğerlerinden ayırır, onlara tanrısal özellikler verir. Örneğin bir ağacı kült olarak nitelendirdiğimizde, bu ağaç yüksek bir yerde, tek başına, oldukça yaşlı, yaprakları yıl boyunca dökülmeyecek şekilde tasvir edilir. Mağaralar, dağlar ve çeşitli unsurlar mitik anlatılarda karşımıza kült şeklinde çıkabilir. Sizi bilmem ama ben bu şekilde anlatılınca hep çizgi filmlerdeki uzak diyarları, bulutlar içinde tasvir edilmiş dağları, uzakta bir yerde parıl parıl parlayan kocaman ağacı falan hayal ederim, işte bu kültler tıpkı öyle görkemli anlatılıyorlar. Bu noktada diyebiliriz ki kültler, mitlerin temelini oluşturan unsurlardır. Çünkü anlatılar, belli başlı kültlerin etrafında çerçevelenir ve fark edin veya fark etmeyin bu kültler anlatılan olayın en önemli unsuru haline gelir. Bir Türk destanı olan Ergenekon Destanı'nda Türk topluluğunun içerisinde yaşamaya başladığı ve üreyerek çoğaldığı mağara, yine bir Türk miti olan Er-Sogotoh'da karşımıza çıkan ağaç kültü gibi unsurlar bu anlatıların olmazsa olmaz unsurlarıdır.

Bizim bugün anlattığımız yaratılış mitinde de karşımıza çıkan su, oldukça önemli bir külttür. Zaman zaman karşımıza kutsal nitelikli, ölüye can veren, ölümsüzlük katan gibi sıra dışı özellikleriyle çıkabilir. Birçok güzel ve yüce şeyin sudan doğduğuna inanılır. Burada ise, her şeyin başlangıcı niteliğindedir. Bunun dışında mit derinlemesine incelendiğinde, Ülgen dünyayı altı günde yaratır ve son günde bir dağa çekilerek dinlenir. Burada dağ kültüne değinilerek Ülgen'in çok güçlü olduğu anlatılmaya çalışılır. Çünkü dağlar heybetli ve görkemlidir, yüce ve kutsal niteliklere sahip olmakla birlikte çoğu zaman erkekliği sembolize ederler.

Anlatıdaki karakterler, doğal unsurlar hatta rakamlara varana kadar her şey bir anlama sahip ama korkmayın, ben hepsinden bahsedip sizi iyice sıkıntıdan bayıltmayacağım. Kısaca bu şekilde anlatmış olduğum Yaratılış Destanı, insanların içinde yaşadıkları dünyanın nasıl var olduğunu, bu noktaya nasıl geldiklerini yorumlayıp, inançlarını oluşturmuş onlarca mitolojik anlatıdan yalnızca birisi. Ancak oldukça önemli ve ilk olma özelliğine sahip bir destandır. Umuyorum ben de sizi sıkmadan güzelce anlatabilmişimdir.

Bitirmeden belirtmek istiyorum, arkadaşlar dünya balıkların üstünde falan durmuyor, bunlar hep mitoloji.

(alıntı)

büyük darius

bloody mary
biraz çetrefilli bir kral. tahta geçiş hikayesi şu:

ıı. kiros'un soyundan gelen uzak torunu II. Kambises'in dengesiz yönetimi sonucu İran'da taht Smerdis'in eline geçmişti. Ülke iç savaşın eşiğine geldiği sırada Kambises intihar etti.

Ancak sarayda Smerdis'in bir sahtekar olduğu fikri yayılıyordu. Bazılarına göre tahtta oturan kişi Büyük Kiros'un oğlu Smerdis değil, Gaumata adında bir Mecusi büyücüydü. Ölümsüzler'in komutanı olan General Darius bu söylentileri yayarak Smerdis'e karşı isyan bayrağı açtı. Soylularla birleşerek Smerdis'i devirdi ve şah oldu.


büyük darius

ıı. kiros (büyük kiros)

bloody mary
Ahameniş İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk hükümdarı olan Pers komutan ve kraldır. Hükümdarlığı süresince Med Krallığı ve Lidya Krallığı'nı ortadan kaldırmış, Babil ile İran bölgelerine hükmetmiştir.

tarihi kişiliği uzayıp gider, fakat kısa kesmek lazım.

meşhur Tomris han'ın kafasını kan fıçısına atmasıyla hükümdarlığı sona ermiştir.


ıı. kiros (büyük kiros)

iran

bloody mary
kadim ismiyle "pers imparatorluğu ve milliyeti" bilinen, günümüzde iran islam cumhuriyeti olarak anılan bir devlettir.

tarihi II. kiros, büyük darius, I ı. serhas (xerxes) gibi büyük kralların yönettiği, üsste bahsedildiği gibi tarihe bizim kadar kök salmış bir halkın günümüze uzanan bir koludur iran.

aynı zamanda periler tavla oyununun da mucididir.
3
Yazar cizer Yazar cizer
Tavla mevzusunu bizim ülkücülerin bildiğini sanmıyorum yerli oyunumuz sanıyorlar sjsjs.
bloody mary bloody mary
dünyada birbirinden etkilenmeyen kültür yoktur, bence kafalarına tavlayı vurarak bunu öğretmek lazım.
siyasal mezunu fasist siyasal mezunu fasist
tavlada şeş meş gibi şeyler var farsça zaten değil mi ?

ruh sağlığı problemi olmayı havalı sanmak

bloody mary
tanım: ruh sağlığı bozuk olmak veya minvali bir sendroma sahip olmayı normalleştiren insanları kapsayan başlık.

ruh hastası, psikopat, deli, manyak, hastanelik, 46'lık gibi tabirlerle kendini tanımlayan insanlara aleni bir şekilde gerizrkali olarak bakıyorum. bunlar bildiğiniz grip gibi, kanser gibi tedavi gerektiren hastalıklardır.

bu yüzden bu triplere giren insanlardan uzak durun. muhtemelen size de bir etiket takma çabasına gireceklerdir. bunlardan kurtulması da kabız gibi zordur.
25 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol