2 haftada bir falan gidiyoruz normalde ama bugün sırf muhabbeti için gittim, randevu da vermiyordu çakal, daha bir hafta olmadı falan diyor, müşteriyim lan ben sanane dedim de ikna oldu 2 saat kitledim enayiyi.
"Acı çekmeyi reddediyor, kendi acına bir saat bile katlanamıyorsan, çekebileceğin bütün sıkıntıları önlemeye çalışıyorsan; acıyı, hoşnutsuzluğu nefret edilecek, kötücül, yok edilmesi gereken şeyler olarak algılıyor, bunları yaşantının kusurları gibi görüyorsan, o zaman rahatlık dinine inanıyorsun demektir. Siz rahatlık düşkünleri, insan mutluluğuyla ilgili ne az şey bilirsiniz! mutluluk, mutsuzluğun kardeşi, hatta ikizidir. Bu ikisi ya bir arada büyür ya da sizin yaşantınızda olduğu gibi hiç büyümez; hep küçük kalır. Mutsuz olmaktan korkanlar için değildir mutluluk.
Düşün Kim üzebilir seni, senden başka? Kim doldurabilir içindeki boşluğu, sen istemezsen? Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen? Kim yıkar yıpratır, sen izin vermezsen? Kim sever seni, sen kendini sevmezsen? Her şey sende başlar, sende biter"
Bu kitap ele aldığı her fikri, onun en ateşli savunucusuymuşçasına hakkını vererek yazma gayesi güttüğü için, okuyucu açısından hangi fikrin savunulduğu anlaşılamayabilir.
inişli çıkışlı bir anda parlayan ancak yine aynı hızda sönebilen bir karaktere sahip olduğunu uzaktan gözlemleyerek düşündüğüm yazar için uygun bir nick. Her şeye rağmen devam eden, olmayanı olduran biri.
Bu başlık bana bir şeyi hatırlattı. bir yazı okumuştum, çocuklar Tanrı'ya mektup yazıyorlar konsept bu. Çocuklardan birisi Tanrı'ya "Tanrı olduğunu nasıl anladın?" diye soruyordu. Gerçekten de çok saf ve yerinde bir soru. Bir Tanrı, Tanrı olduğunu nasıl anlayabilir? ezelden beri var olan bir Tanrı, kendi gücüne ve yapabildiklerine bakarak, kendinden biraz daha güçlü bir başkası olup olmadığına karşı nasıl emin olabilir? Tanrı belki de (eğer varsa) bizim sandığımız gibi bir bilince sahip değil, özellikle de refleksif bir bilince. Bilmiyorum ben antropomorfik olarak baktığımda, ne kadar güçlü olursam olayım, daha büyük bir şeyin parçası olup olmadığıma asla emin olamazdım.
neyse başlığa uygun bir diyalog yazayım o halde
-napıyosun len orda +dondurma yiyom görmüyon mu -tamam ye de niye yarasa gibi sarkıp yiyorsun boğazına kaçacak +beni böyle konuşturmaya devam edersen öyle olacak evet -aaaaa tmm.
iyi ya da kötünün nasıl konumlandırıldığına göre değişir bu yaklaşım. Örneğin bir anne ceylanın yanında yavrusunu parçalayarak yiyen bir aslanın, kötü bir eylem yaptığını söylüyorsanız, onu bu mizaçla yaratan Tanrı'nın da kötü bir şeye vesile olduğunu söylersiniz. Tanrı'ya inanmıyorsanız eğer, o zaman da canlı olmanın gerekliliği olan, en temel şeyin yani başka canlılardan beslenmenin de kötü olduğunu varsaydığınızdan ötürü, canlı olan her şeyi kötü atfeder, bu sefer de eylemsizliği iyi olarak konumlandırırsınız.
Spinoza'nın conatus dediği kavram, kendini koruma güdüsüyle yanıp tutuşan canlıların sahip olduğu ve bu uğurda eğer zorlanırlarsa, büyük kötülükler olarak görülebilen davranışları da yapabileceklerini varsayar. Şimdi conatus'a sahip olmak, kötü bir şey midir? canlı olanın canlılığını devam ettirmesine yönelik bir güdüdür esasında, buna sahip olmayanlar, canlılık sürecinde elenmişlerdir. Bunu kötü ya da iyi olarak adletmek yerine, böyle kabul edip, zorlandığında doğabilecek kötülüklerden uzak durmak için çabalamak daha mühimdir.
Her canlı, canlılığını koruması için bir nebze bencilliğe ihtiyaç duyar. Bu bencillik lafı çok kötü bir şey gibi algılansa da, kişinin güçlenmesi için gereklidir. Güçlü olan kişi ancak iyi ya da kötü olmayı özgür iradesiyle seçebilir. Güçsüz birisi, iyi olmaya mahkumdur, başka çaresi yoktur, kötülük yapacak seçeneği ve cesareti yoktur. Oysa bencil ve bu duruma gelebilmiş birisi, kötülüğü kolayca yapabilip, sonuçlarına da katlanmayacağını bildiği halde iyiliği seçebilendir. Kendiniz önce güçlü olacaksınız ki, başkalarına yardım edebilesiniz. Düşen bir uçakta da, önce hava maskesini kendinize, sonra etrafınızdakilere takın denir. Her canlının esas amacı gücü kovalamak, ona sahip olmaktır. Bundan sonra etik serüven başlar. Bu gücü isteme olayını da, kötülük olarak adletmek yanlıştır. İnsan nötrdür esasında. Tabi bazı doğuştan olan, şiddete yatkınlık vb spesifik vakalar hariç
Gerektiğinde çocukların bile hayatta kalmak için yanındakileri öldürebileceğini anlatan bir kitap. E çocuklar da doğru ve yanlışı çok idrak edebilen canlılar değil haliyle. Yaşam mücadelesinin en gerçekçi örneği
haa evet, tam değinmek istediğim nokta, içimizde bazı harekete geçiriciler mevcut, zorlandığında kötü diye nitelendirdiğimiz pek çok şeye davetiye çıkarabiliyor. Tabi kitap olduğu için uzun uzun ve ikna edici yazılmıştır güzelmiş.
Her ne kadar kör bir inanç olarak Tanrı'yı konumlandıran düşünceler olsa da (panteizm, panenteizm, sudur teorisi vs), bilgi, daha doğrusu bilginin en sarsılmazı hep Tanrı'ya atfedilir. Filozoflar bilgiye çok önem vermişler ancak her bilginin de aynı derecede olmadığını kategorize ederek anlamlandırmaya çalışmışlar. Platonda sanrı, idea vs gibi ya da Kant'ın a priori, a posteriori ayrımı gibi.
Bilgi önemli olsa da, onu ihtiyaca göre işleyip, adapte edebilme yetisi daha önemlidir. Bilgelikle, bilgili arasındaki fark burada ortaya çıkar. Eleştirel düşünceye sahip olmadan, bir şeyleri analiz etme yetisine erişmeden, herhangi bir sarsılmaz sandığınız bir düşüncenizi, kritize edecek cesareti barındırmadan, sadece bilgi depolamak, içi yazı dolu, karmaşık bir bilgisayar klasöründen farksızdır. Bilgiyi içselleştirmek ve hayatınıza entegre edebilmek, bunun edimlerinize yansımasına izin vermek ve neyi niçin yaptığınıza dair en ufak bir eleştiride hemen yıkılmayacak şekilde konumlandırmak ise bilgelik gerektirir.
Schopenhauer kitap okuma konusunda, kısaca şöyle düşünür, kitaplar esasında başkalarının düşünce serüvenleridir. Siz kitapları okurken, aslında birilerinin hali hazırda yıkıp tekrar kurduğu şeyleri anlamaya çalışırsınız. Bunu yaparken, daha önce hiç akıl yormadığınız bir konuda, başkasının düşüncelerini okuyor olmak, sizde iz bırakır, sonrasında kendi başınıza onun hakkında düşündüğünüzde, bu izi yadsımadan düşünemez olursunuz. Hiç düşünmezseniz de, o okuduğunuz şeyin iziyle kalırsınız. Kısaca kitap okumak, bilgelik yolunda önemli bir adımdır ancak yeter koşul değildir.
Örneğin ben bir şey okurken, yeri gelir bir sayfa okur, ardından kitabı kapatır 10 dakika düşünürüm. Elbette ne okuduğunuza göre de değişiyor bu durum, yoğun felsefi metinlerde bunu yapmak normaldir ancak bir klasiklerden roman okurken, bu kadar derin düşüncelere girilmez genelde. Anlattıklarım akademik okuma yapanlar içindir. Bir kitap, hikaye kitabı gibi baştan başlanıp, sonuna kadar okunmaz, bir dertle yola çıkan kişi, kitap içeriğinden, o derdi ile alakalı kısmı okur, eğer bağlantılı olduğunu düşünüyorsa, öncesi ve sonrasını da okur ancak genelde felsefi kitaplar, konu bazlı olduğu için, pek bir sorun olmaz. Ardından üzerine düşünmek de, işi pekiştirip, içselleştirme yolunda epey işe yarar.
Diyalektik, sadece başka bir zihinle olan bir süreç değildir. Kendi başınıza düşünmek ve eldeki konuyu savunmak ya da karşı çıkmak, bir diyalektik yöntemidir. Düşünce esasında bir iç monologdur, bu nedenle de kendi kendine konuşmak, delilik değil, entelektüelliğin gerekliliklerindendir.
Aydın kimsenin etik olarak sorumluluğu, bariz bir şekilde yanlış olan bir şeyi gördüğünde, ona karşı çıkması, onun hakkında varsa bilgisini dile getirmesi gerekliliğidir. Tabi bu her ortamda olmaz, çoğu insan başka söylemlere kapalıdır ancak ne olursa olsun, bir kişi dahi kurtarılabilse kardır, o nedenle, tartışma kültürünün zerresi dahi olmayan ortamlarda, siz bildiğinizi söyleyip, fazla da muhattap olmadan oradan uzaklaşabilirsiniz.
Son olarak, malumat, algı, bilgi, bilgelikle ilgili şu sevdiğim görseli bırakayım.
boşluk konusu, felsefenin en büyük sorunlarından biridir. Neden bu kadar büyük bir sorun olsun ki boşluk diye düşünülebilir, şöyle ki, varlığın neliği probleminden sonra, onun nasıl hareket ettiği sorusu ortaya çıkar. Hareket etmek, canlılığın, dinamikliğin ve değişim probleminin temelidir. Hareket için mutlaka boşluk gerekir, eğer hiç boşluk olmayan bir evrende yaşıyor olsaydık, her şey donmuş ve kaskatı olurdu, hiçbir şey hareket edemezdi, bu nedenle de devinimden yola çıkılarak deneyimlediğimiz zaman da ortadan kalkardı. Oysa bizler rahatça hareket edebiliyor ve zamanı ölçebiliyoruz. O halde boşluklar vardır.
Tabi boşluğun olmadığını savunan ilk çağ filozofları da vardır, bildiğimiz meşhur zenon paradoklarından bazıları da, boşluğun olmamasına dayanarak paradokslarını oluşturur. Bilinen ilk atomculardan olan demokritos'a göre, maddeler, çok küçük yapı taşlarından oluşur ve bunlar bölünemez anlamında atomlardır. Atomların hareketleri ise, boşluğun varlığıyla mümkündür, birleşip ayrılarak daha büyük şeyleri meydana getirirler. Fakat fizik kurallarıyla sınırlanan bu bakış açısı, deterministik bir evrende yaşadığımız sonucuna ulaştırır. Deterministik, yani belli başlı kurallarla hareket eden madde, o kurallar bilindiği taktirde, kimin nasıl hareket edeceğinin öncesinden belli olması, özgür irade denilen bir şeyden söz edilememesi anlamına gelir. Demokritos ise bu çıkarımdan kaçınmak için, atomların boşluk sayesinde hareket ettiği, ancak bu hareketlerinin tamamen bilinen bir çerçevede olmadığı, bazen kafalarına göre, rastgele hareket edebildikleri açıklamasıyla, özgür iradeyi mümkün kılmaya çalışır.
Antik yunan filozoflarında çoğunluk olarak kabul edilen "ex nihilo nihil fit" yani hiçbir şey yoktan var olamaz, var olan bir şey de yok olamaz düşüncesi mevcuttur. Hem bu düşünceye sahipken, hem de boşluk gibi bir kavramı anlamlandırmak oldukça zor olmuştur. Boşlukla hiçlik arasında fark olduğunu söylerler. Hiçlik, bir şeyin hiç var olmaması, onun üzerine hiçbir zaman konuşalamaması demektir. Boşluk ise, yine varlık alanı içerisinde olan, harekete imkan tanıyan, hiçlik olmayan ancak hiçliğe en yakın şey olan kavram diye işin içinden çıkmaya çalışırlar.
boşluk konusuna nasıl yaklaşıldığına göre, özgür irade, etik, varlık anlayışı gibi en temel düşünceler bile farklılaşabilir. Yazımda özellikle ilk çağ filozoflarının tartışmaları üzerinden, boşluk konusuna nasıl bir yaklaşımın olduğunu anlatmaya çalıştım. Bu işin içine farklı filozoflar, şu anki bilimsel olarak bildiklerimiz ve başka şeyler de katılarak, çok daha çetrefilli hale getirilebilir, büyük ve dikkate değer bir sorundur.
Sanılanın aksine öyle çok da tehlikeli hareketler değil, sakatlanma istatistiklerine bakıldığında, futbol başı çekmekle beraber genelde çoğunluk vücut geliştirme dışındaki sporlarda yoğunluk var. Bu hareketlerde sakatlanmamanın kuralları, egonuza yenik düşüp bir anda kilo arttırmamak, ısınmayı hor görüp, es geçmemek, hareketin doğru yapıldığından emin olmak ve yardımcı araçları kullanmak (lifting straps, wrist wraps vs). Bunlara rivayet edildiği sürece, pek bir sorun olmuyor.
Aynı anda pek çok kası uyardığı için, gelişime katkısı fazla ama bu işi profesyonel düşünmeyenlerin illa yapmak gibi bir zorunluluk da yok, alternatif ve daha kontrollü hareketleri de mevcut.
Bugün iki erkek arkadaş arasında söyle bir diyalog geçti. -x baksana sıraya yarım saat sürer marketten alsan olmaz mı? -y olmaz, oğlum bekleyelim işte bir şey olmaz -x ama sıra çok -y yok gelir şimdi
X durumu kabullenir ve boynunu bükerek kadınlarla sırada bekleyen iki erkekten biri olmak için yerini alır. Bu arada çok aşırı kalabalık değildi ve zaten 3 kasa açık hızlı sıra geliyor bdjxnxnd.
Pascal, insan varlığının sonluluğu hayatta kesin olan tek şey olduğu halde, onu unutmak için eğlenceye sığınarak ya da "kalabalığa" kaçarak elimizden geleni yaptığımızı söyler. "Başka insanların arkadaşlığına güvenmemiz budalalık: Bizim gibi sefil, bizim gibi aciz olan onların bize yardımı dokunmaz. Yalnız ölürüz. O halde zaten yalnızmışız gibi yaşamak gerekir.
entelektüel tutuma terstir, aynı zamanda (bkz: iyi niyet ilkesi)ne uymaması bakımından da, tartışma kültüründe pek bir yeri yok. Herhangi bir konu, düşünce ya da akım üzerine karşıt fikir sunarken, onun tamamen yanlış olduğu, hiçbir kat-i suretle, doğruluk payı içermediği düşüncesiyle dile getirilen ve nedeni dahi belirtilmeyen söylemlerin çöpten farkı yoktur. Entelektüel tutum, her zaman yanılabilineceği göz önünde tutularak konulara yaklaşmayı gerektirir ki bu da tepeden bakarak asla olmayacak bir şeydir. O nedenle nerede hayatı çözmüş, bu kesin böyledir öteki şu şekildedir tarzı söylemlerde bulunanların daha çok yolu olduğunu anında anlayabiliyorum.
arada bir olması gereken, desteklediğim darbedir. uykum vardı, kaçtı sayende, pek çok yazacak başlık çıktı meydana, yavaş yavaş girerim artık ben de entry sayende.
hocam ya ne yapıyorsunuz? iki kişiyi bu site kaldırmaz. :)) arada kaynatın bari bir bilgi bir havadan sudan yazılar olsun, bir alışveriş bir fiş gibi :))
@tamtam her zaman o modda olmuyorum ya, benden bol bol goygoy görürsün merak etme
@siyah anka senin kadar giremesem de, arada tek tük atarım :)
@succulent dediğin gibi insanın modları değişiyor sürekli, bir de ilgilenen pek olmayınca kendi çalıp kendi söylüyor gibi oluyor ondan goygoya kaçılıyor
tamtam kaynatırız da biraz fazla kaynattık bence. azıcık beynimiz yansın yav. boş konuşmalardan aşırı sıkıldım ben.
alaskan bende eskileri atıyorum zaten sıkıntı yok :)
succulent ben görüyor ve okuyorum açıkçası. evet modumuz değişiyor zaten hep böyle olmaz ama goygoy aşırı abartıldı. insanları buraya goygoyla çekemeyiz. biraz bilgi modunda olacağım ben bu aralar.
@siyah Anka çok haklısın, o yüzden günümün en verimli saatlerini bilgilerle geçiriyorum sonra gün içindeki kafa dolmasını boşaltmaya çalışıyorum. Seni destekliyorum ama bizi de düşün sindire sindire :))
Siyah Anka sol frame aksa bile bir ara girip konu seçip okuyacağım hepsini bir noktaya kadar okudum ama bir süreden sonra beynimin damarlarından çatırdama sesi duymaya başladım 😅😅
siyah anka bütün gece alaskan'nın yazmasını bekledim. sabaha kadar uyumadım. hala bekliyorum. :)) şaka şaka.... yalnız dün gece yaptığınız adminin hoşuna gitmiş olmalı ki o da seri olarak entry girdiğini görüyorum. :))
valla bilmiyorum artık :) rahatsız olanlar da olmuş anlaşılan. boş entrylerden gına geldi ve boş muhabbetler baydı şahsen beni. eski entrylerimi attım sadece. zamanında yazdım bunları iyi ki diyorum.
Ben de sürekli tarih psikoloji ve bilimsel kitaplara sarmıştım bir ara ama sonra motivasyonumu kaybettim bugün kurgu içerikli bir roman okuyorum. O yüzden sardı. Fazla düşünmeye gerek kalmayınca aktı gitti kitap. Sabah başladım bitmek üzere son 50 sayfa kaldı
@tamtam valla ilgili alanımda ve o an yazma isteğiyle doluyorsam yazıyorum, bu tarz şeylere iş gibi hadi yapıyorum diye başlayamıyorum hem fazla vaktim de yok zaten :)
yapay zekayla içli dışlı biri olarak, onun istatistik datalarını iyi bir şekilde yönlendirmekten başka bir şey yapmadığını söyleyebilirim. Günümüz data çağı olduğu için, hiç olmadığından daha fazla yapay zekalar işe yarıyor ancak ne olursa olsun, temelde yapay zeka denilen şey, anlık olarak eldeki dataların, olabilecek en istatistiki anlamda istenilen sonuçları veren bir yapıdan öte bir şey değil. Bu nedenle yeni bir şey, olmayanı, olanlar içinden çıkartıp yapması beklendiğinde aşırı derecede saçmalıyor, temelinde matrislerle kurulu, matematiksel yönlendirmelerden öte bir şey değil. Tüm bunlara rağmen, insan günlük hayatında konuşmaları, yaptıkları rutin ve oldukça tahmin edilebilir şeyler olmasından dolayı, yapay zeka kullanılarak bu tarz eylemler hedef alındığında, gayet işe yarar şeyler ortaya çıkabiliyor.
dil felsefesinde, insan gibi düşünebilen, turing testini geçecek düzeyde dil konuşabilen bir makine olabilir mi tartışmasında, olsa dahi, insana has olan o zihin kavramının, onda asla olmayacağını anlatan searle'ün çin odası argümanı var. Bu aslında bir düşünce deneyi. hatırladığım kadarıyla deney şu şekilde, bir oda düşünün, odanın içerisine bir pencere aracılığıyla çince istediğiniz bir soruyu atıyorsunuz, ardından aynı pencereden size çince anlamlı bir yanıt geliyor. Odanın içerisinde çalışan birisi var, ona atılan soruların şekillerini, kendi arkasında duran ve çok karmaşık olmasına rağmen, onu kullanmayı bildiği bir rehbere bakarak, oradaki yanıtı aynen geçirip, tekrar pencereden dışarıya atıyor. Şimdi burada bunu yapan kişi, bilinçsiz. Tek yaptığı çok detaylıca hazırlanmış bir rehberi izlemek. Anlam, algılama, idrak etme yok. Dışarıda çince bilen birisi, onun çok doğru yanıtlar verdiğini düşünebilir ama sezgilerimiz, bu düşünce deneyinde bize, aslında öyle olmadığını gösteriyor.
uzun lafın kısası, yapay zeka hiçbir zaman bunun ötesine geçemeyecek.
elimi attığımda direkt ulaşmak istediğim ya da hali hazırda okuyacağım, okuma sırasına koyduğum kitaplar haricinde, pek kitap tutan biri değilim. Kitaplarımın çoğu başkalarında. Özellikle son zamanlarda, pdf ile uğraşıyorum.
Özgürlük, girift bir kavramdır, bu nedenle her insan, özgürlük denildiğinde farklı bir şey anlayabilir. Genelde çok güzel, istenilen bir şey olarak görülse de, özgürlük beraberinde sorumlulukla gelir. Bu sorumluluk duygusu da, özgürlüğü kısıtlayan bir yapıdadır, ancak gereklidir. Kant'ın ergin olma hali dediği duruma geçen birey ancak kendisini özgür olarak adletmeye başlayabilir. Bu erginlik hali, edimlerinizi hangi fikirlerden yola çıkarak gerçekleştirdiğinizin sorgulamasını yapmış, bu nedenle de, bu yolda başınıza gelebilecek kötü şeylerden etkilenmiyor oluşunuzu simgeler.
Varoluşçu felsefeye göre ve özellikle Sartre'a göre insan özgür olmak zorundadır, çünkü hiçbir şekilde onu yönlendiren yüce bir güç yoktur, o yaptığı her şeyin sorumluluğunu almak ve kendini gerçekleştirmekle yükümlüdür, dünya'ya atılmış bir haldedir, başka çaresi yoktur, yaptığı her eylemde, sorumluluk alıp, özgürlüğünü gerçekleştirmelidir. Başkalarının dediklerini yapıp, sorumluluğu onlara yükleyenler de aslında bir seçim yapmışlardır der Sartre. Seçimden hiçbir kaçış yok, her zaman bir yol vardır der.
nietzsche için aslında var olmayan, insan gibi sürekli değişen bir varlığın, asla tam olarak oldum diyemeyeceği için, hiçbir zaman da olamayacak bir kavramdır. Madem öyle bu adam neden böyle bir kavram ortaya attı? hakikat denilen şey de binlerce yıl peşinden koşturuyor ancak hala elimizde herkes tarafından istisnasız kabul edilebilecek bir hakikat yok, bu da onun gibi (bkz: kullanışlı hayali kurgu)
Felsefeci hedeflenen hakikate olabildiğince tarafsızlık ilkesiyle yaklaşmaya çalışır. Kullanışlı hayali kurgunun düşünce deneyinden farkı ise şuradadır;
Düşünce deneyini yapan filozof sezgilerin berraklaştırır ve hedeflediği çıkarıma ulaşmak adına deneyine devam eder ancak kullanışlı hayali kurguyu kullanan düşünür ise her benzer olayda bu felsefi aracı hakikate yaklaşmak için tekrar tekrar gündeme getirebilir.
Örneğin "ideal gözlemci" kurgusu. Bu kurguda işçilerin patronların ve aralarındaki hiyerarşik kademelerin haklarını yazmakla görevli bir insan var. Bu insanın adil bir şekilde her çalışana haklarını teslim etmesini sağlamak adına şöyle bir olaya başvurulur. Herkesin haklarını belirleyecek insana aynı zamanda haklarını belirledikleri kademeler arasında bir iş verilecektir. Ancak bu kişi hangi işin kendisi için devlet tarafından belirleneceğini bilmediğinden, her kademeye sanki kendisi orada çalışacakmış gibi adil bir şekilde düzenleme yapar.
rousseau'nun toplum sözleşmesi ya da nietzsche'nin übermensch'i kullanışlı hayali kurgulara örnektir.
tek anlamayan ben değilmişim ama daha detaylı bir açıklama yapman gerekiyor. kitabın ortasından konuşulunca dediklerin anlaşılmıyor asla :) bu da eleştirim olsun. ayrıca ben bunu araştırınca bir şey çıkmadı. ilk defa duydum bunu.
the philosopher toolkit kitabında geçiyor, kendimce türkçeleştirdim kavramları. Örnekle beraber aslında epey açıkladığını düşünüyorum ama şöyle diyelim, bir ideal olan kurgulanıyor ve bu ideal olan, adı üstünde ideal olduğu için gerçekte yok. Gerçekte olmamasının bir önemi yok çünkü referans noktası olarak kullanıldığı için kullanışlı. Hayali ve kurgu olduğu için de kullanışlı hayali kurgular.
yok hayır, ben zaten bu tarz yerlerde yazmamın da sebebi, yapıcı eleştirilerle kendimi geliştirmek, üstinsan başlığı olunca, orada da bu kullanışlı hayali bir kurgudur, esasında öyle bir insan yok ne çevrede ne de gelecekte yazacaktım, sonra bunu da aradan çıkartayım diye yazdım. Biraz kitabın ortasından pat diye olduğu için cidden öyle olmuş, normal yani.
evet ondan dedim zaten :) iyi yapmışsınız sadece küçük açıklamalarla daha anlaşılır yaparsan çok daha iyi :) malum hepimiz felsefe bilmiyoruz bunu duymamıştım bile hiç ben.
yav ne güzel yazmıştın. bizim iletişim kurmamız cevap vermeyeceği anlamına gelmez ki sana. kızdım valla ne yalan söyleyeyim. belki de yukarıdaki cevabı sana yazdı ama anlamsız oldu sen silince.
@tamtam sen alaskana bakma bence bozuldu :) neyse bu seferlik bir şey demiyorum ama bir daha yapmazsan sevinirim. daha detaylı bir tartışma çıkabilirdi çünkü.
sağlıklı ve protein ağırlıklı yemekler yapmam gerektiği için bazı şeyleri öğrenmek zorunda kaldım. 5 yumurta kırıyorum mesela biraz yulafla falan on numara öğün oluyor. Tavuk haşlayıp mikserden tel tel çıkartıyorum, yanına da pilav yapıp gömüyorum. Benimkiler yemekten ziyade besin oluyor ama kendimizi idare ediyoruz çok şükür.
Hayır başka dil bilen insanlar, genelde daha relax takılıyorlar ama hem başka dil biliyor hem de Türkçe'yi salmıyor. Yine de çok üstüne gitmemek lazım, on tane hata görüyor sadece birinde dile getiriyor. Her seferinde söylese cidden çekilmezdi bu arada.