kardeşim biraz az takıl şu sözlükte de biz de nasiplenelim, ne bu böyle geldiğinden beri fingir yok.
alaskan crab
1. nesil Yazar - 15. Seviye Ateş Şamanı - Yazar -
- toplam entry 501
- takipçi 16
- puan 28523
hali hazırda yaptığımız bir işi, amerikan pazarında da satabilmek için, orada bu işlerimize ön ayak olacak bir firma sahibiyle tanışıp, nasıl yürüteceğimizi konuşuyorduk. Neyse bana türk olduğu için daha iyi anlaşabileceğimizi söylediği birini atadılar, onla işleri yürütüyoruz. Ben enine boyuna her şeyi anlattım, yaparken yanında oldum falan. Girilen lokasyon çok önemli olduğu için, ben değil de, ona yaptırıyorum siteye girip yapması gerekenleri. İşte bu arkadaş da, her gün indirim vermesi gerekiyor. 15 gün oldu bir tane bile satış yok, komisyon toplandı, gerekli şeyler konuşuldu, sonra bana eldeki verilerle neden hala satış olmadığının izahını istediler. Bana verdikleri karadenizli arkadaş, indirimleri hep düne vermiş, kısaca hiç indirim girilmemiş sisteme. Hal böyle olunca da satış da olmamış. Cem yılmaz'ın dediği aklıma geldi, sizler fıkralardaki adamları şaka sanıyorsunuz ama ben bizzat tanıştım dediği. Çocuk da karadenizli, şivesi var, o kadar anlatmama rağmen hep düne vermiş olunca indirimi, ben gülmekten fırsat buldukça biraz biraz anlattım ama yok durduramıyorum gülmemi, bir yandan cem yılmazın şakaları aklıma geliyor, bir yandan karadeniz şivesi kulağımda çınlıyor, öte yandan bu elemana güvenip de 15 gün nasıl takip etmeden bırakmışım diye kendime kızıyorum falan. koca koca adamlar takım elbiseleriyle bana bakıp anlamaya çalışıyorlar, allahtan görüntülü konferanstı da, kendimi susturup müsade istedim gittim.
bunların ileri dereceleri, yalan makinesini yanıltabiliyorlarmış, öyle inanıyorlar ki kendi yalanlarına, yalan olduğunu bilerek söylenen şeylerin vücutta oluşturduğu tepkiler bunlarda oluşmuyor.
Sanatı ele alırken, temelde ne anlama geldiğini, ya da tarih boyunca insanların neye sanat diyip neye demedikleri incelenerek, genel bir sanat çerçevesi çizilebilir. Örneğin Platon zamanında sanat hor görülen bir şeydi, çünkü taklitten ibaretti. Platonun varlık anlayışına göre, dış dünya'da gördüğümüz ne varsa, gerçek olan ideaların birer yansımasıydı. Dış dünya'ya bakarak sanat yapan birisinin eser, yansımanın da yansıması olacağı için, vasat bir davranış olarak görülüyordu. Başka paradigmalarla, taklit etmenin çok güzel sanatsal ürünler çıkarttığını da gördük ancak kameranın çıkmasıyla, gerçekçi olarak çizilmeye uğraşılan bir anın, daha da gerçek olamayacak şekilde fotoğraf olarak çekilmesiyle anlam kaybetti. Tabi bir insanın aşırı gerçekçi şekilde bir şeyi çizebiliyor olma durumunun kendisi ele alınırsa hala sanatsal bir şeyler bulunabilir. Yıllar geçtikçe sanat olan değişmiş, onu ele alış biçimlerimiz ve değişen paradigmayla, onu şekillendirmemiz farklılaşmıştır. Tüm bunlar yığıldıkça, çok farklı alanlardan, farklı şeyler sanat olarak önümüze gelmiş ve bizler bunlar arasındaki bağı göremez olmuşuz.
Bir şeye bakış açımız, onu hayatın içerisinde görmemiz olarak farklıyken, onu bir çerçeveye alıp, bu bir sanattır önermesiyle karşımıza gelişinden sonra, değerlendirmemiz çok farklı olacaktır. Yemek yediğimiz bir mekanda, bir çift düşünelim, karşılıklı birbirlerine aşkla bakıyorlar, yemeklerine dokunmamışlar bile, öyle güzel anlar yaşıyorlar ki, yıllarca aşk şiirlerinde geçen duyguların bir karışımı gibi. Normal hayatın akışında bu çifti fark etmeyebiliriz. Baksak bile, mutlu bir çift der geçeriz ancak bu durumu, sanat kisvesi altında, bize gösteren marina abromoviç, başka şekillerde bakmamıza çanak tutar.
Uzun lafın kısası, bir şey sanat mı değil mi nasıl karar vereceğiz normal vatandaşlar olarak diye sorarsanız, döneminizin sanatla ilgilenen büyük bir güruhu, bu şey sanattır diyorsa, büyük ihtimalle sanattır. Bize iyi gelen, çok farklı duygular uyandıran şeyler sanattır onlar değil denilebilir, sanat biraz toplumsal bir olay olduğu için, ve buna karar verecek olanlar da, sanatla ilgili aydın kimselerin ortak kararı oluyor.
Bireysel anlamda ne nedir kararını elbette herkes kendi verebilir. Yolda giderken rastgele dökülmüş bir çöp yığını, insana eskiden yaşadığı bir şeyleri anımsatıp, orada çok farklı duygular hissettirebilir. Öyle şeyler yaşarsın ki, o çöp yığını sana, en büyük sanat eserlerinin bile yaşatamadığı bir an yaşatabilir. O nedenle bireysel olanda farklılık gösterse de, toplumsal olarak sanatın neliği, o dönemin aydınlarının ağzına bakar.
Bir şeye bakış açımız, onu hayatın içerisinde görmemiz olarak farklıyken, onu bir çerçeveye alıp, bu bir sanattır önermesiyle karşımıza gelişinden sonra, değerlendirmemiz çok farklı olacaktır. Yemek yediğimiz bir mekanda, bir çift düşünelim, karşılıklı birbirlerine aşkla bakıyorlar, yemeklerine dokunmamışlar bile, öyle güzel anlar yaşıyorlar ki, yıllarca aşk şiirlerinde geçen duyguların bir karışımı gibi. Normal hayatın akışında bu çifti fark etmeyebiliriz. Baksak bile, mutlu bir çift der geçeriz ancak bu durumu, sanat kisvesi altında, bize gösteren marina abromoviç, başka şekillerde bakmamıza çanak tutar.
Uzun lafın kısası, bir şey sanat mı değil mi nasıl karar vereceğiz normal vatandaşlar olarak diye sorarsanız, döneminizin sanatla ilgilenen büyük bir güruhu, bu şey sanattır diyorsa, büyük ihtimalle sanattır. Bize iyi gelen, çok farklı duygular uyandıran şeyler sanattır onlar değil denilebilir, sanat biraz toplumsal bir olay olduğu için, ve buna karar verecek olanlar da, sanatla ilgili aydın kimselerin ortak kararı oluyor.
Bireysel anlamda ne nedir kararını elbette herkes kendi verebilir. Yolda giderken rastgele dökülmüş bir çöp yığını, insana eskiden yaşadığı bir şeyleri anımsatıp, orada çok farklı duygular hissettirebilir. Öyle şeyler yaşarsın ki, o çöp yığını sana, en büyük sanat eserlerinin bile yaşatamadığı bir an yaşatabilir. O nedenle bireysel olanda farklılık gösterse de, toplumsal olarak sanatın neliği, o dönemin aydınlarının ağzına bakar.
kapalı bir arkadaşım vardı, saçını sürekli farklı renklere falan boyadığını söylerdi bana. Şu an saçlarım mavi derdi. Görmediğim için ayrıca bu bilgiyi neden bana verdiğini de anlamadığım için pek anlam veremesem de saç boyamak denildiğinde aklıma hep o gelir. Haa sonradan gördüm tabi cidden boyuyormuş, bir tür şaka sanmıştım başlarda. Ayrıca bu olay kapalı kadınlarda baya da yaygınmış.
Kapalı bayan nasıl oluyor kapalı süt gibi mi
valla ben çözemedim, türbanlı diyince hakaret algılanıyor, örtülü diyince tuhaf kaçıyor, burada kendilerine kapalı diye hitap ediyorlar ben de o şekilde dile getirdim.
Çok tuhaf bir tabir bunun adına tesettür denir. Kabul etmiyorlarsa girmesinler.
her ne kadar kültürel feminizme sıcak baksam da, bu tarz şeylere kafa yorup, neye ne deniri kırk yarmak bana boş uğraş gibi geliyor.
Sen de haklısın. Okuyunca komik geliyor sadece
garibanlık, artık değersizliğin iliklerinize kadar işlemesiyle olur. zehirlenme şüphesi olan ve tedavi amaçlı sedyeye yatırılmak istenen maden işçisinin, sedye kirlenmesin diye ayakkabısını çıkartmaya çalışması garibanlık örneğidir. Hayır iyi niyetinden falan diyenler olabilir, o tavır, tamamen kendini değersizleştirmenin ürünüdür, hastanelik olmuş durumdayken bile, onu düşünmek normal değildir.
çok zor hastalıklar geçirdim, epey acı çekerek ama bunun covid olup olmadığını bilmiyorum. Covidin en çok dile pelesenk olduğu zamanlar hiç hastalanmadım. Covid duyrulmadan önce, 2 gün yataktan çıkamadığım bir hastalık geçirmiştim, bol bol uyuyarak ama onun covid olup olmadığı konusunda şüpheliyim. Bir de yakın zamanda böyle 4 gün süren, çok ağır bir grip daha geçirdim, normalde ilaç alma taraftarı olmayan ben, ilaçları yemiştim bildiğiniz. O da covid mi sanmam.
İlk duyurulduğunda bu oyunun mekanikleri çok farklı geldiği için merak etmiştim. Sonra uzun bir süre çıkmadı, çıkınca oynadım, güzel farklı hissettiriyordu. Kötü bile gelmiş olsa, yine de böyle farklı şeyler deneyen firmaları seviyorum, asla iade ya da kötü yıldız vermem. Aynı şeyi quantum league oyununda yaşamıştım. Onda da çok farklı bir mekanik vardı, savaş başladıktan sonra yaptığınız hareketler, bir yerden sonra geriye sarılıyor ve o eski yaptığınız şeyleri yapan bir klon, yeni savaşta aynı şeyleri yapmak için yola çıkıyordu. Yani 1vs1 oynarken, ilk roundda normal kapışıyorsunuz, 2. roundda, ilk rounddaki kapışmanız clonelarınız tarafından tekrarlanırken, siz de ayrı oynuyorsunuz. İlk roundda eğer sizi vurduysa rakip, o yere hızlıca gidip, kendi klonunuz ölmeden, karşıdakini vurarak, ilk roundda ölmüş olduğunuz gerçekliği büküyorsunuz. çok farklı ve güzel bir mekanikti, oyuncuların çoğu pek anlayamadı, bir de yeni şeyler eklemekte zorlandıkları için oyun kapanmıştı. Yine de güzel hatırlarım, ek paketlerini de almıştım destek için. Farklı şeyleri seviyorum.
casio'ya verilen her para helaldir. quartz saat olarak almaya değer çok nadir markalardan biridir. Özellikle gençlere hediye olarak alınabilir hem kaliteli hem de küçücük çocuğa otomatik pahalı bir saat almak yerine, kalitesi kadar para eden bir casio almak çok daha mantıklı.
derrida'nın felsefesinde büyük rolü olduğunu düşündüğüm diyalektik yaklaşımıdır Her konuda İki karşıtın bir potada erimesi sonucu ortaya çıkan sonuç üzerinden gidildiğinde ve bu yöntemi tekrar tekrar yaptığımızda karşılaşacağımız sonuç, her şeyin birbirine geçmiş ve hiçbir sivri köşesi kalmadan yumuşatılmış, birbirine aşırı benzer çıktılar elde etmektir. Derrida açıkça bir negatif diyalektikten söz etmese de, her olaya yaklaşırken, yeniden değerlendirmenin önemini, tekrar tekrar üzerine düşünmenin ve farklı anlamları da gözeterek, zorlama bile olsa, farklı bir şey ortaya çıkarma girişiminden söz eder. Felsefesindeki tüm kavramların aşağı yukarı hizmet ettiği şey budur, karşı konulamazların sentezi, tek bir hakikat olarak kendini sunan ne varsa, onu okuma çeşitliliği katarak, içerisindeki sentezlediği diğer sivri uç fikirleri ortaya çıkartıp, adeta tersine mühendislikle, tez ve antitezine ayıklayıp, bunları da ayrı ayrı düşünerek, farklı hakikatler de olabileceğini gösterir. Hakikat kavramı derrida'da aslında vardır ama onun için hakikat, adalet demektir. Adalet de, bize sunulan ne varsa yapısökümle düşünerek, farklı yolları ortaya çıkarma çabasıdır. Yani aslında hakikatin kendisi, hakikatin olmayışına hizmet eder.
ilkokul 5. sınıfa giderken yapmıştım. Hayat dersiydi galiba böyle pek bir şey vaadetmeyen bir ders isimiydi, geçen hafta kızılayı falan anlattığı için bu hafta da rastgele kaldırıp soru soruyordu. Kızın birini kaldırdı
hoca - kızılay ne yapar yavrum
kız- kan topluyorlar hocam
hoca- başka ne yapıyorlar
kız- hocam kan alıyorlar
hoca- tamam işte başka ne var
kız- ben bir tek kan topluyorları biliyorum hocam
ardından araya giren ben
"kızılay vampir galiba hocam kan toplamaktan başka bir şey yapmıyorlar"
hocamız gülmüştü. Evet benim hedef kitlem hocalardı, öğrencilere osuruk şakası yapsan gülüyorlar zaten.
Bu sefer lisedeyiz, edebiyat dersi, biri kitapla hocanın başına gitti, çözemedikleri bir şeyi konuşuyorlar 10 dakika falan oldu, sınıfın dikkati dağıldı, herkes en sevdiği arkadaşlarının yanına gidiyor böyle, gezinme peşindeler. Hocamız dikkatini verdiği sorunu çözmüş olacak ki kafasını kaldırıp baktı, beni gördü,
hoca- oğlum niye gezip duruyorsun ayakta
panik olan ben- hocam kanımızda var göçebelik ne yapalım
o derste de epey göçebelikle ilgili konuşulduğu için, o bağdaşlığı da kurarak gülen hoca, kızma maksatlı giriştiği sohbeti, gülerek geç otur hadi diye bitirmişti.
e bunlar komik değil ki diyenler için, tabi komik olmaz ortama uygun kaliteli şakalar bunlar, o ortamda olmak gerekir ayrıca birinde 5. sınıftayım diğerinde lise 2, olduğu kadar artık.
hoca - kızılay ne yapar yavrum
kız- kan topluyorlar hocam
hoca- başka ne yapıyorlar
kız- hocam kan alıyorlar
hoca- tamam işte başka ne var
kız- ben bir tek kan topluyorları biliyorum hocam
ardından araya giren ben
"kızılay vampir galiba hocam kan toplamaktan başka bir şey yapmıyorlar"
hocamız gülmüştü. Evet benim hedef kitlem hocalardı, öğrencilere osuruk şakası yapsan gülüyorlar zaten.
Bu sefer lisedeyiz, edebiyat dersi, biri kitapla hocanın başına gitti, çözemedikleri bir şeyi konuşuyorlar 10 dakika falan oldu, sınıfın dikkati dağıldı, herkes en sevdiği arkadaşlarının yanına gidiyor böyle, gezinme peşindeler. Hocamız dikkatini verdiği sorunu çözmüş olacak ki kafasını kaldırıp baktı, beni gördü,
hoca- oğlum niye gezip duruyorsun ayakta
panik olan ben- hocam kanımızda var göçebelik ne yapalım
o derste de epey göçebelikle ilgili konuşulduğu için, o bağdaşlığı da kurarak gülen hoca, kızma maksatlı giriştiği sohbeti, gülerek geç otur hadi diye bitirmişti.
e bunlar komik değil ki diyenler için, tabi komik olmaz ortama uygun kaliteli şakalar bunlar, o ortamda olmak gerekir ayrıca birinde 5. sınıftayım diğerinde lise 2, olduğu kadar artık.
😅😅😅
Diyojen (diogenes) antik yunan felsefecileri tarafından kinik okulu içerisine dahil edilen bir filozoftur. Her ne kadar okuduğumuz anektodlarından, kendisinin hiçbir değeri olmayan, öyle etrafta gezip, insanlara zulüm olan biri gibi dursa da, temel sokratik etik ilkelerine ve özgürlük için gerekli iki davranışa sıkı sıkı sarılır. Ona göre birinin özgür olabilmesi için, ilk olarak istediğini söyleyebilme hürriyetine sahip olması gerekir. Ne zaman ki ağzınıza gelen bir lafı yutuyorsanız, orada kendinizi sınırlıyorsunuz demektir. Tam da bu düşüncesinden dolayı, politikaya yön veren liderlerin yanında onlara akıl veren filozofları hor görür. Onlar bu yaptıklarıyla aslında özgürlüklerini sınırlandırmaktadırlar. Platon bir gün diyojeni yeşillik yıkarken görür, ve ona (şu an hatırlamadığım birinin) x'in emrinde çalışıyor olsaydın, böyle yeşillik yıkamazdın diye söylenir. Diyojen de, Platon'a "sen de yeşillik yıkıyor olsaydın, birilerinin emrinde çalışmazdın" der. Felsefe tarihinde pek çok felsefeci vardır, fikirleriyle aşağı yukarı uyumlu yaşayan, ya da hiç alakası olmayan ancak pek azı diyojen gibi, felsefesi neyse, tamamen o şekilde yaşamıştır.
İkinci özgürlük anlayışı ise, kendine yetebilmektir. Bu yetme durumu da esasında kişinin ne kadar şey isteyeceğine göre değiştiği için, doğal durumda insana ne lazımsa o kadarının yeterli olacağına kanaat getirmiştir. Toplumun üzerine uzlaştığı ne kadar kural varsa, hepsini reddeder. Toplumla gelen kurallar, doğal olana aykırıdır, sınırlandırıcıdır. Çişi geldiğinde istediği yere işer, halka açık alanda mastürbasyon yapmaktan çekinmezdi. Çünkü bunların doğru olmadığı düşüncesinin temeli, toplumdan geliyor yani doğal değil, tamamen birilerinin uzlaşımı. Aynı şekilde, yurttaşlık, vatandaşlık, kültür farklılıkları gibi şeylerin de anlamsız olduğunu düşünür. Ona nerelisin diye sorduğunuzda "Dünya vatandaşıyım" diye cevap verir çünkü diğerlerin hepsi, size takılan ve üzerinde iradenizin asla olmadığı başlıklardır.
Platon, diyojen için, "sokrates'in delirmiş hali" diye söz eder. Sokrates de, etrafta dolaşarak insanları sorularıyla sinir ederdi. Bu adam sadece sorularıyla değil, her zerresiyle sinir ediyor. Zengin birinin evine gittiğinde, kendisine sahip olduklarıyla hava atmaya çalışan ev sahibinin suratına tükürmüştür. Sebebi sorulduğunda ise, "her yer tertemiz ve çok güzel, tükürecek yer bulamadım, en pis yer olan suratını gördüm" demiştir. Görüldüğü üzere, diyojenle ilgili bilinenler, genelde bu tarz aktarılan anektodlardan gelir. Bir gün diyojen önemli gördüğü bir konu hakkında konuşur, kimsenin onu dinlemeye niyeti olmadığını görünce, kuş gibi şakımaya başlar, ardından ilgisi çekilen insanlar etrafını sarmaya başlayınca "iş şaklabanlık olunca nasıl da doluştunuz, önemli bir şey anlatıyoruz kimse dinlemiyor" diye sitem etmiştir.
İkinci özgürlük anlayışı ise, kendine yetebilmektir. Bu yetme durumu da esasında kişinin ne kadar şey isteyeceğine göre değiştiği için, doğal durumda insana ne lazımsa o kadarının yeterli olacağına kanaat getirmiştir. Toplumun üzerine uzlaştığı ne kadar kural varsa, hepsini reddeder. Toplumla gelen kurallar, doğal olana aykırıdır, sınırlandırıcıdır. Çişi geldiğinde istediği yere işer, halka açık alanda mastürbasyon yapmaktan çekinmezdi. Çünkü bunların doğru olmadığı düşüncesinin temeli, toplumdan geliyor yani doğal değil, tamamen birilerinin uzlaşımı. Aynı şekilde, yurttaşlık, vatandaşlık, kültür farklılıkları gibi şeylerin de anlamsız olduğunu düşünür. Ona nerelisin diye sorduğunuzda "Dünya vatandaşıyım" diye cevap verir çünkü diğerlerin hepsi, size takılan ve üzerinde iradenizin asla olmadığı başlıklardır.
Platon, diyojen için, "sokrates'in delirmiş hali" diye söz eder. Sokrates de, etrafta dolaşarak insanları sorularıyla sinir ederdi. Bu adam sadece sorularıyla değil, her zerresiyle sinir ediyor. Zengin birinin evine gittiğinde, kendisine sahip olduklarıyla hava atmaya çalışan ev sahibinin suratına tükürmüştür. Sebebi sorulduğunda ise, "her yer tertemiz ve çok güzel, tükürecek yer bulamadım, en pis yer olan suratını gördüm" demiştir. Görüldüğü üzere, diyojenle ilgili bilinenler, genelde bu tarz aktarılan anektodlardan gelir. Bir gün diyojen önemli gördüğü bir konu hakkında konuşur, kimsenin onu dinlemeye niyeti olmadığını görünce, kuş gibi şakımaya başlar, ardından ilgisi çekilen insanlar etrafını sarmaya başlayınca "iş şaklabanlık olunca nasıl da doluştunuz, önemli bir şey anlatıyoruz kimse dinlemiyor" diye sitem etmiştir.
Diyojen günümüz Türkiye'sinde yaşasaydı kesin linç edilirdi 😅😅😅
bırak kimse tarafından kolay kabul görmeyen bir fikri belirtmeyi, ülkenin diğer yarısının katıldığı bir fikri bile belirtiyor olman sokakta, diğer yarısı tarafından linç edilmene sebep oluyor. O yüzden diyojene gelene kadar bizler bile tehlikedeyiz :)
😅😅😅 çok haklısın
Ahah resmen peçeteyle istek entry yolladım, teşekkür ederim 🌻.
Diyojen benim idolüm. Diyojen bu dünyada bulunmuş en harika insan olabilir. Bir insan evladında arayabileceğim temel özellikler mevcut onda: manyaklık, sapıklık (iyi manada), dürüstlük, delilik, huysuzluk ve zeka...
Bir ara "ben bir modern diyojenim. Ben isterim, vermezseniz sizin ayıbınızdır" diye dilene dilene dövme ve rasta yaptırmıştım. Sağolsun sayesinde 2 ay cafede çalışıp imaj paramı çıkarmak gibi zorlu bi yoldan yırtmış oldum fksjkcjd.
Kendi tarzında bi çeşit anarşist olduğunu da düşünüyorum diyojen'in. Tanıdığı tek otorite doğa. Bunun daha ılımlısı Kropotkin gibi geliyo bana hep işte, o da her şeyi doğadan örnekler ya biyolog da olduğu için... İşte farklı bi perspektif olarak "toplum da var yahu" diyebilmiş ve bu gerçeği kabul etmiş fkshkdjdö.
Topluma karşı da diyojen'le aynı hisler içindeyim, o kadar saygı duymadığım bir şey ki. Ama ortalığa işeyip kaldırımda mastürbasyon yapsam önce tecavüze uğrar sonra hapse atılırım. Eski yunanda diyojen olmak kolay diyojen, sen kadın olup türkiyede yaşasaydın da baksaydık ne oluyodun. Fjsjjcjd.
Neyse yani hayatta tanıdığım en eğlenceli iki karakterden biri diyojen ötekisi de kaplumbağa projesinde birlikte çalıştığım bir ekip arkadaşım. Zaten bireysellik ve huysuzluk açısından benziyolar, arkadaşım manyak, deli ve sapık değil sadece. :d
Vallahi biraz cesaretim olsa ben de dağa falan çıkar kök sebze ve yeşillik yiyerek yaşardım. O kadar anlıyorum ki fıçılarda kovuklarda yaşamasını ve gölge etme başka ihsan istemez bezginliğini...
Diyojen benim idolüm. Diyojen bu dünyada bulunmuş en harika insan olabilir. Bir insan evladında arayabileceğim temel özellikler mevcut onda: manyaklık, sapıklık (iyi manada), dürüstlük, delilik, huysuzluk ve zeka...
Bir ara "ben bir modern diyojenim. Ben isterim, vermezseniz sizin ayıbınızdır" diye dilene dilene dövme ve rasta yaptırmıştım. Sağolsun sayesinde 2 ay cafede çalışıp imaj paramı çıkarmak gibi zorlu bi yoldan yırtmış oldum fksjkcjd.
Kendi tarzında bi çeşit anarşist olduğunu da düşünüyorum diyojen'in. Tanıdığı tek otorite doğa. Bunun daha ılımlısı Kropotkin gibi geliyo bana hep işte, o da her şeyi doğadan örnekler ya biyolog da olduğu için... İşte farklı bi perspektif olarak "toplum da var yahu" diyebilmiş ve bu gerçeği kabul etmiş fkshkdjdö.
Topluma karşı da diyojen'le aynı hisler içindeyim, o kadar saygı duymadığım bir şey ki. Ama ortalığa işeyip kaldırımda mastürbasyon yapsam önce tecavüze uğrar sonra hapse atılırım. Eski yunanda diyojen olmak kolay diyojen, sen kadın olup türkiyede yaşasaydın da baksaydık ne oluyodun. Fjsjjcjd.
Neyse yani hayatta tanıdığım en eğlenceli iki karakterden biri diyojen ötekisi de kaplumbağa projesinde birlikte çalıştığım bir ekip arkadaşım. Zaten bireysellik ve huysuzluk açısından benziyolar, arkadaşım manyak, deli ve sapık değil sadece. :d
Vallahi biraz cesaretim olsa ben de dağa falan çıkar kök sebze ve yeşillik yiyerek yaşardım. O kadar anlıyorum ki fıçılarda kovuklarda yaşamasını ve gölge etme başka ihsan istemez bezginliğini...
Ben de çoğu düşüncemle davranışlarım aslında birbirine uyumludur ama, belki de bu uyumu yakalayabilmek için, hali hazırda bana izin verilen davranışarı gözeterek fikirlerimi oluşturmuş da olabilirim. Böylesine bir adam olup çıkmak için cidden çok sağlam temellendirilmiş fikirlerin, asla sarsılmayan bir sistematik düşüncenin olması gerekir. İmrenmemek elde değil tabi ama sokağımda bir diyojen olsaydı, büyük ihtimalle nefret ederdim ahahahaa
zihinde imgelem yaparken, örneğin tavşan denildiğinde akılda tavşan canlanır. Bunun ingilizcesini öğrenince eğer, o söylendiğinde önce Türkçe olarak tavşan kelimesi sonrasında ise o tavşanın imgelemi canlanıyorsa, o dili tam anlamıyla benimseyemiyorsunuz. Rabbit dendiği an, aklınızda türkçe tavşan değil, direkt tavşanın imgesi çıkmalı. Bu nasıl olacak derseniz, bolca ingilizceye maruz kalarak, (rüyalarınıza girecek derecede bir maruz kalmaktan söz ediyorum) kendinizi konuşamasanız dahi ingilizce düşünmeye, öyle cevap vermeye zorlayarak öğrenirsiniz. Tabi pasif öğrenme olarak, yıllarca dizilerden oyunlardan, memelerden öğrendiğiniz ingilizce, internette çoğu şeyi anlamanıza yardımcı olabilir ama gerçekten ingilizce bilmek böyle bir şey değil. yazma, okuma, dinleme, konuşma gibi pek çok alanı var. Öncelikle ingilizceyi neden öğrenmek istiyorsunuz ona cevap gerekiyor. Öyle yaptım olacak diye çıkılırsa, genelde yolda kalırsınız.
bundan bir tane bende de var :)) tam ısırmalık eşek :)
bilmeyen biri baktığında allah'ın kuşu işte der geçer ama bunların her birinin farklı karakteri falan var, çok tuhaf hayvanlar aşırı seviyorum cidden :)
kesinlikle öyle ama erkekleri ayrı manyak oluyor. dişileri de manyak da erkeklere göre az :)
el kadar bir şey ama aşırı bağlanabiliyorsun. gerçekten bilmeyen anlamaz.
el kadar bir şey ama aşırı bağlanabiliyorsun. gerçekten bilmeyen anlamaz.
Karanlığın filozoflarından biridir. Nietzsche'nin tarih insan için zulümdür fikri, bu filozofta daha da belirgin halde görülür ve yanlışlıkla fazla bilinçlenmiş insanın, bu yanlışlığı daha fazla sürdürmemesi gerektiğine inanır. Ona göre doğan her çocuk, hali hazırda yanmakta olan tahta bir eve atılan başka bir odundan ibarettir. Tehlikeli fikirler serüvenime, epey katkısı olan bir filozof.
En çok merak ettiğim o karanlığın içinden nasıl çıktığın
okumaya devam ettikçe, bu tarz karanlıkları yadsımayan ama bunun ötesinin de olabileceğini söyleyen düşünürleri de okuyarak. Viktor Frankl, nietzsche, schopenhauer, Kierkegaard, sartre, irvin yalom ve daha nicesi.
Anladım. Epey eski senden söz ediyorsun o yüzden merak oluştu
ya eski benden kastettiğim şey, nihilizm çukuruna düşmüş birisi. Bir anlam olmadığı ve öyle ya da böyle hepimizin öleceği fikrinin gerçekliği karşısında, ne yaparsak yapalım, bir anlam ifade etmediği, tam da bu yüzden, intiharın bile bir amacının olmamasından dolayı, bir oraya bir buraya savrulan bir hayat yaşayıp, aynı zamanda da, karanlık fikirleri okuyarak daha da dibe batma durumu. Ağır bir depresyonla beraber, bunun birleşimi çok sancılı oluyor. Bakma çoğu genç aslında buna düşüyor ama böyle uğraşıp da fikirlerini derinleştirmiyorlar sadece. Hatta çoğu içten içe böyle düşünüyor ama derinlere inmediği için, ara ara yüzeye çıkıp sıkıntı veriyor, sonra yine diplere gömüyor bu durumu.
Haklısın, çoğu kişi bu girdaba girmiştir. Birazda bu girdaba girmek için sebepler de olmuştur. Buna eminim. Ama bir şekilde herkes hayata tutunup devam etmiş.
tutunamayanlar da çok fazla, sadece haberlere çok çıkmıyorlar. İntihar oranı, aşırı derecede arttı. Sınav stresine falan da bağlıyor uzmanlar ama detaylı araştırmak lazım tabi. Zor.
Doğru söylüyorsun. Biz medyada görmediğimiz için bunun farkında olmuyoruz. Ama eskiden bu kadar yoktu. Sanırım bu dijitalleşmenin de etkisi var
Özelden mesajın kalkması lazım, biri birine bir şey yazıyorsa eğer, sözlük çapında bir resmi gazetede "bilmem neye açık mektup" şeklinde paylaşmalı. Bu ne kardeşim, entry göremiyoruz sözlükte, fingirdeşeceksiniz diye.
Tek başıma sırtlıyorum sözlüğü sanki 😅😅😅
sorma ben de fingir yaptığım için, pek yardımcı olamadım sana ama bundan sonra beraber sırtlarız artık
Tamam çok sevinirim. Bazen kendi kendime konuşuyormuş gibi hissedip delirdim mi acaba diye düşünüyorum
onun formülü basit, kendi kendine konuşmak zaten düşünmenin temeli, düşünmek de bir nevi iç monolog yani normal. Esas problem, başka nesnelerle konuşmak da değil, onlardan cevap beklemek. Yani deli falan değilsin :)
:)) ya ben de ne güzel deliyim ben diyip olmadık durumlarda işin içinden sıyrılırım diye düşünüyordum. Yine tutmadı
yok o kadroyu gocu'ya ayırdık maalesef, bir kişi yetiyor şu an
:) fazla akıllanmanın sonucu delirmektir. Bir gün bizde o mertebeye erişiriz inşallah
ahahaaa :)
:)))
bu tarz şeyleri görüp de, insan çok nankör gibi hayıflanmalara girmenin pek bir anlamı yoktur. Çok fedakarlık yapan birisi, kendini içten içe karşıdaki kişiden çok daha aşağıda gördüğü için, o aradaki farkı böyle kendinden kopararak kapatmaya çalışır. Bu da karşıdaki kişinin sorunu değildir maalesef. Yapılan bir iyilikte, ne kadar zorlandığınızın tahsisini sizin yapmanız gerekiyor, kimse sizin için bunu yapmaz.
Örneğin sizden borç isteyen bir arkadaşınıza 10 lira vermiş olun. Aynı kişi benden de borç istesin ben de 20 lira vereyim. Benim toplam param, çok fazlaysa eğer, o yirmi liranın benim açımdan pek bir önemi yoktur, o yüzden öyle bir fedakarlık hissetmem, olur da bir gün borç ödemeyeceği kesinleşirse de, zaten bunu göz önüne alarak vermiş olduğum için, pek bir sorunum olmaz. 10 lira veren kişi de, sallıyorum o gün 2 ekmek alıp gününü geçirmeyi planlıyorken, ekmeksiz yerim biraz aç kalırım ama sorun değil diye vermiş olsun. Şimdi daha az para vermesine rağmen, çok büyük bir fedakarlık yapan bu arkadaşın, yaptığı fedakarlığı bilip, çok büyük minnetler falan duyması falan gerekmez. Yarın bir gün ben senin için bunu yaptım diye gitse, yapmasaydın cevabını alır. O nedenle, fedakarlık yapılıyorsa, kendinizi de çok üzmeden, karşıya da sonradan kafasına kakmayacağınız şekilde, ayarlı yapmanız gerekir. Ayarı kaçıran herkes, kendini iyilik meleği yerine koyup dövünmeye başlar.
Sürekli olarak yapılan iyilik, bir yerden sonra sizin göreviniz gibi görünmeye başlar.
Örneğin sizden borç isteyen bir arkadaşınıza 10 lira vermiş olun. Aynı kişi benden de borç istesin ben de 20 lira vereyim. Benim toplam param, çok fazlaysa eğer, o yirmi liranın benim açımdan pek bir önemi yoktur, o yüzden öyle bir fedakarlık hissetmem, olur da bir gün borç ödemeyeceği kesinleşirse de, zaten bunu göz önüne alarak vermiş olduğum için, pek bir sorunum olmaz. 10 lira veren kişi de, sallıyorum o gün 2 ekmek alıp gününü geçirmeyi planlıyorken, ekmeksiz yerim biraz aç kalırım ama sorun değil diye vermiş olsun. Şimdi daha az para vermesine rağmen, çok büyük bir fedakarlık yapan bu arkadaşın, yaptığı fedakarlığı bilip, çok büyük minnetler falan duyması falan gerekmez. Yarın bir gün ben senin için bunu yaptım diye gitse, yapmasaydın cevabını alır. O nedenle, fedakarlık yapılıyorsa, kendinizi de çok üzmeden, karşıya da sonradan kafasına kakmayacağınız şekilde, ayarlı yapmanız gerekir. Ayarı kaçıran herkes, kendini iyilik meleği yerine koyup dövünmeye başlar.
Sürekli olarak yapılan iyilik, bir yerden sonra sizin göreviniz gibi görünmeye başlar.
Mark twainin iyilik konusundaki açıklamalarına bayılırım. İyiliğin birinci faydası kişinin kendisinedir. Hepsi kendi vicdanlarını rahatlatmak için iyilik yapar. İkinci faydası yaptığınadır der. Ben çok haklı buluyorum bunu
kesinlikle. Özellikle gece kafamı yatağa koyduğumda gibi bir söz söylemiştin sen, ticarette ahlaklı olmak adına, benim de yaptığım iyiliklerin hepsi, kendime olan saygımı kaybetmemek ve gece yatağa kafamı koyduğumda rahat uyumak için. O nedenle kimseden ömer seyfettin'in diyet kitabındaki gibi diyetimi istemiyorum.
Tam olarak öyle. Ama yine de karlı bir iş bu :)
Her insan için değişecek yollardır. Kimisi en ucuz olanı arayabilecek zamanı vardır öyle uğraşır, kimisinin bu aramaya çalışacağı zamanı, işine ayırdığında çok daha fazlasını kazanacaktır o nedenle işine yoğunlaşır. Belli markalarda en ucuzu bulmak, aşağı yukarı birbirine benzer eşyalar olduğu için çok kolay olabilir ama belli bir standartı olmayan eşyalar için, ucuzunu bulmak, sadece fiyat karşılaştırmasından ziyade, yapıldığı malzeme, işçilik, hoşa gitme durumu, garanti kapsamı gibi her birinin farklı farklı önümüze serildiği pek çok parametreyi barındırabilir. Elbette kaliteden ödün vermeden ucuz veren yerler var ama her zaman aranıp da bulunmuyor.
Benim tavrım, eğer harcamalarım fazlaysa ilk düşündüğüm şey, daha fazla nasıl kazanabilirim. Kapitalizm içerisinde, oyuna dahil olan birinin kendisine sorması gereken tek şey budur. Henüz oyuna dahil olmamış insanlar ise, geçici çözümlerle, bir yerlerden kısarak uğraşabilirler, belli dönemlerde işe yarasa da, şu an yaşadığımız zamanda çok zor.
Benim tavrım, eğer harcamalarım fazlaysa ilk düşündüğüm şey, daha fazla nasıl kazanabilirim. Kapitalizm içerisinde, oyuna dahil olan birinin kendisine sorması gereken tek şey budur. Henüz oyuna dahil olmamış insanlar ise, geçici çözümlerle, bir yerlerden kısarak uğraşabilirler, belli dönemlerde işe yarasa da, şu an yaşadığımız zamanda çok zor.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?