karakteri etkiler tarafı savunulabilir ama bu savunma, mistik değil de, bir insana nasıl seslenirseniz, kendini o şekilde tanımlayıp, öyle davranmaya başlar diye olabilir. Böyle bir savunma da her isim için geçerli olmaz örneğin Narin isminde bir kız çocuğu, isminin anlamını öğrendikten sonra, sürekli öyle çağrılması ve kendi üzerine düşünürken, Narin ismiyle özdeşleştirerek düşünmesi, onun karakterini gerçekten de narin bir şekilde olmasına sebep olabilir. Hiçbir şekilde etkilemez demek de, tamamen etkiler demek kadar uç bir nokta, pek bir farkı yok iki görüşün de anlam bakımından.
yaş aralığı, 16 yaşında biriyle 20 yaşında biri aşırı absürt olur ancak yaş ilerledikçe, yaş farkının pek de önemi kalmıyor bana kalırsa. Bir de, tek bir parametreyle belirlenmiyor bu tarz şeyler, örneğin 7 yaş farkından daha fazla olursa asla gibi bir düsturunuz var diyelim. Karşınıza öyle biri çıktı, tamamen kafanız uyuşuyor, çok iyi hissediyorsun yanında falan, napacaksın yani, en başta 6 maksimum 7 olmaz dedin diye, yok mu sayacaksın tabi ki hayır, her olay kendi içinde değerlendirilmeli.
Zamanla alışarak giymeye başladıysa yapacak bir şey yok erkeğidir. bir kankam var, birbirimize hediye falan alıyoruz, tabi bu hediye alma işi şöyle başladı, bir şey istiyordu bu, ben de alayım sana dedim aldım, sonra parasını verdi kabul etmedim. Ne olduysa ondan sonra başladı, bu gidip bana bir şey aldı, ben gidip ona bir şey aldım. Bu aldıklarımız da mesela en gıcık rengi neyse, ondan aldık. Bana eldiven aldı bu, gidip pembe almış, ben buna protein tozu aldım, gidip pasta aromalı almıştım. Böyle böyle, ne kadar pembe, farklı eşyam varsa hep bu herif yüzünden oldu. Bir süre sonra alışıyor insan pek yadırgamıyor tabi. Yeni alacağı şortumu umarım pembe alır.s.s.s
Hiç böyle rafine zevklerim olmadı maalesef kitaplarla ilgili. o sırada art arda açılmış kitap pdfleriyle yanda sözlükte yazan ben.
Hatta zamanında hocamın biri, kitabın kenarını kıvırdığım için kızmıştı bana, ulan kitap işte, orada önemli gördüğüm bir yer vardı kıvırdık, yok iyi bakalım bilmem ne. O yüzden kitaba dokunacaksın, seveceksin tarzı şeyleri ne zaman görsem, bir titreme geliyor. oku da kardeşim sonrasında tanrılara bile kurban edebilirsin mühim değil, baskı makinelerinin olmadığı, el yazımı kitaplarla haşır neşir olduğumuz bir yüzyılda değiliz.
fırsat eşitliği, içinde eşitlik geçiyor olsa bile, tam anlamıyla bir eşitliği amaçlamaz. Bu da tıpkı diğer (bkz: kullanışlı hayali kurgu) gibi, bir hedef olarak ortaya konur. İnsanların genetik faktörlerine bir müdahalede henüz bulunamadığımız için, bu yönden eşitsizlikler, normal kabul edilir. Her ne kadar fırsat eşitliği denildiğinde akla eğitim gelse de, çok farklı alanlarda da bunun mücadelesi verilmesi gerekir. Anne babası belli bir eğitim seviyesinde olan bir çocuğun yetişmesiyle, olmayan çocuğun yetiştiği şartlar bir olmaz. Birinde ebeveynlerinin kitap okuduğunu gören çocuk, kitap okuma alışkanlığı geliştirirken, ötekinde ise büyük eksiklikle yola çıkmış olur. Bu tarz farklılıklar, aile içi kültürel farklar içine girer. Birinde yemek dengesi gözetilir, yeterli miktarda sağlıklı yağlar, protein ve karbonhidrat alırken, birinde ise tek tip ve o an akla esen yemek yenilir. Türkiye'de iq düşüklüğünün büyük bir bölümünün nedeni de, çeşitli beslenmemek, yemeğin sadece beyaz ekmek yemek için bir bahane olması ve çocuk yaşta yetersiz protein alımıdır.
Peki belli bir noktaya gelmiş ve herhangi bir fırsat eşitliği sağlanamamış bireylere, şu andan itibaren bir şey yapmak mümkün müdür? sorusu akla gelir. Burada da pozitif ayrımcılık devreye girer, genelde kamuda bunun için güya kadro ayrılır ama gözle görülür bir engel olmadığı sürece, küçükken ingiliz bir dadı tarafından bakılıp, ingilizce öğrenemedin diye kimse gözünün yaşına bakmaz. Özel sektörde zaten öyle bir imkan yok. Tek işe yarar olarak gördüğüm pozitif ayrımcılık, toplam çalışan cinsiyet oranına bakarak, örneğin kadın çalışan azsa, o taraftan daha fazla alım yapma hassasiyetidir. Genel anlamda bir eşitlik yok, zaten haklar başkasının elinde altın tepsiyle bize sunulmaz, öyle bir dünya'da yaşamıyoruz.
Nasreddin hoca misali, çocuklara bilye dağıtırken, "eee çocuklar, Allah'ın adaletiyle mi istersiniz bilyelerinizi dağıtayım yoksa kul adaleti mi?" diye sorar. Çocuklar da haliyle Allah'ın adaletini isteriz derler. Nasreddin hoca da birine 5 bilye, birine 10 bilye, birine hiç vermeden böyle dağıtır. Böyle bir adaletsizliği, sonradan düzeltmeye kalkmak, çok nafile bir çaba gibi görünse de, yine de uğraşmaktan çekinmemeliyiz.
hatırlıyorum çocukken pikaçuyla magma adam dövüşüyordu, pikaçu ölüyor gibi bir şey oluyordu çok üzülmüştüm. Sabahları taso çıkan cips eşliğinde izlerdim, ne günlerdi be. Bir de efsanevi pokemon vardı bir tane anka kuşuydu galiba ateşli falan, ara ara görünüyordu ufuktan bize göz kırpıyordu. En sevdiğim şey, size pokemon dünyasının sınırsız ve hep keşfedilecek bir şeyler olduğu konseptiyle geliyordu, o yüzden hep diri tutulan bir merak vardı.
toplam bunlar 5 tane miydi neydi valla çok uzun zaman olmuş bir şey hatırlamıyorum. En sevdiğin pokemonu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim , benimki şarkı söyleyip herkesi uyutan sonra uyuyanlara sinirlenip millete bıyık çizen pembe top.
mewtwo resmine bakınca hatırladım, çok cooldu bu, güçlüydü de galiba hem zihinsel hem fiziksel yok ediyordu diye hatırlıyorum. konuştukça izleme isteğim arttı
valla benim de ilk filmi yarın izleyeceğim galiba hatta evolution diye de yeni versiyonu yapılmıştı. onu a izlerim olmadı. animeye de kaldığım yerden devam mı etsem diye düşünüyorum açıkçası.
valla çocukluğa dönme ihtiyacı hissediyorum ne yalan söyleyeyim :) eski hissiyatı veriyor da artık daha farkındalık sahibiyiz sadece. istediğim animelerin bölümü gelene kadar izlerim belki. izleyecek bir şeyler arıyorum zaten.
giriş valla ben de yeni animelere dalma peşindeyim. simpsonlar da güzeldir bu arada tavsiye ederim. izlemeye başladım bende. hilda diye bir çizgi film de var izlerim dersen. puss in boots çizgi filmi de var. kung fu panda ve madagaskar penguenlerinin de var. artık hangisini seversen. izlersen yorum yap mutlaka.
family guy benim pek sevmediğim çizgi film olmuştu ama tekrar bakmayı düşünüyorum kesinlikle. ingilizce olmayınca ve anlamayınca pek sevmemiştim sanırım.
Bunu izleyenlerin asla ortası yok, ya çok cringe oluyorlar ya da çok cool. ya bu deryanın içine düşmeyi çok istiyorum ama casual bir izleyici değilim ben animeyi, gerçekte öyle bir film çekmenin zorluğundan kaynaklı olarak seçmiş olan yazarların, sınırsız ve kısıtlama olmadan anlatımıyla yakaladığı şeyi istiyorum. Şimdiye kadar izlediklerim evangelion (aşırı güzel göndermeleri vardı, hem pata küte kitlesini tutan hem de derinleri görenler için birebir bir anime ama) bir tane damızlık animesi vardı adını hatırlamıyorum, korku türünde öyle jumpscare saçmalıklarından zerre haz etmem, japonlar psikolojik korkuda gayet iyiler, ardından izlemeyenin dövüldüğü atakan titan izledim. Death note izledim, akıl oyunları güzeldi ama sonra sıktı. Yine bir psikolojik korku vardı, bir kasabada geçiyor, çocuk yeni gelmiş oraya oldukça küçük bir yer, müziği çok iyiydi. full metal alchemist de çok güzeldi, özellikle çocukların büyümesi, ona göre düşüncelerindeki değişiklikler falan, güzel işlenmişti.
uzun lafın kısası psikolojik korku türünde ya da çok farklı bir hikayesi olan anime önerilerine açığım.
yok ya cidden kaliteli işler var, sadece animeye mi mesafelisin hocam yoksa çizgi film tarzı görünen her şeye mi? mesela rick and morty de bozar diyorsan büyük sıkıntı. Mesela onda da asla film vari bir anlatım yapılamaz, mecbur animasyon kullanmak gerekiyor.
Hocam animeye bir ön yargılıyım sadece yanlış anlaşılmasın anime izleyenler bana hep emo gibi gelmiştir yani bana göre anime saçmalık hiç izlemedim izlemem öyle bir önyergı bendeki :d
Rick and morthy'i izlemiştim hocam ama onuda 6. Sezonda bıraktım fena sayılmaz aslında 11 eylül gondermeleri için bile izlenir :d
6. sezona kadar iyi gelmişsin, 3. sezonda falan yazar kadrosu değişiyor baya, farklılık hissediliyor. Ben de bak o kadar anime izlemişim sayınca çok geldi gözüme ama asla animeci diye nitelendirmedim kendimi, o dünya'ya girince animecilerin beklentisi çok büyük oluyor bilgi anlamında, dışardan bakan da direkt bir etiket takıyor en iyisi gizliden izlemek ahahaa
alaskan maalesef animede korku kısmı aşırı kötü olabiliyor. her türlü türü yaparken korkuya gelince beceremiyorlar asla maalesef. gerçi filmini de beceremiyorlar ya neyse. bulursan bana da haber verir misin? bir bakayım.
@yazar cizer en basitinden tsubasa falan da mı izlemedin? bir de neden önyargılısın öğrenebilir miyim?
@siyah anka, ben de korkuyu güzel yapıyorlar diye atıp tuttum, valla izlediğim kadarıyla, o tedirginliği, bilinmezliği falan iyi yansıtıyorlar, ne izledin dersen 2 tane şey izledim, isimlerini bulursan yazarım.
alaskan ben another ve corpse party izledim. bir tane daha vardı ama hatırlamıyorum. maalesef o kadar da iyi değiller bu konuda. filmlerini bilemem çok bakmadım ama animede kesinlikle kötüler. korku animesi pek az zaten.
Yakusoku no Neverland, bu başta çok vurucu geliyor, sonrasında ise gerilimle ilerliyor ama gizemli bir gerilim havası var aşırı korku yok. Higurashi: When They Cry, bu da aynı aslında fazla da açıklayıp spoiler vermek istemiyorum.
fimlerini hiç izlemedim, korku türünün çok küçük ve az olan bir kısmını seviyorum, mesela kısa korku comicleri var The Door aşırı hoşuma gitmişti. darkbox'ın korku çizimleri de tam istediğim tarzda korku.
hee evet higurashiyi bende izlemiştim. güzeldi bence konu olarak. yaratıcısı maalesef hayatını kaybetmiş.
yakusoku no neverland harikadır. ikinci sezonu kötü olsa da ilk sezon harika. korku değil o zaten. tabi bildiğim kadarıyla değil. zaten ilk bölümünü izleyen devam ediyor :)
ben korku hastası olsam da bende çok az izledim :)
korku değil mi, o ilk anlatım, iki tarafın da gerçeği bilmesi ama çaktırmadan rahatsız edici bakışları falan, bilmiyorum ya korku değilse de bunun adı ne bilmem lazım hoşuma gidiyor baya.
olabilir, saydığın her şeyi seviyorum cidden. karanlık fantaziden pek emin olamadım sadece, cinsel çağrışımlar yapıyor. gördüğün gibi bu konularda da muhabbetim iyi değildir :)
kirpiklerime iltifat almıştım bir keresinde. Hatta iltifattan ziyade bana kızıyor gibiydi, büyük bir kirpik havuzu varmış da sanki herkesin nemalanması gereken, ben oradan onun hakkını da çalmışım gibi bir edayla demişti. Pardon özür dilerim kirpiklerim böyle olduğu için.
yaşarken öldüğümüzde. İntihar etmeden, bunu gerçekleştirmek mümkün, hali hazırda olacak olan bu durumu içselleştirmek ve sonuca varmadan kazanılan bu bilinçle hayata bakmak, hayatı bir deneyim olarak konumlamak ve hayatı her şeyiyle birlikte kabullenmekle ancak sevmeye başlarız. Başımıza gelen ya da gelebilme ihtimali olan kötülüklere karşı öncesinde set çekmek, her ne kadar mantıklı gibi görünse de, yaşanabilecek potansiyelleri ve onlarla gelebilecek farklı deneyimleri belki de mutlulukları engeller. Hayat bir bütündür, yarısını alıp, diğer yarısını almama gibi bir imkanımız yok, bu nedenle, aslında her yeniliği dışladığımızda, hayattan da büyük bir kısmı dışlıyor oluruz.
Şu an aslında hepimiz bir zaman makinesiyle şu yaşımıza gelmişiz fırsatını yakalayabiliriz. Geçen gördüm 21 yaşında olsanız ne yapardınız başlığında çoğumuz güzel şeyler yazmış ama artık olması mümkün olmayan şeyler. Hayal edelim, uzun bir zaman sonra, hasta yatağımızda, zar zor nefes alırken, geçmişi düşünüyoruz, son nefesimize çok az kaldığı hissiyle, keşke diyoruz, keşke şu anki yaşımıza dönmüş olsak ve, ne kadar korkup, yapmadığımız ne kadar konfor alanımızdan çıkıp, deneyimlemediğimiz şey varsa, keşke yapabilseydik diye iç geçiriyoruz. Evet aslında bu an eğer bir anda ölüp gitmezseniz mutlaka yaşanacak, biraz akıllı davranarak, ileriye dönük böyle bir düşünce deneyiyle, gerçekten geçmişe gitmiş kadar değerli olan hayatımıza geri dönebilir ve çekindiğimiz ne varsa korkmadan yapabiliriz. Doğarken zaten ölmüş olan bizlerin kaybedecek pek de bir şeyi yok, o nedenle korkusuzca yaşayıp, pişmanlıkların olmasının da gayet normal olduğunu kabullenmek, ona göre hata yapmaktan korkmadan yaşamak gerekiyor.
nizamiyedeyim, bilgisayar başında giren çıkan araç kaydı falan yapıyorum. Sağımda pencere var, yanımda da işi öğretmem gereken alt devre var. pencereden dışarı bakarken bir sincap gördüm, palamut bulmuş 2 tane, hızlı hızlı taşıdı bir yere. aha izle izle olayı dedim. Bu sincap, eşelemeye başladı yeri, sonra palamutun birini sığdırdı içine, öteki sığmadı onu çıkarttı daha derin kazdı falan, sonra ikisini de sığdırdı, güzelce de üstünü örttü, sonra ağaca geri çıktı. Benim yanımdaki çocuk, "bak şimdi o sincapa napıcam ben" dedi fırladı , hayvanın kazdığı yere gitti. Ayağıyla orayı eşeliyor, sincap da ağaçtan buna bağırıyor falan, gülmekten öldüm, nasıl bağırıyor sincap, bu da küfür ederek, "var mı lan öyle saklamak, bak zulanı buldum işte" falan yapıyor. Sonra tamam lan bokunu çıkarma gel buraya dedim, geri yerine gömdürdüm, palamutları. Bu uzaklaşınca sincap gelip iki palamutu da aldı, başka yere götürdü.
askerde bir süre zorunluluktan yaptığım şey. Giderken de arkamızda hala devam edenlere bıraktık, şu an kaç el değiştirdi kim bilir telefon, iyidir iş görür hala tavsiye edilir.
yazılan uzun ama öyle böyle değil upuzun bir yazının, gereken yere gitmemesi ve silinip, tekrar yazmak zorunda kalınması anı. Hiçbir güç o yazıyı tekrar yazdıramaz dersiniz normalde ama değer verdiğiniz biri olunca tekrar yazılıyor.