memeliler olarak seviyoruz napalım. Erkeklerde de bulunmasının sebebinin, anne karnında belli bir erginliğe gelene kadar memeler de yavaştan oluşmaya başlıyormuş, cinsiyeti belirleyen etkenlerin devreye girmesiyle, sonradan daha da belirginleşiyor ya da o şekilde kalıyormuş. Penis için de aynısını söylüyorlar, vajinada bulunan klitoris kısmı, esasında gelişmemiş bir penis deniliyor. Tam araştırıp doğruluğunu bilmediğim ancak epey geyiği döndüğünden aklımda kalan detaylar bunlar.
başlığı görmemle libidomun yükselmesi bir oldu ancak parantez içerisindeki organ yazımı ise, farklı bir şey canlandırdı ve eski halime döndüm. Az önce bir şeyler yaşandı ama pek anlayamadım.
İnternette gezinmem hasebiyle bunlardan bazılarına denk gelip tartışmışlığım var. Tartışma dediysem, öyle değil böyle! tarzı bir kavga değil. Gerçekten anlamak istedim. Ortak noktaları, arabesk kültürü, ilkel darwinizm, çabalamamak için verilen aşırı gayret. Arabesk kültüründen kastım, acıların çocuğu modları var ve bundan keyif alıyorlar. İlkel darwinizmden kasıt ise, bilimselliğin günümüzde anında ikna etme durumunu kullanmak için, işlerine gelen kısımları alıp, kendi fikirlerine yediriyorlar. Genetik olarak kötü durumdayız, hiç şansımız yok vs vs. Çabalamamak ise, Occam'ın usturası gibi bir yöntem. Eğer bir durum karşısında yapılabilecek iki şey varsa ve ilki çaba gerektiriyorsa, çaba gerektirmeyeni seç. O seçtikleri de zaten genelde, kendilerine acıma, güya hakikati anlayıp kabullenme ve sızlanma.
Tabi bunlar da kendi içlerinde farklı yerlerdeler, kimisi aşırı öfke duyup, birbirlerini gazlayarak zarar veriyor, kimisi dertli takılıp, hayatı çözmüş olmanın mahmurluğuyla, film, dizi, oyun gibi şeylerle hızlı bir şekilde ölümün gelmesini bekliyor.
Öyle kötü bir yerlerdeler ki, bunları görünce, redpillci olsalarmış keşke diyorsunuz.
Hayatta beni en çok çıldırtan şeyler: 1- evrim bilimini kafana göre sosyal yaşama uyarlamak ama bunu yaparken işine gelen kısmını işine geldiği gibi almak. Çarpıtmak. 2- umumi tuvaletlerin kirli bırakılması 3- kişisel sınırların ihlali.
Tam olarak bu sıralama ile. Fark ettiyseniz hepsi eşit düzeyde bir zeka yoksunluğu gerektiriyor... Ben bir biyoloğum. Sadece 1 dönem evrim dersi aldık. Onun dışında tüm ders programımız canlılığın evrimsel gelişimi ile ilişkilendirilerek oluşturulmuştu ayrıca her dersimiz evrimle ilintili idi. Dolayısıyla rahatça şunu söyleyebilirim ki "genetik bu değil." Ayrıca modern dünyada kimse genetiğin kendisine biçtiği role bağlı yaşamıyor. Gargamel burnu olan burun yaptırıyor, şekeri olan İnsülin alıyor, sivilcesi olan akne tedavisi görüyor. Bu çağ böyle bir çağ.
Darwinizm de ilk ortaya atıldığı anda bile bu kadar ilkel değildi gerçekten. Bi gidip türlerin kökenini, baegal gezilerini okusunlar sonra insan evrimine dalsınlar bi baksınlar bakalım kin kustukları kadınların ilkel çağdaki rolü neymiş? Mağara mı süpürüyolarmış, nöbet tutup ava yemiş toplamaya falan mı gidiyorlarmış?
Herkes bi tutturdu doğada erkek güçlü erkeğin dediği oluyodu diye. Ben de buna denk geliyorum. Hangi doğa bu alooo? Doğada kimin dediği olur ben söyleyeyim, gelecek nesle kim daha çok yatırım yapıyosa onun dediği olur. Sadece erkekten daha büyük bir protein kütlesini bu işe yatırdığı için bile dişi bu noktada avantajlıdır. Kaldı ki spermden daha büyük yumurta üretmekle de kalmaz yavruyu (memeliler özellikle) içinde bir miktar büyütür, doğurduktan sonra da bakım verir. Seçici taraf da bu yüzden dişidir. bu yüzden de kıymetlidir erkek için. Öyle maymun maymun oynarlar ortada veya birbirleri ile kapışırlar. Utanmasalar hayvanlar için de uğraşacaklar erkekler seçsin diye.
Ataerki şaha kalkmışken, millet sapır sapır töre cinayetlerine kurban gidiyorken hiç sesi çıkmıyodu bu ılıkgötlerin. Ne zaman ki bu ülkede de dünyada da kadınlar da zıvanadan çıktı, bu çapsızlar kendi yetersizlikleri ile yüzleşti de kudurdular böyle. Hiç utanmadan ağlıyor bi de, ben yeterince cazip bi erkek olamıyorum, gidip kadınları öldüreyim, eziyet edeyim falan diye. Hey yavrum hey, narsisizmin de adabı vardır. Sen tüm narsisizmini çüküne bağlarsan onun üzerine kurarsan, çüküne de paye verilmediğini görünce böyle yıkılırsın işte.
Millete feminazi feminazi diye karşı çıktılar, patriyarka diyen kadına ağız burun eğdiler. Bu çük narsisizmini bir güzel yaratıp beslediler. Şimdi ceremesini yine "güçsüz" olan kadın çekiyor.
Nası bi güçsüzlükse onu da anlamadım. Tarihte her türlü fiziksel ve psikolojik şiddeti kadın çeker sapıtıp böyle işler yapmaz onu dönüştürür mönüştürür yine yararlı bi şeye, o acıyı da yani. Bunlar çükümüz değer kaybetti diye kimlik krizleri geçirip dünyayı yerinden oynatır. Zaten bir savaş da olsun ki çük krizi yüzünden çıkmasın, kendi yarattıkları savaşa gitmenin dramasını yaparlar, birkaç ay askerlik yapmanın dramasını yaparlar, iş bulsalar çalışmanın, bulamasalar çalışmamanın dramasını yaparlar. Kadınla birlikte olsalar birlikte oldukları kadını aşağılar, değersizleştirir, yalnız olsalar yalnızız beğenilmiyoz diye ona buna dert olurlar. Hayatımda bu kadar mental anlamda zayıf bir canlı daha görmedim ya. Sonra 5 tane daha fazla kas lifi var diye kadına güçsüz falan derler bi de.
Ay gerçekten bitmiyor erkek sinirim. Teşekkür ediyorum 1 part da burada kustum.
Ahahaa gayet haklı bir yazı olmuş. Ne yalan söyleyeyim bazen ben de, insan temelli bir çıkarım yaparken, biyoloji gibi temel söylemlere başvuruyorum. Bir biyolog olmasam da, Evrim felsefesi, Evrimsel psikoloji ve biyoloji felsefesi dersleri aldım. Nietzsche'den tutun da, carnap'a kadar, kimi konuşsak öyle ya da böyle konu evrime geliyor. Nasıl gelmesin, İnsan merkezci bir sistemden, evrim tokatı sayesinde, hem dini yapılar, hem de bilimsel paradigmalar çöktü, hala daha onun sancılarını hissediyoruz. Bir biyolog olarak, evrimden dem vurduğumda belki sinir yapıyor olabilir ama tam da benim yapmam gereken şey bu. Laboratuvarda, onu ona ekleyip, sonucunun ne olduğunun bir kağıda yazılması süreci deneysel ve bilime ait bir durumken, onun sonuçlarının neliği, hangi bilimsel paradigmayla bu sonuçların ele alındığı, çıkan sonuçlarının, önceki bildiklerimizle ne kadar çeliştiği gibi sorular ve bunlar üzerine yorulan kafa, felsefecilerin işi. Yani bir felsefeci, bir biyologdan çok daha fazla evrim konuşması gerekiyor. Demeye çalıştığın şeyi anladım aslında, benle ilgili de bir durum değil büyük ihtimalle ama yine de yazmak istedim, çünkü buna benzer bir tartışmayı, teorik fizikçi biriyle yapmıştım. Çift yarık deneyinden falan söz edip, evrenin temelinin neliği üzerine felsefi bir yazımı görüp, fizik eğitimi alıp almadığımı sormuştu. Düşünce deneyi yapmak ve herhangi bir bilim dalının bize sunduğu bilgiyi alıp, onun üzerinden çıkarım yapmak için, o alanı tamamen okumak gerekmiyor. Kaldı ki, fizik eğitimi alarak, benim yaptığım tarzda konuyu ele alması çok zor, yanında felsefe eğitimi de alması lazım. Eskiden bu iş daha kolaymış, bölümler, disiplinlere ayrılıp derinleşmediği zamanlar, insanlar hep fizikçi hep biyolog hem de felsefeci olabiliyormuş. Günümüzde bu ayrım çok derinleştiği için imkansıza yakın.
Ben büyük bir ihtimalle, alakası olmayan bir şey hakkında çok uzun bir yazı yazdım galiba, kusura bakma benim de bunu kusasım varmış idare et, ben seninkini okudum :D
Ahahah evet ben de seninkini okudum :d Evet orada seni eleştirmedim aslında. Ben de çok sık şu söylemlerle karşılaşıyorum "evrime göre erkek çokeşlidir.", "evrime göre her zaman erkekler çalıştı", "evrime göre biz daha güçlüyüz daha çok kasımız var, o yüzden daha güçlüyüz." Böyle manyak manyak şeyler ve bunun da sosyal yaşama çarpık çurpuk uyarlanışı. Arkadaşım ama senin bi de psikolojik ve sosyal evrimin var tür olarak? Biyolojik evrimi konuşuyosun, onu da doğru konuşmuyosun da, ötekileri niye işine gelince dışlıyosun? Sen çokeşliliği savunacaksan ve bunu evrime bağlayacaksan ilkel bir dünyada zaten aile kavramı yoktur, sürü kavramı vardır. O zaman bir çocuğu da bir komünün büyümesini kabul edip babası cidden ben miyim gibi şeyleri aklına getirmeyeceğin bi sosyal yapılanmaya da okey olmalısın. Ya da kas gücüm daha fazla o yüzden ben daha önemli olmalıyım derken "ama inşaat amelesi kadın göremezsin çünkü bedensel dayanıklılık gerektiren işleri hep erkek yapıyor" demeyeceksin. Ya da den bana bunu dersen ben de sana derim ki madem işler öyle yürüyo sen de doğur o zaman mk. O zaman da ema benim rahmim yok ki manyak mısın deme :d. Yani her şeyi kafamıza göre çarpıtacaksak ve bilimi de buna alet edeceksek ben de aynı özgürlüğe sahip olmak istiyorum :d. Derdim bu gibi şeylerdi yani.
Yoksa sosyal evrim, evrimsel psikoloji gibi şeylerin konuşulması ya da biyolojik evrimin kendisinin bu konuları nasıl etkilediğinin tartışılması hiç karşısında durduğum bir şey değil.
çok doğru, üstelik bu hataları sadece onlar yapmıyorlar, ünvanlarıyla anılmadan yüzünüze bakıp cevap vermeyen, akıllarınca bir yerlere gelmiş tipler çok düşüyor bu hatalara. Tartışma programlarında, seminerlerde, sürekli denk gelmek mümkün. Doğrusunu bilip de, göz göre göre yanlış konuşan insanlara tahammül etmek ayrı bir sabır seviyesi cidden. Bazen denk geliyorum kahve içerken, hemen yan masada tartışan kişiler oluyor, dudak ısırıp durmaktan başka çaren olmuyor öyle kötü durumlar :D
Felsefi söylemlerini edebiyat ve doğal olarak, onun aracılığıyla sunduğu sezdirme yöntemiyle ele alır. Memurluk yaptığı ve bunun insan için olabilecek en kötü şeylerden biri olduğunu düşündüğü sıralar, aşırı can sıkıntısı ve bir şeylerin asla sonuca ulaşamaması gibi düşünceleri zaten vardır. Bu altyapısıyla bir de Sartre'la tanışır ve o kaçınılmaz şey olur. İflah olmaz bir varoluşçu. Yazılarında da zaten karakterler üzerinden, okuyuculara bu temassızlığı hissettirir. Absürd olanı olabildiğince ortaya koymaya çalışır. Örneğin veba kitabında, ateist bir doktor, elinden geldiğince, kendinden çok büyük fedakarlıklar yaparak insanları kurtarmaya çabalar. Bunu alaycı bir şekilde dile getiren papaz, o kadar uğraşmasına rağmen, bir ödülün olmadığına inanmasına aklı almaz, anlam yoksa, bu uğraşın sebebini sorar. Absürd olan da budur zaten, anlam olmadığı halde, anlam yaratmak, her şeye rağmen bir şeylere sarılmak ve çabalamaktır. Bu yola gidilmediğinde, öteki yol intihar oluyor. Sisifos'da bunu daha da açık dile getirir. Tüm tekrarlı ve anlamsız eylemlere rağmen, o mutludur ve kendi anlamını yaratır der.
En büyük sorun olarak ortaya koyduğu intiharı da aslında Sartre'ın fikirlerinden çok etkilenerek aşmaya çalışır. Sartre, intiharın, saçmanın saçmaya gömülmesi olarak niteler varlık ve hiçlik kitabında. Bu şu anlama gelir, intihar denen şey, karar verilmesi gereken bir yerdedir. intiharın kararı denilen şey ise, hayat içerisinde başımıza gelenleri tartıp biçerek olur. Oysa intiharın doğası gereği, bu olay başımıza gelenleri ortadan bir anda kesmektedir. Bir mahkeme düşünün, davacıyı dinliyorlar ve sıra davalıya gelince karar veriliyor. Saçmalık! , işte bu yüzden yaşamın içerisinde, yaşam hakkında kesin karar verilmez. Saçmayı saçmaya gömer. Camus da aynı doğrultuda giderek, intiharın düşünülmesi o kadar mühimdir ki der, tam da bu nedenle en büyük felsefi sorundur ve intihar etmek yerine düşünülmeli, sisifos gibi mutlu olunmalıdır.
Bunun farklı bir versiyonunu kullanıyorum. Bu versiyonu çok kaderci ve başımıza gelen şeylerde önümüzü ilikleyip devam etmeyi gerektiriyor ki karakterime aykırı, en sevmediğim insan tipidir, bir şeye uğraşmaz ve olan olaylara da tepkisi, başına gelenleri değiştiremezsin, napalım çekicez şeklindedir. Benim versiyonumda, çok uzakta bir şeye atıf varsa ve şu an o sorunla uğraşmak istemiyorsam, "bu durum ilerideki benin problemi, eminim o bir şeyler düşünecektir ancak şu an değil" diyorum. Hem her şey olacağına varır gibi bir durum çıkıyor, hem de o aşırı edilgen durum ortadan kalkıyor.
Belki de öyledir, spinoza'nın da dediği gibi havaya atılan bir taş düşünebilseydi, kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı. Bizim de böyle bir illüzyonumuz olabilir ancak buna rağmen bile, Eğer kötü bir şeye karıştığımda, kaderci bir yaklaşımla hiç çaba göstermeden o şeye şahit olmam durumuyla, çaba gösterip ancak sonucun asla değişmediği durum göz önüne alındığında, ben ilkinde olmak isterdim. Sonuç değişmese dahi, burada bir tutum var. Tanrı'nın var olduğunun düşünüldüğü bir senaryoda, bu çaba çok değerleniyor. Tanrı yoksa da, varoluşçu düsturla, yine değerli.
öyle zaten, insan olarak kendimizi diğer canlılardan ayırıyoruz, bu ayrımı da akılla, yani karar verme yeteneğimizle yapıyoruz. Tek ayrımı bu olan biri, bunu kullanmazsa ne anlamı kalıyor. Çalmayan bir flüt, yanmayan bir ampül neyse, kendi sorumluluğunu alıp, karar vermeyen bir insan da o. Hayvandan farksız, havada rastgele süzülen bir yaprak, yelkensiz bir gemi gibi.
İnsanların bakış açılarını görmeyi çok seviyorum. Bazen takılıp kaldığım noktada kafamın içinde bir ampul yanıveriyor. Sanki birden bir şeyler aydınlanıveriyor. O yüzden benim için değerli.
Diyalektiğin güzelliği bu, bazen öyle bir çembere düşüyoruz ki, etrafımızdaki herkes aşağı yukarı öyle düşünüyor. Bu tarz platformlarda takılmanın iyi yanı ise, çember dışından bambaşka bir bakış açısı ve söyleme maruz kalıyoruz ve o sarsılmaz sandığımız düşüncenin sallanışını görüyoruz. Her açıcan yararlı bana kalırsa.
Ben de buna katılıyorum. Uzun yıllardır sözlük kullanıyorum. Başka meşhur platformlarda da yazarlık yaptım. Şimdi burası seçili insanların yeri. O yüzden daha sözgeçli bir düşünce tarzıyla daha yalın bir platform gibi. Bazı şeyleri atlamadan görüşlere ulaşabiliyorsun.
aslında evet napalım çekicez demek ama mecbur olabiliyoruz buna maalesef. bazı şeyler asla değişemiyor çünkü hayatta. istediğimiz kadar uğraşalım değiştiremeyeceğimiz şeylerin olması can sıkıcı. bu arada anda kalabilmeniz güzel tebrik ederim :)
web browser üzerinden hala açık olduğunu gördüğüm uygulama. Ekşi sözlük başlığında da yazdığım gibi, platformlar, sizin nasıl kullandığınıza göre değişen yerlerdir. Örneğin benim şu an yaşadığım youtube deneyimim ile, geçen yanlışlıkla denk geldiğim birinin youtube algoritması o kadar farklıydı ki, en başta o elemanınki gibi kendini lanse etseydi youtube, bu ne boktan bir platformdur böyle diye koşarak uzaklaşırdım.
Discord'da aynı minvalde, içinde bulunduğum gruplar bana çok yararı olan yerler. Kendi başıma not defteri gibi kullandığım serverlar da mevcut, pythonla çektiğim verilerin anlık yazılıp kaydedildiği yerler de yine discord üzerindeydi. İş toplantıları bile burada yapıyorduk Normalde bu tarz işler için Slack kullanılır da, biz buraya alışıktık, demeye çalıştığım epey zarar veren bir şey oldu bana. Yasaklamak yerine, uzlaşmaya çalışılması, istenilen gruplardaki IP'lerin, devlet yetkililerine sağlanması gibi durumlar olmadığında ancak böyle harekete geçilmesi gerekir kanımca.
Çok aktif kullanan biriyim, alışana gayet de rahat bir platform olmasına rağmen, eğer devletle iş birliği yaparak, bu kötülükleri ortaya çıkarmaya çabalamayan bir yapısı varsa kapansın, ben işimi başka yerlerde de yaparım. İşin komik yanı, bunun kapanmasına vesile olanlar da başka yerde yapar zaten.
çocukluk arkadaşımın aptalca yaptığı pek çok şey var, senelerce öyle, böyle diyerek anlattım, hak da veriyor ama hala devam ediyor. Değiştiği şeyler oldu, törpüledikleri oldu, çok daha fena hale getirdikleri de oldu. Kısaca bir şeyler oluyor ama isteğiniz doğrultusunda olup olmayacağı kesin değil. Asla tahammül edemediğiniz şeyler neyse onları bilip, bunları yapmayan insanlarla olmak en akıllıcası. Geldik mi yine kendini bil öğretisine
algı ile idrak genelde karıştırılır. İdrak kısmı, algıyı gerektirir ama onun da ötesinde bir anlamaya tekabül eder. Oysa algı, sadece algılamak, bakıyorsun ama görmüyorsun sözündeki, bakmakla gelen bilgiler yığınıdır. Görmek, yani idrak aşaması, bilinç gerektirir.
algılanan ile gerçek olan arasındaki fark, felsefede çokça işlenir bu yüzden algılarımızla deneyimlediğimiz Dünya demek, Yaşanılan ortamın neliğine vakıf olunamadığı ancak şimdilik onla ilgili bir şey söylemediğimiz için, algılarımızla deneyimlediğimiz kadarını konuşalım, o tarafları karıştırıp işi daha da karmaşıklaştırma demektir.
Bugün sınıf temizliği için okula gitmiştim. Kızımın bu tamamladığın resmi (o da tamamlamıştı) sınıf panosunda asılı tek meyve sepetli resimdi. 33 kişilik sınıftan tek onun resmi asılmış :) nasıl mutlu oldum
cidden güzel çizmiş, görünce biraz çizme isteği uyandırdı :D Tartışmaya kapalı bir şekilde benimkinin daha iyi bir çizim olduğu, bu yüzden de birincinin benim olmam gerektiği gerçeğini bir kenara koyarsak eğer, kendisini tebrik ediyorum, sağlam bir rakipti.
Hahaha. Panoda kimin resmi varsa aslında o yenmiştir. Efendim siz niye kendinizi ilkokul 4. Sınıf bir ön ergeni yenmekle mutlu hissediyorsunuz anlamadım 😅😅😅
nickiyle ilgili yorum yapıyordum bir anda gocuya yürürken buldum kendimi. Saat sorulan kızın "sevgilim var geri zekalı" demesi gibi tuhaf bir olay oldu anlayamadım valla.
Çoğu insanın pek anlam veremeyip dalga geçtiği duygudur. Aslında insana hastır ve her insan aşağı yukarı bu duyguyu yaşar. Kimisi derinden hisseder, kimisine bir ürperti olarak gelir, sonra dine sığınılarak geçer. Hayatımın büyük bir bölümünde bunu içten yaşamış biri olarak, her insanın derinden yaşaması gerektiğine inandığım bir yerdedir. Şimdilerde hayatım yoğun ve düzenli olmasından dolayı derinden hissedemediğim durum. Cioran bunu, insanın hayatının bayağılığa gömülmesi olarak görür. Evet normal ve düzenli yaşamak, aslında yaşamın illüzyonuna kapılıp, gerçek olanı unutmak ya da ertelemek anlamına geliyor. Heideggerde hergünkülük kavramı da bu bayağılığa eş değer sayılabilir.
Eskiden bu duygunun tırmandığı zamanlarda yazdığım bir yazı aklıma geldi, buldum yazıyı, buraya da koyuyorum.
"insan kendinden korkar mı? ben korkuyorum. Bir gün aydınlanma adı altında kafayı yiyip, her şeyi bırakıp siktir olup gitmekten korkuyorum. Aslında temel korkum bu değil. Korkumun temeli böyle bir delilik geçirdikten sonra zamanla tekrar akıllanmak. Delirdikten sonra akıllanmazsanız eğer bunu bilemezsiniz ve acı da bilinçsiz olduğu için ruhsal çöküntüler çok daha az hissettirir kendisini. Buradan çıkan sonuç, varlığımızı en derinlerde hissettiren şeyler acılardır. Sevmek gibi şeyler de ileri sürülebilir elbette ancak sevmenin temelinde de bir acı gizlidir. Malum zıtlıklarla ve kıyasla anlıyoruz, öyle bir düşünce yapımız var.
Benim yaşamak adına diğer insanlar gibi motivasyonum yok diye çırpınıyorum ama belki de bana gecenin dördünde uykumun kaçmasına ve tekrar sartre'da bulantı, kierkegaard'ta endişe, Heidegger'de kaygı, Jaspers'da acı olan bu duyguyu yaşatan şeyin bizatihi yaşama isteğim ve motivasyonum olması oldukça ironik. Belki de ölüm üzerine bu kadar düşünmenin temeli, herkesten çok yaşamı sevmemdir. Yaşamın anlamsız olmasından dem vurmamın sebebi, herkesten çok anlamı sevmemdir. Ölümün gizemi karşısında yaşamın kötü bile olsa bilinebilirliğini tercih etmemden çok daha öte anlamlar yüklememdir belki de hayata.
Sebep her ne olursa olsun, bu şeyleri derinlemesine yaşamam ve bu sıkıntılarımı diğer insanlarda görememem beni yalnızlaştırdı. Görüştüğüm, konuştuğum, mesajlaştığım, okuduğum, dinlediğim her şeyde bu kaygıya sahip zihinler aradım. Bu zihinlerde bu kaygı bulamaz isem eğer bu kaygıyı ben yerleştirmeye kalktım. Etrafıma mutluluk yerine zehir saçtım kısaca. Yalnızlığımın dindiği zamanlar olmadı değil tabi.
bu kaygılar üzerine küçük bir sohbet, geçmişte bu kaygıları taşımız bir düşünürün kitabında geçen hüzünlü cümleler hep bu yalnızlığı dindirmeme yardımcı oldu. Şu an bana buraya bunları yazdıran şey de gene yalnızlığım.
Yazmak cioran'a göre Yalnızların da yalnızı olan Tanrı'ya bir yakarış ve Tanrıyla bir konuşma çeşididir. inançlı biri değildi kendisi ama inançsız olduğu da söylenemez. Bu eylem bir yalnızın başka ve daha yüce bir yalnız karşısında çırpınmasıdır."
Yazdıkların oldukça acı ancak etkileyici. Bu konuda yalnız olmadığını bilmek çok iyi biliyorum ki bir halta yaramayacak ama bu şekilde düşünen tek insan değilsin. Günlük rutinlerle, yoğunlukla devam ediyor olma hali sadece geçici bir unutma hali sağlıyor. Kafanın boşaldığı veya aynaya baktığın ilk anda o duygu gelip göğsündeki yerine yerleşiyor. Kaçışın yok, kurtuluş çaban anlamsız. Seni birilerinin anlıyor olma hali bile beyhude bir avuntu. Aynı kaygıya sahip bir zihni fark etmek veya bulmak da değil mesele. Buldun işte, ne değişti? Henüz çok küçük yaşlarda doğum günü pastamı üflerken içimden bir dilek tutmamı söylediler. Dileğim, gerçekleşmesini istediğim hiçbir şey yok dedim ve etrafımdaki neşeli ortamın bir anlık sessizliğe gömülmesine neden olduğumda ilk defa zehirli ruhumu fark etmiştim. Çok düşündüm, kendimi sorguladım ama artık kendimi olduğum gibi kabul etme evresine geçtim. İnanılmaz bir rol yapma yeteneği geliştirdim. Sadece benzer kaygıları taşıyanlar mutlu gülümseyen insanın gerçek yüzünü anlayabiliyorlar.
Normalde senin küçük yaşta idrak ettiğin şeyi, insanlar epey zaman sonra yavaş yavaş anlamaya başlıyorlar. Şu okul bir bitsin, şu kişiyle partner olayım, şu arabayı alayım vs şeyler, yavaş yavaş olmaya başlayınca dank ediyor insana. Esas istenilen şeylerin onlar olmadığını anlıyor. İnsan sanki Tanrı'nın büyük bir şakasıymış gibi. Asla ulaşamayacağı şeyleri arzulayıp duran, bu nedenle de hiçbir zaman o istediği kesintisiz mutluluğa ulaşamayacak olan büyük bir şaka. Dediğin gibi pek bir çözümü olmasa da, bu küçük konuşmalar işe yarıyorlar. Senin doğum günü hikayeni ve yazını görmemiş olacaktım bunları paylaşmasaydık :D
Geçmişte yazdığın ve buraya eklediğin yazıda bir Sebahattin Ali kalemi hissettim. Sanki onu okuyor gibi oldum. O da bir çok kitabında bu varoluşsal sancıları benzer kıvranmalarla anlatır.
şimdi bende burada bir şeyler söylemek sterdim ama aklıma ilk cümlenizden bir anı geldi. anlatmayacağım ama insanlar gerçekten bunu anlayamıyor maalesef. bizim mi çok boş zamanımız vardı yoksa onların mı hiç boş zamanı yoktu bilemiyorum. küçümsenmesini geçtim insanın kendini anlayabilecek bir kişi bile bulamaması acı verici gerçekten. arasan da fayda etmiyor. defalarca konuşsan da anlayamıyorlar. orada yazdınız ya bunu ben yerleştirmeye çalıştım diye bende yaptım en azından belli sorularla oluşturmaya çalıştım ama olmuyor.
gerçekten belki de düşünmek ve bu sancıyı çekmek boş iştir ya da o kişiyi asla bulamayacağız ama onu bulma isteği bizi ayakta tutuyor kim bilir? aman neyse şimdi derin konuşmalar yapamayacağım.
yazdıklarınız dokundu ondan yazayım dedim sadece. o insanı ben bulamayacağımı biliyorum ama umarım siz bulursunuz.
Eski bir dostumun da dediği gibi, bir derdim var bin dermana değişmem. O dert bu dert işte. Hiçbir şey onu geçirmiyor, tamamen kendi başınıza onunla yüzleşmeniz gerekiyor, arada kendini sızlayarak hatırlatıyor, esas olanı düşünmenize hizmet ediyor. Benim zamanında yaptığım hata gibi, suyunu çıkarıp, o acıyı en derinden yaşamaya çalışmadığınız sürece, zaten hayatın içine gömülüp kolayca unutabiliyorsunuz. O nedenle, bu acıyı kabul edip, arada selam veren, insanı insan yapan bir acı olarak anlayıp, çok fazla kurcalamamak gerekiyor.
Amerikanın 2023 yılından Türkiye raporuna göre 44 binden fazla mahkumun, hapishanelerde yer olmamasından dolayı hapse ya atılmadığı, ya çok az ceza aldığı, ya da hali hazırda hapiste olanlara af çıkarıldığını söylüyor. https://www.state.gov/reports/2023-country-reports-on-human-rights-practices/turkey/ Zaten bunu gözümüzle de görebiliyoruz, toplusal infial yaratan suçlarda dahi, bir şekilde az bir ceza ya da hızlı bir süreçle salınma oluyor. Bunların sürekli göz önünde olması da bir süre sonra alışkanlığa dönüşüyor yani suçlarda bayağılaşmaya. Normalde suç olarak sayılan bazı suçlar, hafif olarak görülmeye başlıyor, manyaklaşmak da normalleşiyor. hannah arendt'in kötülüğün sıradanlığı kitabında da bu fenomene değinilir. Esasında Nazilerin yaptıkları şu an aşırı derecede kötü ve anlaşılmaz gelse bile bize, toplumsal olarak yavaş yavaş o noktaya gelenler için, sıradan ve aslında öyle çok da mühim bir durum olarak görülmeyebiliyor. Sudaki kurbağa misali, suyu bir anda ısıttığımızda kaçacak olan kurbağa, yavaş yavaş ısıtıldığında fark etmiyor ancak sonunda ölümüyle sonuçlanıyor.
Etrafımda sigara içen kim varsa hep dandik çakmaklar kullanıyor. 1 hafta geçmeden ya kaybediyorlar ya da yenisini alıyorlar. Şahsen sigara içiyor olsam, en kalitelisinden bir tane jet çakmağı alır, bu işi komple kapatırdım diye düşünüyorum. Bunu dile getirdiğimde, iki dakikada hacılarlar onu, ya da öyle olmuyor kanka kaybediyorsun anlamıyorsun gibi karşı yanıtlar geliyor.
Küçükken mahalle abilemizin yanında takılırdık, hiç unutmam bir gün elemanın biri gelip çakmak istedi bizden, ümit abi uzattı, sigara da var mı diye sorunca bir anda ortalık alevlendi. Bu boku yiyorsun madem küreğini de taşı yavşak diye bir tokat attı çocuğa, her şeyin bir anda farklılaşabileceğini 5. sınıf öğrencisi olan ben, o gün anlamıştım. Çok sonradan niye öyle yaptığını da anlatmıştı. "Sigara çok fena bir illet, sigarasız kaldığım zamanlar yol kenarında izmarit aranırdım, tam bitmemişleri bulur yakar içerdim. Sadece ekmek paran varken, gidip ekmek almaz sigara alırsın, öyle büyük bir bağımlılıktır bu. Ekmek bulunur her türlü sonuçta. O pezevenge vurma sebebim, insan gibi esas niyeti olan sigarayı istemek yerine, daha verilebilen bir şey isteyip, ardından işi oldu bittiye getirmeye çalışmasıydı. Bir anda kan beynime sıçradı, ben kimseye yüz eğmiyeyim diye izmarit ararken, bu o..çları milleti böyle kandıra kandıra yolunu buluyorlardı. Vurdum gitti." Tabi böyle anlatmadı, şiveli ve bol küfürlü şekilde, aklımda bu kadar kalmış.
Uzun lafın kısası, o mahçubiyet yüzde olmayınca, otlakçı bir şerefsiz sanılıp, bir anda dayak yiyebilirsiniz dikkat etmek lazım.
Akrep burcuyum, tüm özelliklerini taşıyorum, sinsiyim, şerefsizim, arkanızdan konuşurum, adam bıçaklarım, ırz düşmanıyım. Bana kızmayın, tüm bunların nedeni, belli tarihler arasında doğmam, suç bende değil.
yabancıların burnout dediği durum. Bir şey üzerine çalışırken, bir yola takılı kalıp, onu yapmaya o kadar diretirsiniz ki, ne onu yapabilirsiniz ne de çok daha kolay olan başka bir yolu görebilirsiniz. Üstelik harcanan zamana göre verilen performans aşırı düştüğü için, daha fazla zaman harcamak yerine, Böyle durumlarda çıkıp biraz dolaşmak, inat edip daha da zorlamak yerine biraz ara vermek işe yarar. Hatta başka bir iş varsa, ona dönmek de iş görür.
Gelen mesajın geldiğini anlamak zaten 5 dakika sürüyor, buradaki mesajlaşma işi, anlık değil de telgraf misali, olaya öyle bakarsanız sorun görmezsiniz.
Aslında anlık ancak veri tabanından kaynaklı geç geliyor mesela ben bu entryi girdikten sonra direkt sol frame geçip takılırsam mesaj gelmiş bildirim bana iletilmiş ben görmemiş olurum.
Temel sebepi daha öncede belirttiğim gibi sitenin karışık veri tabanı üst taraf kodlaması ayrı sol frame ayrı simgeye tıklayarak yada sayfayı yenileyerek üst menüyü yenileyebilirsiniz.
Sorunun farkındayız sitemizi komple farklı arayüz ve daha önemlisi farklı veri tabanın aktaracağız yazılımcımız en son üzerinde çalışıyordu yanılmıyorsam
o kadar büyük bir sorun değil ya, anlaşılması için yazdım. Yapılırken, tüm sayfayı komple yenilemek yerine segmentlere ayırmaları akıllıca olmuş, çalışması daha kolay olur.
Hristiyanlıkta belli başlı dini otoritelerin kararınca, kişileri hristiyanlıktan ve doğal olarak onunla özdeşleşmiş topluluklarından dışlama, çıkartmak anlamına gelir.
Sözde islamda yoktur ama islamın sahipleri olduğunu savunanlar, işlerine gelmeyen herkesi çıkartma eğilimindedirler. İş öyle bir raddeye varır ki, müslümanlık asla ulaşılamayan, mükemmel, kimsenin erişemeyeceği kadar yüce ve kusursuz bir yere konulur, kimse ona erişemediği için de, sivrilen herkes aforoz edilmeye başlanır. Oysa müslümanlık, meleklik değildir, günah işlemesi, yanlış şeyler söylemesi de gayet olasıdır. Bu sebepten dolayı Dini yücelticem düsturuyla çıkılan yolda, din kimsenin ulaşamayacağı bir yere konulup, tozlanmaya terk edilmiştir.
bir şeylerin yasaklanmasına karşıyım, çünkü en kolay yoldur yasaklamak. O raddeye gelene kadar yapılacak şeyler varsa yapılması taraftarıyım. Çin bu işi, vatandaşlarına kimlik numarası vererek, oyunlara giriş yapma zorunluluğu getirip çözdü, aynı yöntemle korsanı ve hileyi de büyük oranda bitirdi, bu yüzden avrupa serverlarında çince karakterli nicklerle hileciler görürsünüz, kendi memleketlerinde yapamazlar, ama burada o sistem kurulmasına imkan yok.
Roblox olayında, kötü insanların oyuna girip, küçük çocukları kandırmaya çalışması değil, bunu engellemek için hiçbir çabaya girmiyor olmalarıdır. Yoksa her yerde kötü insanlar da var, korunması gereken küçük çocuklarda. Bu nedenle bu yasaklama iyi oldu, eğer roblox ekibi bunu görür ve adımlar atarsa belki ilerde açılabilir bile. Çocukları koruması gerekenler ebeveynleri denilebilir tabi ama ben toplumsal olarak baktığım için olaya, çocuklar hepimizin sorumluluğunda diye düşünüyorum, her ebeveyn aynı hassasiyette olmayabilir, bu nedenle toplumca en iyi yaşanabilecek ortamı sağlamakla yükümlüyüz.