oyuncular olarak bu kısıtlı da olsa nft mantığına az çok hakimiz. Örneğin sadece o oyun içerisinde de olsa, pek çok özel eşyalarım var. Satabilir, takas edebilir, arkadaşıma kiralayabilirim. Nft ise, bunu sadece belli bir platformdan çıkartıp, herkese mal edecek şekilde yapılabilen bir teknolojiydi. Teknoloji olarak güzel ve hazır ancak kullanılabilecek bir yanı pek yok, daha o kadar dijital bir evrene geçiş yapmış değiliz. En çok bilinen oyunlardan biri olan cs go'da bazı bıçakların renk oranlarına göre bile aşırı nadir ve istenilen şekilde olabiliyor. Maymun çizdim onu satıyorumdan ziyade, bir işe yarayan nft tarzından ürünler gerçekten varlar.
alaskan crab
1. nesil Yazar - 15. Seviye Ateş Şamanı - Yazar -
- toplam entry 501
- takipçi 16
- puan 28523
Analitik geleneğe dahil bir filozoftur. Aynı zamanda saygı değer bir matematikçidir. Öyle ki, Koca bir kitap yazan Frege'nin daha kitabı yeni çıkmasına rağmen, ona kısa bir reddiye yazarak, koca kitabı bana boşa çıkarttırdın yorumuna vakıf olmuştur. Öğrencisi wittgenstein, russell'a gelip, "ben dahi miyim yoksa bir deli miyim? eğer dahi değilsem, balon işime geri döneceğim" demiştir. Russell bana felsefi bir konu hakkında kısa bir yazı yaz getir demiş, ardından getirdiği yazının ilk cümlesini okuyup "deli falan değilsin, eğitimine devam et" demiştir. Bunun üzerine şu an büyük çığırlara vesile olan wittgeinstein'i okuyabiliyoruz.
matematikçi olduğu kadar oldukça hayatın içerisinden bir filozoftur. Nükleer savaşın hiç başlamaması ve engellenmesi için büyük mahkemeler oluşturmuş ve fikirler beyan etmiştir. Nazi döneminde uygulanan insanlık dışı yaptırımları da mahkemelerde danışmanlık yaparak karar merciisinde olan sayılı insanlardandır. Evlilik nedir, nasıl mutlu olunur gibi konulara da vakıftır. Analitik gelenekten geldiği için, dili oldukça anlaşılır ve saat gibi işleyen argümantatif yöntemi vardır. Bu adamı okuyup da anlamamak için salak olmak gerekir.
matematikçi olduğu kadar oldukça hayatın içerisinden bir filozoftur. Nükleer savaşın hiç başlamaması ve engellenmesi için büyük mahkemeler oluşturmuş ve fikirler beyan etmiştir. Nazi döneminde uygulanan insanlık dışı yaptırımları da mahkemelerde danışmanlık yaparak karar merciisinde olan sayılı insanlardandır. Evlilik nedir, nasıl mutlu olunur gibi konulara da vakıftır. Analitik gelenekten geldiği için, dili oldukça anlaşılır ve saat gibi işleyen argümantatif yöntemi vardır. Bu adamı okuyup da anlamamak için salak olmak gerekir.
doğal durum diye bir düşünce deneyinden söz eder. Ona göre, insanlar doğal durumdayken, yani bir toplumsal sözleşme imzalamamış, birbirleri üzerinde bir sorumluluk sahibi değilken, öyle ortada bir oraya bir buraya savrulurken, bunun sürdürülebilir ve güvenli bir şey olmadığını fark etmişler, en kötü toplumsam durum bile, böyle ayrık ve güvensiz yaşamaktan iyidir diye, bir sözleşme yapıp, toplum olmuşlardır. İyi de ben hiç sözleşme falan imzalamadım diyebilirsiniz, bu sözleşme esasında toplum içerisindeki dinamikleri kullanma ve ona dahil olma eylemiyle gerçekleşen bir durum. Mülkiyet kavramıyla büyük sorunları vardır, eğitim felsefesi üzerine kafa yormuştur, özellikle düzgün bir yurttaş olarak çocuğun nasıl eğitilmesi gerektiğiyle ilgili Emile adında bir kitabı bile bulunur. Kendi çocuklarını eğitmemiş, yurtlarda çürütmüştür orası ayrı. Mülkiyete de karşıdır, hatta birkaç hırsızlık olayına karışmış, bunun temelini de mülkiyet karşıtlığına yorarak, ahlaki açıdan kendini aklamaya çalışmıştır.
Russell'a göre aptallar kendilerinden çok eminken, zeki insanların kuşku içerisinde olmalarıdır. Bir iş yapılacağında, sorumluluğun farkında olup, bunun ağırlığını tartan ve üzerine düşünenler, geri planda kalırlar, cahil cesaretiyle öne atılıp, her şeyi yapabileceğini sananlar, dünya'ya şekil verenlerdir, o yüzden bu kadar bokun içerisindeyiz.
Bu sözün üstüne başka ne yazılabilir bilemiyorum
marla'nın profil ziyaretlerinin yarısı benden gelmiş olabilir bakmak lazım sjsjsss
Çok teşekkür ediyorum o halde :))
suskunluk, organizasyon içerisinde o kadar değerlidir ki, savaşta yaptığın kahramanlıkları bile anlatmaman gerekir. Sessizce ateş izlenir.
Bilginin tanımına gidelim, Platon bilgiye gerekçelendirilmiş doğru inanç der. doğru olması, dış dünya ile tekabülü olmasından, gerekçeleri olması ise, direkt inanılan saçma şeylerden ayırt edilme gerekliliğinden dolayıdır. İnanç olması şaşırtabilir, inanç denilmesi gerekir ki, sürekli gerekçeleri ve doğruluğu test edilebilsin. Yanlış bilgi diye bir şey, esasında inanç olarak yanlışa tekabül ettiği içindir. Bilginin içinde inanç faktörü olmasa, yanlış bilgi de olmazdı, bizler direkt vahiy gibi asla doğruluğu tartışılamayan bilgiler edinirdik.
Descartes'e göre açık ve seçik olarak bilebildiğimiz bilgilerin başında diş ağrısı gibi, anında hissettiğimiz şeyler gelir. Onun bilgisi her ne kadar bize çok gerçek gelse de, paylaşmakta sıkıntı çekeriz. Doğruluğu hiç şüphe götürmeyen bilgiler yok mudur? matematik gibi alanlarda vardır ancak onlar da, postulat denilen, neyin ne olduğu başta konsensus sağlanmış şeylerdir. iki ile ikinin toplamının dört olması, aslında öncesinde, matematik kurallarının kabul edilmesiyle, zorunlu olarak çıkan sonuçtur. Mantığın değişmez ilkeleri belki şüphe edilmeyen bilgi olarak görülebilir. Descartes'e göre hiç kimsenin asla şüphe edemeyeceği tek bilgi, şüphe ettiğimiz gerçeğidir. Şüphe ettiğimizden şüphe edemeyiz der. Bu nedenle de, bizi kandırmaya çalışan bir cin olsa bile, ben dediğimiz, şüphe içinde kıvranan özne, gerçektir. Buradan yola çıkarak sarsılmaz bilgi üzerine inşa eder de eder, en son Tanrı'ya ulaşır.
Kant'ın da dediği gibi, bizler dış alemi asla bilemeyiz, kendi algılarımız bize ne söylüyorsa, oradan yola çıkarak bazı sonuçlara varır, onlar üzerinden değerlendirmeler yaparız. Elimize aldığımız bardağın, özünde ne var bilmek çok zor. Bilgilerimizde her zaman inanç faktörü olmak zorundadır.
Descartes'e göre açık ve seçik olarak bilebildiğimiz bilgilerin başında diş ağrısı gibi, anında hissettiğimiz şeyler gelir. Onun bilgisi her ne kadar bize çok gerçek gelse de, paylaşmakta sıkıntı çekeriz. Doğruluğu hiç şüphe götürmeyen bilgiler yok mudur? matematik gibi alanlarda vardır ancak onlar da, postulat denilen, neyin ne olduğu başta konsensus sağlanmış şeylerdir. iki ile ikinin toplamının dört olması, aslında öncesinde, matematik kurallarının kabul edilmesiyle, zorunlu olarak çıkan sonuçtur. Mantığın değişmez ilkeleri belki şüphe edilmeyen bilgi olarak görülebilir. Descartes'e göre hiç kimsenin asla şüphe edemeyeceği tek bilgi, şüphe ettiğimiz gerçeğidir. Şüphe ettiğimizden şüphe edemeyiz der. Bu nedenle de, bizi kandırmaya çalışan bir cin olsa bile, ben dediğimiz, şüphe içinde kıvranan özne, gerçektir. Buradan yola çıkarak sarsılmaz bilgi üzerine inşa eder de eder, en son Tanrı'ya ulaşır.
Kant'ın da dediği gibi, bizler dış alemi asla bilemeyiz, kendi algılarımız bize ne söylüyorsa, oradan yola çıkarak bazı sonuçlara varır, onlar üzerinden değerlendirmeler yaparız. Elimize aldığımız bardağın, özünde ne var bilmek çok zor. Bilgilerimizde her zaman inanç faktörü olmak zorundadır.
Doğru ve yanlış hakkında benim de görüşlerim bu yönde. Hiçbir zaman salt doğru ve salt yanlış olduğu kanısına varamıyorum.
Tanrının olmadığı bir senaryoda orası kesinlikle öyle ama olsa dahi yine sorunlar bitmiyor. Sokratesin Tanrı ikilemi var örneğin, Tanrı iyi olduğu için mi bazı şeylere izin verir, yoksa Tanrı izin verdiği için mi bazı şeyler iyidir? Burada anlatılmak istenen şey, Tanrıdan bağımsız iyi dediğimiz şeyler var mı? , eğer tanrı karşımıza çıksa ve Tanrı olduğundan asla şüphe etmeyeceğimiz şekilde kendini gösterse, ardından da bizlerin asla iyi olmadığını düşündüğümüz şeyleri yapmamızı emretse, Tanrıdan daha yüce bir şey olmadığı için, o şeyleri yapmamız artık iyilik sayılır mıydı? Örneğin dedi ki, çocuğunu kurban et! hz ibrahim olayındaki gibi. Yok Tanrı dese bile kötü bir eylem bu derseniz, o zaman Tanrı'dan bağımsız bir iyi oluyor, yok Tanrı dediyse kesin doğrudur derseniz de, bu sefer de Tanrı ile iyilik bir olmuş oluyor.
Genelde inanan filozoflar bu ikilemden, Tanrı iyilikle bütün olduğu için, iyilik dışında bir şey emretmez der geçerler.
Genelde inanan filozoflar bu ikilemden, Tanrı iyilikle bütün olduğu için, iyilik dışında bir şey emretmez der geçerler.
bu görüşlere çok katıldığım söylenemez benim. şunu söyleyeyim direkt en iyisi. bilgi durağanlıkken bilmek bir eylemdir. bu sebeple de inançla aslında belli noktalarda ters düşerler. bilmek eylemine ulaşmak için olan inanç ise bambaşka bir konudur.
inanç elde edilen bir şey değil bana göre. aslında var olan ve var olacak bir şeyken bilmek eylem gerektiriyor. onu elde etmemiz gerekiyor. bariz fark burada ortaya çıkıyor.
inanç elde edilen bir şey değil bana göre. aslında var olan ve var olacak bir şeyken bilmek eylem gerektiriyor. onu elde etmemiz gerekiyor. bariz fark burada ortaya çıkıyor.
Aslında her şey öğrenilmiş birer done. İyiliğin içinde iyilikten bağımsız kötülükte vuku bulabilir. Örneğin birinin hayatını kurtarırsınız ama o hayatını kurtardığınız kişi gelip sizin çocuğunuzu öldürebilir.
İyilik ve kötülük hakkında binlerce örnek de bulunabilir bu tarz. Tanrının İyilik anlayışına gelince insanlara özgür irade bırakmıştır bu konuda iyiliği seçmek ve kötülüğü seçmek konusunda. Peki o noktada özgür iradenin sonuçlarını düşünürsek iyilik-kötülük varsayımında nasıl sorgulanacağız
İyilik ve kötülük hakkında binlerce örnek de bulunabilir bu tarz. Tanrının İyilik anlayışına gelince insanlara özgür irade bırakmıştır bu konuda iyiliği seçmek ve kötülüğü seçmek konusunda. Peki o noktada özgür iradenin sonuçlarını düşünürsek iyilik-kötülük varsayımında nasıl sorgulanacağız
@siyah anka hmm anladım, terminoloji farkı var, tutum olarak bilmek elbette değerli ve inancı dışlayan bir yerde.
@succulent bir insanı anlamak için, onun ayakkabılarını giymen gerekir derler. Tanrı hepimizin biricik bakış açısıyla, başımıza gelenler de dahil her şeyi bileceği için, öyle bir yargılanma olursa, bir sorun olmadan, adaletli bir şekilde olur diye düşünüyorum. Yoksa zaten dert edecek bir şey de yok.
@succulent bir insanı anlamak için, onun ayakkabılarını giymen gerekir derler. Tanrı hepimizin biricik bakış açısıyla, başımıza gelenler de dahil her şeyi bileceği için, öyle bir yargılanma olursa, bir sorun olmadan, adaletli bir şekilde olur diye düşünüyorum. Yoksa zaten dert edecek bir şey de yok.
Bu tezat bir ikilem. Bunun içinde binlerce olasılık var.
alaskan evet ben genelde dışlıyorum inancı bilimde. kim neye inanırsa inansın zerre umrumda değil ama yaratıcı varmış diyerek olaya bakılamaz bence. bilimde bilmek üzerine yoğunlaşmak ve inancı rafa kaldırmak gerekiyor. tabi bu yapabileceğine olan inançtan bahsetmiyorum o kalabilir :)
Bilinen şeyleri yaşıyor olmak, sınanmak, imtihan edilmek…
Ve sonra tüm bu bilinen içinde sorgulanmak. Cennete yada cehenneme gitmek.
Ve sonra tüm bu bilinen içinde sorgulanmak. Cennete yada cehenneme gitmek.
@succulent evet zor ve kafa ağrıtan sorular bunlar. Ben çok seviyorum, bankada sıra beklerken falan düşünecek bir şeyler oluyor :D sana da kolay gelsin artık
@siyah anka tabi benim burada inanç diye tabir ettiğim şey, çok derinlerde olan bir durum, şimdilerde gördüğümüz kör inanç bambaşka konu, uzak durulması lazım.
@siyah anka tabi benim burada inanç diye tabir ettiğim şey, çok derinlerde olan bir durum, şimdilerde gördüğümüz kör inanç bambaşka konu, uzak durulması lazım.
alaskan yüksek ihtimalle aynı şeyden bahsediyoruz :)
😅😅😅 eyvallah sağ ol. Bankada düşünecek bir şey çıktı
@siyah anka kesinlikle :D
@succulent öyle deme zaman çabuk geçiyor
@succulent öyle deme zaman çabuk geçiyor
Haha deneyeceğim. Bakalım nasıl geçecek.
sadece bir dakika öncesine dönebilen küçük bir makineye sahip olsanız ne yapardınız? Sevdiğim bir kısa filmdir, bana hep farklı olasılıkların hepsini denesek nasıl olurduyu sordurtur. O kadar denedikten sonra elde edilen şey, esasında pek size uygun olmasa da, insan denemek istiyor.
haberde, vatandaşın biri polise bunu diyordu, polis de cebinden çıkartığı 50 tlyi adama fırlatıyordu. Ne zaman bu lafı duysam aklıma hep o sahne gelir.
Bir de bunun sen benim kim olduğumu biliyor musuncuları var
Geçen bi video izledim kız polise diyor sen benim babamın kim olduğunu biliyor musun diyor polis de annen söylemedi mi diyor 😅😅
ahahaaa :D benim aklıma gelen video, polis millet vekilini durdurmuş, o da beni tanımadın mı diye azarlıyor. Polis de bir sürü millet vekili var bilmek zorunda mıyım diyor, o da tek tek ezberleticem sana tüm milletvekillerini diyordu. Ne kadar çok racon kesiliyor öyle, hepsi de aklımızda kalmış.
Racon kesmek bizim milletin işi
nikomakhos, aristoteles'in oğludur ve aristo, nikomakhos'a etik diye bir kitap yazar. Kitapta ahlakın neliği, insan neye yönelmeli, iyi biri nasıl olunabilir tarzı sorular sorulur ve cevapları aranır. Bu kitabı oğluna bırakarak, ona ahlak konusundaki düşüncelerini aktarmayı amaçlar. Kitapta mutluluk için debelenmenin, ne kadar ahlaklı olduğu da tartışılır. Bir eylem, hangi amaçla gerçekleştirilir? mutlu olmak mı? öyleyse bizi mutlu edecek eylemleri yapmamız gerekir. Yapılan çoğu eylem anında bir mutluluk getirse de, uzun vadede sorun çıkartabilir ya da şu an bir mutluluk getirmiyor olsa da, çok sonradan bize aşırı fazla mutluluk sağlayacağı vaadinde olabilir. Mutlu olduğumuz anlar düşünüldüğünde, çoğu zaman bizim bir eylemimizden sonra bile olmaz, öylesine ortaya çıkar, başkalarının yaptığıyla.
Görüldüğü üzere mutluluk oldukça muğlak ve anlaşılması güç, kafeslenemeyen, anında sönüp gidebilen bir yapıdadır. Mutluluktan herkes farklı şey anlar. Fakir zenginliği, hasta, sağlıklı olmayı, bilgisiz, bilgi edinmeyi Öyleyse eylemlerimizin amacı olmamalı der aristoteles.
Viking dizisinde de, mutlu olmadığı için, bazı şeyleri yapmak istemeyen oğluna, ragnar, "kim sana mutlu olman gerektiğini söyledi?" der.
insanın ilgisi hep başka şeye kayar. Bir şeyi elde ettiğinde, ona olan ilgisi biter ve hemen başka bir şeye yönelir. Bu sınırsız istek çemberinde, doyuma ulaşmak imkansızdır, mutluluk genelde doyum olarak anlaşılır, anlık elde edilen şeyler, geçici olduğu için, tam mutluluğu karşıladığı düşünülmez.
Biz insanlar kavramları zıtlıklarla anlamlandırırız. Bir şeyin varlığı bizi sevindiriyorsa, yokluğu üzdüğü içindir. Tanrı eğer mutsuzluğu yaratmasaydı, mutlu olmanın ne olduğunu bilemezdik. Bu nedenle yokluğu severiz, varlığı yücelttiği için.
Görüldüğü üzere mutluluk oldukça muğlak ve anlaşılması güç, kafeslenemeyen, anında sönüp gidebilen bir yapıdadır. Mutluluktan herkes farklı şey anlar. Fakir zenginliği, hasta, sağlıklı olmayı, bilgisiz, bilgi edinmeyi Öyleyse eylemlerimizin amacı olmamalı der aristoteles.
Viking dizisinde de, mutlu olmadığı için, bazı şeyleri yapmak istemeyen oğluna, ragnar, "kim sana mutlu olman gerektiğini söyledi?" der.
insanın ilgisi hep başka şeye kayar. Bir şeyi elde ettiğinde, ona olan ilgisi biter ve hemen başka bir şeye yönelir. Bu sınırsız istek çemberinde, doyuma ulaşmak imkansızdır, mutluluk genelde doyum olarak anlaşılır, anlık elde edilen şeyler, geçici olduğu için, tam mutluluğu karşıladığı düşünülmez.
Biz insanlar kavramları zıtlıklarla anlamlandırırız. Bir şeyin varlığı bizi sevindiriyorsa, yokluğu üzdüğü içindir. Tanrı eğer mutsuzluğu yaratmasaydı, mutlu olmanın ne olduğunu bilemezdik. Bu nedenle yokluğu severiz, varlığı yücelttiği için.
Mantıksal olarak bir şeyin eni mutlaka vardır. Dünya'nın en pis kokan çorabı, en uzun tutulmuş nefesi vs vs. Sözlüğün en çirkini de, sadece sözlük içerisindeki kızlar göz önüne alınacağından dolayı, aralarında en çirkini bile olsa, güzel olabilir. O yüzden çok da ümidi kesmemek lazım.
Kendi ayakları üzerinde durabilen, güçlü ancak bu güçten kastım maskülen bir güç değil, modern bir kadının nasıl güçlü olabileceğini gözler önüne seren, aklı başında, eğlenmeyi ve kafa dağıtmayı bilen birisi. Tabi bu kadar güç ve ayakta kalma çabasının arkasında tahminen büyük dramalar olsa da, her şeye rağmen devam edebilmiş gibi duruyor. Cesareti kırılmadan, mutluluğu aramaya devam etmesi dileğiyle.
Teşekkür ederim. İsabetli bir analiz
allahın manyağı, fikrim pek değişmedi, köye deli de lazım tabi.
Sabırlı, orta yolu bulmayı bilen, yaşadığımız kültürün bir erkeği olmanın gerekliliklerinden olan, ajdarı sevmek ve kurtlar vadisi pusu ilk 97 bölümüne and içmeyi yerine getirmiş yazar/admin. Adamı yakın zamana kadar takip bile etmiyormuşum, nick altını da daha girmemişim hiç, öyle aramızdan biri ki, yapmış gibi hissedip, hiç yapmamışım. Olur ya ele karşı verir de verirsin, yanı başında kardeşini unutmuşsundur, öyle bir şey.
dişil enerjisini taaa ekran başından hissedebildiğim, Hayat dolu, hayattan keyif aldığına inandığım ve böyle devam etmesini umduğum yazar. Tersi de çok kötü gibi, uzak durmak lazım.
yaa siz el birliğiyle utançtan beni öldüreceksiniz bu gün dhkssh teşekkür ediyorumm
Hayat, her kitabı, her filmi, her videoyu, her insanı tanıyamayacak kadar kısa. O yüzden kitap seçerken titiz davranırım, ihtiyacım olan kısmını okurum, baktım öğrenmek istediğim yerle alakalı değil, anında bırakırım. Kendisi öyle bir yazar ki, on sayfa yazsa, baştan sona okurum. O kadar yazması için çoooook kızması gerekiyor ama, o kadar kızdırmayalım biz yine de.
Avv çok teşekkür ederim ne desem bilemedim.
nietzsche kadar hayatın içinden örnekler veren, size pes etmeyi değil, sürekli mücadele etmenizi gösteren, anlamsızlık füryasına rağmen kendi anlamınızı bulup, sürüden ayrılıp, kendinizi oluşturmanızı anlatan başka bir filozof daha yoktur. Bu tarz yanlış anlaşılmaları normal buluyorum, yukarıda da değindiğim gibi, anlamak için belli bir birikim gerekir. Anladığını sananların çoğu da, anlamaktan uzak, sadece birkaç lafını kullanıp, cool buldukları için saygı duyarlar. Bir filozofu anlamak, google'a onun kavramlarını yazıp, ne demek olduğunu okumakla olmaz. Örneğin çok bilinen cogito argümanının en vurucu kısmını hepimiz duymuşuzdur. Düşünüyorum öyleyse varım!. Bu sonuç kısmıdır, aslında sadece burayı okumanın bir anlamı yoktur. Arka planında 10 adımlık bir düşünce silsilesi vardır, onlarla beraber okunup, anlaşıldığında ancak bu cümle bir anlam ifade eder. Aynı şekilde üst insan kavramını, übermench nedir diye okumakla olmaz, öyle bir bakışla süpermen zannedersiniz.
Zor bir filozoftur, zorluğu, kendinden önce pek çok şeye atıfta bulunmasından ve yazım tarzından gelir. Böyle yazmasının sebebi de, güçlü olanın kendini açıklamak gibi bir derdi olmaması gerektiğini düşünür. Yani güçsüz olan kişi, bir fikri varsa, uzun uzun anlatıp dayatmaya çabalar. Bu sokrates'in yöntemidir. Kendisinin kullandığı şiirsel anlatım ve aforizmaların sebebi de budur. Herakleitosçu bir tutum denilebilir.
Zor bir filozoftur, zorluğu, kendinden önce pek çok şeye atıfta bulunmasından ve yazım tarzından gelir. Böyle yazmasının sebebi de, güçlü olanın kendini açıklamak gibi bir derdi olmaması gerektiğini düşünür. Yani güçsüz olan kişi, bir fikri varsa, uzun uzun anlatıp dayatmaya çabalar. Bu sokrates'in yöntemidir. Kendisinin kullandığı şiirsel anlatım ve aforizmaların sebebi de budur. Herakleitosçu bir tutum denilebilir.
Okuyabilseydim anlardım belki ben de ama daha ilk sayfalardan içim şişti.
gayet normal. Vitamin gibi düşünün bu adamı, temel besinleri almadan vitaminle beslenmenin bir anlamı yok. Örneğin nietzsche için, atı kamçılayan bir herifi durdurup, ata sarılıp ağladı ve özür diledi denir. Bunun temel nedenini bilmeden okuyan insan, aaa hayvanları seviyormuş ne güzel der. Oysa buradaki özür, descartes'in dünya görüşünün bir tezahüründen dolayı oluşan, atın acı çekmesine sebebiyet veren, felsefi akımı yıkamamanın özrüdür. Descartes'e göre, hayvanlar, ruhları olmadığı için, tamamen iç güdüleriyle hareket eden, bir anlamları olmayan, mekanik şeylerdir. Bu bakış açısı, etik olarak, hayvanlara uygulanan şiddetin de esasında bir anlamı olmadığı, ha yerdeki taşa vurulmuş, ha ata anlayışına yol açar. Nietzsche'de kırbaçlanan atı görünce, ata sarılıp ağlayarak, descartes adına özür diler. Bu bağlamı bilen birinin okumasıyla, bilmeyen birinin okuması elbette farklı olur.
Evet ne kadar güzel anlatmışsın. O yüzden ben de bu kadar sarmamış demek ki.
Anlamaman normal anlayan zaten yok, yazmış olmak için yazan birisi kendisi. Ben bir kitap okuyorsam dilinin açık olmasını isterim, girift anlatım yapısı varsa beni uğraştırma, ben büyücü değilim senin gizemli sözlerinin anlamını çözmek zorunda değilim. Türkiye'de nietzsche kitlesi kendisini çok abartıyor, hiçbiri de zerdüşt dışında okumuyor zaten diğer eserlerini.
Çok idealist bir filozof zaten, güya tanrıya inanmıyor ateist ama bunun da hiçbir anlamı yok, hayali kavramlar üzerinden felsefe yapıyor,haliyle Dinden bir farkı kalmıyor.
İşte felsefenin başka bir oyunu bu da. Kendi aralarında atışıp duruyorlar aşıklar gibi. Bi yerden kaçınca kaçırıyorsun ne demek istediğini.
aynı doğrultuda herakleitosu da sevmemen lazım ama en sevdiğin filozofmuş. Kendi içinde tutarsızsın, daha pişmeden oldum deme peşindesin. Entelektüel bir tutumda olmak istiyorsan, zart diye şu şöyledir, bunun sonucu budur tarzı söylemlerden uzak durmak gerekir. Hangi filozof olursa olsun, eğer en ufak bir kırıntı dahi olsa, cidden böyleyse böyle olabilir demiyorsan, o filozofu hakkını vererek okumamışsın anlamına gelir. Türkiye'de hangi güzel şeyin, büyük topluluklara yayıldığını görürsen gör, hepsi içi boşaltılmış, boş sloganlara dönüştüğünü görürsün. Bir şey topluma mal oluyor ve herkes tarafından biliniyorsa, basit ve ucuzlaşmıştır, çünkü o kadar kişinin anlamasına imkan yok. nietzsche için de bir düşünce eğer toplumsal bir biçime döndüyse, onda delilik kural olarak bulunur der. Bu nedenle zaten sürü toplumundan uzak durmak gerektiğini, kendi başına düşünüp, kendi değerlerini yaratmanın gerekliliğine dem vurur. Nietzsche konuşanların tiplerine ve söylemlerine bakıp, bir düşünceyi yok saymak, haksızlık etmektir.
Bir de çıkarımlar vardır. Alaska'n crabında burda bahsettiği şey o aslında. Donanım ve bilgiye dayanarak herkesin gördüğü şey farklı oluyor. Bakış açısı da diyebiliriz.
Herakleitos en sevdiğim filozof demedim ki, antik yunan grubu içinde materyalist olduğu için seviyorum, eksikleri elbet vardır, ayrıca nietzscheden örnek vermişsin ama yine yanlış söylüyor çünkü toplumdan uzak durmak bir kere mümkün değil, ne kadar sevmesen de cahil olarak görsen de bir miktar topluma bağımlısın, insan sosyal varlıktır, izole yaşaması mümkün değildir, ayrıca kendi değerlerini neye göre yaratacaksın, bunun nesnel koşulları nedir, herkes kendi değerini yaratacaksa hangi değerleri referans alıp toplum içinde yaşayacağız?
çok güzel sorular, bunların hepsi de nietzsche'de cevap olarak var. Hak verirsin vermezsin, yanına başka bir filozof koyarsın onla harmanlarsın kendi düşünceni yaratırsın onlar ayrı konular tabi. Bu arada nietzsche böyle kendisini savunduğumu görse, küfür ederek kovalardı beni, çünkü savunulmaya muhtaç olan, esasen okumaya da değmez der. O sebeple benden bu kadar dostlar, hayat her filozofu anlamak için çok kısa, o yüzden dikkatli seçmek gerekiyor, bana sorarsanız eğer entelektüel yolculuğunuzda nietzscheyi pas geçmek büyük kayıptır.
Adama kendi "üst insanlığını" onaylatmaya çalışarak okursan tabi her cümlede kendini bulur, "ahhhh ya ben işte ben, onlar müziğin sesini duymadığından beni deli sanıyor, ne kadar da doğru ve ne kadar da yalnızım" diyerek narsistik hezeyanlarını beslersen, kendini adamın tarif ettiği şeyden olabilecek en uzak noktaya sürükleyip salak durumuna düşersin tabi...
Yemin ediyorum en temel sorunumuz samimiyet eksikliği gibi geliyo ya. Kitabı bile "ulan ne diyomuş acaba bu?" Samimi merakıyla okuyamıyoruz, orada da kendimizi onaylatıcaz illa...
Yemin ediyorum en temel sorunumuz samimiyet eksikliği gibi geliyo ya. Kitabı bile "ulan ne diyomuş acaba bu?" Samimi merakıyla okuyamıyoruz, orada da kendimizi onaylatıcaz illa...
Graffiti konsept çalışması, bugün çok uzun bir telefon görüşmesi gerçekleştirdim, o kadar uzadı ki, bunu yaptım.
Turuncu çok güzel olmakla beraber sanki yeşil yerine kırmızı veya siyah mı olsaymış, diğer yazarlar ne düşünüyor merak ediyorum
Belki de yeşille turuncuyu beğenen de çıkacaktır bilemedim
Belki de yeşille turuncuyu beğenen de çıkacaktır bilemedim
Dediğin gibi bu renk paleti pek uyumlu gelmedi benim de gözüme ama logoda onlar kullanıldığı için, biraz oraya sadık kalayım dedim.
Renk paleti her şeyde turuncu olduğu için uyumlu gelmiyor göze. Duvarda var, kartalda ve yazının etrafında yine var... Tonları da belki kapladığı alan nedeniyle farklı gibi duruyor. Sağ taraf o yüzden soluk ve ölgün, soldaki yeşil çok canlı.
Ben yeşili sevdim. Aynı canlılıkta bi turuncu göz yorabilir karşı tarafta. Ben çözümü siyahları attırmakta buluyorum fkjskfje.
Sevgiler 🌹
Ben yeşili sevdim. Aynı canlılıkta bi turuncu göz yorabilir karşı tarafta. Ben çözümü siyahları attırmakta buluyorum fkjskfje.
Sevgiler 🌹
Nedense sevdiğim hitap şekli. Ben kullanmıyorum. Spor salonunda bir abi var, epey ilerlettik sohbeti falan, beni rakı içmeye davet etti. Hitap şekli de genelde kanki. Gayet güzel geliyor kulağa, saçma sapan bir şey gibi dursa da, samimi bir yanı var. Ha bir de amcaoğlu diyor arada ama genelde kanki.
Arada değişiklik olsun diye giderdik adamlar ciddi ciddi domuz etini dayamışlar. Yine şükür yenilebilen bir et çeşidi, kedi, köpek de olabilirdi diye pollyannacı yanımı ortaya koyuyorum.
Çinliler: oda yinir :d
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?