Bunu izleyenlerin asla ortası yok, ya çok cringe oluyorlar ya da çok cool. ya bu deryanın içine düşmeyi çok istiyorum ama casual bir izleyici değilim ben animeyi, gerçekte öyle bir film çekmenin zorluğundan kaynaklı olarak seçmiş olan yazarların, sınırsız ve kısıtlama olmadan anlatımıyla yakaladığı şeyi istiyorum. Şimdiye kadar izlediklerim evangelion (aşırı güzel göndermeleri vardı, hem pata küte kitlesini tutan hem de derinleri görenler için birebir bir anime ama) bir tane damızlık animesi vardı adını hatırlamıyorum, korku türünde öyle jumpscare saçmalıklarından zerre haz etmem, japonlar psikolojik korkuda gayet iyiler, ardından izlemeyenin dövüldüğü atakan titan izledim. Death note izledim, akıl oyunları güzeldi ama sonra sıktı. Yine bir psikolojik korku vardı, bir kasabada geçiyor, çocuk yeni gelmiş oraya oldukça küçük bir yer, müziği çok iyiydi. full metal alchemist de çok güzeldi, özellikle çocukların büyümesi, ona göre düşüncelerindeki değişiklikler falan, güzel işlenmişti.
uzun lafın kısası psikolojik korku türünde ya da çok farklı bir hikayesi olan anime önerilerine açığım.
alaskan crab
1. nesil Yazar - 14. Seviye Hava Ruhbanı - Yazar -
- toplam entry 491
- takipçi 16
- puan 27744
kirpiklerime iltifat almıştım bir keresinde. Hatta iltifattan ziyade bana kızıyor gibiydi, büyük bir kirpik havuzu varmış da sanki herkesin nemalanması gereken, ben oradan onun hakkını da çalmışım gibi bir edayla demişti. Pardon özür dilerim kirpiklerim böyle olduğu için.
yaşarken öldüğümüzde. İntihar etmeden, bunu gerçekleştirmek mümkün, hali hazırda olacak olan bu durumu içselleştirmek ve sonuca varmadan kazanılan bu bilinçle hayata bakmak, hayatı bir deneyim olarak konumlamak ve hayatı her şeyiyle birlikte kabullenmekle ancak sevmeye başlarız. Başımıza gelen ya da gelebilme ihtimali olan kötülüklere karşı öncesinde set çekmek, her ne kadar mantıklı gibi görünse de, yaşanabilecek potansiyelleri ve onlarla gelebilecek farklı deneyimleri belki de mutlulukları engeller. Hayat bir bütündür, yarısını alıp, diğer yarısını almama gibi bir imkanımız yok, bu nedenle, aslında her yeniliği dışladığımızda, hayattan da büyük bir kısmı dışlıyor oluruz.
Şu an aslında hepimiz bir zaman makinesiyle şu yaşımıza gelmişiz fırsatını yakalayabiliriz. Geçen gördüm 21 yaşında olsanız ne yapardınız başlığında çoğumuz güzel şeyler yazmış ama artık olması mümkün olmayan şeyler. Hayal edelim, uzun bir zaman sonra, hasta yatağımızda, zar zor nefes alırken, geçmişi düşünüyoruz, son nefesimize çok az kaldığı hissiyle, keşke diyoruz, keşke şu anki yaşımıza dönmüş olsak ve, ne kadar korkup, yapmadığımız ne kadar konfor alanımızdan çıkıp, deneyimlemediğimiz şey varsa, keşke yapabilseydik diye iç geçiriyoruz. Evet aslında bu an eğer bir anda ölüp gitmezseniz mutlaka yaşanacak, biraz akıllı davranarak, ileriye dönük böyle bir düşünce deneyiyle, gerçekten geçmişe gitmiş kadar değerli olan hayatımıza geri dönebilir ve çekindiğimiz ne varsa korkmadan yapabiliriz. Doğarken zaten ölmüş olan bizlerin kaybedecek pek de bir şeyi yok, o nedenle korkusuzca yaşayıp, pişmanlıkların olmasının da gayet normal olduğunu kabullenmek, ona göre hata yapmaktan korkmadan yaşamak gerekiyor.
Şu an aslında hepimiz bir zaman makinesiyle şu yaşımıza gelmişiz fırsatını yakalayabiliriz. Geçen gördüm 21 yaşında olsanız ne yapardınız başlığında çoğumuz güzel şeyler yazmış ama artık olması mümkün olmayan şeyler. Hayal edelim, uzun bir zaman sonra, hasta yatağımızda, zar zor nefes alırken, geçmişi düşünüyoruz, son nefesimize çok az kaldığı hissiyle, keşke diyoruz, keşke şu anki yaşımıza dönmüş olsak ve, ne kadar korkup, yapmadığımız ne kadar konfor alanımızdan çıkıp, deneyimlemediğimiz şey varsa, keşke yapabilseydik diye iç geçiriyoruz. Evet aslında bu an eğer bir anda ölüp gitmezseniz mutlaka yaşanacak, biraz akıllı davranarak, ileriye dönük böyle bir düşünce deneyiyle, gerçekten geçmişe gitmiş kadar değerli olan hayatımıza geri dönebilir ve çekindiğimiz ne varsa korkmadan yapabiliriz. Doğarken zaten ölmüş olan bizlerin kaybedecek pek de bir şeyi yok, o nedenle korkusuzca yaşayıp, pişmanlıkların olmasının da gayet normal olduğunu kabullenmek, ona göre hata yapmaktan korkmadan yaşamak gerekiyor.
nizamiyedeyim, bilgisayar başında giren çıkan araç kaydı falan yapıyorum. Sağımda pencere var, yanımda da işi öğretmem gereken alt devre var. pencereden dışarı bakarken bir sincap gördüm, palamut bulmuş 2 tane, hızlı hızlı taşıdı bir yere. aha izle izle olayı dedim. Bu sincap, eşelemeye başladı yeri, sonra palamutun birini sığdırdı içine, öteki sığmadı onu çıkarttı daha derin kazdı falan, sonra ikisini de sığdırdı, güzelce de üstünü örttü, sonra ağaca geri çıktı. Benim yanımdaki çocuk, "bak şimdi o sincapa napıcam ben" dedi fırladı , hayvanın kazdığı yere gitti. Ayağıyla orayı eşeliyor, sincap da ağaçtan buna bağırıyor falan, gülmekten öldüm, nasıl bağırıyor sincap, bu da küfür ederek, "var mı lan öyle saklamak, bak zulanı buldum işte" falan yapıyor. Sonra tamam lan bokunu çıkarma gel buraya dedim, geri yerine gömdürdüm, palamutları. Bu uzaklaşınca sincap gelip iki palamutu da aldı, başka yere götürdü.
Bu da böyle bir anımdır.
Bu da böyle bir anımdır.
Sanırım askerler sincapları korumak için beklemiyorlar 😅😅😅
bize ne, ona marla bakıyor, doğa koruyucusu o sonuçta.
Ayıları da marla öpüyor 😅😅😅
ayıları diye genellemeyelim lütfen, her ayı da öpülmez onların da kötüsü falan var duyuyoruz yani
😅😅😅
🥲 Bir an önce bu doğa koruyucu seviyesinden çıkmam lazım. Sincaplar da başıma kalacaklar.
😊😊 sincaplar dünyanın en tatlı şeyi olabilir. Burda çok var. Yolumuza çıkıyorlar hep
Kesinlikle çok tatlılar ☺️
Ama Alaskan crabın baya sadist arkadaşları var
Sincabın palamutunu çıkarmış gömdüğü yerden, gerçekten vicdansızlık.
askerde bir süre zorunluluktan yaptığım şey. Giderken de arkamızda hala devam edenlere bıraktık, şu an kaç el değiştirdi kim bilir telefon, iyidir iş görür hala tavsiye edilir.
yazılan uzun ama öyle böyle değil upuzun bir yazının, gereken yere gitmemesi ve silinip, tekrar yazmak zorunda kalınması anı. Hiçbir güç o yazıyı tekrar yazdıramaz dersiniz normalde ama değer verdiğiniz biri olunca tekrar yazılıyor.
nöronlarının büyük çoğunluğu başlarında değil kollarında bulunan ahtapotlar, oldukça zeki canlılardır. Çocukların açabildiği pek çok kutuyu açabilir, onlar için hazırlanan pek çok bulmacayı da çözebiliyorlar. Kavanoza kapatılan ahtapot, kapağın dönerek açılacağını anlıyor, ya da farklı bir sistem içerisinde, çıkış yolunu, bazı mekanik unsurları göz önüne alarak egale edebiliyorlar falan. Zekiler kısaca.
2 haftada bir falan gidiyoruz normalde ama bugün sırf muhabbeti için gittim, randevu da vermiyordu çakal, daha bir hafta olmadı falan diyor, müşteriyim lan ben sanane dedim de ikna oldu 2 saat kitledim enayiyi.
3 gündür berberde misin 😅😅😅
yok sever beni tamam da üç gün çekmez kimse beni ahaha
Burda yoksun da berberde unuttun sandım kendini 😅😅
pardon öğretmenim, annemin haberi var bir daha olmazzzzz
Hahahaha bir daha olmasın. Oluyorsa da idareden izin kağıdı getirin.
"Acı çekmeyi reddediyor, kendi acına bir saat bile katlanamıyorsan, çekebileceğin bütün sıkıntıları önlemeye çalışıyorsan; acıyı, hoşnutsuzluğu nefret edilecek, kötücül, yok edilmesi gereken şeyler olarak algılıyor, bunları yaşantının kusurları gibi görüyorsan, o zaman rahatlık dinine inanıyorsun demektir. Siz rahatlık düşkünleri, insan mutluluğuyla ilgili ne az şey bilirsiniz! mutluluk, mutsuzluğun kardeşi, hatta ikizidir. Bu ikisi ya bir arada büyür ya da sizin yaşantınızda olduğu gibi hiç büyümez; hep küçük kalır. Mutsuz olmaktan korkanlar için değildir mutluluk.
Düşün Kim üzebilir seni, senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu, sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar yıpratır, sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter"
Nietzsche
Düşün Kim üzebilir seni, senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu, sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar yıpratır, sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter"
Nietzsche
Aha taş geldi
Bu kitap ele aldığı her fikri, onun en ateşli savunucusuymuşçasına hakkını vererek yazma gayesi güttüğü için, okuyucu açısından hangi fikrin savunulduğu anlaşılamayabilir.
olmadıamaolsun
inişli çıkışlı bir anda parlayan ancak yine aynı hızda sönebilen bir karaktere sahip olduğunu uzaktan gözlemleyerek düşündüğüm yazar için uygun bir nick. Her şeye rağmen devam eden, olmayanı olduran biri.
inişli çıkışlı bir anda parlayan ancak yine aynı hızda sönebilen bir karaktere sahip olduğunu uzaktan gözlemleyerek düşündüğüm yazar için uygun bir nick. Her şeye rağmen devam eden, olmayanı olduran biri.
Bu başlık bana bir şeyi hatırlattı. bir yazı okumuştum, çocuklar Tanrı'ya mektup yazıyorlar konsept bu. Çocuklardan birisi Tanrı'ya "Tanrı olduğunu nasıl anladın?" diye soruyordu. Gerçekten de çok saf ve yerinde bir soru. Bir Tanrı, Tanrı olduğunu nasıl anlayabilir? ezelden beri var olan bir Tanrı, kendi gücüne ve yapabildiklerine bakarak, kendinden biraz daha güçlü bir başkası olup olmadığına karşı nasıl emin olabilir? Tanrı belki de (eğer varsa) bizim sandığımız gibi bir bilince sahip değil, özellikle de refleksif bir bilince. Bilmiyorum ben antropomorfik olarak baktığımda, ne kadar güçlü olursam olayım, daha büyük bir şeyin parçası olup olmadığıma asla emin olamazdım.
neyse başlığa uygun bir diyalog yazayım o halde
-napıyosun len orda
+dondurma yiyom görmüyon mu
-tamam ye de niye yarasa gibi sarkıp yiyorsun boğazına kaçacak
+beni böyle konuşturmaya devam edersen öyle olacak evet
-aaaaa tmm.
neyse başlığa uygun bir diyalog yazayım o halde
-napıyosun len orda
+dondurma yiyom görmüyon mu
-tamam ye de niye yarasa gibi sarkıp yiyorsun boğazına kaçacak
+beni böyle konuşturmaya devam edersen öyle olacak evet
-aaaaa tmm.
iyi ya da kötünün nasıl konumlandırıldığına göre değişir bu yaklaşım. Örneğin bir anne ceylanın yanında yavrusunu parçalayarak yiyen bir aslanın, kötü bir eylem yaptığını söylüyorsanız, onu bu mizaçla yaratan Tanrı'nın da kötü bir şeye vesile olduğunu söylersiniz. Tanrı'ya inanmıyorsanız eğer, o zaman da canlı olmanın gerekliliği olan, en temel şeyin yani başka canlılardan beslenmenin de kötü olduğunu varsaydığınızdan ötürü, canlı olan her şeyi kötü atfeder, bu sefer de eylemsizliği iyi olarak konumlandırırsınız.
Spinoza'nın conatus dediği kavram, kendini koruma güdüsüyle yanıp tutuşan canlıların sahip olduğu ve bu uğurda eğer zorlanırlarsa, büyük kötülükler olarak görülebilen davranışları da yapabileceklerini varsayar. Şimdi conatus'a sahip olmak, kötü bir şey midir? canlı olanın canlılığını devam ettirmesine yönelik bir güdüdür esasında, buna sahip olmayanlar, canlılık sürecinde elenmişlerdir. Bunu kötü ya da iyi olarak adletmek yerine, böyle kabul edip, zorlandığında doğabilecek kötülüklerden uzak durmak için çabalamak daha mühimdir.
Her canlı, canlılığını koruması için bir nebze bencilliğe ihtiyaç duyar. Bu bencillik lafı çok kötü bir şey gibi algılansa da, kişinin güçlenmesi için gereklidir. Güçlü olan kişi ancak iyi ya da kötü olmayı özgür iradesiyle seçebilir. Güçsüz birisi, iyi olmaya mahkumdur, başka çaresi yoktur, kötülük yapacak seçeneği ve cesareti yoktur. Oysa bencil ve bu duruma gelebilmiş birisi, kötülüğü kolayca yapabilip, sonuçlarına da katlanmayacağını bildiği halde iyiliği seçebilendir. Kendiniz önce güçlü olacaksınız ki, başkalarına yardım edebilesiniz. Düşen bir uçakta da, önce hava maskesini kendinize, sonra etrafınızdakilere takın denir. Her canlının esas amacı gücü kovalamak, ona sahip olmaktır. Bundan sonra etik serüven başlar. Bu gücü isteme olayını da, kötülük olarak adletmek yanlıştır. İnsan nötrdür esasında. Tabi bazı doğuştan olan, şiddete yatkınlık vb spesifik vakalar hariç
Spinoza'nın conatus dediği kavram, kendini koruma güdüsüyle yanıp tutuşan canlıların sahip olduğu ve bu uğurda eğer zorlanırlarsa, büyük kötülükler olarak görülebilen davranışları da yapabileceklerini varsayar. Şimdi conatus'a sahip olmak, kötü bir şey midir? canlı olanın canlılığını devam ettirmesine yönelik bir güdüdür esasında, buna sahip olmayanlar, canlılık sürecinde elenmişlerdir. Bunu kötü ya da iyi olarak adletmek yerine, böyle kabul edip, zorlandığında doğabilecek kötülüklerden uzak durmak için çabalamak daha mühimdir.
Her canlı, canlılığını koruması için bir nebze bencilliğe ihtiyaç duyar. Bu bencillik lafı çok kötü bir şey gibi algılansa da, kişinin güçlenmesi için gereklidir. Güçlü olan kişi ancak iyi ya da kötü olmayı özgür iradesiyle seçebilir. Güçsüz birisi, iyi olmaya mahkumdur, başka çaresi yoktur, kötülük yapacak seçeneği ve cesareti yoktur. Oysa bencil ve bu duruma gelebilmiş birisi, kötülüğü kolayca yapabilip, sonuçlarına da katlanmayacağını bildiği halde iyiliği seçebilendir. Kendiniz önce güçlü olacaksınız ki, başkalarına yardım edebilesiniz. Düşen bir uçakta da, önce hava maskesini kendinize, sonra etrafınızdakilere takın denir. Her canlının esas amacı gücü kovalamak, ona sahip olmaktır. Bundan sonra etik serüven başlar. Bu gücü isteme olayını da, kötülük olarak adletmek yanlıştır. İnsan nötrdür esasında. Tabi bazı doğuştan olan, şiddete yatkınlık vb spesifik vakalar hariç
Sineklerin tanrısı bu anlattığının en büyük kanıtı olan bir hikaye.
okumadığım için bir şey diyemem ama merak ettim çok.
Gerektiğinde çocukların bile hayatta kalmak için yanındakileri öldürebileceğini anlatan bir kitap. E çocuklar da doğru ve yanlışı çok idrak edebilen canlılar değil haliyle. Yaşam mücadelesinin en gerçekçi örneği
haa evet, tam değinmek istediğim nokta, içimizde bazı harekete geçiriciler mevcut, zorlandığında kötü diye nitelendirdiğimiz pek çok şeye davetiye çıkarabiliyor. Tabi kitap olduğu için uzun uzun ve ikna edici yazılmıştır güzelmiş.
Bunuda o listeye ekle bence. Okunması gereken bir kitap. Müthiş bir hikaye
tabi, okuyup seni darlarım ama :) hatırladığın kadar tabi yormam fazla
Darla darla o kitap fazla hafızalardan silinebilecek bir kitap değil. Hala aklımda olan noktaları var. Okuyalı epey olsa da
Her ne kadar kör bir inanç olarak Tanrı'yı konumlandıran düşünceler olsa da (panteizm, panenteizm, sudur teorisi vs), bilgi, daha doğrusu bilginin en sarsılmazı hep Tanrı'ya atfedilir. Filozoflar bilgiye çok önem vermişler ancak her bilginin de aynı derecede olmadığını kategorize ederek anlamlandırmaya çalışmışlar. Platonda sanrı, idea vs gibi ya da Kant'ın a priori, a posteriori ayrımı gibi.
Bilgi önemli olsa da, onu ihtiyaca göre işleyip, adapte edebilme yetisi daha önemlidir. Bilgelikle, bilgili arasındaki fark burada ortaya çıkar. Eleştirel düşünceye sahip olmadan, bir şeyleri analiz etme yetisine erişmeden, herhangi bir sarsılmaz sandığınız bir düşüncenizi, kritize edecek cesareti barındırmadan, sadece bilgi depolamak, içi yazı dolu, karmaşık bir bilgisayar klasöründen farksızdır. Bilgiyi içselleştirmek ve hayatınıza entegre edebilmek, bunun edimlerinize yansımasına izin vermek ve neyi niçin yaptığınıza dair en ufak bir eleştiride hemen yıkılmayacak şekilde konumlandırmak ise bilgelik gerektirir.
Schopenhauer kitap okuma konusunda, kısaca şöyle düşünür, kitaplar esasında başkalarının düşünce serüvenleridir. Siz kitapları okurken, aslında birilerinin hali hazırda yıkıp tekrar kurduğu şeyleri anlamaya çalışırsınız. Bunu yaparken, daha önce hiç akıl yormadığınız bir konuda, başkasının düşüncelerini okuyor olmak, sizde iz bırakır, sonrasında kendi başınıza onun hakkında düşündüğünüzde, bu izi yadsımadan düşünemez olursunuz. Hiç düşünmezseniz de, o okuduğunuz şeyin iziyle kalırsınız. Kısaca kitap okumak, bilgelik yolunda önemli bir adımdır ancak yeter koşul değildir.
Örneğin ben bir şey okurken, yeri gelir bir sayfa okur, ardından kitabı kapatır 10 dakika düşünürüm. Elbette ne okuduğunuza göre de değişiyor bu durum, yoğun felsefi metinlerde bunu yapmak normaldir ancak bir klasiklerden roman okurken, bu kadar derin düşüncelere girilmez genelde. Anlattıklarım akademik okuma yapanlar içindir. Bir kitap, hikaye kitabı gibi baştan başlanıp, sonuna kadar okunmaz, bir dertle yola çıkan kişi, kitap içeriğinden, o derdi ile alakalı kısmı okur, eğer bağlantılı olduğunu düşünüyorsa, öncesi ve sonrasını da okur ancak genelde felsefi kitaplar, konu bazlı olduğu için, pek bir sorun olmaz. Ardından üzerine düşünmek de, işi pekiştirip, içselleştirme yolunda epey işe yarar.
Diyalektik, sadece başka bir zihinle olan bir süreç değildir. Kendi başınıza düşünmek ve eldeki konuyu savunmak ya da karşı çıkmak, bir diyalektik yöntemidir. Düşünce esasında bir iç monologdur, bu nedenle de kendi kendine konuşmak, delilik değil, entelektüelliğin gerekliliklerindendir.
Aydın kimsenin etik olarak sorumluluğu, bariz bir şekilde yanlış olan bir şeyi gördüğünde, ona karşı çıkması, onun hakkında varsa bilgisini dile getirmesi gerekliliğidir. Tabi bu her ortamda olmaz, çoğu insan başka söylemlere kapalıdır ancak ne olursa olsun, bir kişi dahi kurtarılabilse kardır, o nedenle, tartışma kültürünün zerresi dahi olmayan ortamlarda, siz bildiğinizi söyleyip, fazla da muhattap olmadan oradan uzaklaşabilirsiniz.
Son olarak, malumat, algı, bilgi, bilgelikle ilgili şu sevdiğim görseli bırakayım.
Bilgi önemli olsa da, onu ihtiyaca göre işleyip, adapte edebilme yetisi daha önemlidir. Bilgelikle, bilgili arasındaki fark burada ortaya çıkar. Eleştirel düşünceye sahip olmadan, bir şeyleri analiz etme yetisine erişmeden, herhangi bir sarsılmaz sandığınız bir düşüncenizi, kritize edecek cesareti barındırmadan, sadece bilgi depolamak, içi yazı dolu, karmaşık bir bilgisayar klasöründen farksızdır. Bilgiyi içselleştirmek ve hayatınıza entegre edebilmek, bunun edimlerinize yansımasına izin vermek ve neyi niçin yaptığınıza dair en ufak bir eleştiride hemen yıkılmayacak şekilde konumlandırmak ise bilgelik gerektirir.
Schopenhauer kitap okuma konusunda, kısaca şöyle düşünür, kitaplar esasında başkalarının düşünce serüvenleridir. Siz kitapları okurken, aslında birilerinin hali hazırda yıkıp tekrar kurduğu şeyleri anlamaya çalışırsınız. Bunu yaparken, daha önce hiç akıl yormadığınız bir konuda, başkasının düşüncelerini okuyor olmak, sizde iz bırakır, sonrasında kendi başınıza onun hakkında düşündüğünüzde, bu izi yadsımadan düşünemez olursunuz. Hiç düşünmezseniz de, o okuduğunuz şeyin iziyle kalırsınız. Kısaca kitap okumak, bilgelik yolunda önemli bir adımdır ancak yeter koşul değildir.
Örneğin ben bir şey okurken, yeri gelir bir sayfa okur, ardından kitabı kapatır 10 dakika düşünürüm. Elbette ne okuduğunuza göre de değişiyor bu durum, yoğun felsefi metinlerde bunu yapmak normaldir ancak bir klasiklerden roman okurken, bu kadar derin düşüncelere girilmez genelde. Anlattıklarım akademik okuma yapanlar içindir. Bir kitap, hikaye kitabı gibi baştan başlanıp, sonuna kadar okunmaz, bir dertle yola çıkan kişi, kitap içeriğinden, o derdi ile alakalı kısmı okur, eğer bağlantılı olduğunu düşünüyorsa, öncesi ve sonrasını da okur ancak genelde felsefi kitaplar, konu bazlı olduğu için, pek bir sorun olmaz. Ardından üzerine düşünmek de, işi pekiştirip, içselleştirme yolunda epey işe yarar.
Diyalektik, sadece başka bir zihinle olan bir süreç değildir. Kendi başınıza düşünmek ve eldeki konuyu savunmak ya da karşı çıkmak, bir diyalektik yöntemidir. Düşünce esasında bir iç monologdur, bu nedenle de kendi kendine konuşmak, delilik değil, entelektüelliğin gerekliliklerindendir.
Aydın kimsenin etik olarak sorumluluğu, bariz bir şekilde yanlış olan bir şeyi gördüğünde, ona karşı çıkması, onun hakkında varsa bilgisini dile getirmesi gerekliliğidir. Tabi bu her ortamda olmaz, çoğu insan başka söylemlere kapalıdır ancak ne olursa olsun, bir kişi dahi kurtarılabilse kardır, o nedenle, tartışma kültürünün zerresi dahi olmayan ortamlarda, siz bildiğinizi söyleyip, fazla da muhattap olmadan oradan uzaklaşabilirsiniz.
Son olarak, malumat, algı, bilgi, bilgelikle ilgili şu sevdiğim görseli bırakayım.
boşluk konusu, felsefenin en büyük sorunlarından biridir. Neden bu kadar büyük bir sorun olsun ki boşluk diye düşünülebilir, şöyle ki, varlığın neliği probleminden sonra, onun nasıl hareket ettiği sorusu ortaya çıkar. Hareket etmek, canlılığın, dinamikliğin ve değişim probleminin temelidir. Hareket için mutlaka boşluk gerekir, eğer hiç boşluk olmayan bir evrende yaşıyor olsaydık, her şey donmuş ve kaskatı olurdu, hiçbir şey hareket edemezdi, bu nedenle de devinimden yola çıkılarak deneyimlediğimiz zaman da ortadan kalkardı. Oysa bizler rahatça hareket edebiliyor ve zamanı ölçebiliyoruz. O halde boşluklar vardır.
Tabi boşluğun olmadığını savunan ilk çağ filozofları da vardır, bildiğimiz meşhur zenon paradoklarından bazıları da, boşluğun olmamasına dayanarak paradokslarını oluşturur. Bilinen ilk atomculardan olan demokritos'a göre, maddeler, çok küçük yapı taşlarından oluşur ve bunlar bölünemez anlamında atomlardır. Atomların hareketleri ise, boşluğun varlığıyla mümkündür, birleşip ayrılarak daha büyük şeyleri meydana getirirler. Fakat fizik kurallarıyla sınırlanan bu bakış açısı, deterministik bir evrende yaşadığımız sonucuna ulaştırır. Deterministik, yani belli başlı kurallarla hareket eden madde, o kurallar bilindiği taktirde, kimin nasıl hareket edeceğinin öncesinden belli olması, özgür irade denilen bir şeyden söz edilememesi anlamına gelir. Demokritos ise bu çıkarımdan kaçınmak için, atomların boşluk sayesinde hareket ettiği, ancak bu hareketlerinin tamamen bilinen bir çerçevede olmadığı, bazen kafalarına göre, rastgele hareket edebildikleri açıklamasıyla, özgür iradeyi mümkün kılmaya çalışır.
Antik yunan filozoflarında çoğunluk olarak kabul edilen "ex nihilo nihil fit" yani hiçbir şey yoktan var olamaz, var olan bir şey de yok olamaz düşüncesi mevcuttur. Hem bu düşünceye sahipken, hem de boşluk gibi bir kavramı anlamlandırmak oldukça zor olmuştur. Boşlukla hiçlik arasında fark olduğunu söylerler. Hiçlik, bir şeyin hiç var olmaması, onun üzerine hiçbir zaman konuşalamaması demektir. Boşluk ise, yine varlık alanı içerisinde olan, harekete imkan tanıyan, hiçlik olmayan ancak hiçliğe en yakın şey olan kavram diye işin içinden çıkmaya çalışırlar.
boşluk konusuna nasıl yaklaşıldığına göre, özgür irade, etik, varlık anlayışı gibi en temel düşünceler bile farklılaşabilir. Yazımda özellikle ilk çağ filozoflarının tartışmaları üzerinden, boşluk konusuna nasıl bir yaklaşımın olduğunu anlatmaya çalıştım. Bu işin içine farklı filozoflar, şu anki bilimsel olarak bildiklerimiz ve başka şeyler de katılarak, çok daha çetrefilli hale getirilebilir, büyük ve dikkate değer bir sorundur.
Tabi boşluğun olmadığını savunan ilk çağ filozofları da vardır, bildiğimiz meşhur zenon paradoklarından bazıları da, boşluğun olmamasına dayanarak paradokslarını oluşturur. Bilinen ilk atomculardan olan demokritos'a göre, maddeler, çok küçük yapı taşlarından oluşur ve bunlar bölünemez anlamında atomlardır. Atomların hareketleri ise, boşluğun varlığıyla mümkündür, birleşip ayrılarak daha büyük şeyleri meydana getirirler. Fakat fizik kurallarıyla sınırlanan bu bakış açısı, deterministik bir evrende yaşadığımız sonucuna ulaştırır. Deterministik, yani belli başlı kurallarla hareket eden madde, o kurallar bilindiği taktirde, kimin nasıl hareket edeceğinin öncesinden belli olması, özgür irade denilen bir şeyden söz edilememesi anlamına gelir. Demokritos ise bu çıkarımdan kaçınmak için, atomların boşluk sayesinde hareket ettiği, ancak bu hareketlerinin tamamen bilinen bir çerçevede olmadığı, bazen kafalarına göre, rastgele hareket edebildikleri açıklamasıyla, özgür iradeyi mümkün kılmaya çalışır.
Antik yunan filozoflarında çoğunluk olarak kabul edilen "ex nihilo nihil fit" yani hiçbir şey yoktan var olamaz, var olan bir şey de yok olamaz düşüncesi mevcuttur. Hem bu düşünceye sahipken, hem de boşluk gibi bir kavramı anlamlandırmak oldukça zor olmuştur. Boşlukla hiçlik arasında fark olduğunu söylerler. Hiçlik, bir şeyin hiç var olmaması, onun üzerine hiçbir zaman konuşalamaması demektir. Boşluk ise, yine varlık alanı içerisinde olan, harekete imkan tanıyan, hiçlik olmayan ancak hiçliğe en yakın şey olan kavram diye işin içinden çıkmaya çalışırlar.
boşluk konusuna nasıl yaklaşıldığına göre, özgür irade, etik, varlık anlayışı gibi en temel düşünceler bile farklılaşabilir. Yazımda özellikle ilk çağ filozoflarının tartışmaları üzerinden, boşluk konusuna nasıl bir yaklaşımın olduğunu anlatmaya çalıştım. Bu işin içine farklı filozoflar, şu anki bilimsel olarak bildiklerimiz ve başka şeyler de katılarak, çok daha çetrefilli hale getirilebilir, büyük ve dikkate değer bir sorundur.
Sanılanın aksine öyle çok da tehlikeli hareketler değil, sakatlanma istatistiklerine bakıldığında, futbol başı çekmekle beraber genelde çoğunluk vücut geliştirme dışındaki sporlarda yoğunluk var. Bu hareketlerde sakatlanmamanın kuralları, egonuza yenik düşüp bir anda kilo arttırmamak, ısınmayı hor görüp, es geçmemek, hareketin doğru yapıldığından emin olmak ve yardımcı araçları kullanmak (lifting straps, wrist wraps vs). Bunlara rivayet edildiği sürece, pek bir sorun olmuyor.
Aynı anda pek çok kası uyardığı için, gelişime katkısı fazla ama bu işi profesyonel düşünmeyenlerin illa yapmak gibi bir zorunluluk da yok, alternatif ve daha kontrollü hareketleri de mevcut.
Aynı anda pek çok kası uyardığı için, gelişime katkısı fazla ama bu işi profesyonel düşünmeyenlerin illa yapmak gibi bir zorunluluk da yok, alternatif ve daha kontrollü hareketleri de mevcut.
Allah affetsin zamanında kapısında az beklemediğim markadır. İçeri girmişliğim de oldu, o da dışarda beklemekten daha tuhaf bir deneyimdi.
Bugün iki erkek arkadaş arasında söyle bir diyalog geçti.
-x baksana sıraya yarım saat sürer marketten alsan olmaz mı?
-y olmaz, oğlum bekleyelim işte bir şey olmaz
-x ama sıra çok
-y yok gelir şimdi
X durumu kabullenir ve boynunu bükerek kadınlarla sırada bekleyen iki erkekten biri olmak için yerini alır.
Bu arada çok aşırı kalabalık değildi ve zaten 3 kasa açık hızlı sıra geliyor bdjxnxnd.
-x baksana sıraya yarım saat sürer marketten alsan olmaz mı?
-y olmaz, oğlum bekleyelim işte bir şey olmaz
-x ama sıra çok
-y yok gelir şimdi
X durumu kabullenir ve boynunu bükerek kadınlarla sırada bekleyen iki erkekten biri olmak için yerini alır.
Bu arada çok aşırı kalabalık değildi ve zaten 3 kasa açık hızlı sıra geliyor bdjxnxnd.
Bir penti dükkanına girmekten daha az tuhaftır :)
@zhs ahahaa hızlı geçse bile göz korkutuyor baya. ben bir şey almadım ya, alanı bekledim sadece.
@succulent Bilmiyorum hayat daha neler gösterecek bu kirlenmemiş bedenime.
@succulent Bilmiyorum hayat daha neler gösterecek bu kirlenmemiş bedenime.
Kirlenmek güzeldir. Omo ile temizlenir. Şimdi reklamlar
Pascal, insan varlığının sonluluğu hayatta kesin olan tek şey olduğu halde, onu unutmak için eğlenceye sığınarak ya da "kalabalığa" kaçarak elimizden geleni yaptığımızı söyler. "Başka insanların arkadaşlığına güvenmemiz budalalık: Bizim gibi sefil, bizim gibi aciz olan onların bize yardımı dokunmaz. Yalnız ölürüz. O halde zaten yalnızmışız gibi yaşamak gerekir.
entelektüel tutuma terstir, aynı zamanda (bkz: iyi niyet ilkesi)ne uymaması bakımından da, tartışma kültüründe pek bir yeri yok. Herhangi bir konu, düşünce ya da akım üzerine karşıt fikir sunarken, onun tamamen yanlış olduğu, hiçbir kat-i suretle, doğruluk payı içermediği düşüncesiyle dile getirilen ve nedeni dahi belirtilmeyen söylemlerin çöpten farkı yoktur. Entelektüel tutum, her zaman yanılabilineceği göz önünde tutularak konulara yaklaşmayı gerektirir ki bu da tepeden bakarak asla olmayacak bir şeydir. O nedenle nerede hayatı çözmüş, bu kesin böyledir öteki şu şekildedir tarzı söylemlerde bulunanların daha çok yolu olduğunu anında anlayabiliyorum.
Bi 40 fırın ekmek yemesi lazım gibi
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?
Rick and morthy'i izlemiştim hocam ama onuda 6. Sezonda bıraktım fena sayılmaz aslında 11 eylül gondermeleri için bile izlenir :d
@yazar cizer en basitinden tsubasa falan da mı izlemedin? bir de neden önyargılısın öğrenebilir miyim?
Higurashi: When They Cry, bu da aynı aslında fazla da açıklayıp spoiler vermek istemiyorum.
fimlerini hiç izlemedim, korku türünün çok küçük ve az olan bir kısmını seviyorum, mesela kısa korku comicleri var The Door aşırı hoşuma gitmişti. darkbox'ın korku çizimleri de tam istediğim tarzda korku.
yakusoku no neverland harikadır. ikinci sezonu kötü olsa da ilk sezon harika. korku değil o zaten. tabi bildiğim kadarıyla değil. zaten ilk bölümünü izleyen devam ediyor :)
ben korku hastası olsam da bende çok az izledim :)