Amerikan film sektörünün olmazsa olmazıdır her filme, diziye en az bir eşcinsel yerleştirmek, hatta bazılarında bunları evlat edindirmek. Böyle böyle normalleştirmeye çalışıyorlar maalesef. Kevin'in Frank karakteriyle harikalar yarattığı ve gözümü kırpmadan izlemekte olduğum House of Cards'ı 3. sezon 3. bölümde sadece bu yüzden ve aniden bıraktım. eksik kalmasın diye alelacele alakasız bir şekilde senaryoya sokuşturulduğu o kadar belliydi ki!
Bence olaylar şöyle gelişti:
Çekimler devam ederken 3. sezon 3. bölümün başında set ekibinden biri birden o ana kadar hiç eşcinsel sahne çekilmediğini fark etti ve senariste seslendi:
-Abi eşcinsel koymamışsın! Tutmaz bu.
-Oğlum başka projeye başladım. Öylesine uğradım sete, vardır iyi bakın!
-Yok abi bu saate kadar bütün karakterler yerini buldu, şimdiye kadar çıkmadı, daha da çıkmaz herhalde.
-Haydaaa! Yahu diyorum ben bu kadına senaryo yazarken gelip tepeme dikilme diye. Yok hiçbir şeye elimi sürmüyormuşum, yok evin bütün yükü omuzundaymış.
-Kim? Yenge mi?
-Kim olacak! Bütün dünyaya izleteceğim bir senaryo yazıyorum diyorum, dediği şey tabii varsa yoksa elalem, azıcık da karını düşün, kalk bi işin ucundan tut... Neymiş? Çarşaf gerip katlayacakmışız, tek başına yapamıyormuş haspam.
-Abi yenge iyiymiş gene, kıymetini bil. Ben hanım konken partisindeyken tek başıma katlıyorum :(
-Neyse, sokuşturun bir yere, uğraşamam şimdi, gidiyorum.
-Ama...
.........
.........
-Kevin abi! Alooo! Kevin abi! Bi baksana.
-Ne ver, ne oldu?
-Abi bi gelsene, seni acele seviştirmemiz lazım.
-Tamam, dur soyunup geliyorum.
-Abi öyle değil, erkekle.
-Oğlum manyak mısın? Söylemeye ne hacet! Senaryoda bir gariplik olduğunun farkındaydım. Tutmazdı bu böyle. Şu koruma rolündeki oğlanı epeydir gözüme kestiriyorum zaten, o olsun. Ama yanına benim hanımı da ekleyin, gruplu biseksüellik olsun. Bak gör, yok satar... Daha erken uyansaydınız, şimdiye karıyı boşayıp korumayla evlenip evlat edinmiştik bile. Bir dahaki sefere senaryolarda daha titiz olalım. Böyle böyle uzaklaşıyoruz Amerikan değerlerinden.
Başlığın önemini azaltmak için yazmadım bu komiklikleri, ciddiyetle ilk paragrafı yazarken birden doğaçlama gelişti.
Son söz olarak, tarafım bariz bellidir. Eşcinsellerin evlat edinmesine şiddetle karşıyım!
aklıma gelenler ve türkçe mealleri aşağıdaki gibidir:
-aklımdaydın, aramasan ben arayacaktım (yok öyle bir şey).
-görüşelim bir ara (görüşmezsek hiç sıkıntı yapmam)
-işler çok yoğun (sadece sıralamamda sana yer yok)
-doğrusunu söylemek gerekirse… (sallayacam hazır ol)
-bunu düşünmediğimi mi sanıyorsun (hiç aklıma gelmemişti)
-aklımdaydın, aramasan ben arayacaktım (yok öyle bir şey).
-görüşelim bir ara (görüşmezsek hiç sıkıntı yapmam)
-işler çok yoğun (sadece sıralamamda sana yer yok)
-doğrusunu söylemek gerekirse… (sallayacam hazır ol)
-bunu düşünmediğimi mi sanıyorsun (hiç aklıma gelmemişti)
Bu yaşıma kadar kavgadan kıyametten hep uzak durdum. Küfür nedir bilmem. Ettiğim en okkalı küfür direksiyonda çileden çıkardıkları zaman savurduğum “şerefsiz”dir. o da sahibi duymadığından sayılmaz :)
Ama akıllara zarar anım bu durumla tam bir tezat oluşturuyor.
12-13 yaşlarımdayken babamın görev yaptığı istanbul'un bir kenar mahallesinde oturuyorduk. ben mevcut şartlarda mümkün olduğunca düzgün yetiştirilmeye çalışılan bir memur ailesi çocuğu, sınıfın flaş öğrencisi falan modunda gayet sessiz sakin başarılı ama sıradan bir profil çiziyorum…
e çocuğuz tabii, bir de sokağa çıkıp oynuyoruz diğer çocuklarla kaynaşıyoruz falan. ama evdeki hesapla çarşı uyuşmuyor. semtin konjonktürü bambaşka. mahalledeki bitirimlerin arasında ben yavrum pek bir tatlış kaldım. hızla doğal süreç gerçekleşti ve bitirimlik dozajı en düşük olan birkaç veletin oluşturduğu ezikler camiasına dahil olup sokak hayatındaki yerimi netleştirdim (yerini bilmek önemli).
gel zaman git zaman epey bir süre geçti, mahallede yeni bir çocuk peydah oldu. bizlerden biraz daha kabaca. ama bitirim tayfa bile bu çocuğun yanında kedi yavrusu gibi kaldı. her türlü serserilik bunda oyun bozanlık bunda, en galiz küfürler bunda, dayak bunda, herkese sataşır ama kimse ağzını açamaz durumları söz konusu.
e haliyle bir gün kaçınılmaz son geldi, sıra bendeydi. inanın şu an ne yaptı ya da ne söyledide beni kurt adama çevirdi hiç ama hiç hatırlamıyorum. hatırladığım tek şey aniden geriye dönüp çocuğu altıma aldığım ve üstüne oturup küfürler eşliğinde yüzünü seri şekilde yumruklamaya başladığımdı. ve ne kadar süre devam etti bilmiyorum, Çocuk sinirden, şaşkınlıktan ve acıdan bas bas bağırarak ağlamaya başladı, Baktım çocuk salya sümük ve ağzı burnu kanıyor . bir anda kendime geldim ben ne yapıyorum diye. bu sefer şaşkınlık ve korku sırası bendeydi. bas bas bağırmaya başladım tutun şunu Kaçacağım Tutun şunu Kaçacağım diye :)). Bütün veletler donmuş halde seyrediyor olduğundan Pek bir faydaları olmadı. Hızla üstünden kalkıp arkama bakmadan kaçtım eve.
İlk birkaç gün sokağa çıkmaya çok korktum. neyse ki kavga Sonrası o çocuk bana bir daha ilişmedi, manyak bu ne yapacağı belli olmaz diye herhalde. diğer çocukların nazarında da baya bir rütbe kazandım. Ama bunun ekmeğini pek yiyemedim zira kısa bir süre sonra babamın tayini çıktı ve başka bir semtte taşındık.
bugün bile aklıma geldikçe hala ürperirim içimde nasıl bir manyak var diye. siz siz olun sessiz sakin insanlara pek fazla bulaşmayın, içinden ne çıkacağı belli olmuyor. :))
Ama akıllara zarar anım bu durumla tam bir tezat oluşturuyor.
12-13 yaşlarımdayken babamın görev yaptığı istanbul'un bir kenar mahallesinde oturuyorduk. ben mevcut şartlarda mümkün olduğunca düzgün yetiştirilmeye çalışılan bir memur ailesi çocuğu, sınıfın flaş öğrencisi falan modunda gayet sessiz sakin başarılı ama sıradan bir profil çiziyorum…
e çocuğuz tabii, bir de sokağa çıkıp oynuyoruz diğer çocuklarla kaynaşıyoruz falan. ama evdeki hesapla çarşı uyuşmuyor. semtin konjonktürü bambaşka. mahalledeki bitirimlerin arasında ben yavrum pek bir tatlış kaldım. hızla doğal süreç gerçekleşti ve bitirimlik dozajı en düşük olan birkaç veletin oluşturduğu ezikler camiasına dahil olup sokak hayatındaki yerimi netleştirdim (yerini bilmek önemli).
gel zaman git zaman epey bir süre geçti, mahallede yeni bir çocuk peydah oldu. bizlerden biraz daha kabaca. ama bitirim tayfa bile bu çocuğun yanında kedi yavrusu gibi kaldı. her türlü serserilik bunda oyun bozanlık bunda, en galiz küfürler bunda, dayak bunda, herkese sataşır ama kimse ağzını açamaz durumları söz konusu.
e haliyle bir gün kaçınılmaz son geldi, sıra bendeydi. inanın şu an ne yaptı ya da ne söyledide beni kurt adama çevirdi hiç ama hiç hatırlamıyorum. hatırladığım tek şey aniden geriye dönüp çocuğu altıma aldığım ve üstüne oturup küfürler eşliğinde yüzünü seri şekilde yumruklamaya başladığımdı. ve ne kadar süre devam etti bilmiyorum, Çocuk sinirden, şaşkınlıktan ve acıdan bas bas bağırarak ağlamaya başladı, Baktım çocuk salya sümük ve ağzı burnu kanıyor . bir anda kendime geldim ben ne yapıyorum diye. bu sefer şaşkınlık ve korku sırası bendeydi. bas bas bağırmaya başladım tutun şunu Kaçacağım Tutun şunu Kaçacağım diye :)). Bütün veletler donmuş halde seyrediyor olduğundan Pek bir faydaları olmadı. Hızla üstünden kalkıp arkama bakmadan kaçtım eve.
İlk birkaç gün sokağa çıkmaya çok korktum. neyse ki kavga Sonrası o çocuk bana bir daha ilişmedi, manyak bu ne yapacağı belli olmaz diye herhalde. diğer çocukların nazarında da baya bir rütbe kazandım. Ama bunun ekmeğini pek yiyemedim zira kısa bir süre sonra babamın tayini çıktı ve başka bir semtte taşındık.
bugün bile aklıma geldikçe hala ürperirim içimde nasıl bir manyak var diye. siz siz olun sessiz sakin insanlara pek fazla bulaşmayın, içinden ne çıkacağı belli olmuyor. :))
Bahar geldiğinde içim Pırpır eder karpuz mevsimine bir adım daha yaklaştık diye. Ama karpuz mevsimi dediğime bakmayın. Karpuzun kendisi nihai amaç değil araçtır benim için. içindeki o siyah incilerdir odak noktam.
bitkisel protein deposu olmasının yanı magnezyum, demir, folik asit, vitamin, antioksidan… ne ararsan vardır o minicik mucizenin içinde.
bak ne Kadar bilinçliyim ki yiyorum algısı da oluşmasın lütfen. Tüm tıp camiası birleşip zinhar çatalınızı bile dokundurmayın bunu yiyeceğinize kömür tozu çiğneseniz daha yararlı dese bile çizgim aynı olacaktır. gerekirse 5 sene az yaşarım ama o zevkten mahrum olmam.
bitkisel protein deposu olmasının yanı magnezyum, demir, folik asit, vitamin, antioksidan… ne ararsan vardır o minicik mucizenin içinde.
bak ne Kadar bilinçliyim ki yiyorum algısı da oluşmasın lütfen. Tüm tıp camiası birleşip zinhar çatalınızı bile dokundurmayın bunu yiyeceğinize kömür tozu çiğneseniz daha yararlı dese bile çizgim aynı olacaktır. gerekirse 5 sene az yaşarım ama o zevkten mahrum olmam.
sadabad bahçelerine ev sahipliği yapan İstanbul ilçesi. lale devrinde kaplumbağaların Üzerinde mum yakılıp dolaştırıldığı rivayet edilen bahçelerdir. Az gözler süzülmemiş az canlar yakılmamış az mendiller düşürülmemiştir.
şimdilerde kalabalıktan, curcunadan adım atılamıyor olduğundan, o biblo gibi barok mimarisi sadabad camiini ve etrafındaki bahçeleri hasdal viyadüğünden geçerken uzaktan izlemekle yetinmek durumunda kalıyorum.
şimdilerde kalabalıktan, curcunadan adım atılamıyor olduğundan, o biblo gibi barok mimarisi sadabad camiini ve etrafındaki bahçeleri hasdal viyadüğünden geçerken uzaktan izlemekle yetinmek durumunda kalıyorum.
3-5 hafta önce asansör bozuktu merdivenle beş kat çıktım. Bence muhteşem bir performanstı, gurur duydum. Hala aklıma geldikçe mağrur bir gülümseme kaplar yüzümü.
-zayıftır, beğendiği çizmenin konçu tam sarmaz,
-kiloludur selülitlerden nasıl kurtulacam diye kıvranır durur. ayrıca estetik kaygıdan ziyade, sürtünmeden kaynaklanan tahrişle ayrı uğraşır,
-sürekli ağda eziyeti çeker. ya da o eziyeti çekmem deyip daha da sürekli bir jilet operasyonu döngüsüne girer.
rahat bırakın şu kadınları da bacaklarını da, yeterince dertleri var. yazarken bile daraldım bak!
-kiloludur selülitlerden nasıl kurtulacam diye kıvranır durur. ayrıca estetik kaygıdan ziyade, sürtünmeden kaynaklanan tahrişle ayrı uğraşır,
-sürekli ağda eziyeti çeker. ya da o eziyeti çekmem deyip daha da sürekli bir jilet operasyonu döngüsüne girer.
rahat bırakın şu kadınları da bacaklarını da, yeterince dertleri var. yazarken bile daraldım bak!
Bu şikayet ettiğiniz hususları, rahat bırakmayalım diye yapmıyor musunuz zaten. Neden isyan ettiniz şimdi anlayamadım. Bir şiir yazılsın diye, güzelliği belli olsun diye yapılan şeyler övülünce niçin şikayet eder insan? Tutarsız.
Şikayet edecek tarafta değilim. Pratikte yaşadıkları sorunları dile getirdim
Tamam ikna oldum. Teşekkür ederim.
ne demek efendim. saygılar.
nasıl burda kavga dönmeden saygı çerçevesinde muhabbet edildi vallahi hayret :D
takdiri ilahi. ama mümkünse bakıma muhtaç hale gelip alt nesile sıkıntı yaşatmayacağım bir yaşı tercih ederim.
kulübe katılalı 13 sene oluyor. İlk yakınla başladı, sonrasında uzağı tetikledi. İlk birkaç sene ikisini ayrı ayrı kullandım. Baktım çekilecek dert değil, progressif'e geçtim. çok odaklı yani. üstten bakınca uzak mesafeler orta kısmından bakınca orta mesafeler alttan bakınca da yakın mesafeler. kullanımı çok rahat. Zamanla alışılıyor, mesafeye göre bakacağın odağı göz kendi otomatik ayarlıyor. ihtiyacı olanlara Tavsiye ederim. parlama yapmayan ve inceltilmiş camla tabii. camda gözlükçünün itelemeye çalışacağı carl zeiss'a dünya para bayılmayın. japon menşei'li hoya'da hemen hemen aynı kalitede ve fiyatı çok daha makul. bu camı hafif bir çerçeveyle taçlandırmakta fayda var. piyasada güzel f/p ürünleri mevcut.
direkt evet diyebilirim ama bu kolaya kaçmak olur. eskiye özlem bilinen bir fenomendir. yüzyıllar boyunca deneyimlenmiştir. ne ilk nesiliz ne de son olacağız.
insan zihni genelde can sıkıcı ve olumsuz deneyimleri yok sayma, güzel ve neşeli olanları hatırlama eğilimindedir. eskiye özlemin yani nostaljinin temelinde bu yatar. özellikle çocukluk, gençlik, üniversite dönemleri, yani daha hayatın yükünün omuzlarımıza binmediği o güzel dönemlere sık sık dalıp gitmemiz bundandır, aradaki hoş olmayan anılar da kaynar gider.
son dönemlerdeki karmaşayı dikkate almazsak, evet türkiye eskiden de güzeldi şimdi de güzel. karmaşa dedim de… zaten bu ülkenin burnu ne zaman *tan çıktı ki afedersiniz? 80 öncesi dönemdeki siyasi karmaşa, sağ sol çatışmaları, her gün radyodan dinleyip gazetelerden okuduğumuz çatışma ve ölüm haberleri hala hafızamda tazeliğini koruyor. el kadar ortaokul çocuğuydum her sabah okulun kapısından jandarma eşliğinde girerdik, çantalarımız didik didik aranırdı. ama ne oluyor? işte çocukluğuna dönünce ilk bunlar hatırlanmıyor, zorlayıca çıkıyor açığa. onun için ne varsa eskide var, nerede o eski şarkılar, nerede o eski ramazanlar, nerede o eski dostluklar diye sayıklayıp duruyoruz
neyse dağıldı biraz konu. öze dönersek türkiye güzeldi, halen güzel ve güzel de olacak. tabii yine rahat bırakmayacaklar, adı sağ-sol olacak, asala olacak pkk olacak, alevi-sünni olacak, feto olacak… olacak da olacak. her dönem bir şey icat edecekler elbette. ama enteresan milletiz vesselam! ne kadar batarsak bir o kadar da çıkıyoruz bir şekilde. her ne olursa olsun her şekilde yine çıkarız evelallah.
haydi selametle…
insan zihni genelde can sıkıcı ve olumsuz deneyimleri yok sayma, güzel ve neşeli olanları hatırlama eğilimindedir. eskiye özlemin yani nostaljinin temelinde bu yatar. özellikle çocukluk, gençlik, üniversite dönemleri, yani daha hayatın yükünün omuzlarımıza binmediği o güzel dönemlere sık sık dalıp gitmemiz bundandır, aradaki hoş olmayan anılar da kaynar gider.
son dönemlerdeki karmaşayı dikkate almazsak, evet türkiye eskiden de güzeldi şimdi de güzel. karmaşa dedim de… zaten bu ülkenin burnu ne zaman *tan çıktı ki afedersiniz? 80 öncesi dönemdeki siyasi karmaşa, sağ sol çatışmaları, her gün radyodan dinleyip gazetelerden okuduğumuz çatışma ve ölüm haberleri hala hafızamda tazeliğini koruyor. el kadar ortaokul çocuğuydum her sabah okulun kapısından jandarma eşliğinde girerdik, çantalarımız didik didik aranırdı. ama ne oluyor? işte çocukluğuna dönünce ilk bunlar hatırlanmıyor, zorlayıca çıkıyor açığa. onun için ne varsa eskide var, nerede o eski şarkılar, nerede o eski ramazanlar, nerede o eski dostluklar diye sayıklayıp duruyoruz
neyse dağıldı biraz konu. öze dönersek türkiye güzeldi, halen güzel ve güzel de olacak. tabii yine rahat bırakmayacaklar, adı sağ-sol olacak, asala olacak pkk olacak, alevi-sünni olacak, feto olacak… olacak da olacak. her dönem bir şey icat edecekler elbette. ama enteresan milletiz vesselam! ne kadar batarsak bir o kadar da çıkıyoruz bir şekilde. her ne olursa olsun her şekilde yine çıkarız evelallah.
haydi selametle…
2024 Paris Olimpiyatları'nda Şevval İlayda Tarhan ile birlikte 10 metre havalı tabanca karışık takım kategorisinde gümüş madalya kazanan milli sporcumuz.
rakiplerinin aksine hiç bir yardımcı ekipman kullanmadan el cepte “cool” atışıyla karizmanın kitabını yazmış ve gündeme bomba gibi düşmüştür.
baktım, ortalık gurur verici kısa videodan geçilmiyor. ama hepsi bir yana beni benden alan şu kısa tanımlama bir yana:
ekmek almaya giderken olimpiyata uğrayan türk.
hay maşallah! başarıların daim olsun güzel insan.
rakiplerinin aksine hiç bir yardımcı ekipman kullanmadan el cepte “cool” atışıyla karizmanın kitabını yazmış ve gündeme bomba gibi düşmüştür.
baktım, ortalık gurur verici kısa videodan geçilmiyor. ama hepsi bir yana beni benden alan şu kısa tanımlama bir yana:
ekmek almaya giderken olimpiyata uğrayan türk.
hay maşallah! başarıların daim olsun güzel insan.
Yeni kesilmiş ve yağmur yemiş taze çim kokusuyla kıyasıya yarışır.
pek doğru denemez. İki baskın siyasi partinin sembolik isimleri onlar. orada O kadar basit değil o işler. Bambaşka mekanizmalar mevcut.
zamanında bir asistan arkadaşın orduevinde yapılan düğününde başörtülü annesini Kapıdan içeri almamışlardı. nöbetçi komutan bypass edilerek daha üst komutandan özel izin alınıp sorun çözülmüştü. Neyse ki aklı selim adammış.
50 eyaletten oluşur. Her eyaletin kendi yasama yürütme yargı organı vardır Ama federal hükümet ülke çapında geçerli yasaları belirler. Eyalet yasaları federal hükümetin koyduğu yasalarla çelişmedikçe geçerlidir. çelişiyorsa federal hükümetin koyduğu yasa baz alınır.
(lanet olası federaller)
(lanet olası federaller)
Özellikle son dönemde Sinemacılıkta kullanılan arka plan rengidir. prodüksiyon sonrasında kolayca işlenerek istenilen görüntüyle değiştirilir. kontrast yapması ve diğer renklere oranla daha düşük dijital gürültü skalasına sahip olması tercih nedenlerindendir.
bunun bir de “bakarız” versiyonu vardır. klasik baba kelamıdır. hayır'a oldukça yakın bir belki'lik içerir. benim kız illallah etmiştir zamanında :)
oldukça meşakkatli bir süreçti. pratik kısmından ziyade yazıya dökme safhasında daha çok kafa patlattığımı hatırlıyorum. ama genelde zorluklar unutulur güzel anlar kalır akılda. sunum ve savunmam sonrası Jürinin birbirlerine bakıp hafif bir baş işaretiyle birbirlerini onaylayarak tamamdır hayırlı olsun dedikleri andır aklımda kalan.
yukarıda mevzunun özünü anlatan girdiye ek olarak, mecazi anlamda hayatın tokatını yiyip her şeyini tüketerek sıfırdan başlamayı da temsil eder. Allah'tan benim böyle bir deneyimim olmadı ama bir tanıdık çok büyük (Gerçekten çok büyük) paralarla oynayıp Sadece bir değil birkaç kez Tükenip sıfırdan başladı. Hacıyatmaz gibiydi mübarek. Hayret ve takdirle İzledim. Hayat bu, kime ne zaman ne şiddette tokat atacağı belli olmuyor. Önemli olan silkelenip tekrardan başlayabilmek.
Fikir çeşitliliği güzeldir. Uymuyorsa basın geçin. Bende de var bir tane nazar boncuğu. Fikirlerimi beyan ettiğim bir girdimde olsaydı daha çok hoşuma giderdi Ama eğlencesine girdiğim ilk satırlık bir şeye almışım, Enteresan geldi. Olsun, aldım kabul ettim.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?