confessions

mefauf

1. nesil Yazar - 10. Seviye Gölge ustası - Yazar

  1. toplam entry 166
  2. takipçi 18
  3. puan 20255

evlenme oranlarının düşmesi

mefauf
efendim bu konuda bir bakış açısı oluşturup bakış açınızı zenginleştirmek istiyorum.

evlenme, boşanma ile ilgili mevzuatı bilen, iyi gözlem yaptığını düşünen biri olarak bu oranın düşme sebeplerini sıralayayım size.

1- eğitim.
2001 yılından bu yana zorunlu eğitim süresinin önce 8 yıla sonra 12 yıla çıkarılması ile artan eğitim süresi nedeniyle evlenme ertelendi. ayrıca eğitim oranı arttıkça toplumda evliliğe bakış açısı da değişti. evlenenler daha geç evlenmeye başladı ve hiç evlenmeyen sayısı da arttı.

2- ekonomik sebepler.
2001 yılındaki ekonomik kriz malum, ardından özellikle 2009 yılındaki kriz ve maalesef 2015 yılından sonra ekonominin her geçen zaman diliminde kademeli olarak kötüye gitmesi toplumda evlenme isteğini ve imkanını baltaladı.

evlenmek isteyen insanlar imkanlarının olmamasından ya evliliği erteledi ya da dünya kadar borçla evlenip ödeyemediler ve huzursuz olup boşanma oranlarını arttırdılar. boşanma oranı arttıkça da evlenme oranı düşüyor haliyle.

3- değişen çağ gerekleri ve teknoloji.
doksanlı yıllarda ve daha önceki dönemde evlilik dışı yaşam şimdikine göre çok ama çok daha fazla ayıpsanırdı. teknolojik gelişmeler ve toplumun değişen bakış açısı sayesinde insanlar eskiye göre daha rahat evlilik dışı yaşam sürebiliyor. bu da doğal olarak evlilik oranının düşmesine katkı sağlıyor.

ayrıca sosyal medya yüzünden insanlar imkanı olanların cafcaflı düğünlerini veya ilişkilerini seyredip bunları yapamayacaklarını görünce umutsuzluğa düşüyorlar. evlilikten bu yüzden soğuyor bir çok insan.

bununla birlikte sosyal medya üzerinden insanların birbirine daha hızlı ulaşması aldatma ve buna bağlı boşanma oranlarını arttırıp evlenme oranlarını da düşürdü tabi.

4- yasal düzenlemeler.
şuan yürürlükte olan medeni kanun 2001 de çıktı. medeni kanunda evlenme ve boşanma konusunda kadın ve erkek eşit konumlanmış iken toplumda maalesef kadın ve erkeğin eşit konumlanmaması durumu var.

yani sosyal yaşantıda erkek egemen bir yapı ve zihniyet hakimken yasal düzenlemelerde kadına pozitif ayrım yapılması da sorunlar doğurdu. mesela kadının beyanının esas alınması erkeğe kendini değersiz hissettirdikçe erkek daha agresif bir ruh haline büründü.

ayrıca boşanma sonrasında erkek ömür boyu nafaka ödemek zorunda kalıyor. üstelik çoğu zaman bir çok kadın sırf nafaka almaya devam etmek ve erkeği daha çok yıpratmak için yeniden evlenmeyip evlilik dışı ilişkiye yöneliyor. bu şekilde olup resmi kayıtlara geçen binlerce evlilik dışı çocuk var. (bu konu ayrıca incelenmeli. çünkü bu durum toplumu başka türlü sorunlara hazırlıyor)

değinmeden geçemeyeceğim bir durum daha var. o da sırf babalarının sgk maaşlarını alabilmek için sahte boşanma yapan kadınlar, kadınlarımız. hiç azımsanmayacak sayıda boşanma yapılıyor bu yüzden. (bunu ekonomik sebepler başlığına yazacaktım ama yasal açıklar yüzünden yapılabildiği için buraya yazdım)

yazdıklarım tamamen kendi düşüncelerim olup kimseyi zan altında bırakmak veya karalamak için yazılmamıştır. biraz olsun bakış açınıza katkım olduysa ne mutlu bana.

son olarak; hayat kısa, sevin sevişin.
kalın sağlıcakla...

yazarların günlük adım rekorları

mefauf
Bu başlıkta yazar arkadaşlar günlük adım rekorlarını ve hikayesini paylaşsın istiyorum.
Hadi bakalım güzel yazın…


benimkini de yazayım da İçimde kalmasın.

yer: kktc (gazimağusa)
zaman: ocak-şubat 2011
pozisyon: nöbetçi onbaşı
mesafe: günlük 42 km (40 gün boyunca günlük 42 km)

not: en az 42 km. çünkü nöbet aralarındaki dolaşmalar, nöbetçilerin peşinden koşmalarım, köşe kapmacalarımız hariç. onları hesaba katarsak bazı günler kolaylıkla 50 km oluyordu bence.

———-meraklısına————

usta birliğine katılalı iki üç gün olmuştu. bölüğümüz 3 takımdan oluşuyormuş. bölük komutanı beni 1. takıma vermişti.

bu arada askere gitmeden önce zor zamanlar geçirmiştim. stresten dolayı kendimi yemeğe vermiş ve 90 kiloyu aşmıştım.

takım komutanım ufak tefek ama zıpkın gibi biriydi. atik ve yetenekliydi. aynı şeyi bizden de bekliyordu. ama nerdeeee! kısa dönem olmam, kilolu olmam ve diğerlerinden 6-7 yaş büyük olmam bana bir ayrıcalık tanımadı elbette. zaten öyle bir beklentim de yoktu.

takım komutanımız eğitime çok önem verirdi. ben de hiç birini beceremezdim. sivilde gayet başarılı olan ben adeta bir mala dönüşmüştüm. çünkü yapılan aktiviteler beni çok yoruyordu. üstelik güçsüz kollarım barfiks ve şınav gibi hareketleri yapmama müsaade etmiyordu.

iki üç gün içinde takım komutanımın gözüne batmaya başlamıştım bile. hayret daha haftam dolmadan bölük komutanının önünde buldum kendimi. bölük komutanımız çok baba adamdı. aynı yaşlardaydık. belki de ben büyüktüm ondan bilemiyorum. sohbet ettiğimizde ikimizin eşinin üç aylık hamile oluşu ortak noktamız oluvermişti.

bu ortak noktamız adamın yüreğini yumuşatmış olacaktı ki bana kıyak olarak nöbetçi onbaşı görevini verdi. ne kıyak ama üstelik kesintisiz. yani haftanın yedi günü. sabah 5-7 nöbetinden başlayıp akşam 5-7 nöbetine kadar tamı tamına 7 nöbet değişimini ben yapacaktım. her seferinde nöbete gidecek askerleri tek tek bulup hazırlayıp, nöbet yerlerini dolaşarak değişimleri yaparak nöbetten dönen askerleri bölüğe getirecektim. tabii ki de yürüyerek.

her nöbet değişimi için 6 km -3 gidiş 3 dönüş- yol katetmem gerekiyordu. sabah dörtte uyanıp akşam saat 5:40 kadar devamlı nöbet değişimi yapar olmuştum. her nöbet değişiminden sonra 40 dakikalık bir dinlenme vakti kalıyordu. bu sürede de kişisel ihtiyaçlarımı ancak gideriyordum. akşam olunca uyumuyor, bayılıyordum resmen. itiraf etmeliyim ki hayatımın başka hiç bir zaman diliminde o denli güzel uyumadım. bu vesileyle takım ve bölük komutanıma teşekkürü bir borç bilirim.

gelgelelim sivilde masa başı işe alışmış ham bedenim bu tempoya ancak 40 gün dayanabilmişti. bu sürede yaklaşık 13 kilo vererek 77 kiloya düşmüş ve filinta gibi bir delikanlıya dönüşmüştüm.

kilo vermek iyi hoş ama bu şekilde devam etmem mümkün gözükmüyordu. bedenim zorlanırken sinirlerim de yıpranmış ve nöbete gelmek istemeyen üst devrelerin tamamıyla kavga etmiştim. kısacası suyum ısınmıştı. sonra kendimi zar zor atmıştım komutanın odasına. can güvenliğim kalmamıştı. görevimi adil yapayım derken bir sürü düşman edinmiştim o kadarcık zamanda.

komutanım görev değişikliği talebimi sebeplerinden olacak ki hemen kabul etmişti. sağolsun daha güzel bir görev olan aile kantinine vermeyi teklif etmişti. kıyağa gel be. O apayrı bir hikaye. Bir gün belki yazarım. bu serüvenimiz de başka entry konusu olsun...

———-meraklısına———-

(bkz: dış birlik)

kibrit kutusunun desenli olduğu zamanlar

mefauf
tanım: kibrit kutularının renk renk desen desen olduğu zamanlardır.

öncesini bilmem ama 1990 ile 1995 yılları arasında bizzat takip ettim. kibrit kutularında onlarca desen ve renk vardı o zamanlar. bu bahsettiğim dönem tasonun kenar mahalleye gelmediği zamanlardı.

kışın yağışlı ve soğuk havalarında bu kibrit kutularının geniş yüzlerinden elde ettiğimiz kağıtlarla vakit geçirirdik. soba yanardı. kestaneyi kim kaybetmiş de biz bulalım. kuzine sobada kavrulan patates ile büyüdük biz. çok olsun yer fıstığı bulurduk sobada kavurmak için.

ama güzeldi sıcacıktı. çocuktuk. kibrit kutusunun deseni, rengi, sobanın gürlemesi, pişen patatesin kokusu veya kavrulmuş yer fıstığının kokusu alır götürürdü bizi başka diyarlara.

yoktu o zamanlar gündemimizde, aşk acısı veya savaşlar, çatışmalar. siyaset yoktu hayatımızda. kavgalar beş dakika sonra barışa bırakırdı yerini.

çocuktuk. keşke hep öyle kalsaydık...

öğretmeninden dayak yiyen nesil

mefauf
Önsöz: durumu olmayan hiç başlamasın zira yazı biraz uzun oldu. Yaşanmışlıklar severim diyenler önden buyursun lütfen.


Muhtelif biçimlerde dayağımızı yedik çok şükür. Yeri geldi toplulukta özellikle seçilerek dayak yedim yeri geldi sıra dayağında sıramı savuşturdum.

Ama biri var ki istesem de unutamıyorum. Sene 97, 7. Sınıfa başlamışız. okullar açılalı bir kaç hafta olmuş ama biz 7 kişilik arkadaş gurubu hala okula adapte olamamışız.

Kenar mahallede yoksul çocuklarız hepimiz. Bu yüzden yaz tatili boyunca sanayide çıraklık yapmış ve saçları başları boş vermişiz. Abartısız hepimizin saçları kulaklarımızı örtecek kadar uzun.

O dönem okulda, saç ve tırnak kontrolü acayip bi şekilde sıkı. Bizde de bi murat hoca var. Asıl mesleği beden eğitimi öğretmenliği ama müdür yardımcılığı yapıyor. Herif insan azmanı gibi bişey. Boyu kesinlikle 195 üstü ve kilosu da 100 ün üzeri. Biz de daha yeni yeni bıyıkları terlemiş ergenleriz.

Sabah içtiması gibi dizilmişiz andımız öncesi. Murat hoca bir general edasıyla sıra olan öğrencilerin etrafında dolanıyor. Bizi farketmesi zaman almadı tabii. Şıp diye damladı yanımıza.

Bizi önce sıradan çıkarıp kenara çekti. Paranız var mı yok mu diye sormadan o saçları kesmeden okula gelmeyin diyip kovdu. Biz yedi kafadar, okuldan uzaklaşırken çözüm bulmaya çalıştık. Hiç birimizde para namına metelik yok.

Ne yapalım, ne edelim derken bir arkadaşımız “bizde saç kesme makinası var” dedi. Öyle elektronik falan değil ha. Bilmeyenler için; https://www.hepsiburada.com/zaza-klasik-el-sac-kesme-makinasi-pm-HB00000332TC Şöyle bişi). Kafamıza yattı tabii. Saçlarımız iki numara olacak ve hepimiz aynı model kestirmiş olacağız.

Arkadaş bi koşu evden alıp getirdi makinayı. Mahallemize yakın yerdeki dere kenarına gittik hep beraber. Birbirimizi zor bela traş ettik. Hepimiz birer dazlağa döndük tabii. Güya iki numara olacaktı. Basbaya kel olmuştuk.

İçimizden biri; “ben bu modeli beğenmedim. Keşke jilet olsaydı, kazıtsaydık. En azından murat hocayı protesto etmiş olurduk.” Diyince hepimiz bi anda rönesans benzeri bir aydınlanma yaşadık. Kafamıza yattı ama jilet alacak paramız da yoktu.

Derken diğer bir arkadaş; “bizim bakkalda açık hesabımız var. Oradan alıp yazdırayım, babam öder nasılsa” diyince sorun bi anda çözülüvermişti. Bi koşu jiletler de alındı bir kalıp sabunla beraber.

Derede yıkanarak kafalarımızı kanata kanata kazıttık. Bi anda sik kafalı japon askeri gibi olduk. Artık sıra en önemli kısma gelmişti. Okula dönmek.

Okula öğleden sonra için döndük tabi. İkinci kez sıraya girdik. Bu sefer andımız okunmadan doğrudan içeri alınacaktık. Tabii murat hoca güneşte parlayan kellerimizi anında farketti. Koşar adım yanımıza gelip bizi laboratuvara gönderdi.

Başımıza ne geleceğinin farkındaydık. Temiz bir dayak bizi bekliyordu. Laboratuvar dediysem aklınıza gerçeği gelmesin. Boş bi sınıf. Bi tarafında mutfak tezgahı gibi bir yapı var. Üzerinde, boydan boya 7 eviye (mutfak lavabosu) var. Bide salonda düzenli sıralanmış 30 kadar tekli sandalye.

Neyse, çok detaya girip başınızı ağrıtmayım. Beklerken şakalaşıyoruz falan. Birbirimize Hocanın yüzünün şeklini hatırlatıp gülüyoruz. Derken bizim insan azmanı daldı içeri. “Oğlum siz laftan anlamadığınız için sizin dilinizden konuşacağım” diyince esaslı bir dayağın bizi beklediğini anladık.

Aramızda sıraya girin diyince biz hemen ip gibi dizildik. Ben adam yorulur diye umarak en sona geçtim tabii. Bizi sırayla çağırıp dövmeye başladı. Adam arkadaşımızı döverken bile biz işin dalgasındayız. Birazdan bizi döveceğini bile bile gülüşüyoruz. iki üç derken adam dövdükçe açılıyor.

Herif yorulmak nedir bilmeden hepimizi öldüresiye dövdü. Günlerden çarşambaydı. Dayak sonrası Hepimize birer izin kağıdı düzenleyip pazartesi geri dönmek üzere eve gönderdi.

Azmandı mazmandı ama ince ruhluydu adam. Bi defa psikolojimizi düşünüp bizi rencide etmeden güzelce evire çevire dövmüş ve izin verip göndermişti.

Şakası bi tarafa o dayağı ve sonrasında hocanın her fırsatta bizi sınıftan aldırıp angarya işlere koşturmasını unutamıyorum. Ağaç mı dikilecek çağırın mazlumu. Pota mı boyanacak çağırın mazlumu. Futbol sahası mı düzeltilecek çağırın mazlumu. Ot mu yolunacak, voleybol sahası mı çizilecek, çiçekliklere toprak mı dağıtılacak hep bizi çağırttı.

O dayak ve sonrasındaki angarya işler yüzünden 7. Sınıf benim hayatımın dönüm noktası oldu. O yıldan sonra derslere öyle bir sarıldım ki! O günler sayesinde okulu hiç bırakmadım taa ki meslek sahibi olana dek.

Buradan murat hocama teşekkür eder ellerinden öperim. Umarım okur.

Sonsöz: bu kadar zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Selamlar, sevgiler.

bir giysiyi uzun yıllar giymek

mefauf
1998 kasımında yeğenim doğduğunda -kendisi şimdilerde sınıf öğretmeni oldu, Okuyorsa kendisine selam ederim- ablamın bana aldığı bir kazak var.

10 yıl aktif bir şekilde giydim. onbeş yıldan fazladır da arada evde giyerim. o kazak alındığında 55 kiloydum. şimdilerde 90 kilodan fazlayım kazak hala oluyor. biraz eskidi ama aramızda duygusal bağ oluştu, atamıyorum. giymesem de tutarım daha. İleride belki oğlum da giyer.

kazak uç bir örnek oldu ama 5 yıldan fazla giydiğim bir sürü gömlek ve pantolonum da oldu. Yıllarca dönemsel veya mevsimsel olarak kullandığım; atkı, bere, kravat, süveter ve kol düğmelerine hiç girmiyorum bile.

kaliteli ürün kendini belli eder arkadaş. değerli bir büyüğümüzün dediği gibi; ucuz mal alacak kadar zengin değilim. (nur içinde yat sakıp sabancı.)

Kıssadan hisse: sevin sevilin. Giysi dediğin nedir ki! Önce kendiniz olun. Sonra da sizi siz yapan ne varsa yanınızda özenle tutun.

Kimi zaman bir giysi olur bu, kimi zaman bir insan. Kimi zaman bir eşya olur veya kitap, kimi zaman da bir fikir veya tutum…

fakirlerin fakir olma sebebi

mefauf
Bir sürü sebebi olduğundan eminim ama ben birini ele alarak başlamak istiyorum.

(bkz: iç göç)

ülkemiz için konuşacak olursak, fakirlerin fakir olmasının bir nedeni de iç göç. iç göç ve sonuçları hakkında bir şeyler karalamak isterim. zira iç göçün nedenlerine girersek -özellikle de doğudan batıya olanı- içinden çıkamayız.

şöyleki; şimdi doğudan batıya göç ettikten sonra bu göç eden -göç etmek zorunda kalan- aileler gittikleri yere sadece çoluk çocuk gittiler. yani yanlarında herhangi bir mal mülk götüremediler. zaten çoğu götürecek hiç bir varlığa da sahip değildi. köylerinde çiftçilik yapan, bazen de büyükşehirlere gidip inşaat işi yapmış insanlardan bahsediyoruz değil mi!

gittikleri yerde derme çatma bir yer bulup yerleşmek ve karın tokluğuna çalışmak zorunda kaldılar. bildikleri işi yaptılar tabii. inşaat işi. kimi kalıp, kimi demir, kimi sıva derken arsalar inşaata inşaatlar koca koca sitelere dönüştü. bu siteler orada arsası hatta tarlası olan köylü mehmet amcayı mehmet efendiye terfi ettirdi.

durur mu mehmet efendi? durmaz tabii rant bu tadına doyum olmaz. mehmet efendi bağını bahçesini müteahhitlere hisseli vermeye ve servetine servet katmaya devam etti. fakir yine fakir. fakir yine yevmiye derdinde. çocuk okutmak için çalışmalı elbette.

göç edenin; geldiği yerde bıraktığı tarlalar gittiği yerde olsaydı o da milyoner olabilirdi elbet. ama şans işte. her zaman olduğu gibi düşene bir tekme de o basıyor. göç eden gittiği yere sorun da götürdü belki ama hiç kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçek var ki. o da gittiği yere değer kattığıdır. orada daha önce üçe satılan sonra beşe, daha sonra ona hatta onbeşe. abartmıyorum yüze yüzelliye sattırdı yeri geldi.

göç eden fakirliğin dibini görürken gittiği yerdeki fakir insanlar ise zenginleşti. bir büyüğümün dediği gibi; oğlum biz geldik buralar portakal bahçesiydi. portakala yevmiyeci giderdik. şimdi site oldu oralar karılarımız gündelikçi oldu, bizler ise tüpçü, kurye, usta, bahçıvan vs vs olduk.
yağmurun denize yağması gibi onlar servetine servet kattı bizler sefaletimize sefalet!

işte bunlar hep iç göç işte.

hariçten gazel okumak

mefauf
Bunun bir de deyim hali var dostlarım. Onu da ben açıklayayım size.

Kendisine sorulmadan, teklifsiz ve söz istemeden söze dalanlar için de kullanılır bu kalıp.

Özellikle bunu yapan kişi, konuyla ilgili tam olarak bilgi sahibi olmadığı ve yetkin olmadığı için zaten fikri sorulmaz.

Kendiliğinden olaya dahil olup fikir beyan ettiği için de maalesef çok iğreti durur ortamda. Zaten bu yüzden hariçten yani dışarıdan müdahil duruma geçer.

Zaten kişinin bilgisine, görgüsüne güvenip bilgisine başvurulursa o zaman olaya dahil olmuş olur ve hariç yakıştırması düşer.

Siz siz olun bilginize başvurulmadan/fikriniz sorulmadan lafa girmeyin. O an kalbinizi kırabilirler. Ters davranabilirler.

Hiçbir şey yapmasalar dahi sazanlık etmişliğinizle kalırsınız. Aman diyeyim!!!

Naçizane bir tavsiyede de bulunayım size. Eğer fikrine danışılan, bilgisine güvenilen biri olmak istiyorsanız. Okuyun…

Ne bulursanız onu okuyun. Kendinizi yetiştirin. Boş vaktiniz mi var hemen bir meşgale edinin. Hom boş duranı allah da sevmez.

Kendini yetiştiren, olgunlaştıran kişiler toplumda her zaman kıymet görmeyebilir bu bile sizi yıldırmasın. Takdir edilmek güzeldir elbette ama sırf bunun için değil, kendiniz için olgunlaşın.

Olgunlaştım, oldum da demeyin. Öğrenecek çok şey sizi bekliyor. Durmaksızın öğrenin, hata yapın, yine-yeniden öğrenin.

Bu durumda dahi fikrinizi sormadıklarında lafa dalmayın…

dinlenme tesisi soğuğu

mefauf
Severdim, Aslında hala sevdiğimi de söyleyebilirim. Ancak bir seferinde canımı çok acıtmıştı.

Askere gideceğim günün sabahında eşimin sevinç çığlıkları ile uykumdan uyanmış ve kendimi uyku sersemi halimle yatak odamla mutfak arasındaki koridorda bulmuştum bi anda.

Eşimin sevinçli şen sesi kulağımı doldururken olanı anlamaya çalışıyordum. Derken elindeki gebelik testi gözüme çarpmış ve düğüm çözülmüştü.

O sevinci paylaşıp sarılma ve tebrik faslı bitince bir anda yüreğime bir öküz oturmuştu. Daha üç-dört ay önce anne karnında kaybettiğimiz ilk çocuğumuzdan sonra ikinci bebeğimiz yola çıkmıştı. Bense o akşam gitmeliydim.

Derken akşam yolculuk başladı. Gece yarısı başlayan yolculuk sabaha karşı afyonda dinlenme molasıyla devam ediyordu. Otobüsten aşağı adımımı atmamla buz kesmişti bedenim.

Bu kadar üşümemin sebebi kış olmasından ziyade gittiğim yolun belirsizliği ve geride bıraktıklarımın yüküydü. O gece üstümdeki elbiseler ihanet etti bana. Hiç ısıtmadılar beni hiç. Hem de hiç. Aslında elbiselerin hiç suçu yok. Ruhum üşüdü benim o gece…

Bu arada, O gün yola çıktığından haberdar olduğum bebeğim şimdilerde 13 yaşında ve sekizinci sınıfa geçti.

mini etek giyip oturunca bacağını örten kız

mefauf
Ben buna mahal vermeden gözlerimi kaçırıyorum. Bakmıyorum diyen yalan söyler bence. Eğer cinsel tercihi farklı değilse veya bir sağlık problemi yoksa her erkek bakar.

Önemli olan ölçüyü tutturmak. İçine düşecekmiş gibi ağzınızın sularını akıtarak bakarsanız olmaz tabii. Hatta o kadın sırf sizin bakmanız için bile giymişse yine de rahatsız olur.

Sadece etek değil dostlarım. aynı şey gözlerinizi faltaşı gibi açan göğüs çatalı için de geçerlidir. Evet evet O harika bulduğunuz popolar için de geçerlidir.

Demem o ki güzel kardeşlerim.; ölçü ölçü ölçü.

Hem büyüklerimiz ne demişler???
(bkz: Yemek tuzla tuz ise ölçüyle güzeldir)

izin almadan telefon numarası vermek

mefauf
Bu yüzden çok kişinin numarasına bastım engeli. Üstelik hem vereni hemde alanı engelliyorum. Kişisel bilgimi iznim olmadan veren babamın oğlu olsa engellerim arkadaş. Net.

Bu kararımı çok abartılı bulacak olanlarınız vardır. Ama maalesef buna mecbur bırakıldım. Ya numaramı değiştirip duracağım ya da bunu yapacağım. Başka çıkar yol yok. Maalesef yok gencolar.

Otuz yıldır aynı mahallede oturuyorum. Yaptığım iş nedeniyle insanlar sıklıkla soru sormak üzere ararlar. Burada sorun yok. Ama insanın aile hayatı diye bir şey var yahu. Gecenin birinde aranır mı bi insan evladı!

Arayanlar da genelde tanıdığın tanığı veya daha ötesi. Bu nedenle çok uzun zamandır. tanımadığım numaraya cevap vermiyorum. Hazır mesajla kendisini tanıtanlara dönüş yapıyorum. Bu yüzden rehberimde 1300 kadar numara var.

Zaten yakın çevrem bu konuda çok hassas olduğumu biliyor. Malum on yıldan fazladır aynı tavırdayım. İlla ki öğrenmek zorunda kalıyorlar.

Merak etmeyin birilerinin işi size düşüyorsa genelde tavır da yapamıyorlar. En fazla arkanızdan atıp tutuyorlar. O kadar. Kim ne der diye yaşmayı bırakınca o da koymuyor.

Demem o ki gençler; bir duruşunuz, tavrınız olsun. Önünde sonunda seve seve alışıyor insanlar.

uyumaya çalışırken akıldan geçenler

mefauf
Bi filmden aklımda kalmıştı sanırım. Tam olarak hatırlamıyorum ama şöyle bir şeydi; “gelecekteki belirsizlikleri düşünmek kaygı, geçmişte kalanları düşünmek pişmanlık belirtisidir” diye.

Ne güzel söylemiş söyleyen. Bu sayede uykumun kaçtığı gecelerde bedenimi saran duygunun kaygı olduğunu öğrenmiştim. Ne güzel şey yeni bir bilgi edinmek. Öğrendikçe aslında kendini tanıyorsun.

Boşuna dememişler, “dünyayı değiştirmek istiyorsan kendinden başla” diye. Değişim için önce kendini tanımalısın. Yanlışın nereden kaynaklandığını bulduğunda da onu düzeltmenin çaresini aramaya başlıyorsun zaten.

Hadi bakalım kalın sağlıcakla…

sigara böreği

mefauf
Bizim evde yapımından sorumlu olduğum üç yemekten biri.

Sigara böreği özen işi arkadaşlar. Öncelikle yufkayı, yuvarlak ve temiz bir tepsinin arkasına serip pizza dilimi şeklinde kesmeli.

Sonra önceden hazırlanan içi, kıymalı, peynirli, patatesli şeklinde isteğe veya talebe göre koyup sarıyoruz.

Sardığımız börekleri önceden hazırladığımız yumurta akıyla uçlarını ıslayıp yapıştırıyoruz. İşlem tamam.

Yumurta sarısıyla da üstelerini fırçalayıp kızartırsanız hem harika bir görüntü elde ederdiniz hemde yumurtayı tümüyle kullanmış olursunuz.

Son olarak şunu belirtmeden geçmeyeyim ki derin yağda kızartırsanız çıtır çıtır olur. Yok eğer az yağda kızartırsanız yumuşak olur.

Afiyet olsun…

Sorumlu olduğum diğer iki yemek:
(bkz: Kaşarlı Menemen)
(bkz: Tavada Balık)
1
marla marla
Gecenin bu saatinde uygunsuz bir başlık olmadı mı sizce de :d Uygunsuz da değil düpedüz ayıp
8 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol