tam 24 sene önce kaybettiğim rahmetli hacı dedem yaşıyor olsaydı da defalarca dinlediğim o askerlik anısını, selimiye kışlasından çerkezköy'e doğru yaptıkları intikali tekrar, tekrar ve tekrar dinleseydim. nur içinde yat güzel insan. ve her neredeysen yanındaki yeri kimselere verme! orası benimdir.
Bir daha gitmedim desem... çalıştığım için cumartesi işimin olduğu günler dolayısıyla düzenli gidemiyeceğimi hocamla konuştum ve son 1 saat için bile olsa gel dedi. Hatta pastacılık kursu buldum ve aynı şekilde onunla da konuştum. O da anlayışla karşıladı ama hafta içi yorgunluğunu atmak biraz zor oluyor. (Tembelim ya da yeteri kadar çok istemiyorum. Hobi olarak istiyordum zaten.) Arkadasim işe başlayacağı için yalnız sıkılıp kursa düzenli şekilde katılırım diye düşünüyorum. Teşekkür ederim sorduğunuz için.
büyükçe bir otelin terasa benzer yüksekçe bir yerinde otururken aşağıya bakıyorum. havuz var, sıcak su havuzu var, deniz var. hangisine girsem diye düşünüp sıcak su havuzunu seçiyor (gerçek hayatta son seçeneğim olurdu), birden ayağa kalkıyor ve gidemeden uyanıyorum. sanırım rüya perileri bile anladı aslında sıcak su sevmediğimi, ve dürterek uyandırdılar.
Kış mevsimi ve onun müjdecisi olan sonbaharı severim. sadece “Soğuğu severim” deyip iki satırla girdiyi sonlandırmak çok etik olmaz. evet, soğuğu severim. ama kış mevsimine olan sevgimin altında yatan daha kapsayıcı neden, asosyal bir kişiliğe sahip olmamdır. Her ne kadar mecburen sosyalleştiğim zamanlarda çevreme pozitif enerji Yaysam da, sosyal etkileşimden mümkün mertebe kaçınırım. zira kendi kendime vakit geçirmeyi daha çok severim.
İşte kış mevsimi bu anlamda hızır gibi yetişir. Şunu yapalım, bunu edelim, şuraya gidelim, bize gelin, size gelelim diye beynimi yiyen sosyallik delileri kendi kabuklarına çekilir soğuk nedeniyle. sağa sola pek gitmek istemezler. beni de kendimle baş başa bırakırlar. hal böyleyken nasıl sevmeyeyim ki kış mevsimini? neyse ki geliyor yine sevdiceğim.
kategori sekmesine ilk defa bir bakayım dedim. bu başlığı görünce eski bir dostu görmüş gibi oldum. neden mi:
benim kız küçükken içine kapanıktı. onu açmak için yaptığım şebekliklerden biriydi. kamusal alanda yürürken, birden bir şarkıdan yüksek sesle bir kuple söylemeye başlardım, uyanık hemen anasının öbür yanına geçer ve “uzaklaşalım, tanımıyoruz” deyip gülüşerek adımlarını sıklaştırırlardı. ben de arkalarından “evet ben babasıyım” diye bir kaç kez yüksek sesle anons ederek yetişirdim. neredeyse rutin oyunumuz haline gelmişti bu döngü. ufaklığın utangaçlığını açma kisvesi altında, ben de çaktırmadan delilik egomu tatmin ediyordum laf aramızda.
uzun süredir bizimle pek takılmıyor prenses. mazide kaldı yani o günler. ama böyle sürmemeli. ilk fırsatta bir punduna getirip tekrar yapmalıyım. yok yok çocuk değil, şakayı tabii ki.
bir kaç sene önce pandemi zamanı zeka çeşitleri ile ilgili bir makale okuyordum. arada iq testi ile ilgili bir reklam bandı denk geldi. baktım ücretsiz diyor, gereksiz bir öz güvenle hadi gireyim bakayım dedim.
oldukça basit başlayıp dozajı giderek artan genel yetenek sorularıydı. hani şu şekiller koyup bıudan sonra şu, şundan sonra bu gelirse aha da bundan sonra ne gelir cinsinden. bu tarz testlerle zamanında çok sınandığımdan bir yandan da “oh oh iyi, düzgün bir rakam alırız herhalde” diyordum.
neyse son soruyu cevaplar cevaplamaz ne olsa beğenirsiniz? şak diye 4 € dayadılar sonucu görebilmek için. e hani ücretsizdi?! çok sinirlendim böyle ıvır zıvır şeylere para vermeyi sevmeyen biri olarak.
sonra düşündüm, adamlar haklı. testi ücretsizce yapmıştım işte. adam sonuca para istiyor. o kadar emek boşa gidemezdi. paşa paşa girdim sanal kartı ve aldım sonucu.
çıkan rakam beklentimin üstünde olsa da, böylesine basit bir kelime oyununa gelip ücretsiz diye atladığım teste, sonucu görebilmek için 4 € bayılmak, grafikli mrafikli verdikleri sonuç belgesinde yazan rakamı içselleştirebilmemin önündeki en büyük engeldi.
buluta attığım ve ara ara bir şeyler ararken denk geldiğim o sonuç belgesinde bana göre yazan şey süzme geri zekalı olduğumdur.
70'lerde birisi tarafından icat edilip başımıza musallat edilen küp. her yüzünde 3x3 kare mevcut. her yüzeyi ayrı renk. sağa sola çevrileniliyor. eline alıyor ve sağa sola çevirip renkleri dağıtıyorsun. sonra ayıkla pirincin taşını.
sağa çevir olmuyor, sola çevir olmuyor, kafanda kendi meşrebince algoritmalar oluştur olmuyor. yani o küpü ilk eline aldığındaki gibi her yüzü ayrı renk olacak şekilde eski haline getiremiyorsun.
bir aralar babam takmıştı. kitap okumadığı her an elinde o küp vardı. ama olmadı, çözemedi işte!
gocu tamam. önce telefonu, sonra o elindeki şişeyi bırak. git soğuk bir duş al, kurulan gel. kendine sade bir kahve yap ve iç. bugünlük tamamdır. yarın görüşürüz.
gençlikte evet! istanbul yaşanmalı. ama belli bir yaştan sonra çekilmemeye başlıyor. daha da belli bir yaştan sonra “lanet olsun ben daha ne halt ediyorum burada” dedirtiyor. yani evet istanbul bir garip! ne onunla, ne onsuz.
benim maili kontrol etmem ne mümkün! bildiğin o beni kontrol ediyor. Önümdeki iki büyük ekrandan biri sürekli kafa patlattığım ekran, diğeri mail ekranı. operasyonun aksamaması için maille iletilen sorunlara ışık hızıyla çözüm bulup cevap yazmakla mükellefim. yani özetle mail kontrol etme sıklığı gibi bir terim lügatımda mevcut değil. o benim her anımın bir parçası.
yeni nesli salın. gençliklerinde (ahlaki sınırlar çerçevesinde) ne yaşayabiliyorlarsa yaşasınlar. zira sonrasında dünya gailesinden burunlarını kaldıramayacaklar. önlerindeki yolu düşündükçe kıyamıyorum hiç birine.
gocu… muhtemelen stresli bir işi var, ve üstüne üstlük akşamları dominant hanımından sıkça fırça yediğinden çareyi sözlüğe girip boyuna bizi darlayarak deşarj olmakta buluyor. iyi de bizim günahımız ne!?
-kayınpeder yarına çıkar mı? (yoğun bakımda), -babamın şekeri sabaha karşı düşerse anam uyanıp zamanında müdahale edebilir mi (müzmin diyabet)i, -allah korusun ikisinden birine bir şey olursa zamanında yetişebilir miyim? (yurt dışında bir yerlerde).
-nevresimleri makinaya at, -balkonu yıka, -çık nevresimleri as, -biriken bir kaç günlük bulaşığı yıka, -gocu gene ne yumurtladı diye pervaya bak, -kelimlelikte bekleyen hamlelerini yap, -çık nevresimleri topla, -kalan çamaşırları as, -perva, -balığı fırına at, -çık kalan çamaşırları topla, -salata yap, sofrayı hazırla, -kelimelik, -perva, -ara ara hafta arası yıkanmış olan dağ gibi çamaşıra bak, -bir de tüm bunları ütülemem lazım diye iç geçir,
yarın ayrıca evi sil süpür, banyoyu temizle hikayeleri var. ooof of! bekarlık zor.
Bekar ve çocuklu olmak daha zor Bu listeye ben çalışma ve 4. Sınıf öğrencisi ödevleri de ekliyorum. Hatta yarın iş yerine yapılacak badanayı da ekliyorum. Var mı arttıran
“sen umutsuzsun” dedi bana. kötü bir şey herhalde. ama %9'muş bu sonucu alanların oranı. ilk %10'a girdim diye sevinmeliyim herhalde. umutsuz bir sevinç yaşıyorum özetle.
eskiden “elde ekran” zamanlarımızdan önce oynanan tek kişilik bir oyundu. yuvarlak zemin üzerinde delikler, ve bu delik sayısından bir eksik taşla oynanırdı. taşlar deliklere yerleştirilir ve ortadaki delik boş kalırdı. sonra dama mantığıyla taşların üzerinden atlaya atlaya taşlar toplanır ve en son tek taş kalana kadar devam edilirdi.
tek taş kalması ideal olanıydı. taşların yerleşimi bu durumu zorlayacak şekilde dizayn edilmişti. neyse, en sonunda çözüp, işlem adımlarını kavradığım gün üzülmüştüm. zira artık oynamanın bir anlamı kalmamıştı ve sanal dünyada olduğu gibi play store'a gidip başka bir oyun yükleme şansı da yoktu. hey gidi günler.
Halk arasında avuç kaşınması iki şekilde yorumlanır. Sağ avuç kaşınıyorsa para geliyordur, sol avuç kaşınıyorsa para çıkacaktır.
Mevlevi Semazenlerdeki duruma benzer. Malum dönerlerken sağ kol yukarıda ve avuç göğe doğru açıktır, sol kol nispeten daha aşağıda ve avuç içi yere bakar. Allah'tan gelen rahmet ve bereketi almaya ve insanlığa aktarmaya delalet eder.
genelde komedi filmlerindeki rolleriyle akıllarda yer eden amerikalı aktör. maske, truman show, salak ile avanak gibi filmlerde oynamıştı. mimikleri ve aktif vücut diliyle dikkat çekiyordu. son dönem ne oldu anlamadım, pek ortalarda görünmüyor. bir kaç sene önce bir yerlerde psikolojik sorunlar yaşadığını okumuştum.
bizim tofaşlı çomarların new york muadilini pek bir güzel yapmışlar:
kendisinde potansiyel olduğunu hissettiğim ve fakat nedense ağzına ıslak odunla vurulası ergene bağlayan yazar tanesi.
Sol Frame'in içinden geçmese ara ara gideri var. mesela benimkiler gibi bilmiş bilmiş yazılan sıkıcı girdileri okuduktan sonra hayata tekrar bağlanmak için üç beş girdisine bakılabilir.