Türkiye'nin kötüye gitmesindeki en büyük faktör, geçmişte dayanışma ve yardımlaşma durumlarında hemen seferber olmalarıydı. Gittikçe ahlaki değerlerimiz dejenere olduğu için herhangi bir zorluğun üstünden gelme seviyemiz azaldı. Duyarsızlaştık. Bu da gittikçe bizi daha kötüye götürüyor.
Hayır, ekonomik kriz döngüleri, devlet içindeki mafyalaşma, cinsel suçlar, cinayetler, 60 darbesi, 80 darbesi, 80 darbesi öncesi sokaklarda şiddetli siyasi çatışmalar, fakirlik gibi şeyler hep vardı. İnternet olmadığı için herkesin her şeyden haberi olmazdı veya üstü çabucak kapatılırdı, sadece belli dönemlerde bir tık iyileşip sonra tekrar eski haline dönüyordu. Bir ülke kolay kolay batmaz, ülkelerin batışı uzun zaman alır.
Ayrıca Türkiye nüfusunun rahat yüzde doksanının kötü insanlardan oluştuğunu düşünüyorum. Kötü derken sadece ağır suç işlemiş insanlar değil, hiç suça bulaşmamış olup kötü olanlar da var, hiçbir şeyden şikayet etmeyen, devletimiz yaptıysa bir bildiği vardır diyen, her şeye kutsallık atfeden, işini doğru düzgün yapmayan, kâr hırsı yüzünden ahlaksızlık yapan "kötü" kesimden bahsediyorum.
Ayrıca Türkiye nüfusunun rahat yüzde doksanının kötü insanlardan oluştuğunu düşünüyorum. Kötü derken sadece ağır suç işlemiş insanlar değil, hiç suça bulaşmamış olup kötü olanlar da var, hiçbir şeyden şikayet etmeyen, devletimiz yaptıysa bir bildiği vardır diyen, her şeye kutsallık atfeden, işini doğru düzgün yapmayan, kâr hırsı yüzünden ahlaksızlık yapan "kötü" kesimden bahsediyorum.
Tarım devrimi yapıldığından beri buğday insanlar için en önemli geçim ve besin kaynağıydı.
Zamanla insan nüfusunun çoğalması ile buğdaya olan ihtiyacı da arttırdı. Buğdayın tarihi 17 bin yıl önceye dayanır.
Yaklaşık 30 yıldır, buğday ürünlerinden üretilen gıdalara karşı bir intölerans gelişti. Günümüzde bulunan çölyak hastalığının sebebi glutene olan duyarlılıktan kaynaklıdır. Ve artık etrafımızda da 10 insan da 7 sinde duyacağınız gluten intöleransı da buğdayın bir değişim gösterdiğinin kanıtıdır.
Dünya genelinde de buğdayın üretimi konusunda değişik sıkıntılar yaşansa da Türkiye'de bu 1920 Li yıllara dayanır. Osmanlı döneminde buğdaya çok önem verilir, teşvik edilir ve kesinlikle yerli olması konusunda tedbirler alınırdı. Bu yıldan itibaren buğdayın giderek azalan verimsiz üretimi 60 yıl önceye kadar ülkemiz için çeşitli önemler alınarak toparlanmaya çalışılmıştır.
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/154638 bu linkte Türkiye de buğday ile ilgili yapılmış mücadelenin bir kısmı anlatılmış.
Bu bahsettiğim hastalıklar dışında son 60 yılda ülkemizde diyabetten müzdarip insan sayısı oldukça artmıştır.
Bunun sebebine gelecek olursak 1943 lü yıllardan sonra buğdayın genetiğinin tamamen değiştirilmesidir. Kendimden yaşça büyük insanlarla ettiğim sohbetler esnasında 70 Li 80 Li yıllarda Türkiye'de buğday üretiminin azalmasından dolayı ülkeye yeni bir tohum getirildiği ve üreticilere sizin tohumlarınız 1 verirken bu tohum 5 mislini verecek diye vaatlerde bulunup Türkiye'de tohumların değişimine başlanmıştır.
Mayo Clinic tarafından yapılan araştırmalara göre; özellikle 1943'te başlayan “ıslah” çalışmalarından sonra, buğday genine yabancı genler transfer edilerek transgenik buğday yaratılmıştır. Konuyu açmak gerekirse; Genetik mühendisliği sayesinde artık yeni tür bir buğday ortaya çıkmıştır. Ve DNA'sına baktığınızda artık o buğday değildir; hatta klasik manada bir bitki bile değildir. Genetiğiyle oynanmış yeni 'buğdayımızın' içindeki genlere bakacak olursanız o biraz balık, biraz da küf ve daha birçok şeydir: Buğday hariç her şeydir!
Giderek kalabalıklaşan dünya nüfusunu doyurmak adına (farklı iklim koşullarına dayanıklı, kuraklığa dirençli, daha az tarım ilacı gerektiren, daha kaliteli, daha bol ürün için) yaratıldığı iddia edilen bu yeni buğday ile ilgili son derece rahatsız edici ve korkutucu bulgular var. Çölyak hastalığı ya da gluten intoleransı sadece buzdağının görünen yüzüdür. Bilim adamları, genetiğine müdahale edilmiş buğday yiyen insanoğlunun DNA'sında kimsenin ön göremeyeceği değişiklikler olabileceğini belirtiyorlar. Ayrıca genetiğine müdahale edilmiş buğday yetiştirirken daha az tarım ilacına ihtiyaç duyulduğu da koca bir yalandan ibaret. Biliyorsunuz artık, transgenik buğdayı yaratan şirketlerle tarım ilaçlarını üreten şirketler aslında aynı şirketler.
Genetik mühendisliği ile yaratılan buğdayın atalarımızın tükettiği buğday ile herhangi bir alakası yok. En basitinden bugün bizim yediğimiz buğday, atalarımızın tükettiğinden yüzlerce kat daha fazla gluten içeriyor. Bu bile tek başına gluten intoleransını tetiklemekte yeterli. Hazımsızlık, iştahsızlık, saç kaybı, halsizlik, depresyon, baş ağrısı, kas spazmları, anemi, sebebi bilinmeyen vücut ağrıları, kısırlık, romatizmal hastalıklar, otoimmün hastalıklar, vitamin yetersizlikleri, vücut döküntüleri gibi semptomlarla kendini gösteren bu klinik tabloyu ciddiye almakta fayda var.
Bazı arkeolojik bulgularda da, geçmişte buğdaya dayalı beslenme şekline geçen atalarımızın da ciddi sağlık sorunları olduğunu söylüyor. Yani temel de buğday genetiği değişse de değişmese de insan üstünde olumlu etkilere sahip değil.
Buğdayın en işlenmiş hali olan un tüketimi arttıkça diyabet, obezite gibi sağlık sorunları da katlanarak artıyor.
Zamanla insan nüfusunun çoğalması ile buğdaya olan ihtiyacı da arttırdı. Buğdayın tarihi 17 bin yıl önceye dayanır.
Yaklaşık 30 yıldır, buğday ürünlerinden üretilen gıdalara karşı bir intölerans gelişti. Günümüzde bulunan çölyak hastalığının sebebi glutene olan duyarlılıktan kaynaklıdır. Ve artık etrafımızda da 10 insan da 7 sinde duyacağınız gluten intöleransı da buğdayın bir değişim gösterdiğinin kanıtıdır.
Dünya genelinde de buğdayın üretimi konusunda değişik sıkıntılar yaşansa da Türkiye'de bu 1920 Li yıllara dayanır. Osmanlı döneminde buğdaya çok önem verilir, teşvik edilir ve kesinlikle yerli olması konusunda tedbirler alınırdı. Bu yıldan itibaren buğdayın giderek azalan verimsiz üretimi 60 yıl önceye kadar ülkemiz için çeşitli önemler alınarak toparlanmaya çalışılmıştır.
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/154638 bu linkte Türkiye de buğday ile ilgili yapılmış mücadelenin bir kısmı anlatılmış.
Bu bahsettiğim hastalıklar dışında son 60 yılda ülkemizde diyabetten müzdarip insan sayısı oldukça artmıştır.
Bunun sebebine gelecek olursak 1943 lü yıllardan sonra buğdayın genetiğinin tamamen değiştirilmesidir. Kendimden yaşça büyük insanlarla ettiğim sohbetler esnasında 70 Li 80 Li yıllarda Türkiye'de buğday üretiminin azalmasından dolayı ülkeye yeni bir tohum getirildiği ve üreticilere sizin tohumlarınız 1 verirken bu tohum 5 mislini verecek diye vaatlerde bulunup Türkiye'de tohumların değişimine başlanmıştır.
Mayo Clinic tarafından yapılan araştırmalara göre; özellikle 1943'te başlayan “ıslah” çalışmalarından sonra, buğday genine yabancı genler transfer edilerek transgenik buğday yaratılmıştır. Konuyu açmak gerekirse; Genetik mühendisliği sayesinde artık yeni tür bir buğday ortaya çıkmıştır. Ve DNA'sına baktığınızda artık o buğday değildir; hatta klasik manada bir bitki bile değildir. Genetiğiyle oynanmış yeni 'buğdayımızın' içindeki genlere bakacak olursanız o biraz balık, biraz da küf ve daha birçok şeydir: Buğday hariç her şeydir!
Giderek kalabalıklaşan dünya nüfusunu doyurmak adına (farklı iklim koşullarına dayanıklı, kuraklığa dirençli, daha az tarım ilacı gerektiren, daha kaliteli, daha bol ürün için) yaratıldığı iddia edilen bu yeni buğday ile ilgili son derece rahatsız edici ve korkutucu bulgular var. Çölyak hastalığı ya da gluten intoleransı sadece buzdağının görünen yüzüdür. Bilim adamları, genetiğine müdahale edilmiş buğday yiyen insanoğlunun DNA'sında kimsenin ön göremeyeceği değişiklikler olabileceğini belirtiyorlar. Ayrıca genetiğine müdahale edilmiş buğday yetiştirirken daha az tarım ilacına ihtiyaç duyulduğu da koca bir yalandan ibaret. Biliyorsunuz artık, transgenik buğdayı yaratan şirketlerle tarım ilaçlarını üreten şirketler aslında aynı şirketler.
Genetik mühendisliği ile yaratılan buğdayın atalarımızın tükettiği buğday ile herhangi bir alakası yok. En basitinden bugün bizim yediğimiz buğday, atalarımızın tükettiğinden yüzlerce kat daha fazla gluten içeriyor. Bu bile tek başına gluten intoleransını tetiklemekte yeterli. Hazımsızlık, iştahsızlık, saç kaybı, halsizlik, depresyon, baş ağrısı, kas spazmları, anemi, sebebi bilinmeyen vücut ağrıları, kısırlık, romatizmal hastalıklar, otoimmün hastalıklar, vitamin yetersizlikleri, vücut döküntüleri gibi semptomlarla kendini gösteren bu klinik tabloyu ciddiye almakta fayda var.
Bazı arkeolojik bulgularda da, geçmişte buğdaya dayalı beslenme şekline geçen atalarımızın da ciddi sağlık sorunları olduğunu söylüyor. Yani temel de buğday genetiği değişse de değişmese de insan üstünde olumlu etkilere sahip değil.
Buğdayın en işlenmiş hali olan un tüketimi arttıkça diyabet, obezite gibi sağlık sorunları da katlanarak artıyor.
Dayatılan kişisel gelişim teorileri ile hepimiz ben merkezci olduk. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın söylemiyle sürdürüyoruz hayatlarımızı, kendimize döndüğünde ise bu çark nefret söylemlerinde bulunuyoruz. Elini bir taşın altına koymayan sefil yaratıklar olduk. Kelebek etkisinin önünü kestik. Sadece nefret duyuyor ve nefret duyuruyoruz. Ama değiştirmek adına bir hamle yapmıyoruz.
İnsanların insan üzerinden kazanımları. Bu bizim gibi kendi dünyasında yaşayanların dünyasında da var. Belki etkileri sadece bireysel olduğu için bu kadar sansasyon yaratmıyor. Büyük kitleleri etkilediğinde gündem oluyor. İnsan kötüdür. Sadece bazılarımız kötülüğü bildiği halde tercih etmeyiz. Buna da iyilik derler
Bundan daha öncede bahsetmiştim dünyada sağlık sistemi insanlar üzerinden para kazanılan en karlı sistemdir.
Hastalıkların laboratuvar ortamlarında üretilmesi ve sonra sanki tedavi bulmuş gibi piyasa sürdükleri binlerce medikal hizmet. Hepsi para. Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler üzerinden kazanılan kanlı para.
(bkz: #17044)
Hastalıkların laboratuvar ortamlarında üretilmesi ve sonra sanki tedavi bulmuş gibi piyasa sürdükleri binlerce medikal hizmet. Hepsi para. Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler üzerinden kazanılan kanlı para.
(bkz: #17044)
Kâr amaçlı ekonomik örgütlenme biçiminin getirdiği yüzlerce kötü olaydan biri.ihtiyaca göre, planlı hareket etmek yok, tek gerçek kâr.
Sokrates: "Eğer ki deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve herhangi bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı?"
Ademantus'un cevabı çok açıktır: Elbette ki ikincisi! Sokrates'in buna cevabı ise şu şekildedir:
"Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanların rastgele ve herhangi bir grubunun bir ülkeyi kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmekteyiz?"
Ademantus'un cevabı çok açıktır: Elbette ki ikincisi! Sokrates'in buna cevabı ise şu şekildedir:
"Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanların rastgele ve herhangi bir grubunun bir ülkeyi kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmekteyiz?"
sokrates: "Eğer ki deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve herhangi bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı?"
Ademantus'un cevabı çok açıktır: Elbette ki ikincisi! Sokrates'in buna cevabı ise şu şekildedir:
"Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanların rastgele ve herhangi bir grubunun bir ülkeyi kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmekteyiz?"
Ademantus'un cevabı çok açıktır: Elbette ki ikincisi! Sokrates'in buna cevabı ise şu şekildedir:
"Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanların rastgele ve herhangi bir grubunun bir ülkeyi kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmekteyiz?"
Biliyorum kendimi sigara içerek yavaş yavaş zehirliyorum biliyorum ciğerlerin ebesinin hörekesini belliyorum ama can sıkıntısına sigara kadar iyi gelen bir şey yok türkiye de sigaraya düşenler sinir stres yüzünden bırakamıyor.
Agresif ama yeri gelene kadar kendisini tutabilecek zekada birisiyim ama her sinir olduğumda 1 sigara yaksam günde 2 paketi tamamlıyorum.
Agresif ama yeri gelene kadar kendisini tutabilecek zekada birisiyim ama her sinir olduğumda 1 sigara yaksam günde 2 paketi tamamlıyorum.
En azından bir dönem radyoda aşk şiirleri dinleyen romantik gençliğin hatırlayacağı o ritmi o müziği bırakayım.
Arka planda bu müzik çalar bizde nice şiirler nice hikayeler dinlerdik radyocudan meğersem yıllarca bize arka planda sovyet marşı dinletmiş elemanlar bende bu kapitalizme savaş isteği nereden geliyor diyorum :d
Arka planda bu müzik çalar bizde nice şiirler nice hikayeler dinlerdik radyocudan meğersem yıllarca bize arka planda sovyet marşı dinletmiş elemanlar bende bu kapitalizme savaş isteği nereden geliyor diyorum :d
siyasi bir parti ismi gibi duruyor ama bildiğin bir şeye veda etme toplaşması,eğlencesi. taşınma öncesi güzelim evime veda öncesi toplaştık bu gün. balya balya anısı olan,annemle en çok zaman geçirdiğim bekar evime. camında nice çiçeklerin açıp solduğu, masasında aşk şiirlerinin kafiyelerine uyak olmuş viskilerin içildiği canım evime. fıkra seti yaratan arap cihan,kürt hacer,ermeni levon,natali,arsen,serço ya hüznüme ortak oldukları için teşekkürü bir borç bilirim. aziz dostlarla veda daha bir güzel,özelmiş.
YouTube'da ki "+90" isimli YouTube kanalının bir video serisi. https://youtu.be/raD1Rk63804?si=nRlFGqI3I3RN1E6q
İsmi Aristoteles'in hocası olan ünlü filozof Platon'dan gelir. Platon'un felsefesine göre bizim gözlenebilir alemde gördüğümüz her şey, esasında çok daha iyi bir şeyin yansımasından ibarettir. Hal böyle olunca, elimize aldığımız bir taş, tahtaya çizdiğimiz bir daire ya da çok güzel işlenmiş bir heykel. Hepsi esas olanın birer yansıması, idealardan parça alan şeylerdir. İdealar, Tanrısal, biricik ve değişmez şeyler olarak orada dururlar. Gördüğümüz her şey ise, onlardan belli oranlarda pay alarak varlığa kavuşurlar.
Şimdi buradan hareketle, platonik aşk da, hali hazırda insanların yaşadığı ve dış dünyada vuku bulan aşklardan farklı olarak, aşırı idealize edilmiş, adete, idealardan pay almamış da, ideanın kendisi olacak kadar yüceltilmiş anlamına gelir. Böylesine dış dünyadan kopuk ve yüceltilebilen bir şey de, elbette karşı taraftan bağımsız olacaktır. Çünkü bağımlı olduğu taktirde, öylesine kopuk yüceltmeler yapmak imkansızdır, mutlaka sevmediğiniz bir şeye denk gelirsiniz. Bu nedenle platonik aşk yaşayanlar, eğer olur da aşklarına karşılık bulurlarsa, zamanla hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Bulamazlarsa da, ne kadar çok kafalarında kurarlarsa o kadar saf ancak bir o kadar da takıntılı bir saçmalığa boğulurlar. Dozunda bir platonik aşk, tadından yenmez, ergen bir genç kız ya da oğlansanız. Onun dışında bulaşmayın.
Şimdi buradan hareketle, platonik aşk da, hali hazırda insanların yaşadığı ve dış dünyada vuku bulan aşklardan farklı olarak, aşırı idealize edilmiş, adete, idealardan pay almamış da, ideanın kendisi olacak kadar yüceltilmiş anlamına gelir. Böylesine dış dünyadan kopuk ve yüceltilebilen bir şey de, elbette karşı taraftan bağımsız olacaktır. Çünkü bağımlı olduğu taktirde, öylesine kopuk yüceltmeler yapmak imkansızdır, mutlaka sevmediğiniz bir şeye denk gelirsiniz. Bu nedenle platonik aşk yaşayanlar, eğer olur da aşklarına karşılık bulurlarsa, zamanla hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Bulamazlarsa da, ne kadar çok kafalarında kurarlarsa o kadar saf ancak bir o kadar da takıntılı bir saçmalığa boğulurlar. Dozunda bir platonik aşk, tadından yenmez, ergen bir genç kız ya da oğlansanız. Onun dışında bulaşmayın.
ağzımdan öyle bir şey kaçırdım ki uyuyan insanı uyandırdım.
bir sözün bu kadar etkili olabileceğini hiç düşünmemiştim. yüksek sesle düşünmüşüm.
offf offf... bir anda aklımdan geçen basit bir düşünceyi dalgınlıkla ifade etmenin sonucu bu kadar ses getirmemeliydi.
birkaç gün etkileri devam edecek sanırım.
kendim ettim kendim buldum....
bir sözün bu kadar etkili olabileceğini hiç düşünmemiştim. yüksek sesle düşünmüşüm.
offf offf... bir anda aklımdan geçen basit bir düşünceyi dalgınlıkla ifade etmenin sonucu bu kadar ses getirmemeliydi.
birkaç gün etkileri devam edecek sanırım.
kendim ettim kendim buldum....
Ne dedin acaba çok merak ediyorum
kahvemi aldım geldim, merakla bekliyorum
Ben de bekliyorum ama @tamtam bizi yanıtsız bırakacak gibi
psikolojik baskı yapalım, burada sohbet edersek böyle, belki acır bir açıklama yapar.
Bu saatte kahve uykularını kaçırmıyor mu?
Silebilirsin
ben yazana kadar burada neler olmuş:))
Okudum @alaskan crab okumadan sil hemen
😅😅 biz canı tez insanlarız
:)) sen sil dedin sildim. artık o şansına küssün:))
😅😅😅 ortalık karıştırmakta üstüme yoktur
:)) umarım okumuştur, tekrar o kadar uzun yazamam
😅😅 Onunda sesi çıkmıyor. Sende sağlam pot kırmışsın
bence hiç yazmadı, beni kandırıyorsunuz şu an di mi
Hahaha okumamış @tamtam hadi yeniden yaz 😅😅
:)) o şimdi harıl harıl paylaşımlar yapıyor. çaktırma, belki unutur.
gerçekten öyle. en hassas konuda bir pot kırdım.
gerçekten öyle. en hassas konuda bir pot kırdım.
:) neyseki ortam yumuşamış
:)) olamazzzz
Hahaha keşke kopyala yapsaydın silmeden
Ya cidden yazdı, sonra sen dedin diye sildi mi hayııııırırrrrr, iki aşamalı kötülük bu, işe yaraması için birlik gerekiyor, baya baya organize suç bu ama
:)) succulent evet yumuşadı. konu kapandı.
@alaskan crab için özet geçeyim, umarım başarabilirim.
@alaskan crab için özet geçeyim, umarım başarabilirim.
sen uğraşma ya, sil diyen anlatsın, onun eseri çünkü, dahiyane fikir ondan çıkma
Sen merak etme @tamtam sana kıyamaz yeniden yazar. Ayarlasak bu kadar tutmazdu bu arada
Arkadaşın ablası çocuğunun instada nerede olduğunu etiketlediği fotolar paylaşmasını istemiyormuş ve tamtamdan instadsn bakıp ne yaptığını sormuş. O da keşke bunu paylaşmasaydı deyip ağzından kaçırmış ablası delirmiş sonra tamtam onu sakinleştirmiş
Bunun daha detaylı bir anlatımıydı ama ben çok özet yaptım
aaa ben de hoşlandığı kişiye yanlışlıkla deli olduğunu aşırı belli etti falan sanmıştım. Öylesi daha curcunalı olurdu neyse bunla idare ederiz artık, kaos kaostur.
Kaos seviyoruz. Besliyor mu ne
:))şu an gülmekten yazamıyorum. @succelent çok teşekkür ederim. çok güzel özetlemişsin. :)) ,
çok alemsiniz. bugün bende bir şey var sanırım:))
çok alemsiniz. bugün bende bir şey var sanırım:))
😅😅 ne var bugün sen de
:)) bu entry'inin bu kadar merak edileceğini bilemedim. biraz üstü örtülü yazayım dedim. çok gizem yarattığımı farkında değildim. oysa hep çok net yazarım her şeyi.
Hepimize de biraz dertleşme ve biraz da gülmek için sebep çıktı fena mı? İyi ki yazmışsın
:)) çok teşekkür ederim. esprileriniz çok iyiydi, beni çok güldürdü:))
:)) ben de çok güldüm eminim @alaskan crab da gülmüştür 😅😅😅
:)))
acıyla karışık bir tebessüm oldu evet.
😅😅😅
"Her şey benden önce olmuşsa, bana olacak bir yer, durum kalmıyor muydu? Bana ait tek kişilik bir iskemle, o da yok muydu bu dünyada?"
fakat Müzeyyen bu derin bir tutku...
fakat Müzeyyen bu derin bir tutku...
tamtam ukdesidir.
Açlık normal koşullarda fizyolojik bir süreçtir. Yavaşça artar ve başat koşul giderilmesidir, ne ile giderildiği değil. Midenin boşalması, enerjinin tüketilmesi ile hissedilir. Doyma durumu da pek çok canlı için en önemli haz mekanizmalarından biridir.
Haz alma durumu enteresan. Farkındaysanız yaşamı mızı sürdürmemizi sağlayan eylemlerden inanılmaz haz alırız. Boşaltım gibi, seks gibi, yemek yeme gibi.
Dopamin salınımı ile ilişkilendirilmiştir. Modern dünyada dopamin bağımlılığı gibi bir kavramdan bahsedildiğini duymuşsunuzdur. Bu dopamin salınımını başka pek çok şey uyabilir: oyun oynamak, bir şeyler izlemek, öğrenmek, sanatla uğraşmak ve hatta ilgi görmek.
Ancak en önemli olanlardan biri temel ihtiyacımız da olan yemek yemektir. Bu sayede, açlık hissi psikolojimizden de etkilenmeye başlar. Kişiler yemek yemenin veya yeme menin verdiği hazzı keşfedince işler biraz değişir.
Duygusal açlık, fizyolojik olarak aç olmamızı gerektiren bir durum olmasa bile dopamin ihtiyacının da etkisi ile açmış gibi hissetme halidir. Obezite gibi kilo alımı getiren şeyler söz konusu olduğunda bu durumun üzerinde çokça durulur. Ama bence bunun tersi de mümkün, duygusal tokluk yani. Ya da aynı şekilde "duygusal açlık." Çünkü bazı insanlar da hazzı yeme dürtüsüne karşı çıkmakta bulurlar.
Kısacası açlık halinin duygulara göre düzenlenmesidir. Aşerme benzeri bir davranış görülebilir: kişinin spesifik bir marka çikolatayı inanılmaz derecede istemesi ve başka bir yiyeceği kabul etmemesi gibi. Bu durumlarda yediğimiz yiyeceklere bakarak duygu durumumuz ve hislerimiz hakkında çıkarım yapılabileceğini düşünen uzmanlar vardır. Yoğurt yemek istemek başka bir ihtiyacı dışa vurur iken, patates kızartması yemek istemek belki bambaşka bir hissi ifade eder.
Bu konuda bazı kitaplar var, birisi şu:
Ben okumuş ve yararlı bulmuştum.
Bakmak isteyebilirisiniz.
Açlık normal koşullarda fizyolojik bir süreçtir. Yavaşça artar ve başat koşul giderilmesidir, ne ile giderildiği değil. Midenin boşalması, enerjinin tüketilmesi ile hissedilir. Doyma durumu da pek çok canlı için en önemli haz mekanizmalarından biridir.
Haz alma durumu enteresan. Farkındaysanız yaşamı mızı sürdürmemizi sağlayan eylemlerden inanılmaz haz alırız. Boşaltım gibi, seks gibi, yemek yeme gibi.
Dopamin salınımı ile ilişkilendirilmiştir. Modern dünyada dopamin bağımlılığı gibi bir kavramdan bahsedildiğini duymuşsunuzdur. Bu dopamin salınımını başka pek çok şey uyabilir: oyun oynamak, bir şeyler izlemek, öğrenmek, sanatla uğraşmak ve hatta ilgi görmek.
Ancak en önemli olanlardan biri temel ihtiyacımız da olan yemek yemektir. Bu sayede, açlık hissi psikolojimizden de etkilenmeye başlar. Kişiler yemek yemenin veya yeme menin verdiği hazzı keşfedince işler biraz değişir.
Duygusal açlık, fizyolojik olarak aç olmamızı gerektiren bir durum olmasa bile dopamin ihtiyacının da etkisi ile açmış gibi hissetme halidir. Obezite gibi kilo alımı getiren şeyler söz konusu olduğunda bu durumun üzerinde çokça durulur. Ama bence bunun tersi de mümkün, duygusal tokluk yani. Ya da aynı şekilde "duygusal açlık." Çünkü bazı insanlar da hazzı yeme dürtüsüne karşı çıkmakta bulurlar.
Kısacası açlık halinin duygulara göre düzenlenmesidir. Aşerme benzeri bir davranış görülebilir: kişinin spesifik bir marka çikolatayı inanılmaz derecede istemesi ve başka bir yiyeceği kabul etmemesi gibi. Bu durumlarda yediğimiz yiyeceklere bakarak duygu durumumuz ve hislerimiz hakkında çıkarım yapılabileceğini düşünen uzmanlar vardır. Yoğurt yemek istemek başka bir ihtiyacı dışa vurur iken, patates kızartması yemek istemek belki bambaşka bir hissi ifade eder.
Bu konuda bazı kitaplar var, birisi şu:
Ben okumuş ve yararlı bulmuştum.
Bakmak isteyebilirisiniz.
Çocukların ebeveyn rolüne büründüğü yani rollerin değişmesi durumudur. Bu durumda çocuklar, ev işlerini üstlenebilir, kardeşlerinin bakımlarını üstlenebilir, aile fertlerinin sağlığını veya psikolojisini düzeltmek adına çabalaması gibi durumlar görülebilir.
sadece belirli sorumluluklar vermek, kendi odasını toplama, yardımlaşma gibi durumlar çocuğun kişisel gelişimine katkıda bulunsa da tamamen sorumluluğun çocuğa kaldığı durumlarda çocuğun psikolojik sorunlar yaşamasına neden olacağı gibi aynı zaman da çocuğun istismarı da söz konusudur.
sadece belirli sorumluluklar vermek, kendi odasını toplama, yardımlaşma gibi durumlar çocuğun kişisel gelişimine katkıda bulunsa da tamamen sorumluluğun çocuğa kaldığı durumlarda çocuğun psikolojik sorunlar yaşamasına neden olacağı gibi aynı zaman da çocuğun istismarı da söz konusudur.
klasik döngü. önce ana babamızın çocuğu oluruz, sonra çocuğumuzun ana babası. sonra ana babamızın ana babası ve en sonunda çocuğumuzun çocuğu. bir üst nesilde de gözlemledim. şaşmaz.
kızıma iyi gözlemle lazım olacak diyorum. yalnız ben o yaşı görürsem deden gibi pamuk şeker kıvamında bir çocuk olmam, nasıl başa çıkarsın şimdiden düşün diyorum. gülerek ona ne şüphe deyip arkasından bakarız diye ekliyor. bakarız ne! ahlaksız, benim lafımı bana satıyor. daha şimdiden bakarızlar falan…
dip not: iki gün önce görüntülü görüşüyoruz. annem, oğlum baban seni sayıklıyor bu ara, özledi, ne zaman geleceksin dedi. çevir kamerayı babama dedim, cemalini görünce yatçaz kalkçaz, yatçaz kalkcaz gelcem dedim :)) tabi kulaklar uzun süredir duymadığından anam bağırarak aktardı. o gülümsemesi dünyalara bedeldi. neyse alandayım. uçağın kalkışını bekliyorum. önce eve varıp, yarın akşam da giderim baba evine. kocaman sarılacam ihtiyar çocuğuma :)
kızıma iyi gözlemle lazım olacak diyorum. yalnız ben o yaşı görürsem deden gibi pamuk şeker kıvamında bir çocuk olmam, nasıl başa çıkarsın şimdiden düşün diyorum. gülerek ona ne şüphe deyip arkasından bakarız diye ekliyor. bakarız ne! ahlaksız, benim lafımı bana satıyor. daha şimdiden bakarızlar falan…
dip not: iki gün önce görüntülü görüşüyoruz. annem, oğlum baban seni sayıklıyor bu ara, özledi, ne zaman geleceksin dedi. çevir kamerayı babama dedim, cemalini görünce yatçaz kalkçaz, yatçaz kalkcaz gelcem dedim :)) tabi kulaklar uzun süredir duymadığından anam bağırarak aktardı. o gülümsemesi dünyalara bedeldi. neyse alandayım. uçağın kalkışını bekliyorum. önce eve varıp, yarın akşam da giderim baba evine. kocaman sarılacam ihtiyar çocuğuma :)
Bu tarz beveynlik doğal. Bu problem daha çok çocuk yaştakiler için
Bu arada iyi yolculuklar
teşekkür ederim.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?