Erkekti kendisi. Bu durumla ilgili gülümseten hatıramız bile var:
Mart ayına yakın bir zamandı. Kendinisini kısırlaştırmadan önce bir dişinin peşine takılıp uzunca bir süre ortadan kaybolmuştu. İlk günlerde yokluğunu normal olarak kabul etsek de gün geçtikçe onun için endişelenmeye başlamıştık. Kayboluşun üçüncü gününde kahvaltı için ekmek almaya çıkmış ve gözümün ucuyla da onu arar olmuştum. Ekmekleri aldıktan sonra dönüş yolunda elimdeki ekmek poşetiyle bir ara ismini bile zikrettiğim oldu, “ceviz! ceviz!” diye. Sokağını arşınladığım apartmanlardan birinin camından orta yaşlı bir abla, “kardeş kilosu kaça?!” diye seslenince. Ufak bir dumura uğramışlıkla şaşakalmış ne diyeceğimi bilememiştim. Gayrı ihtiyari elimdeki ekmek poşetini yukarı doğru kaldırmış zor bela “ekmek bu abla!” diyebilmiştim. Camdaki abla şaşkın içeri girerken, ben de şaşkın ilerlemiş ve bu komik duruma Ceviz evin yolunu bulduktan çok sonra iri kahkahalar atarak gülebilmiştik…
Şimdi olduğu gibi hatırladıkça buruk bir sevinçle anarım, Cevizi…
Bu özel günün sanki uyarıcı iki vazifesi var: hem dünyaya kadınları hem de kadınlara dünyayı hatırlatıyor…
Erkeklerin(bilsin/bilmesin, kabul etsin/etmesin) en özel dünyası olan kadınlarımızın(saygınlık statüsü bi ifade yoksa haremimiz yok yani) bu özel günü kutlu olsun!
Öyle bir değişim yaşasın ki dünya, bu bilinç, geri kalan 364 gün 6 saate de sirayet etsin…
80'li yılardan kötü 2000'li(güya bize çağ atlatan milenyum zamanları) yıllardan iyi olarak algılanan zamanlar.
Gelenin gidenden daha kötü olduğunu deneyimlediğimiz ancak endişe verici olmasına karşın, hayatımızı kolaylaştıran ama insanlığımızı seyrelten 'gelecek' beklentisine girdiğimiz zamanlar aynı zamanda.
Sanırım başımızın selametini yaşımıza endekslediğimizden olsa gerek bir an önce bitsin geçsin dediğimiz yıllardı.
Sonuç: ne başımız selamete, ne de yaşımız keramete bindi. Gençlere tavsiyem, şimdiki zamanın kıymetini bilmeleridir. Zira dizgini olmayan bir kısrak gibi dört nala geçiyor zaman. Neyse carpe diem başka da bişey demiyem…
Odayı basan gaz ya da kötü kokuları el süpürgesiyle süpürmek gibi kanatlarıyla süpüren ve her daim neşe saçan mitolojik bir kuş! Gecenin yanaklarına tünediği için de ıslanmayı çok sevdiği bilinir. Bu yönüyle de çok romantiktir. Bu kuşun hüzün kovuculuğu aslında şirin ve neşeli duyguları bulunduğu ortama davet etmesinden gelir. Yani kovucu değil davetçidir. Hüznün güdümündeki insan bunu idrak edemez de etraflarında pır dönerek kanat çırpan bu kuşu, hüzün kovucu zanneder. Ona methiyeler düzer. En iyi düzen de Murat yılmazyıldırım'dır.
Üniversite yıllarımın tınısı olan ve melodisiyle mest olarak dinlediğim şarkının, aynı zamanda adı olan bu ifade, içimde felsefe heyelanları oluşturur: “Hüznü kovmak kuşa kalmış. Bakıyorum da aslında hayvanlar o kadar da hayvan değilmiş. Bunu, insanların o kadar da insan olmadığından anlıyoruz. Hüzün yapıcı insanlarla hüzün kovucu kuşların mücadelesinde kuşlar kazanacak! Kazanır! Yani Kazanmalı!”
Murat Yımazyıldırım'a kesinlikle rakip değilim ve olamam da zaten ama naçizane bende ses verdim…
vallahi dün aklıma geldin sucu ablaya sorayım dedim nasıl oldun diye. sonra araya bir şeyler girdi kaynadı. özetle haberci'den haber aldığıma sevindim. bu girdi iyi olduğuna delalettir nazarımda.
Çok teşekkür ediyorum Üstadım. Çok şükür gün be gün daha iyiyiz. Uzun suredir gözümü perdeleyen ağrılar sancılar bitmek üzere hatta 4-5 gündür ağrı kesici iğne bile vurulmuyorum. Ne mutlu bana. Dünya varmış. Bir de nihayet görebildiğim bu dünyada sizin gibi kıymet veren dostlarım varmış. Var olun 🙏☺️
Tüm duygularını savurgan biçimde kullananların yaşadığı durumdur. Kişinin, herhangi bir duyguyu hak etmeyene de gösterdiği için, hak edenin de mahrum kaldığı durumdur, aynı zamanda. İleri seviyesi tepkisizliktir. Bu durumdaki insanları pamuklara sarmalıdır…
Bence kadınların sinsice, eni konu düşündükten sonra bulduğu yada keşfettiği gizliden gizliye laminent tozu almak için piyasa sürdüğü çaput. (bkz: başına çorap örmek) Bir de bilekleri saran çorap görüntüsü, bir insanı niye bu kadar rahatsız eder anlamadım. Bu da dar paça pantolon getirisi sanırım. “Kıro” diye bi hitaba muhatap olmaktan kaçarken doluya tutulmaya benzettiğim hede.
Cumhur'un yani halkın bayramı; Demokrasinin nirvanası. Sadece türklere münhasır olmamakla birlikte dünyanın her noktasında yaşanması umulan yönetim şekli. Yüz bir yıldır her sene coşkuyla kutlanır. Biz de kutluyoruz…
Haftasonları güneş batımının hemen sonrası trt fm'de radyo programına rast gelip şaşırdığım, samimi ve eğlenceli yayın yapan, ilk gençliğimin yakışıklı delikanlısı. Çoğu şarkısına eşlik etmişliğim var ancak bunu kimse duymuyor ve duymadı. Devlerin de aşık olabileceğini öğrendiğim sanat kişisi ayrıca…
Son günlerde bendenizde hayli yükselen ve insanı zaman zaman bayılmanın kıyılarında dolaştıran hede.(belli periyotlarda ağlama da yapıyor ama sanırım duygu eşiğimin yüksek oluşu bunu mesele yapmamı engelliyor)
Öyle ki ağrının doruğundayken bile entry girebiliyorum(coğrafya olarak değil tabiki) (ama ukdem olsun sağlığıma kavuşayım orada da entry girecem)
Bende de çok var ama ben bi taneyim(babamlar yedi kardeş bizse iki). Keşke dayı da olabileydim ama onun hevesini sokaktaki afacanlardan gideriyoruz çok şükür.
Ellerinizden öper, iki yeğenim var(biri kız, biri erkek) Amca olmak, içinde insanı büyüten deneyimler sunuyor ve sunmaya devam edecek gibi görünüyor. Ben onları tatmin edici amcalık vazifesini yerine getiriyor muyum tartışılır. İşimiz nedeniyle aramızda kilometreler var ancak onlardan çok şey öğreniyor ve bir araya geldiğimizde vakti iyi değerlendirme çalışıyoruz.
Gelecekle ilgili planlarımın arasında 'tam zamanlı amca' olmak ve geçmişteki kaybımızı telafi etmek de var…
Perva dışında kalmış sığlıktan iyidir. Kaldı ki buradaki derinlik her akıl sahibinin boy vermek isteyeceği bir derinliktir. Hatta bana sorsanız bu derinlikte boğulmak bile isterim… @rocinante ;)
Tanım ya girilir ya da girilmez, “giriliyor gibi yapmak” nasıl bir imkanki yada imkansızlık, entry sahibini iki arada bir derede bırakır çok anlayamadım. Marla'nın da söylediği gibi illaki entry girilecek diye bir zorunluluk söz konusu değil. Yazar aynı zamanda okuyandır. Hatta, ata tavsiyesi sahip olduğumuz duyu organlarımızdan iki kulak ve bir ağıza nispet, iki gözümüzle iki okuyup(sayısı daha fazla da olabilir) bir yazmak daha verimli olabilir, yazar ve sözlük açısından. Naçizane ben öyle yapmaya gayret ediyorum…