alarm kurulur ve yatılır. ne hikmetse alarmla asla uyanılmaz ve alarmla uyananlara özenilir. çünkü ne kadar geç yatılırsa yatılsın, ne kadar yorgun olunursa olunsun alarmdan mutlaka bir kaç dakika önce uyanılır ve alarm kapatılır. ben mi onu, yoksa o mu beni kuruyor bir anlam verilemez.
o zaten fiks menü. özeniyorum hafta sonları geç kalkayım diye ama nafile. en geç yedide ayaktayım. geçen pazar 6:30'da çayı koydum diyeyim olayın vahametini oradan hesap et.
rüya görmeyi geçtim, bir zamanlar rüyadayken rüyada olduğumun bilincine varıyor ve rüyamı istediğim gibi yönlendirebiliyordum. rüya devam ederken bir şekilde uyanırsam, yine uyuyor ve kaldığım yerden devam ediyordum. garip gelebilir ama tam olarak böyleydi. uzun süredir yok bu özellik. iyiydi aslında.
#1899 no.lu girdide üşenmemiş uzun uzun tarif etmiş bir çocuk. benim demleme şeklime çok uyuyor. suyu üstüne boca etmeyin, yandan usuletle ve suhuletle ekleyin dediğine göre demleme çay sınıfına giriyor. dolayısıyla oyum demleme çaydan yanadır.
yazarların eserlerini kronolojik sırada okumak gibi bir takıntım var. mesela orhan pamuk'la tanışmam çok prim yaptı diye masumiyet müzesi ya da benim adım kırmızı'yla olmadı. önce ilk çalışması olan cevdet bey ve oğullarını okudum.
dostoyevsky'de de durum değişmedi. direkt karamazov kardeşler'e dalmadım. romanlarını sırasıyla okumak, yazarların gelişimini görmek açısından önemlidir benim için. dolayısıyla bunda da ilk çalışması olan insancıklar'ı okuyarak başladım. gayet sade ve akıcı bir dili var. tabii bunda çevirmenin rolü büyük. rus klasikleri için bilinen bir kaç iyi çevirmen var, ki çevirilerin pek çoğu onların elinden çıkmış zaten, işte onlardan okumak lazım. ilk başta rus klasiklerinin tümünde karşılaşılan isim karmaşası biraz yoruyor ama sonra alışılıyor.
anton çehov, tolstoy, turganyev, gorki, gogol gibi nice usta kalemler çıkaran rus edebiyatının yapı taşlarındandır dostoyesky. insanın iç dünyasına hakimiyeti açısından psikanalizin babası freud'la bile kıyaslanır. hani ömrünün sonuna kadar tek yazar okuyacaksın hangisi olsun deseler, hiç düşünmeden dostoyevsky derim. neyse, özetle okuyunuz, okutturunuz efendim.
benim kontroller devam. bir ara tekerrür eder gibi oldu ama şimdilik sıkıntı yok. bomba gibiyim. başka kim var bilmem. her kimse umarım iyidir. allah şifasını versin.
40'ı çıktığı gün odasını ayıran bir baba olarak bunu anca ayaklandıktan sonra yaşayabildim. sabaha karşı kalkıp gelirdi. ona sarılarak uyuduğum bir kaç saat, hiç bir mutlulukla karşılaştırılamazdı, ve hayatımın en muhteşem anlarıydı.
pek çok eserini okuduğum yazar. her ne kadar kürk mantolu madonna'sı pek göz önünde olsa da, içimizdeki şeytan adlı eseri, madonna'yı ikiyle çarpar beşe böler.
ele aldıkları konular çok tutmasa da, tarz olarak zweig'la çok özdeşleştiririm. her ikisinin de nahif üslubu, merakla okuduğum hayat öykülerinden geliyor kanaatine varmıştım. çok çekmişler. umarım yaşarken bulamadıkları huzuru gittikleri yerde bulurlar.
ingiliz yapımı “yes minister” (emret bakanım), yayınlandığı dönemde soluksuz izlediğim bir diziydi. ingiliz siyaseti ve bürokrasisini ustaca hicvederdi. kurt bürokrat sir humphrey ve bakan arasında geçen enfes diyaloglar kara mizahın nirvanasıydı.
gece rüyamda birkaç kuşak üstteki aile büyüklerinin ruhları ile uğraştım. Onları gördüm, onlara dokundum. o kadar gerçekçi idi ki gözümü açtığımda yatak odasının kapısından girmelerini bekledim.
dedim eyvah! kayınpeder gidiyor mu yoksa! (yoğun bakımda). ofise gittikten birkaç saat sonra, hemşirenin kayınvalidesinin ölüm haberini aldım. geleceği görmek değil. malum olmak, belki, bilemiyorum. bildiğim tek şey bir şeyler olacağıydı.
verilen sözlerin, zamanla değişen koşullar altında tutulamayabileceğine ziyadesiyle tanık olduğumdan, söz vermek pek adetim değildir. “elimden geleni yaparım” der geçerim.
6 haziran içeriğinde çeviri hatası olan listedir. zira “drive-in movie” sadece sinemaya gitme eylemimi tanımlamaz. manitayı alıp arabayla açık hava sinemasına gitme ve arabanın radyo frekansını film sesinin yayınlandığı frekansa ayarlayarak kendi konfor alanında film seyretme, ya da film seyretme bahanesiyle arabada manitayla yakınlaşma eylemini tanımlar. eskilerde kaldı zaten, hala var mı bilmiyorum.
sırt üstü asla! zira ne zaman sırt üstü yatsam karabasanla muhatap oluyorum. dolayısıyla sağ tarafa dönük, bacaklar hafif bükülmüş, sağ kol yastık altından ileri doğru düz şekilde uzatılmış ve parmaklar yatağın kenarından aşağıya doğru doğal kıvrımına müsaade edecek şekilde sarkıtılmış, sol kol dirsekten 90 derece bükülerek avuç içi yastığa gelecek şekilde yüzümün hemen önünde konumlandırılmış şekilde uyumaktır genel temayülüm.
sonra beklenmedik bir çıkış yaparak “vazgeçtim hiç bir şey istemiyorum. tokat mı atarsınız yoksa ağaçtan mı atarsınız ne yaparsanız yapın onu eski haline döndürün. sözlük roci'siz olmaz. ayarsız ergen kontenjanı boş kalamaz” dedi.